Tecrübeli gazeteci Gökçer Tahincioğlu’nun yazdığı ve Gündem Çocuk Derneği’nin katkıları ile geçtiğimiz aylarda yayınlanan Devlet Dersi kitabı, “öteki çocuklar” ve “cezasızlık karanlığı” ile yüzleşme hikayelerinden oluşuyor. Ne yazık ki hepsi gerçek olan bu hayat ve de ölüm hikayelerinin pek çoğunu biliyoruz aslında; kimimiz dava dosyalarından, kimimiz medyadaki haberlerden, bilmeyenler için ise “devlet ile tanışma” için önemli bir fırsat. Kitap, yaşadığımız ülkenin ve karanlık yakın tarihimizin kısa bir özeti olduğu kadar bugün yaşadıklarımızın da sağlaması gibi, her gün yeni Uğur Kaymaz’ların Ceylan’ların ölüm haberlerine uyanıyoruz zira. Bugün “bu çocuklar nasıl öldürülüyor, katilleri neden yargılanmıyor” sorusunu soranlar için bu sorunun cevabı, kitapta hikayeleri anlatılan ve hesabı kimseden sorulmayan ölü çocuklarda yatıyor, “öldürüldüyse çocuk bile olsa teröristtir” diyenlerin ise kalbine insaf ve insanlık dilemekten fazla bir şey gelmiyor elimizden. Bu memleket dün olduğu gibi bugün de çocukları için cehennem, katiller için ise cennet bir cezasızlık iklimi olmaya devam ediyor.

Bu kitap sadece öldürülen çocukların değil, gizlilik kararı verilip karartılan dosyaların, kaybolan delillerin, vurulmuş yatan çocuğun yanına boyu kadar silah koyanların, yaşı kadar kurşun sıkanların, ölü çocuklara gerilla kıyafeti giydirmeye çalışanların da hikayesi. Tonlarca ağırlıkta makinelerin altında can veren işçi çocukların hayatına karşılık tedbirsizlik diye para cezası veren, başına ne geldiğini bile anlayamayacak yaştaki tecavüz mağduru için “rızası vardı” diyen hakimlerin, savcıların, bu ülkedeki kirli ahlakın, muktedir kim ise ondan yana duran çürümüş adaletin hikayesi.

Bizim için onlar; “öldürülen”, “tecavüze uğrayan, taciz edilen”, “iş cinayetine kurban giden”, “cezaevinde kötü muamele gören” çocuklar, bu ülkedeki müesses nizamın kısacık hayatlarını ellerinden aldığı, geleceğini kararttığı çocuklar. Oysa her birinin bir ismi ve hikayesi var, koyunları ile birlikte parça parça olan Ceylan, büyüdüğünde avukat olmak isteyen Veysel, haftalık elli lira kazanmak için 13 yaşında ölen Ahmet, boyacılık yapan göğsünden polis kurşunu ile vurulan Ümit, Diyadinli fırıncı çırakları Muhammet ile Orhan. Her birinin hikayesi, hayali farklı olsa da hiçbirinin ölümü “münferit hadise” değil, memuruna kendini siper eden devletin ve başkalarının çocuklarına ne olduğunu asla umursamayan, hatta yeri geldiğinde “bizim çocuğumuzun başına niye gelmiyor anası babası sahip çıksaymış” diyerek mağdurdan suçlu yaratan toplumun birlikte inşa ettiği bir cehennemin talihsiz kurbanları o çocuklar, o yüzden yazgıları birbirine benziyor hepsinin. O yüzden solgun fotoğraflarından aynı hüzünlü gülümseme ile bakıyorlar bize.

Bu kitaptaki gerçek yaşam öykülerini, üstüne titrediğiniz, saçının teline dahi kıyamadığınız kendi çocuklarınıza okuyamazsınız. Ama bu ülkede bazı çocuklar bu hikayeler ile büyümeye, aynı kaderin gelip onları bulacağı günü beklemeye devam ediyor. Yazarın kitaptaki cümlesi ile söyleyecek olursak “adalet çocuklar tarafından sağlanabilecek bir şey değildir, şanssız doğan bir çocuğun hesabını şanslı doğan bir çocuğa soramazsınız.” Ama devletin ve adaletin varlık sebebi bazı çocukları “olağan şüpheli” ilan etmek değil bilakis doğuştan gelen şans ve şanssızlık arasındaki uçurumu ortadan kaldırmaktır. Doğduğunuz coğrafyanın, yaşadığınız koşulların size biçtiği kaderi değiştirmek içindir yasal düzenlemeler, uluslararası sözleşmeler. Eğer hep aynı şekilde ölüyorsa çocuklar ve hiçbirinin hesabı sorulmuyorsa kaza da değildir kader de, o çocuklar bir kültüre kurban verilmektedirler. Çünkü yazar Gökçer Tahincioğlu’nun kitabın önsözünde de belirttiği gibi “cezasızlık bir kültürdür” ve o kültür sistemi ve temsilcilerini mahkum etmemek, şiddetin ve kusurun kaynağının devlet olduğu tüm hadiselerde sonucu örtbas etmek üzerine inşa edilmektedir. Bu ülkede yaşayan sıradan bir vatandaş olarak aklınızı ve vicdanınızı çekincesiz devlete teslim ettiyseniz, tüm ölü çocukların terörist olduğuna inanarak yaşar ve uyurken saçını okşadığınız kendi çocuğunuzun asla kirli bir atölyedeki pres makinesinin altında ya da bir maden göçüğünde can vermeyeceğine bunun “ötekilerin kaderi olduğuna” şükrederek sürdürürsünüz hayatınızı. Kitaplar ve belgeler bu yüzden vardır arkamızı döndüğümüz, unutmaya çalıştığımız, tozlu mahkeme arşivlerine terk ettiğimiz hakikati kayıt altına almak için, Gökçer Tahincioğlu da bunu yapıyor anlattığı cezasızlık hikayeleri ile neresinden tutsanız elinizde kalacak bir çürümüş sistemin röntgenini çekip önümüze koyuyor, tekrar eden resmi devlet masallarını unutmayalım diye.