Mağdurların kimliklerine bakmadan, yaşananlara ve sonuçlarına odaklanarak değerlendirme yapmak neden mümkün olmuyor? Bizden ve sizden ayrımı yapmadan adalet ve vicdan kavramının herkes için ihtiyaç ve geleceğimizin garantisi olduğu gerçeği hangi nesne ile hafızalarımızdan sökülüp atıldı? Hukukun yarattığı adaletsizlik biçim değiştirmeden yalnızca düşman kimliklerini değiştirerek mağdur yaratmaya devam ederken biz ne yapıyoruz? Kimliklere ve kişi üzerinde değerlendirmelerin çemberine sıkışıp kaldık. Hükümeti ortadan kaldırmak ile suçlanan bir hâkime suçun gerekçesi olarak “HSYK seçimlerinde cemaat listesine mi oy verdiniz?” diye soruluyor. Avukatlar müvekkilleriyle haftada bir gün bir saat ile sınırı olmak, sesli ve görüntülü kayıt alınması şartıyla görüşebiliyor. Not almak, isim söylemek ve dışarısı ile ilgili konuşmak yasak. 1976’dan bugüne avukatlık mesleğini sürdüren, darbelere tanıklık etmiş, Sıkıyönetim Mahkemelerinde savunmanlık yapmış şimdi de OHAL sonrasındaki soruşturmalarda avukatlık mesleğini yürütmeye çalışan Bahri Belen’e mikrofonumuzu uzatıyor, adalete ve vicdana ilişkin endişeleri mağdur kimliklerine sıkışmadan dinliyoruz.

Bu boyutta bir OHAL beklemiyordum

Darbelere tanıklık etmiş bir avukat olarak sizin gözünüzden darbe teşebbüsünün yaşandığı 15 Temmuz gecesini dinleyebilir miyiz?

15 Temmuz günü darbe teşebbüsü haberini öğrendiğim andan itibaren sabaha kadar televizyonun başından ayrılmadım. ’80 darbesini görmüş ve bizzat o dönem hak ve özgürlükler mücadelesinde bulunmuş bir insan olarak, televizyon izlerken bir taraftan da darbenin gerçekleşmesi durumunda nasıl bir senaryo ile karşılaşabileceğimizi düşündüm.

Nasıl bir senaryo olabilirdi?

Önceki darbelerde yaşananları hatırladığımızda, parti liderlerinin alınacağını, Meclisin kapatılacağını söyleyebiliriz. Sonrasında yine muhalif olan insanların gözaltına alınması, işkenceler, Güneydoğu’da artacak çatışmalar ve ölümler. En nihayetinde de başlayabilecek bir iç savaş süreci. Hakikaten çok tehlikeli bir süreçti. Çok samimi olarak söyleyebilirim ki, Erdoğan’ın son dönemdeki baskıcı ve totaliter rejiminin böyle bir darbe ile ortadan kalkma ihtimali dahi beni asla sevindirmezdi. Çünkü böyle bir darbenin kime ne getireceğini hiçbir şekilde hesaplamak mümkün değil.

Darbe teşebbüssünün önlenmesi sonrasında böyle bir OHAL süreci ile karşılaşacağımızı hesaplamak mümkün müydü?

OHAL ile ilgili beklentim vardı ama açıkça söylemem gerekirse bugün gördüğüm boyutta sonuçları olan bir OHAL’i beklemiyordum.

Beklemediğiniz sonuç derken?

OHAL sonrası yaşananların bir kısmı ne yazık ki hukuk güvenliğinin ve ceza hukuku disiplininin temel ilkeleri olan cezaların şahsiliği ve objektif sorumluluk ilkelerini ortadan kaldırdı.

Örnek verebilir misiniz?

Mesela; %60’ı Ermeni bir vatandaşa ait olan tüp bebek merkezi vardı. Bu merkezin diğer ortağı hakkında soruşturma başlatılıyor ve sonrasında merkezde yer alan yumurta, embriyo, sperm dahil tüm mallara el konuluyor. Hadi diyelim ki %40’a sahip diğer ortakların tümü cemaat üyesi ve silahlı bir örgüte destek vermişler. Bu durumda gider onların paylarına ve mal varlıklarına el koyarsınız, o da tedbiren olabilir. Fakat böyle yapılmıyor, şirketin ve ortakların tüm mallarına el konuluyor. Bu objektif sorumluluğun hayata geçirilmemesinin yalnızca bir örneği.

Soruları Ankara gönderdi

15 Temmuz sonrasında hukuk hâkimi iki müvekkiliniz hakkında soruşturma başlatıldı, değil mi?

Evet. Karı koca iki hukuk hâkimi müvekkilim hakkında.

Gözaltına alındılar mı?

Evet, her ikisi de evlerinden alındılar. Kimi hâkimler adliyedeki odalarından alınmışlar, fakat benim müvekkillerim evlerinden alındılar.

Gözaltında herhangi bir kötü muamele ile karşılaştılar mı?

Yok hayır. Tüm gözaltı süresince polis oldukça kibar davrandı. Hâkimler emniyete götürülmediler, gözaltı süresince adliyede geniş bir odada tutuldular.

İfadelerini kim aldı?

Başsavcı yardımcısı. Fakat dosyanın asıl savcısı Ankara, başsavcı yardımcısı talimat savcısı olarak ifadeyi aldı.

Suç isnadı neydi?

2700 hakim ve savcı hakkında tek sayfalık bir suçlama vardı: Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya, hükümeti devirmeye, Cumhurbaşkanına karşı silahlı suikasta teşebbüs ve hükümete karşı silahlı isyan.

Peki hangi eylemler bu suçlamalara delil olarak gösterildi?

Kendi müvekkillerim açısından konuşursam, hiçbir delil yok. Hangi eylemleri ile bu suçların oluşmasına sebebiyet vermişler buna ilişkin de hiçbir şey yok.

Savcılıkta müvekkillerinize neler soruldu?

Sorulan sorular şunlar: Siz cemaatin yurtlarında kaldınız mı? Cemaatten burs aldınız mı? Cemaatin düzenlediği eğitim seminerlerine katıldınız mı? Bunların hepsine müvekkillerim “hayır” dediler. Onun üzerine ben de “Savcı Bey, bu sorduğunuz soruların müvekkillerime isnat edilen suikast, hükümeti devirmeye teşebbüs ile ne alakası var? Düşünün, fakir ve okumak isteyen bir çocuksunuz. Birileri burs veriyor ve siz sırf bunu kabul ettiğinizden dolayı hükümeti devirmek suçlamasından yargılanıyorsunuz. Böyle bir şey olur mu?” diye sordum.

Savcı nasıl cevapladı bu sorunuzu?

Bizler talimat savcısıyız. Ankara’dan bize gönderilen ve sormamız istenen sorular bunlar” dedi. Ben de “Böyle bir şey olamaz. Bize yöneltilen suçlamalarla ilgili tarafımıza somut bir eylem yöneltilmesi lazım ve bu eylemler üzerinden somut sorular sorulması lazım ki biz de savunmamızı yapabilelim” dedim.

Ne kadar sürdü Savcılık sorgusu?

Yarım saat sürmedi ama müvekkillerim dışındaki bazı hâkimlerin ifadesi 2-3 saat sürmüş. Kaç para kazandın? Nereye harcadın? Hangi malı aldın? Hangi bankaya yatırdın? vb. çok uzun sorular sorulmuş. Sanırım bu sorular cemaatin yurtlarında kaldığını söyleyenlere sorulmuş.

HSYK seçimlerinde cemaatin listesine oy verdiniz mi?

Müvekkillerinizin her ikisi de tutuklama istemiyle Sulh Ceza Hakimliğine sevk edildi, değil mi?

Evet, karı koca her iki müvekkilim de, bir başka karı koca hukuk hâkimleri ile birlikte tutuklamaya sevk edildiler. Diğer hâkimlerin müdafii Baro CMK Servisinden atanmıştı.

Tutuklanmayı sevk edileceklerini bekliyor muydunuz?

Yaşadığım atmosferden dolayı tutuklanmaya sevk edileceklerini tahmin ediyordum.

Sulh Ceza Hâkimliğinde neler yaşandı?

Savcılıktaki o bir sayfalık, tüm hâkim ve savcılar için isnat edilen suçlamalar burada da Sulh Ceza Hâkimi tarafından okundu. Yine suçlamalara ilişkin hiçbir somut delil ve eylem sunulmadı. Suçlamaların okunmasından sonra hâkimler; darbeye katılmadıklarını, haberdar olmadıklarını, böyle bir silahlı örgütün üyesi olmalarının mümkün olmadığını ifade ettiler. Sulh Ceza Hâkimi bu kez hâkimlere dönüp “Siz darbeye katılmak ve teşebbüs ile değil örgüt üyeliği ile suçlanıyorsunuz” dedi.

Ne Savcılık ne de Sulh Ceza Hakimliğinde suç isnatları okunurken böyle bir suçlama geçmemişti ve de tutuklama sevk gerekçeleri arasında bulunmuyordu, değil mi?

Evet. Tutuklamaya sevk gerekçeleri “anayasal düzeni ve hükümeti devirmeye teşebbüs” ama sorguda size yöneltilen tutuklama sebebi “örgüt üyeliği”.

Sulh Ceza Hâkimliği savunmanızda herhangi bir müdahale ve kısıtlama ile karşılaştınız mı?

Yok hayır. Soruşturmanın gizliliği, hiçbir evrak göremememiz dışında savunmamı yaparken herhangi fiili bir müdahale ve kısıtlama ile karşılaşmadım.

Müvekkiliniz hâkimlerin suçlamalara ilişkin deliller hususunda bir itirazı, sorusu olmadı mı?

Sulh Ceza Hâkimliğinde “Hangi eylemimiz ile bizi suçluyorsunuz?” diye sordular. Aynı soruyu ben de Sulh Ceza Hâkimine yönelttim. Hâkim de müvekkillerime dönüp “Acaba HSYK seçimlerinde cemaatin listesine oy vermiş olabilir misiniz?” diye sordu.

Nasıl yani? Oy kullanmak bir suçlamaya gerekçe olarak mı kullanılıyor?

Bu soruyu Sulh Ceza Hâkimi sordu. Ben de araya girip “Efendim, gerçekten bu soru mu? Bu utanç verici bir şeydir. Bu sorunun sorulduğu kişiler hukuk fakültesi mezunu ve hâkimdirler. Hâkimler ve savcılar Anayasada düzenlenmiş bir seçimde iradelerini kullanacaklar ve sonrasında bu iradesi bir suçlamaya gerekçe olarak sorulacak. Hangi gruba oy verildiği veya verilmediği darbeye katılma suçunun bir kanıtı olabilir mi? Bundan utanç duyuyorum” dedim.

Peki bunun üzerine Sulh Ceza Hâkimi ne dedi?

Hiçbir şey.

Peki müvekkilleriniz?

Onlar da “ Biz o gruba oy vermedik. O grup içerisinde de çalışmadık. Kimseye de ‘şu gruba oy verin’ şeklinde bir yönlendirmemiz olmadı. Herkes istediği gruba, kendi iradesi dahilinde oy verir. Bizler hâkimiz, oylarımızı tarafsız ve bağımsız bir şekilde kullandık” dediler.

Müvekkilleriniz tutuklandı mı?

Sulh Ceza Hakimliği sorgusuna, söylediğim gibi, karı koca olan iki hukuk hakimi ile birlikte girmiştik. Sulh Ceza Hâkimi erkeklerin tutuklanmasına kadınların ise adli kontrol ile serbest bırakılmasına karar verdi.

Neden yalnızca kadınlar?

Kadın hâkimlerden birinin 10 aylık bebeği var, benim müvekkilim olan kadın hâkimin ise 9 yaşında bir kızı var. Bu gerekçeyle tutuklanmadılar.

Yani çocukları olmasa onlar da tutuklanacaklardı öyle mi?

Evet, büyük ihtimalle onlar da tutuklanacaklardı. Bu gerekçe zaten karara da geçti.

Tutuklu hakimler OHAL ilan edildiğini bilmiyorlardı

Tutuklanan hakimler hangi cezaevine götürüldü?

Silivri 6 No’lu’ya.

Aynı gün görüşebildiniz mi?

Yok hayır. 6 gün sonra , KHK ile sesli ve görüntülü kayıt kararının alınması ile birlikte görüşmemize izin verildi.

KHK sonrasında istediğiniz zaman müvekkilleriniz ile görüşebiliyor musunuz?

Hayır. Görüşmeleri belirli gün ve kısıtlı saatlerde yapabiliyoruz; haftada 1 gün 1 saat, onun da mesai saatleri içinde olması şartı var. Her koğuşun günü ve saati farklı.

Görüşme ortamını kısaca anlatır mısınız?

Görüşmeleriniz sesli ve görüntülü kaydediliyor. Ayrıca yine görüşmeleriniz yanınızda bulunan infaz memurları tarafından dinleniyor. Bu tamamen evrensel hukuk ilkelerine aykırı. Bunu kayda alınan görüşmemde de sesli olarak dile getirdim.

Bu ortamda soruşturma evrakları üzerine konuşmak, bir savunma stratejisi oluşturmak nasıl mümkün olacak?

Soruşturmaya ilişkin hiçbir belge, evrak yok ki elimizde.

Müvekkiliniz ile görüşmenizde orada bulunan infaz memurları ile bir sorun yaşadınız mı?

Müvekkilim olan hâkime “Diğer arkadaşınız da sizinle aynı koğuşta mı kalıyor?” diye sordum. Hemen oradaki görevli “ İsim konuşamazsınız” diyerek araya girdi. Ben de “Bak orada sesli ve görüntülü kayıt yapılıyor. Bir sorun var ise gelsin savcı veya hâkim söylesin. Sen karışamazsın” dedim. Bunun üzerine devam ettirmeyip sustu.

Müvekkiliniz ile ilk görüşmenizde neler konuştunuz?

Dışarı ile ilgili bilgi verilmesine müdahale ediyorlar. Fakat benim itirazlarım üzerine oradaki görevli, sonrasında konuştuklarımıza müdahale etmedi. Müvekkilim OHAL ilan edildiğini bilmiyordu. Yeni getirilen OHAL düzenlemeleri ile ilgili kendisine bilgi verdim. Bunlara müdahale olmadı, ama daha sonra görüntü kaydından bu bilgilendirmeler nedeniyle hakkımda dava açarlar mı bilmiyorum, açarlarsa da sürpriz olmaz artık (gülüyor).

Müvekkillinize hapishane girişinde kötü muamele yapılmış mı?

Hayır. Herhangi bir kötü muamele ile karşılaşmamışlar. Fakat hala televizyon, gazete gibi araçlara ulaşımları engelleniyor.

Cezaevinde yaşananlara ilişkin İstanbul Barosuna herhangi bir şikâyet veya bildirimde bulundunuz mu?

Yok hayır. Açıkçası Baronun bu konuda bir girişimde bulunacağına dair bir umudum yok.

Hukuk bitti. Korkmuyorum!

Kendinizi bir savunman olarak çaresiz hissediyor musunuz?

Gerçekten farklı bir dönem yaşıyoruz. Bana göre şu anda hukuk bitti. Fakat çaresizlik başka bir şey. Avukatlar başkalarının çaresiz olduğu zamanlarda çare üretmek ve müvekkillerini yalnız bırakmamak durumundadırlar. Ne olursa olsun bunu yapmalıdırlar. Avukatın görevi en zor zamanlarda en kötü koşullarda müvekkiline hukuki yardım yapmak, ona insani olarak ayakta durabileceği gücü ve morali vermektir. Bu, avukatın görevidir.

Korkuyor musunuz?

Avukatlık yapmaktan korkmuyorum. Fakat samimi söylemem gerekirse, bir şeyden korkuyorum: Türkiye’nin geleceği.

Sıkıyönetim Mahkemelerinde savunmalık yapmış bir avukatsınız. Şimdi de OHAL sürecinde savunmanlık yapmaya devam ediyorsunuz. İki dönemi karşılaştırır mısınız?

Yargılamalar, kovuşturmalar daha başlamadı. Bu nedenle iki dönemi yargılamalar açısından karşılaştırmak henüz mümkün değil. Bu dönem gözaltı süresi 30 gün, sıkıyönetim döneminde 3 aydı. O dönem gözaltı süresince hiçbir şekilde avukat ile görüşme imkanı yoktu, bu dönem 5 günlük bir kısıtlamadan sonra görüşebiliyorsunuz. Bu dönem soruşturma süreçlerinde emniyette ciddi işkenceler olduğunu duyuyoruz, sıkıyönetim döneminde de vardı. Somut bir suçlama olmadan insanların tutuklanması sıkıyönetimde de vardı, şimdi de var. Çok tehlikeli bir süreçteyiz. Umarım ki bu fırtına geçtikten sonra bu akıl almaz hukuk dışılık düzeltilir.

Partilerin Yenikapı’da yaptığı mitingde ortak söylemi “Vatan söz konusu ile gerisi teferruat” idi. Ne düşünüyorsunuz?

Bu son derece yanlış ve tehlikeli bir söylem. Devlet, hak ve özgürlükleri ve adaleti doğru uygularsa güçlenir ve halkın sevgisini ve güvenini kazanır. Adalet dağıtamayan, özgürlükleri ve hakları korumayan devlet kendi içinde tükenir. Devleti korumak için teferruat denen hak ve özgürlüklere sonuna kadar sahip çıkmak gerekir.

KAYNAK: HUKUK POLİTİK