Kadına yönelik erkek şiddetini önlemek ve engellemek için yıllardır mücadele eden feminist gündem, kadınların mağdur rolüne hapsedildiği şiddet döngüsünü tersine çevirmek adına birkaç yıldır kadınların hayatlarına sahip çıktıkları, yaşamlarını savundukları olaylara daha da çok odaklandı. İstanbul Feminist Kolektif bu nedenle 2015 Ocak ayından itibaren medyadan derledikleri haberlerle aylık “Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor” raporları hazırlamaya başladı. Bu raporlarda meşru müdafaa şeklinde işlenen cinayet ve yaralamaya ilişkin süren davalar ve yargı kararlarına ilişkin haberlere de yer verildi. Ve Feminist Avukatlar bu süreçte kadınların hayatlarını savundukları dava dosyalarına hukuki müdahalede daha da etkin olmaya başladı. Feminist gündemin tam da kadınların kendilerini savundukları olaylara odaklandığı sıralarda Çilem Doğan başı dik bir şekilde “Biraz da erkekler ölsün hep kadınlar mı ölecek?” sözüyle ekranlara yansıdı. Üzerinde tesadüfen alınan tişörtün “Sevgili gelecek, ben hazırım” dediği yazıdan çok, bir kadının gururlu bir hal içinde yaşam hakkına sahip çıkmasını ifade edişiydi herkesi etkileyen.

Sonrasında yaşadıklarını öğrendik. Evlendiği günden itibaren yediği dayakları, evinin kendisine hapishaneye dönüşme sürecini, bundan kurtulmak için yaptığı yasal başvuruları, alınan koruma kararlarının onu koruyamadığını, kocasının belinde silahla dolaşan çete kurmak, uyuşturucu ticareti yapmak şeklinde pek çok suça karışan ve polislerin dahi vurulduktan sonra şikâyetçi olamayacakları denli korkulası biri olduğunu.

Hazırlanan İddianame Cezasızlık İstese de Çilem Tutuklu Yargılandı

Çilem Doğan hakkında hazırlık savcısı hazırladığı iddianamede oldukça kapsamlı bir şekilde Çilem’in yaşadığı şiddet döngüsünü anlattı. Yaptığı başvuruların sonuçsuz kalmasını, kocası Hasan’ın hem Emniyetle ilişkilerinden dolayı hem de Emniyete karşı bile suç işlemekte tereddüt etmeyecek kişilikte biri olduğunu ve tüm yaşananların Çilem’ de yılgınlık oluşturduğunu vurguladı. Çilem’ in uğradığı haksız saldırılar nedeniyle hissettiği yoğun çaresizlik sonucu olan eylemini “meşru müdafaa” yahut “meşru müdafaa sınırının aşılması” hükümleri şeklinde değerlendirmek gerektiğini belitti. Ne yazık ki bu değerlendirmeye rağmen Çilem tutuklu yargılanmaya başlandı. İddianameye atıfla yapılan tüm tutukluluk itirazları reddedildi.

Yargılamanın ilk duruşmasında Çilem tüm olanları ve o gün öldürüleceği korkusunu bu kez mahkeme heyetine anlattı. İddianamedeki suçlamanın meşru müdafaa olarak değerlendirilmesi sebebi ile yaptığımız tahliye taleplerine daha ilk celsede Savcılık, suçun “ağır haksız tahrik hükümleri çerçevesinde değerlendirilebilecek olduğundan“ bahisle reddini talep etti. Bu doğrultuda Çilem yargılama boyunca tutuklu kaldı. Mahkeme heyeti delillerin toplanması aşamasında kamuoyunun Çilem’ e ilgisi ve ilk gün ekrana yansıyanlar nedeniyle RTÜK’ ten görüntüleri talep etti. Gerekçeli karar henüz yazılmadı fakat savcılık bu konuya ilişkin bir değerlendirmede bulunmadı. Çilem Doğan 5 celse süren yargılaması boyunca cinayet işlemeye mecbur kaldığını, aks takdirde o odadan canlı çıkamayacağını anlattı.

Şefkatle Bağdaşmayan Hareket”

Mahkeme savcısı toplanan deliller sonrasında mütalaasını verdi ve Çilem’in mevcut bir saldırıyı bertaraf etmek üzerine değil, daha önce yaşamış olduğu aile içi şiddetten kaynaklı öfke ve kinle hareket ettiğini belirterek “haksız tahrik” hükümlerinin uygulanmasını talep etti. Dokuz sayfalık mütalaada, iddianamenin aksine neredeyse Çilem’ e önyargılı bir biçimde davranıldı. Lehine olan hiçbir delile yer verilmedi. Çilem’ in yaşadığı şiddet ve korku “şefkatle bağdaşmayan” hareket olarak tanımlandı. “Meşru müdafaa” ve “haksız tahrik” normlarını eski ceza yasasıyla kıyaslayarak ele alan mütalaa sadece o gün yaşananlar ile olayın değerlendirilmesi gerektiğini, Çilem’ in yaşadığı şiddetin o gün çok olmadığını, bu sebeple haksız saldırının bitmiş olduğunu belirtti. Nihayetinde “öfke ve kin”le hareket ettiği düşünülen Çilem’ in “haksız tahrik” uygulanarak ceza alması istendi. Ne yazık ki savcı mütalaasında ne maktulün kişiliğine ne de Çilem’ in delille desteklenen anlatımlarına hiç değinmedi.

Savunma sırasında özellikle savcının eski yasa – yeni yasa “meşru müdafaa” kavramları kıyası konusunda oldukça eksik değerlendirmede bulunduğunu vurguladık. 5237 sayılı yeni yasada yer alan “meşru müdafaa” düzenlemesi “gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız saldırı” şeklinde ifade edilerek genişletilmiştir. Madde gerekçesine de “… anlamsız ve sosyal gereklere aykırı olacak şekilde dar tutulmasının önüne geçilmesi istenmiştir” şeklinde bu genişleme ifade edilmiştir. Bu duruma göre gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak bir saldırı bitmiş bir saldırı olarak değerlendirilemeyecektir.

Feminist Meşru Müdafaa”

Özellikle meşru müdafaa kavramındaki bu genişlemenin dosyamız için en önemli konulardan biri olduğunu, Çilem’ in yaşadığı şiddet döngüsü sebebi ile saldırının bitmiş olduğunu düşünmenin yasanın hem lafzına hem de ruhuna aykırılık teşkil edeceğini önemle vurguladık. Bu kapsamda Kocaeli ve Sakarya Ağır Ceza Mahkemelerinin “saldırıların devam edeceği korkusuna kapılan” sanıklar lehine “meşru müdafaa” hükümlerinin uygulanmasına ilişkin Yargıtayca onanmış kararlarını da dosyaya sunduk. Adeta bu dosya için hazırlanmış Prof. Dr. Ersan Şen’in “Feminist Meşru Müdafaa” isimli makalesine de savunmalarımızda yer verdik. Bu makalede “meşru müdafaa hükümleri kadına karşı sistematik şiddetin, baskı ve tehdidin yol açtığı savunma zorunluluğunu karşılayacak anlam ve kapsam genişliğine sahiptir” denmekte ve önemli olanın “o an erkeğin şiddet, baskı ve tehdit uygulamaması, fakat bunları uygulayacağı konusunda kaçınılmazlık bulunması” olduğu vurgulanmaktadır. Mahkeme heyetlerinin yıllarca şiddet gören kadınlara kolaycılığa kaçarak “haksız tahrik” hükümlerini uygulamalarının adalete ve vicdana da aykırılık teşkil edeceğini özellikle belirtmiştir makale.

Savunmalar sırasında, sistematik şiddet gören kadınların şiddet gösterene karşı işledikleri suçlar kimi ülkelerce özel normlarla düzenlendiği anlatıldı. “Örselenmiş Kadın Sendromu” şeklinde tanımlanan bu hale özel normlarda “cezasızlık” öngörüldüğüne, mevcut yasal düzenlemelerde ise karşılığının “meşru müdafaa” hükümleri olduğuna ilişkin akademik çalışmalara savunmalarımızda yer verdik. Dosyayı inceleyerek “meşru müdafaa” mütalaasında bulunan Yard. Doç Dr. Günal Kurşun’un değerlendirmesini de savunmalarımıza ekledik.

Ayrıca kadın cinayetlerinde erkeklere uygulanan “haksız tahrik” uygulamalarından örnek vererek şiddete uğrayan kadınların canlarını kurtarmak için yaptıkları saldırılarla erkeklerin işledikleri kadın cinayetlerinin bir tutulmasının hakkaniyetli olmadığını anlattık. Erkekler “beyaz tayt giyiyor” diye öldürebiliyor ve bu hükümden yararlanabiliyorken “canına tak eden” kadınların şiddet uygulayana karşı işledikleri suçlar bir tutulamaz. “ ‘Kocam beni aldattı’ diye öldüren kadın duydunuz mu?” diye seslendik heyete mesela. Biz anlattık, heyet dinledi ve Mahkeme Çilem’ in aile içi şiddetin yarattığı kin ve öfke ile hareket ettiğini düşünerek oy çokluğu ile “haksız tahrik” uygulayarak ceza verdi. Mahkeme başkanı karara koyduğu muhalefet şerhinde “meşru müdafaa” sınırının mazur görülebilecek bir korku ve heyecanla aşılmış olması sebebi ile cezasızlık verilmesi gerektiğini belirtti. Sonuç olarak da Çilem 15 yıl ceza aldı.

Karardan sonra tutukluğa tekrar itiraz edildi. Tutukluluğun istisnailiği ve ceza infaz süreleri göz önüne alınarak ve adli kontrol uygulanması talepli bu itirazla mahkeme Çilem’in tutukluluk haline son verdi. Hayatını savunan tüm kadınlar için umut olacak bu karar 50.000 TL kefalet, yurtdışı çıkış yasağı ve karakola her hafta imza vermesi zorunluluğu getirilerek verildi. Devletin, koruyamadığı kadından çok da yüksek olacak miktarda kefalet talep etmesi adaletli bir karar değildir elbette. Ancak Çilem en azından Yargıtay incelemesindeki karara kadar dışarıda, bizimle birlikte olacak.

KAYNAK: HUKUK POLİTİK