Hatırlanacağı üzere Zirve Yayınevi Katliamı olarak bilinen olayda Uğur Kılıç, Necati Aydın ve Tilman Geske’nin Malatya’da bir işhanında bulunan bürolarında beş genç tarafından saatlerce işkence edilerek katledildiler. Olay yerinde yakalanan sanıklar hakkında 2007 yılında sanıklar için açılan dava, 18 Nisan 2016 tarihinde dokuzuncu yılını doldurdu.

Suçüstü yakalanan beş sanık ve ona yardım ettiği düşünülen iki kişi hakkında açılan dava devam ederken ayrıca soruşturma da başka şüpheliler yönünden devam etmekteydi. 2009 yılında sanıklardan Emre Günaydın’ın etkin pişmanlıktan yararlanmak için yeniden ifade vermesi üzerine yeni delillerle birlikte ek iddianame hazırlandı. Azmettirici konumunda olduğuna karar verilen iki sanık davaya eklendi.

Yine 2011 yılında soruşturmanın genişletilmesi ile birlikte yeni tanıkların ifadesi doğrultusunda ev ve işyeri aramalarında ortaya yeni deliller çıkınca, Zirve Yayınevi Katliamı’nın azmettirici olduğu iddiasıyla davaya yeni sanıklar eklendi. Bu son iddianame, cinayet mahallinde suçüstü yakalanan sanıklar hakkında “cinayete sevk” ve “suçu, suçluları ve delillerini karartma” olgularını gösteren kapsamlı bir şekilde hazırlanmıştı. Son iddianame ile katliamın işlendiği dönemde Malatya’da görevli İl Jandarma Komutanı, jandarma istihbaratında görev yapmış bazı jandarma subayları ve yine o dönemde Malatya İnönü Üniversitesinde görev yapan bir öğretim görevlisi ile Ergenekon’dan sanık olarak yargılanan ve bir dönem ordu komutanlığı yapmış bir general de sanık olarak davaya dâhil edilmiştir.

Son iddianame ile davaya eklenen sanıkların çoğu uzun bir süre tutuklu yargılanmıştır. 17/25 Aralık Yolsuzluk Soruşturması sonrasında, iktidarın o vakte kadar güç ortağı olan Gülen Cemaatine karşı “Paralel Yapı” iddiasıyla politik mücadele başlatmasından, Ergenekon’un Malatya hücre yapısı olduğu iddia edilen Zirve Yayınevi Katliamı davası da etkilenmiş ve nasibini almıştır.

Öncelikle özel yetkili mahkemelerin kaldırılması ile davayı yürüten mahkeme ile savcı ve yargıçları değişmiştir. Tutukluluk sürelerinde yeni düzenleme ile sanıklar tahliye edilmeye başlanmıştır. Halen davada tutuklu sanık bulunmamaktadır. Sanıklardan suçüstü yakalanan beş kişi elektronik kelepçe ile diğer sanıkların çoğu ise yurt dışı yasağıyla adli kontrol altında olup yargılama devam etmektedir. 24 Şubat 2014 tarihinde yeni görevlendirilen duruşma savcısı 450 sayfalık mütalaası ile son iddianame doğrultusunda sanıkların suçlu olduğunu beyan etmiştir. Sonraki aşamalarda bu duruşma savcısı da değiştirilmiştir. Yeni gelen savcı, sanık avukatlarının davanın başında bile cesaret edemediği tarzda sanıklar lehine yorum yaparak tüm iddiaların ve delillerin sahte olduğunu, sanıkların bir kısım icraatlarının görev kapsamında bulunduğunu ileri sürmüştür. Savcı neticeten “örgüt” ve “darbe teşebbüsü” suçlamalarından tüm sanıkların, azmettirme suçlamalarından ise bir kısım sanıkların beraatını talep etmiştir. Savcı bununla yetinmemiş, işlenen katliamın bir terör eylemi olmadığını da beyan etmiştir. 28 Haziran 2016 tarihli duruşmada, esasa ilişkin savunma ve iddiaların sunulması ve karar verilmesi için dava 28 Eylül 2016 tarihine ertelenmiştir. Tabii bu süreçte dava yargıçlarının sürekli değiştiğini belirtmek gerekiyor. Mahkemeye yeni atanan yargıçların, yüzlerce klasörü bulan dava dosyasına ve dava konusuna vakıf olmasının mümkün olmadığını belirtmek sanıyoruz gereksizdir.

Bu davada ön plana çıkan en önemli husus, nefretle ve ırkçı zihniyetle işlenen bir katliamın hazırlık aşamasında adı geçen kişilerin ve bazı delillerin iddianamede yer almasıdır. İddianamenin/lerin çok uzun bir hazırlık sürecinde hazırlandığını da unutmamak gerekiyor. Bu bilgi ve belgelerin davanın dışında da toplumsal kültürümüz ve devlet organlarının çalışma biçimini göstermesi açısından değeri vardır. Mesela yargılanan sanıklardan birinin evinden çıkan bir hard diskte, maktullerin çalıştığı yayınevini ve dâhil oldukları inanç çevresini doğrudan hedef alan psikolojik harp sunumları bulunduğu görülmüştür. Bu power point sunumlar Genelkurmay Başkanlığına sorulmuş ve Genelkurmay Başkanlığı bu sunumların bünyelerinde yer alan psikolojik harp birimince hazırladığını kabul etmiştir. Burada önem arz eden bir başka husus ise sorulan bu iki hard diskin yıllar içinde sürekli güncellendiğinin itiraf edilmesidir. Mesela bir hard diske ilk bilgi giriş tarihi 1997 yılına ait ise onun tam tarihinin ve bilgisayar markasının, bu bilgisayarı kullanan subayın kod adı ile rütbesinin bilgilerinin açıkça görülmektedir. Yalnızca bu değil, aynı zamanda bu hard diskin en son güncellendiği tarih, saat ve dakikasına kadar görülmekte ve hangi subayın hangi kod ismini kullandığı, hangi bilgisayardan giriş yaptığı belirtilmektedir.

Bir başka önemli husus, sanıkların iş ve ev aramalarında çıkan delillerde sanıkların kamuoyunu dezenformasyonlarla nasıl manipüle ettiklerini gösteren ses ve yazılı belgeler ile kamera görüntüleri vardır.

Bu davada son iddianamede sanıkların bir kısmının dâhil olduğu belirtilen TSK’nin Özel Kuvvetler Komutanlığı bünyesinde Beyaz ve Siyah Kuvvetlerin varlığı Genelkurmay Başkanlığının Mahkemeye verdiği cevapla teyit edilmiştir.

Ayrıca MİT’in TBMM’deki Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonuna gizli ibaresi ile gönderdiği 278 sayfalık rapor ve deliller Mahkemeye istenmiştir. Bu belge ve bilgilerden, TSK’nin Özel Harp Dairesinin, iddianamede bahsedildiği gibi, nasıl bir gizli yapılanma içerisinde örgütlendiği, tehlikeli addedilen kişileri nasıl fişlediği ve hedef yaptığı, yine Beyaz Kuvvetler olarak adlandırılan sivil kişilere nasıl görev verildiği ortaya çıkmıştır.

Bu davada bana göre önemli başka bir resim; sanıkların dahil oldukları TUSHAD adlı yapılanmanın gözler önüne serilmesidir. Bu katliam sanıklarının bu örgütle ilişki ve konumlarına dair bilgiler Kozmik Oda Soruşturması Savcılığına Mahkeme aracılığıyla en az 5 kez sorulmuştur. Verilen cevapların ilk üçünde soruşturmanın selameti tehlikeye düşebileceği bahsi ile cevap verilmemiş, sonra soruşturmanın tamamlanmadığı bahanesiyle cevap verilmemiş ve nihayet sanıkların dâhil oldukları iddia edilen TUSHAD adlı örgüt ve Mahkemede yargılanan sanıkların konumlarına dair bilgileri DEVLET SIRRI nedeniyle gönderemeyecekleri cevabı verilmiştir. Bu cevap tersinden okunduğunda tüyleri diken diken eden bir resim görülmektedir. CMK uyarınca Mahkemeden devlet sırrı olduğu söylenen hususların dahi saklanamayacağına dair itirazımız ve Mahkemenin bu bağlamda bu bilgileri istemesi yönündeki ısrarlı talebimiz reddedilmiştir.

Bu davada ciddi usuli sorunlar da vardır. Sadece birine değinelim: Katliam öncesi istihbarat bilgisine rağmen yetkili polislerin önlem almayarak kolluk görevlerinin yerine getirilmemesi ve katliam döneminde Malatya’da görev yapan Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünün hazırlık soruşturmasındaki kasta varan ihmal ve eksikliklerinin görülmemesi.

Dava çok kapsamlıdır, sanıkların bir kısmı özel görevler üstlenmiş kişilerdir. İlk defa eksik de olsa böylesi bir cinayette tetikçiler dışındaki örgütlü yapıya dair bir iddianame düzenlenmiştir. Fakat defalarca heyet ve savcı değişikliğine maruz kalan bu dosyanın siyasi iktidarın vesayetçi kurumlarla yaptığı işbirliğine kurban gitmesi kuvvetle muhtemeldir. Bir başka olumsuzluk da davanın metropol şehirlerin dışında uzak bir yerde görülmesidir. Dolayısıyla kamuoyunun bilgi ve ilgisine mazhar olamamasıdır.

Katliam öncesi yerel ve ulusal basının nefret ve ırkçı yayınları ile katliam kurbanlarını ve çevresini hedef alarak yapılan düzenli yayınlar, 17-25 Aralık sürecinden sonra da devam etmektedir. Çok kapsamlı olan dosyada birçok delil ve belge olmasına rağmen, davanın son siyasi iktidar hesapları ile yeniden manipüle edildiği yalan, yanlış bilgilerle dava dosyası itibarsızlaştırılmakta ve davayı mağdur aileleri adına takip eden avukatlar hedef yapılmakta, tehdit edilmekte ve haklarında soruşturma ve kovuşturmalar açılmaktadır. Bunlardan biri de bu yazıyı yazan avukattır. Üyesi bulunduğum baro tarafından bu dosya ile ilgili olarak yalnızca görevimi yaptığım için usulsüz bir şekilde hakkımda soruşturma açılmış ve aleyhime disiplin cezası kararı verilmiştir.

Bu tür insanlık suçu işleyen sanık ve yapıların davaları, siyasi iktidar odakları ve onların uzantısı medya ve kurumlarının ideolojik çabasıyla itibarsızlaştırılıp  hiçleştirilse bile mahkeme tutanakları ile kayıt altına alınan bilgi ve belgeler geçmişe ışık tutmaya devam edecektir. Unutmamak gerekiyor, insanlık suçlarında zamanaşımı yoktur ve gelecekte hukukun tekrar hayat bulmama gibi bir seçeneği yoktur!

KAYNAK: HUKUK POLİTİK