İhmal Edilmiş Komünist Hukuk Teorisyeni ve Eseri

Devlet ve hukuk kuramı, kapitalist ve post-kapitalist toplumun bilimsel kavranışının esaslı bir unsurudur. Bununla birlikte, Marksistler veya kendilerini Marksist olarak niteleyenler tarafından kırk yılı aşkın bir süreden beri daha kötü ele alınan bir konu hemen hemen bulunmamaktadır. Marks ve ardından da Lenin, devlet ve hukuka ilişkin biçimlerin sadece içeriklerinin (düzenlenmiş toplumsal konuların) değil, biçimlerin kendilerinin de belirli bir sınıflı topluma, kapitalist topluma bağlı, yani ona özgü olduğunu ısrarla göstermeye çalışmış olmasına karşın, resmi Marksizm yorumcuları, devlet ve hukuka ilişkin biçimleri teknik veya yansız araçlar olarak göstermek için herşeyi yapmışlardır. Bunların birçoğuna göre, sözkonusu biçimlere ve ilişkilere (gruplar ve bireyler arası ilişkilere) içeriğini veren, ezilen sınıfın istekleri ve sistemin nesnel sınırları gibi birtakım engellerle karşılaşsa da egemen sınıfın iradesidir. Bu saptamadan, burjuva adli ve siyasi görevlinin emekçi veya küçük burjuva kökenli bir görevli ile değiştirilmesinin yeterli olduğu sonucuna varılması, Vyšinkij gibi Stalinizmin sadık savunucuları için sadece tek bir adımlık iştir. Böylelikle, bürokrasinin yorum tekeline sahip olduğu “egemen sınıfın iradesi”, burjuvasız burjuva hukukunun ve burjuvasız burjuva devletinin, sosyalist hukuk ve sosyalist devlet adı altında sınırsız baskıcı gelişimini meşrulaştırabilir. Bunun gibi kapitalist ülkelerde de bazı komünist kuramcıların aynı düşünceyle, işçi sınıfının iradesinin, egemen sınıfın iradesine karşı koyduğunu ve burjuvazinin etkisindeki hukukun yanısıra işçi sınıfının lehinde bir karşı-hukukun gelişebileceğini kabul ettiklerini görüyoruz.

Bu şekilde Marksist çözümlemenin gücü yitip gitmekte ve artık, ideolojik sınırların nerede yer aldığı iyi görülememektedir. Devletsel ve hukuksal ilişkiler kemikleşmekte, “kaçınılmazlığın doğallığı” görüntüsü kazanmakta ve çözülmesi gereken sorunlar, az çok adaletin sağlanması sorununa indirgenmektedir. Böylece, kendimizi bir kez daha, görüngüsel biçimleri (hukuksal ilişkileri, hukuksal biçimciliği) kişilere doğrudan göründükleri gibi kabul eden, bunların ortaya çıkış nedenlerini (onları harekete geçiren güçleri) sorgulamayan fetişizme kaptırmış oluyoruz. Bu nedenle Marksizm’in, üretici güçlerin örgütlenme ve kullanım biçimini yansıtan ilişki ve yapıların bütünü, kapitalist üretim ilişkilerinin yansıtıcısı ve tamamlayıcısı olarak devlet ve hukuk sorunsalı artık, içi boş veya benzeşmez anlamlarla aşırı yüklü formüllerin karışımından başka birşey değildir.

Marksizm’in Stalinci yorumunun işçi hareketi üzerindeki uzun süren egemenliğini gözönüne alırsak, Pašukanis’in “Hukuk Genel Kuramı ve Marksizm” adlı çalışmasının hâlâ önemli olduğunu kabul etmemiz gerekir.[1] Çalışmanın önemi, hatasız olmasından kaynaklanmamaktadır. Ortaya koyduğu hedefi, özel toplumsal ilişkiler olarak hukuksal ilişkilerin özgünlüğünü açıklama hedefini gerçekleştiremediği ve bunları meta ilişkilerine yani iktisadi ilişkilere indirgeme eğilimine kolayca kapıldığı eleştirisi getirilebilir. Ancak bunun ötesinde, hukuku bir teknik olarak kabul eden ve onda belirli bir toplumsal bağlamda yer alan ilişkiler, biçimler ve ideolojiler bütünü görmeyi reddeden kavrayışları (Kuralcılığı ve Olguculuğu) çok etkin bir biçimde çürüttüğü de teslim edilmelidir. Biçimsel olarak eşitlikçi olan hukuk, feodalizmde,  birey veya gruplara tanınan ayrıcalıklar sistemiyle sarılmış, kaplanmıştır; kapitalizmde en gelişkin aşamasına erişir; sosyalizme geçiş aşamasında olan toplumda ise hukukun, kapitalist ilişkiler ve meta ilişkileri sönümlendiği oranda aşamalı olarak ortadan kalkması gerekir. İşte Pašukanis’in savunduğu ve hukuksal biçim ve ilişkilerin genel kuramının geliştirilebilmesi için bugün hâlâ gerekli olan hukuk kuramının genel hatları budur.

Pašukanis’in kitabının ilk halinin yayımından beri, hukuk yaşamında pek çok değişiklik oldu. Burjuva hukukunun eşitlik savının bireyler, gruplar ve sınıflar arasındaki derin eşitsizlik gerçekliğine çarptığını açık biçimde gösteren, sosyal güvenlik hukuku adı verilen bir dalın hızlı gelişimine tanık olduk. Egemen sınıfın kimi grupları önemli ayrıcalıklar elde ederken, ezilen sınıflar, kapitalist sömürünün en olumsuz etkilerine karşı sınırlı biçimde korunmaktadır. Adli sistem de köklü değişikliğe uğramıştır. Batılı ülkelerin büyük çoğunluğunda, geniş siyasal-idari işlevler yüklendiğinden, adli hiyerarşinin zirvesi daha çok “siyasallaşmış” yani, devlete daha doğrudan bağlı hale gelmiştir. Öte yandan, profesyonel grupların adli veya yarı-adli alanlardaki yetkileri genişlemiştir. Bunlar, adaletin olağanüstü biçimde karmaşıklaşması; mahkemelerin yer ve konu bakımından yetkilerinin karmakarışık hale gelmesi; hükümetin ve yüksek bürokrasinin daha çok sıklaşan müdahalelerine maruz kalan alanların artması sonucunu doğurmuştur. Devlet içindeki işbölümünden başka bir anlama hiçbir zaman sahip olmamış bulunan, burjuva kamuoyu tarafından denetlenen ve yaptırıma bağlanan güçler ayrılığı ilkesi artık bir kurgudan başka birşey değildir. Kapitalist devletin müdahaleciliği ve çok işlevliliği, kendisi de daha baskıcı, daha ağır hale gelen hukuksal düzene sürekli değişiklikler getirmektedir. Yasaları akılcı biçimde kullanmalarına olanak sağlayacak hukuk danışmanlarından yararlanma olanağı bulunmayan halk kitleleri için hukuk, gittikçe daha öngörülemez ve daha akıldışı hale gelmektedir. Görünüşe bakılırsa, bireyin öz niteliklerinin, belirli bir andaki konumunun, başkalarıyla kurduğu hukuksal ilişkilerle hiçbir belirgin ilgisi yoktur (oysa gerçekte, aşağı hukuksal konumda bulunması, onun sömürülmekte oluşunun yansımasıdır).

Demek ki Pašukanis tarafından ortaya konulan temel sorunların aşıldığını düşünmek için bir neden bulunmamaktadır. Hukukun değişimi ve kapitalist toplumun dönüşümlerine gösterdiği uyumu, onun sınıfsal doğasını; kapitalist üretim için gerekli olan yalıtık bireyi üretmek ve yeniden üretmedeki, kapitalistler tarafından emek gücüne el konulmasını kolaylaştırmadaki, emekçilerin kolektif örgütlenmelerini bastırmadaki, bireylerin ve farklı toplumsal kesimlerin çatışmalarını engellemedeki rolünü değiştirmez. Bunun dışında, Pašukanis’in kitabı, SSCB’de hukukun (uzak gelecekteki) sönümlenmesinin hukukun günümüzde mümkün olduğunca geliştirilmesi ve güçlendirilmesinden geçtiğini kabul eden günümüz Sovyetik kuramlarının erken bir eleştirisidir. Bu tuhaf Marksistler için hukuk, bir kalıntı değil fakat komünizm yolunda gelişim için temel bir araçtır.

Çalışmasının bu özelliği, ölümünden sonra 1956 yılında saygınlığı iade edilmesine karşın Evgeny Bronislavovič Pašukanis’in SSCB’de neden hâlâ lanetli bir yazar olduğunu açıklamaktadır. Pašukanis, Ekim Devrimini gerçekleştiren tüm eski kuşak bolşevikler gibi, Marks ve Lenin’in devlet ve hukukun sönümlenmesine ilişkin özgürleştirici görüşlerini çok ciddiye almıştır. Gerçekten sosyalizm için mücadele edenler tarafından okunmayı da bu nedenle hak etmektedir.

Pašukanis’in eserinin okunması güçlüklerle doludur. Karl Korsch’un 1930’da belirttiği gibi, yazarın eleştirdiği kişilerden etkilendiği açık olan dogmatizmi esere, uzman olmayanlar için sıkıcı bir nitelik vermektedir. Somut örnekler, göndermeler fazla olmadığı gibi 1923 Sovyet gerçekliğine ancak şöyle bir değinilmiştir. Bu özellik hukuksal kuramın büyük akımlarına ilişkin ek açıklamalar yapmamızı gerektirmektedir.

Feodal düzene bir itiraz olarak XVIII. yy’da doğan doğal hukuk okulu, toplumsal yaşamı, (ilahi düzene göre değil) “insan doğasına” uygun ilkelere göre düzenleyecek temelleri araştırmıştır. Doğal hukuk okulu, burjuva bireyciliğinin yükselişinin ifadesi olmuş ve bireysel planda dönemin devrimci hareketlerinin temelini atmıştır. Günümüzde doğal hukuk savunucuları genellikle, kendisine doğal ve tarih-dışı bir nitelik atfederek, varolan kapitalist düzeni savunmakla meşguldürler. Bu arada doğuda (SSCB ve halk demokrasileri) reformist muhalefetin, bürokratik keyfiliğe karşı doğal hukuk düşüncesini ileri sürdüğü de belirtilmelidir.

Hukuksal olguculuk,* temellerle uğraşmama özelliğiyle belirginleşir. Onun için bir hukuksal düzeninin meşruluğu, yalnızca var olmasından ve varlığını sürdürmesinden ileri gelir. İlgi alanı, hukuksal düzenin etkili biçimde işlemesi ve uygulamada karşılaşılan sorunlara göre evrilmesidir.

Tarihçi hukuk okulu veya hukuksal tarihselcilik, gerçekte olguculuğun bir türevidir. Hukuk kurallarının düzenleniş mantığına büyük önem atfedenlerin tersine, çok yavaş bir evrimin ürünü olan hukuk düzenine öncelik verir. Geleneklerden ve yapılagelişlerden kaynaklanarak zaman içinde yavaş yavaş yerleşen kuralların organik bir değeri olduğunu, bunların topluma hukukçuların soyut kurgularından daha iyi oturduğunu savunur.

Kelsen’in hukuksal kuralcılığı** da hukuksal olguculuğun bir türevidir. Bu okulun ayırdedici özelliği, hukuk sistemini oluşturan kuralların, sistemin temelinde yer alan temel kuraldan itibaren aradaki mantıksal bağlantılar kurularak ayrıntılı biçimde incelenmesine öncelik vermesidir. Gerçekte kuralcılık, olası hukuk sistemlerinin bir çeşit mantıksal biçimlendirilmesidir. Bu düşünce, düzenlenmiş toplumsal yapının mutlaka hukuka, yani devlet tarafından yaptırıma bağlanmış, bireyler ve gruplara dışsal olan kurallara başvurduğu varsayımından yola çıkmaktadır. Özyönetimi gerçekleştiren bir toplumda genel kuralların sönümlenebileceği akla gelmemektedir.

Günümüzde, burjuva hukuk düşüncesinin farklı akımları varlıklarını sürdürse de bunlar, hukuku, karmaşık örgütlenmeleri (devlet, idare, büyük şirketler) konu alan daha genel bir incelemenin alt dalı olarak değerlendiren toplumbilimsel işlevselciliğin çeşitleri karşısında büyük oranda gerilemiş durumdadır. Böylelikle hukuk, bu bürokratik örgütlenmelerin iyi işlemesi ve sürdürülebilmesi için gerekli olan kural ve kurumların bütünü olarak kavranmaktadır.

 Paris, 1969

* Jean-Marie VİNCENT, Fransız Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nde (C.N.R.S) görev yapmış. Hukuk alanındaki çalışmaları da var. 1965 yılında yayımlanan “Doğal Hukuk ve Modern Marksizm” başlıklı bir makalesi bulunmaktadır (-OK). (“Droit naturel et marxisme moderne”, Archives de philosophie du droit, 1965, s.65-82)

[1] Evgeny Bronislavovic Pašukanis, 10 Şubat 1891 tarihinde, Kalinin yakınlarındaki Starica’da, Litvanya’lı bir köylü ailesinde dünyaya geldi. Hukuk okudu ve 1912 yılında Bolşevik oldu. Stučka’nın hukuk danışmanlığını yaptı, 1920 yılında emperyalizm üzerine bir çalışma yayımladı, 1924 yılında ise temel eseri olan Hukuk Genel Kuramı ve Marksizm’i yayımladı. 1929 yılında, devletin sönümlenmesine ilişkin görüşlerini inkâr etmek zorunda bırakıldı.

Devrim sonrası ortaya çıkan en seçkin hukukçu olarak değerlendirilen Pašukanis, Moskova Hukuk Kurumu’nun yöneticiliğini ve Komünist Akademi’nin başkan yardımcılığını yaptı. Adalet Komiseri Yardımcısı olarak, başkanı olduğu Komünist Akademi Hukuk Bölümü üzerinde önemli etkisi olan, SSCB için yeni bir ceza kanunu tasarısı hazırladı. Ancak kaybolması ve yerine Vyšinskij’nin getirilmesi, Stalin’in görüşleri için önemli bir engel olan bu “liberal” tasarıyı boşa çıkardı.

Devletin sönümlenmesi konusundaki en etkili kuramcı olmayı sürdüren Pašukanis daha Ocak 1937’de, Pravda’da, doktriner nedenlerle şiddetli biçimde saldırıya uğramış ve Nisan’da “halk düşmanı”, “batırıcı” vb. olarak damgalanmıştı. Daha sonra kayboldu.

8 Ağustos 1956 tarihinde saygınlığı iade edildi, fakat, bu iade “yanlış” olan görüşleri nedeniyle değil, hain olduğu iddiası gerçek olmadığı için yapıldı.

* (hukuki pozitivizm–OK)

** (hukuki normativizm-OK)

Kaynak: http://80.251.40.59/politics.ankara.edu.tr/karahan/ceviriler/ceviriler.htm