Sürgün, insanlığın tarihi kadar eskidir. Sürgün daha çok siyasi saiklerle olsa da muhatabı her şeyden önce insandır. Sürgüne giden insan, yurdundan kovulmuş veya yurduna dönüşü engellendiği için sürgünün o kişi üzerinde etkisini anlamak kolay değildir. Sürgünde bulunan kişi önce siyasal nedenlerle sürgünde yaşamak zorunda kaldığı için sürgün yerinde kendi siyasal düşüncelerini sürdürmede kararlıdır. Sürgünde olanın duygu yoğunluğu yüksektir. Duygularını yavaş yavaş söz ve yazıya dökmeye başlarlar. Acılarla yüklü yaşamını edebiyat yoluyla anlatır. Bu nedenle sürgün edebiyatı her zaman zengin bir kaynak olmuştur. Çoğu zaman bunu anadilinde yazar, anadilini kullanmak, anadilinde yazabilmek onun için vatan demektir.

Sürgün olgusunu özyaşamöyküsünden de hareketle enine boyuna inceleyen Edward Said, bu varoluş tarzını insanın köklerinden, geçmişinden koparılmışlığı olarak görür. Sürgün, çoğu durumda, insanın artık kendi köklerine geri dönmesinin imkansız olduğu bir varoluş biçimidir. Aynı zamanda, her şeye rağmen hafızayı canlandıran ve canlı tutan, kendine özgü bir edebiyatın yolunu açan bir olaydır. Ancak sürgünün, yol açtığı bu edebiyata bakılarak faydalı ve insani olduğunun düşünülmemesi gerekir. Böyle bir yaklaşım sürgünün yarattığı örselenmişlik duygusunu hiçe saymaktan, durumu sıradanlaştırmaktan başka bir anlam taşımaz.

Sürgün yazar Mehmet Uzun da Gombrowicz’den aktardığı “sürgün bir mezarlıktır” sözünü vurgulayarak, sürgünün kesinlikle yaratıcılığı kamçılayan bir durum olmadığının altını çizer. Ona göre sürgün bir yok oluştur. “Sürgün yaratıcı olabilmek için ölmek ve yeniden dirilmek zorundaydı, tıpkı küllerinden doğan Feniks kuşu gibi” diyerek, yazarın bir çeşit ölüm anlamına gelen sürgün karşısında ölümsüzlük kazanmak için yazmaya yöneldiğini belirtir. Örneği ise, sürgünde unutulmamak için yazan Ovidius’dur. Uzun’a göre, unutulmaya mahkûm edilmek karşısında sürgün edebiyatı bir mecburiyet edebiyatıdır; bir hesaplaşma, bir direniş, bir başkaldırı edebiyatıdır.

Mehmed Uzun, sürgünde kendi ülkesinde dili Kürtçenin yasaklandığı bir dönemde ülkesinden uzaklarda bir yerde kendi dilinde roman yazarak sürgün edebiyatının en önemli örneklerini vermiştir. Yıllardır yasaklanıp, gelişimi önlenen bir dilde yazarak dilin gelişimini de sağlayarak Kürt edebiyatının yeniden kurucusu sayılmıştır. 1977 yılında ülkesini terk etmek zorunda kalan ve 1992’ye kadar geri dönemeyen Mehmed Uzun için on beş yıllık sürgün yaşamı, tüm yaşamına damgasını vurmuştur. Uzun yılları sürgünde geçen birçok yazar gibi Mehmed Uzun’un da edebi çalışmaları sürgünün gölgesinde biçimlendi. Gerek romanlarında, gerekse denemelerinde bir tema olarak sürgün hep ön planda oldu.

Kürtçe “Siya Evinê”, Türkçeye “Yitik Bir Aşkın Gölgesinde” adı ile çevrilen romanında Mehmed Uzun, Kürt aydını Memduh Selim’in sürgündeki yaşamını anlatır.1

Yıl 1922. bir pencere ve önünde bir adam. Kim? Bir aydın, bir Kürt aydını. Memduh Selim Bey. Bir düşünür, incelikler ve güzellikler aşığı “ JİN”(yaşam) Dergisinin yönetmeni ve yazarı. Emin Ali Bey’in çocukları Celadet ve Kamuran Beyler İstanbul’u terk ediyor.

1923 güzü, binlerce yıllık gelenek tekrarlanıyor kazanan kaybedeni uzaklaştırıyor. İskenderiye, Memduh Selim Bey’in çağdaşı şair Kavafis’in şehri. Her taraf insan dolu tanıdık, bildik, yakın yerler arıyor boşuna. Sıcak bir selamın özlemini çekiyor; yok. Ona göre değil, Kahire’ye gidiyor. Oradan Halep’e geliyor Halep’te Fransız yetkililer ona ‘Bir tek koşulumuz var Monsieur Selim, siyasi faaliyet yapmayacaksın.’ Çünkü Yeni Türkiye Cumhuriyeti Fransa’yı sıkıştırıyor. Daha sonra Antakya ve Beyrut. Hoybun Örgütü ve Ağrı İsyanı.

1931 kışının son günleri Antakya’ya kendi evine dönüyor. Feriha’yı arıyor eve giriyor kendi evine evinin kapısı açık Feriha’nın kendisini beklediğine inanıyor düğün yapıp evlenecek onunla. Biri erkek biri kız iki çocuk boş sokakta Memduh Selim Bey’in kapısında oynuyor. Kapıdaki kadına Türkçe soruyor “Kimsiniz siz?” Çerkes dostlarının yardımıyla eve yerleşen Ermeni bir aile imiş. Eski kiracısı ölmüş diyorlar, kendi ölüm haberini alıyor Feriha evlenmiş Ürdün’e gitmiş.”

Feriha’ya yaşlılığında yazdığı mektup: “Ne sen, ne de ben bu dünyada gün yüzü görebildik. Aşkımız güzeldi, temizdi, dupduruydu, yalnızca bize aitti. Yazık ki bir delilik yaptım. Aptallığım yüzünden yalnızca aşkın gölgesine ulaşabildik. Yalnızca gölgesine, kendisine değil.’2

Genel olarak bakıldığında sürgünün yazarların yazma konusunda yoğunlaşma ve motivasyon sağladığı düşünülse de konuyu buna indirgemek yeterli değildir. Her şeyden önce sürgüne göndermek bireysel gibi görünse de topluma vermek istediği mesaj üzerinde durulmalıdır. Belki sürgüne giden kişi sürgünü tersine çevirse bile geri kalanlar üzerindeki baskı devam ettikçe sürgünün toplumlara kaybettirdikleri hiçbir zaman unutulmamalıdır. Sürgüne gönderen iktidar sahipleri sürgünü bir ceza yöntemi olarak benimsediklerinden dolayı bu ceza sisteminin bireyin psikolojilerine, aile hayatlarına ve sağlıklarına olan etkileri üzerinde de durulmayı gerekli kılıyor. Sürgün edebiyatı olarak nitelenebilecek yazar ve eserleri incelendiğinde ana temanın yurt özlemi olduğu gerçeği olsa da kişinin yalnızlaşması, sürgüne gittiği yere uyum sağlamayışı, soyutlanma hissi, sıradanlaşma gibi temaların da yoğun işlendiği görülmektedir. Yine şunu da unutmamak gerekir ki: Sürgüne maruz kalan insanlar elbette çoğu durumda sayısız acılar, dramlar yaşarlar ve bu yaşadıkları dramlar onları çoğu zaman olumsuz duygulara sürükler, kimi zaman hasret/özlem duygularını aktarırlar, kimi zaman da acımasız bir öfkeyi, şovenist ve ırkçı yargıları dile getirebilirler. Bunların bazen belli halklara düşmanlıklar içerebilir. Yani sürgün edilen kişiler her zaman için iyi insanlardır gibi bir çıkarım yapmak doğru değildir.

1 Mehmed Uzun, Yitik Bir Aşkın Gölgesinde, Roman Kürtçeden Türkçeye Çeviren Muhsin Kızılkaya, Gendaş yayınları 2.Baskı 2000, Kaya Matbaacılık İstanbul.

2 Aşksızlık, kavuşamama, ev bark sahibi olamama, çocuk özlemi, ertelenmiş, yok sayılmış bir hayattır sürgün, biter umuduyla her şeyi gölgesinde yaşar ve gün gelir yaşam orada biter, sürgün sürgünlüğüyle sürgün eden sürgün edişiyle kalır ve bu hep bu şekilde devam eder. Devrim yapan diğerini, karşı devrimci devrimciyi, devrimci kendi yoldaşını sürgün yollarına mecbur eder. Sürgünün ölüme gidişi, gözü açık ölüme gidiştir, özlemleri, kavuşmaları gerçekleşmemiştir o yüzden gözü açık gidecek ölüme.

KAYNAK: HUKUK POLİTİK