17.01.2016, günlerden Salı, saat 10.30. Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi duruşma salonu önündeyiz, 10.50’de başlayacağı söylenen duruşmayı bekliyoruz. Sanıklar HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve milletvekili Sırrı Süreyya Önder. 2013 Newroz’unda yaptıkları konuşmalardan dolayı yargılanacaklar, her ikisi de terör örgütü propogandası yapmakla suçlanıyorlar.

Demirtaş’ın hakkında açılmış davalar şimdiden 100’ü geçti, Önder’in de, ifadesinden öğrendiğimiz kadarıyla 20’yi geçmiş. Her ikisi hakkında da açılan davaların hepsi dile getirdikleri sözlerinden kaynaklı, sözler dışında fiziksel bir eylem isnadı yok.

Konferans salonunda yargılama

Davaların fazlalığından veya kanıksamakdan olsa gerek duruşma salonu önünde fazla bir kalabalık yok; birkaç HDP milletvekili, gazeteciler ve avukatlar. Fakat bu az kalabalık bile Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi duruşma salonuna sığmadı. Bunun üzerine avukatların talebi ile birlikte mahkeme heyeti duruşmanın Bakırköy Adliyesi’ndeki en büyük salonda, konferans salonunda yapılmasına karar verdi.

Saat 13.15, duruşma hala başlamadı. Bu bekletme, siyasi yargılamaların neredeyse hepsinde karşımıza çıkıyor. Eğer böyle bir davayı takip edeceksiniz, o gününüzü boşaltmanızda yarar var. Duruşmalar hiçbir zaman söylenen saatte başlamıyor ve yargılamayı beklemenin kendisi herkes için bir eziyete dönüşüyor. Elbette yargılama İstanbul (Çağlayan) Adliyesi’nde olduğunda koridor yasaklarını, özel güvenlik görevlileri ile yaşanan tartışmaları da bu eziyet hanesine eklememiz gerekir. Bakırköy Adliyesi’nde böyle bir koridor yasağı ile karşılaşmadık.

Saat 13.40, mahkeme heyeti konferans salonu sahnesinde yerini aldı. Metafor değil gerçek bir sahne bahsettiğimiz. Heyet savcı ile beraber masa arkasında sıralanmış bir şekilde, toplantının konuşmacıları formatında oturuyor. Sahnenin altının sağında- seyirciye göre- sanık avukatları, solunda ise müştekiler yani suçtan zarar gördüğünü iddia edenler var. Demirtaş ve Önder’in 2013 yılı Newroz’unda yaptığı konuşmalar nedeniyle bazı vatandaşlarımız zarar gördüklerini söyleyip şikayetçi olmuşlar. Kerinçsizler’le başlayan furya anlaşılan hala devam ediyor. Soruşturma onların şikayeti üzerine başlatılmış. İki kişiler. Önder’in ifadelerinden, birisinin Türk Solu dergisi çevresinden Cafer Özsoy olduğunu öğreniyoruz.

Salonda sanık olarak Sırrı Süreyya Önder var. Selahattin Demirtaş, yattığı Edirne Cezaevi’nden SEGBİS (Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi) aracılığıyla bağlanacak ve ifade verecek. Mahkeme heyetinin sağında duran televizyon ekranında hazır beklediğini görüyoruz, yanında avukatı Fırat Hepözdemir var.

Demirtaş: SEGBİS’i kabul etmek zorunda bırakılıyorum

Yargılama Demirtaş’ın ve Önder’in kimlik tespitleri ile başladı. Heyet başkanı hakim soruları yöneltiyor; milletvekilleri olmadan önceki meslekleri, ikametgahları, gelirleri, öğrenim durumlarını soruyor hakim. Her iki milletvekili de iddianameyi okuduklarını ve yeniden okunmasına gerek olmadığını belirtiyorlar. Kimlik tespiti yapılıp tutanağa geçirildikten sonra savunma için ilk söz Önder’in.

Önder savunma için ayağa kalktığı esnada savunma avukatlarından Baran Doğan taleplerinin olduğunu, müvekkilinin savunmasından önce talepleri hakkında karar verilmesi gerektiğini belirterek söz alıyor: “… öncelikle SEGBİS aracılığıyla Sayın Selahattin Demirtaş’ın ifadesinin alınması ve mahkemelere getirilmemesi adil yargılanma hakkının ihlalidir” Mahkeme hakimi Avukat Doğan’ın sözünü kesip araya giriyor, Getirilmesi talep edilseydi getirirdik”. Hakimin bu ifadesi üzerine Demirtaş söz almak istediğini söyleyip hakime cevap veriyor, Doğru talep etmedik. Fakat hakkımda açılmış ve duruşmaları farklı illerde yapılan 100’ün üzerinde dava var. Tüm davalara katılmam neredeyse her iki günde bir yüzlerce kilometre yapmam anlamına geliyor. Bu fiziki anlamda mümkün değil. Bir anlamda talep etsem bile duruşmalara getirilmem imkansız bir hale getiriliyor. Bu nedenle mecburen SEGBİS’i kabul etmek zorunda kalıyorum “.

Av. Doğan : Derhal beraat veya düşme kararı verilmeli

Demirtaş’ın ardından Av. Doğan kaldığı yerden devam ediyor ve mahkeme heyetinin derhal beraat veya düşme kararı vermesi gerektiğini söylüyor. Gerekçesi Anayasa’nın 83. maddesinde düzenlenen « yasama sorumsuzluğu ilkesi ». Her ne kadar milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılmış olsa bile yasama sorumsuzluğu mutlak bir hak ve kaldırılamıyor. Bu hakkın özcesi, kimse yasama faaliyeti kapsamında dile getirdiği sözlerden dolayı yargılanamıyor. Bir anlamda milletvekilinin söz söyleme hakkının güvencesi. Dava konusu suç olarak görülen ifadelerin hepsinin milletvekilleri tarafından daha önce meclis çatısı altında ifade edilmiş sözlerin tekrarı olduğunu avukat savunmalarından öğrendik. Avukatlar buna ilişkin meclis tutanaklarını ve görüntülerini de mahkeme heyetine sundular.

Derhal beraat ve düşme taleplerinin diğer gerekçesi “geçmişe yürümeme ilkesi”. Dava konusu konuşmaların hepsi yapılırken, sanık olarak yargılanan vekillerin dokunulmazlıkları bulunuyordu. Geçmiş zamanlı yapılan bu konuşmalardan dolayı bu vekillerin bu suçtan yargılanabilmesi için Önder’in dile getirdiği şekilde bir zaman makinesi icat edilip geçmişe götürülüp orada yargılanmaları gerekir.

Bu arada yeri gelmişken söyleyelim, yargılanan ifadeler Demirtaş ve Önder tarafından barış sürecine ve Paris’te öldürülen Sakine Cansız ve arkadaşlarına dair söylenmiş sözler.

Avukatların taleplerine savcı gerekçe sunmadan reddine diyerek karşı çıkıyor. Avukatların CMK uyarınca savcının red talebinin gerekçesini açıklamak zorunda olduğunu hatırlatması üzerine de bu kez  Deliller değerlendirilmediği ve şartlar oluşmadığı için derhal beraat ve düşme kararına gerek yoktur“ şeklinde bir cümle kuruyor.

Hangi şartlar ve deliller?” diye sormak lazım. Savunma makamının talebinin gerekçesi belli; yasama sorumsuzluğu ve geçmişe yürümeme ilkesi. Bu sorumsuzluk ve ilke kapsamında ifade edilen konuşmalar hiçbir şekilde yargılanamaz. Nasıl bir hakim verdiği karardan dolayı yargılanamazsa bir vekil de yaptığı konuşmadan dolayı yargılanamaz.

Demirtaş: Beni tutuklayan hakim ya o kararı verecekti ya da kendisi tutuklanacaktı

Tüm bu açık hükümlere rağmen savcı, talebini gerekçelendirmediği gibi mahkeme heyeti de “yargılama ile aydınlatılacak bir durum olduğu” tespitinde bulunarak avukatların taleplerini reddetti. Bu kararın özcesi şu: Ben iddianameyi incelemedim. Dava konusu sözlerin daha önce TBMM’de dile getirilen sözler olup olmadığını karşılaştırmadım. Hele bir yargılamaya başlayalım sonrasına bakarız. Pardon! Biri hukuk güvenliği mi dedi?

Haklısınız, böylesine siyasi bir davada sanık taleplerinin mahkeme heyeti tarafından kabulünü beklemek günümüz şartlarında biraz zorlama olabilir. Mesleki güvencenin bu kadar yok edildiği bir ortamda bağımsız karar verebilme hali mumla aranan bir durum. Demirtaş’ın kendini tutuklayan hakime ilişkin söyledikleri, bu trajik hali tanımlamak için başka söze yer bırakmadı: “Tutuklama kararımı veren hakime öfkeli değilim. Çünkü o gün, o hakim, o kararı vermese kendisi tutuklanacaktı, verdi ve ben tutuklandım”.

Önder: Savunma yapmayacağım, yalnızca tespitlerde bulunacağım

Savunma için ilk söz Sırrı Süreyya Önder’in. “Savunma kavramını reddediyorum. Yasaların açık hükmü ile güvence altına alınan “yargılanmama” ilkemiz siyasi iktidarın manipülasyonu ile kaldırılmıştır. Bunun için, siyasi olan bu davada savunma yapmayacağım, yalnızca tespitlerde bulunacağım”.

Önder’in bahsettiği manipülasyonun en açık kanıtı dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinde yaşananlar. Anayasa uyarınca dokunulmazlık ileriye doğru kaldırılabilirken HDP milletvekilleri için bir ilk yapılarak geçmişe doğru kaldırıldı. Yine bir diğer husus da dava konusu 2013 Newroz’una ilişkin olarak Sebahat Tuncel dışında kimse hakkında dava açılmaması. Tuncel de yargılandığı davada beraat etti. Fakat buna rağmen aradan geçen yılların sonrasında her iki milletvekili hakim karşısında ve terör örgütü propogandası yapmakla yargılanıyor.

Önder’in hukukun siyasallaşması tespitlerine ilişkin söyledikleri de ders niteliğinde: “Yargının siyasallaşması yanlış bir kavramdır. Siyaset yargısallaşmıştır. Siyaset yargı eli ile icra edilmektedir. Yargı, siyasal iktidarın muhalif kesimi baskı altına alma aracına dönüşmüştür“.

Önder, tespitlerinin devamında dokunulmazlıklarının hala devam ettiğini belirtirken barış sürecinde yaşananlara ilişkin de ifadelerde bulundu: “Şimdi karşınızda dokunulmazlığı olan bir milletvekili olarak duruyorum. Size şimdi hakaret etsem beni yargılayamayacaksınız… Hakkımda 20 fezleke var. Hepsi de sözlerim nedeniyle açılmış davalar. Sözümüzün teminat altına alınması gerekir… Ben bir Türkmenim ve sosyalistim. Ömrüm yargılanmakla geçti. İnsanlığımın ve sosyalistliğimin bir sonucudur Kürt coğrafyasında olanları dile getirmek. Bu benim için bir onurdur”.

Önder: Biz benin çoğulu değildir

Önder, tespitlerinin son bölümünde “biz” kavramının altını çizerken yaptığının bir savunma olmadığını yineledi: “Hiçbir savaş sonsuza kadar sürmez. İnsanları bir arada tutan silah değildir. Bakın Horasan Erenlerine ‘Biz 72 millete bir nazarla bakarız’ sözü ve felsefesi ile bir arada tuttular toplumu. Bu ‘biz’ kavramı sonrasında “ben” oldu. Biz, ‘ben’in çoğulu değildirMahkemenin hükmü şahsiyetine bir saygısızlığım olmaz. Fakat böylesine siyasi bir davada savunma yapmayı hem size, hem kendime hem de hukuk genel ilkelerine bir saygısızlık sayarım. Vekiller sözleri ile iş yaparlar. Başka bir şey yoktur. Sözün yargılanmasını zul sayarım”.

Demirtaş: İfade vermeye gitmemek bağımsız bir yargı talebinin sonucudur

Selahattin Demirtaş ekranda. Öncesinde TV ekranlarında görmeye alıştığımız Demirtaş, bu kez bir masanın arkasında avukatı ile birlikte oturmuş, arkasında gardiyan, Edirne Cezaevi’nden SEGBİS aracılığıyla ekranda görünüyor. Üzerinde alışık olduğumuz takım elbise yok, boğazlı siyah bir kazak var. Morali iyi görünüyor. Fakat ifadesinden anladığımız kadarıyla salonu göremiyor, gördüğü yalnızca mahkeme heyeti. Bu nedenle salondakiler el sallamak ve selam göndermek için bir girişimde bulunamadılar, ta ki duruşma sonuna kadar. O da yalnızca milletvekillerine izin var. Filiz Kerestecioğlu ve Pervin Buldan mahkeme heyeti bölümüne geçip el sallama ve diğerlerinin selamlarını iletme imkanı buldular. Diğerlerine izin yok.

Demirtaş’ın savunmasına geçelim isterseniz. Demirtaş fezlekelerin nasıl meclise geldiği, dokunulmazlıkların nasıl kaldırıldığından bahsettikten sonra sözü neden mahkemelere ifade vermeye gelmediklerine getirdi: “Biz asla ‘yargılama yetkisini kabul etmiyoruz’ demedik. ‘Bu şekilde yargılamayı kabul etmeyiz’ dedik. Milletvekili tabii ki suç işlerse yargılanır ve cezalandırılır. Fakat dokunulmazlığın kaldırılması sürecini iyi analiz etmeli. Bu talep savcılardan değil bizzat Cumhurbaşkanın kendisinden geldi ve onun baskısıyla kaldırıldı. Bu politik bir baskının sonucudur. Bu nedenle ‘ifade vermeyeceğiz’ dedik. Bunun adı yargıya kafa tutumak değil tam tersine bağımsız ve adil bir yargılama talep etmektir. Onlar çocuklarını bağımsız bir yargı yok deyip göndermediğinde kafa tutma olmuyor da biz gitmeyince mi kafa tutma oluyor“.

Demirtaş: Suçumuz Türk milliyetçisi olmamak mı?

Savcı, iddianamesinde Newroz alanında yapılan konuşmaların toplumda infial yarattığını belirtmiş. Demirtaş savcının bu iddiasına cevap verirken aynı zamanda da bir mahcubiyetini de dile getirdi: “Dava konusu konuşmayı yaptığımızda %6 oyumuz vardı, konuşma sonrası girdiğimiz seçimlerde %12 oy aldık. Bu konuşmalar infial değil tam tersine destek almıştır. Aksi durumda nasıl olup da oylarımız arttı…Topluma barış borcumuz var. Barışı sağlamış olsaydık bugün bizi yargılıyor değil ödül vermek için sıraya girmiş olacaktınız. Başaramamış olmanın mahcubiyetini yaşıyoruz”.

Dava konusu ifadelerden biri de Demirtaş’ın Bahçeli’nin “Kandil’i dümdüz edin” beyanına cevaben söylediği o sözler. Demirtaş buna ilişkin de açıklamalarda bulunurken suçlamanın siyasal görünmeyen bir kısmını da ilk kez dillendirdi: “‘Kandil’i dümdüz edin’ ifadesi suç değil, şiddet çağrısı değil de benim onun karşısında söylediğim ‘Bunu söyleyenler bir Gabar’da, Cudi’de nöbet tutsun da göreyim’ demem mi suç? Hangisi şiddet ve savaş övgüsüdür? Suçumuz Türk milliyetçisi olmamak mı? “

Demirtaş: Tutuklanacağımızı haber verdiler. Kaçacağımızı düşünüyorlardı.

Tutuklanma kararı verilmeden önce HDP milletvekillerine tutuklanacakları bilgisinin bizzat hükümet çevresinden sızdırıldığı daha önce konuşulmuştu. Demirtaş ilk kez bu konuda da açıklamalar da bulundu: “Tutuklanacağımız hükümet tarafından bize öncesinden sızdırıldı. Kaçacağımızı düşünüyorlardı herhalde. Bu vatanı kimseye bırakıp kaçmayız. Burası bizim ortak vatanımız”.

Demirtaş’ın son sözleri hala demokrasi için bedel ödeme zorunluluğunun ortadan kalmaması açısından ne kadar yürek burkucu olsa da bu bedeli ödemek zorunda bırakılan kişilerin kararlılıklarını görmek açısından da umut vericiydi: “75 gündür buradayım. Dokunulmazlığım ve milletvekiliğimden kaynaklı haklarım devam ediyor. Türkiye’nin en önemli yasa değişikliği Mecliste oylanıyor. Fakat ben burada, Bulgaristan sınırına yakın bir cezaevinde tutuluyorum ve oy kullanmam engelleniyor. Ülkemin özgürlüğü ve kardeşlik için bedel ödemeye hazırız. Vicdanlı ve ahlaklı bir konuşmadan dolayı yargılanmayı kabul etmiyorum“.

Demirtaş’ın savunması sonrasında avukatlar sırasıyla söz almak için hazırlandı. İlk konuşmayı Several Ballıkaya yapacaktı ki hakim araya girip “ Daha iki tutuklu dosyamız var. Kafamız da doldu, daha fazla almıyor. Bir sonraki celse konuşursunuz, olur mu?” deyip duruşmayı kapattı.

Böylece tarihe geçecek bir siyasal yargılama hakimin dolmuş kafasına ve mesai saatine sıkışarak son buldu.

KAYNAK: HUKUK POLİTİK