Haftanın adı Ankara Gar Katliamı Davası. Bu hafta, 7 Kasım 2016’da başlayan katliam davasının karar duruşması var. 10. kez toplanan mahkeme muhtemelen sanıklar hakkındaki kararını açıklayacak. Nedendir bilinmez ama bu kez mahkeme öncekilerinin aksine Sincan Kapalı Cezaevi’nde toplanıyor. Bu taşınmayı, davayı en başından bu yana kolektif bir çalışma ile takip eden “10 Ekim Avukat Komisyonu” davanın kamuoyundan kaçırılmak istenmesi olarak yorumluyor. “10 Ekim Avukat Komisyonu”nun bir de çağrısı var: “31 Temmuz, 1-2 Ağustos tarihlerinde bütün meslektaşlarımızı, hukuk örgütlerini, emek demokrasi güçlerini Sincan Cezaevi Kampüsü’nde adalet mücadelemizi büyütmeye çağırıyoruz”
Gelin şimdi karar duruşması öncesi Ankara Gar Katliamı Davası’nda neler yaşandı, bir hatırlayalım. Davaya ilişkin bu güne kadar sitemizde erişime sunduğumuz yazılara da Ankara Katliamı dosyamız üzerinden ulaşabilir ve okuyabilirsiniz. 
103 kişinin hayatını kaybettiği, beş yüzden fazla kişinin yaralandığı Ankara Tren Garı Katliamı’na ilişkin dava 7 Kasım 2016’da başladı. Bugüne kadar mahkeme 9 kez toplandı. 182 klasörden oluşan dava dosyasında katliamın gerçekleşmesinde kusuru ve sorumluluğu bulunan hiçbir kamu görevlisinin adı geçmiyor. Hala birçok sanık firari. Katliamla bağı olan birçok kişinin de isimleri tespit edilmedi. Avukatların delillerin toplanması ve etkin bir yargılama yapılması talepleri sonuçsuz kaldı. Aradan geçen 2 yıl sonrasında şimdi karar duruşması ile karşı karşıyayız. Davadan çıkacak cezanın miktarına bağlı olmayan bir itiraz var: Gerçek ve adalet. İşte bu gerçeğe ulaşmak ve adalet için delillerin toplanması, tüm sorumluların araştırılarak yargılanması ve benzer katliamlar arasındaki ilişkinin soruşturulması isteniyor. Fakat ne yazık ki daha önceki katliamlarda olduğu gibi mağdur yakınları bir kez de yargılama pratiği ile mağdur ediliyor. Peki ama bu güne nasıl gelindi? Kısaca katliamın hemen sonrasından başlayıp özetleyelim.
Olay günü deliller toplandı mı?
Avukatların hazırladığı rapora göre savcı olay yerine iki saat gecikme ile geldi. Aynı gün yayın yasağı, gizlilik ve kısıtlılık kararı alındı. Olay yerine gelen güvenlik güçleri yaralılara müdahaleyi zorlaştırdığı gibi bir de üzerilerine gaz sıktı. Olay yerine gelen avukatlar olay yeri incelemesine alınmadı. Avukatların tüm talepleri “kısıtlılık kararı nedeni ile reddine“ denerek kabul edilmedi. Ankara valilik binasında görüşülecek kimse bulunamadı.
Katliamdan kimsenin haber var mıydı?
Tunceli Emniyet Müdürlüğü 17 Eylül’de IŞİD’in bir mitingi canlı bomba ile hedef alabileceği istihbaratını Emniyet Genel Müdürlüğüne ve 81 il emniyet müdürlüğüne bildirdiği ortaya çıktı. Yine MİT’in de Suriye’deki istihbarat çalışmalarına dayalı olarak 29 Eylül ve 7 Ekim 2015 tarihlerinde IŞİD bağlantılı canlı bomba veya bombalı eylem yapılacağı bilgisini güvenlik birimleriyle paylaştığı tespit edildi. Suruç’ta yaşanan olaylar sonrasında CHP tarafından 9 Ağustos 2015 tarihinde açıklanan, bir örneği Davutoğlu’na gönderilen IŞİD raporunda bombacıların isim veya rumuzları dahi listede yer aldı. Tüm bunlara rağmen hiçbir kamu görevlisi hakkında savcılık tarafından hiçbir işlem yapılmadı, ifadeye dahi çağrılmadılar.
Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi dosyasına da girmiş olan dosyalardan canlı bomba Yunus Emre Alagöz ve diğer birkaç sanığın Gaziantep’te 2012 yılından itibaren haklarında yürütülen soruşturmalar kapsamında izlendikleri, takip edildikleri ve telefonların dinlendiği dosyaya giren evraklardan ve avukatların yaptıkları araştırmalardan anlaşıldı.
Etkin bir soruşturma yapılabildi mi?
Katliamın soruşturması artık bir klasik haline gelen kısıtlama kararı ile başladı. Avukatlar ancak iddianamenin kabul edilmesiyle birlikte soruşturma evraklarına ulaşabildiler. Avukatların tüm belge talepleri “kısıtlılık kararı olduğundan belge verilemeyeceği “ gerekçesiyle reddedildi. Katliamın soruşturması tam sekiz ay kısıtlılık kararı altında devam etti.
Katliamın hemen arkasından yapılması gereken hiçbir iş yapılmadı. Olay yeri inceleme tamamen hukuka aykırı bir şekilde yapılırken toplanması gereken birçok delil de toplanmadı. Katliamın Gaziantep’te örgütlendiği belli olmasına karşın, burada etkili operasyonlar ve yakalamalar yapılmadı, sanıkların bağlantılıları ve ilişkilerini çözmek için çaba sarf edilmedi, sanıkların yıllardır Gaziantep’te yargılandıkları onlarca dosya incelenmedi.
Halil İbrahim Durgun, Yunus Durmaz ve Mehmet Kadir Cebael katliamın kilit sanıkları. Bu 3 kişi Gaziantep’te yapılan operasyonlarda ölü ele geçirildiler. Halil İbrahim Durgun ve Yunus Durmaz’ın üzerlerinde bulunan bombaları patlattıkları iddia edildi. Fakat avukatlar Yunus Durmaz’a ait otopsi, ölü muayene raporlarına erişemedi. Raporların kendilerine verilmesine ilişkin talepleri reddedildi.
İddianamede neler yer aldı?
Soruşturma bitip de iddianame yazıldığında tablonun esas vahameti ortaya çıktı. IŞİD denen örgüte yönelik derinlemesine bir çalışma yapılmadan katliamı planladığı söylenen Yunus Durmaz’ın dijital materyallerinden yola çıkan aceleye gelmiş bir iddianame hazırlanmıştı. Yıllardır Gaziantep’te faaliyet yürüten IŞİD’liler alt alta yazılmış ve “katliamı bunlar yaptı” denerek dosya esasından uzaklaştırılarak aslında kapatılmaya çalışılmıştı. Kamu görevlilerin sorumlulukları saklanmış, önceden istihbarat alınmasına rağmen neden önlem alınmadığına dair soru boşlukta bırakılmıştı. 27 Ekim 2015 tarihli iddianamede Diyarbakır ve Suruç katliamlarına ve bu katliamların Ankara katliamı ile ilişkisine de yer verilmemişti.
İddianame ile birlikte haklarında dava açılan toplam 36 sanık bulunmakta. İddianamenin tamamlanması ve davanın açılması aşamasında 15 sanık tutuklandı, 4 sanık savcılık tarafından serbest bırakıldı, geri kalanların ise firari olduğu belirtildi. Yargılama esnasında 4 sanığın daha tutuklanmasıyla toplam tutuklu sayısı 19 oldu. İddianamede 14 sanık için sevk maddeleri anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, kasten öldürme, kasten öldürmeye teşebbüs etme, geri kalan 22 sanık için silahlı terör örgütüne üye olmak olarak tespit edildi.
Kovuşturma sürecinde neler yaşandı?
Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde davanın açılması ile yargılama süreci 7 Kasım 2016’da başladı. Toplam 9 grup duruşma yapıldı.
Müdahil avukatları duruşmalarda ısrarla, “Katliam nasıl gerçekleşti, engellenebilir miydi, kimler hangi sorumluluklarla bir katliamın içerisinde yer aldı?” sorusunu sordular. Kamu görevlilerinin, katliamın istihbaratına sahip olmasına rağmen önlem almadıklarını dile getirdiler. Bu iddialarını da iletişim tespit kayıtları ve çeşitli belgelerle delillendirdiler ve her seferinde önlem almayan kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulundular. Ne yazık ki tüm bu talepleri her seferinde reddedildi.
Avukatlar kovuşturma sonrası yaptıkları basın açıklamalarında, “Ankara katliamı engellenebilecekken engellenmemiş, planlanmış, yol verilmiş, engel olunmamış bir katliamdır. Bu sorumluluklara sahip bütün yetkililerin yargılanmalıdır, bu dava ancak böyle bitebilir” dediler.
Halen Ankara katliamına ilişkin tek bir kamu görevlisi hakkında devam eden bir soruşturma bulunmamaktadır.
Sona yaklaşırken…
Geldiğimiz aşama da dosyada yapılan pek çok inceleme hala eksik ve yetersiz. Bilirkişi raporları, HTS kayıtlarının incelenmesi hala tamamlanmamış. Sanıklar arasındaki bağlantılar konusunda avukatlar birçok yeni delil sunmasına rağmen buna ilişkin bir araştırma yapılmamış. En yukarından en aşağıya kadar kamu görevlileri dosyaya dâhil edilmemişler.
Bir ceza yargılamasında somut olaya dair bütün deliller toplanmadan, toplanan deliller tartışılmadan, kovuşturma aşamasında sunulmuş yeni delillere göre işlemler yapılmadan dosyanın tamamlanması söz konusu olamaz.
Tüm deliller toplanmadan karar duruşması yapılması, ülkenin en büyük katliamına ilişkin dosyanın bir an önce gerçeğe ulaşmadan kapatılmak istendiğini akıllara getiriyor.
Duruşmaya çağrı
Duruşmaya çağrı için sözü davaya büyük emek vermiş olan 10 Ekim Avukat Komisyonu”na bırakalım:
Biz davayı başından itibaren takip eden, binlerce sayfadan oluşan 182 klasörü satır satır okuyan avukatlar olarak yargılanmanın bu aşamasındaki karar hazırlığını hukuk dışı bir tutum olarak görmekteyiz. Ülkemizde yargıya hakim olan“bağımsız değil talimatla”, “kendi başına dert almayacağı” karar verme pratiği bu katliam davasında da gerçekleşmiştir. Savcılık, iğneyle kuyu kazar gibi dosyayı inceleyen biz avukatların, birçok bilim insanının görüşleriyle olgunlaştırdığı iddia ve taleplerini yok sayarak hazırlamış olduğu esas hakkında mütalaa ile hukuki bir garabete imza atmıştır. Çünkü;
Katliamın gerçekleşmesinde kusuru ve sorumluluğu bulunan hiçbir kamu görevlisi yargılamaya dahil edilmemiş, devletin sorumluluğunun üstü örtülmüştür.Sanık olan IŞİD’liler bakımından istenen cezalar işledikleri suçların karşılığında azdır.

  • Firari sanıklar veya ismi tespit edilemeyen katliamla bağı olan IŞİD’lilerin yakalanıp yargılanmalarını sağlayacak etkin işlemler yapılmamış, bu işlemlerin yapılması talebinde bulunulmamıştır.
  • Mevcut sanıkları dışında katliamla ilişkili olduğu somut delillerle sabit olan kişiler dosyaya sanık olarak dahil edilmemiştir.
  • 10 Ekim Ankara Gar Katliamı insanlığa karşı suçtur! Bu gerçek yok sayılarak mütalaa verilmiştir.
  • Karar duruşması Sincan Kapalı Cezaevi Kampüsüne alınarak dava kamuoyundan kaçırılmak istenmektedir.

31 Temmuz- 2 Ağustos tarihlerinde gerçekleştirilecek duruşma grubunda Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin gerçek adalet konusunda hala bir şansı bulunmaktadır. Hukuka aykırılığı ayrıntılarıyla izah etmiş olduğumuz mütalaa yok sayılarak kovuşturma belirtmiş olduğumuz eksikler üzerinden sürdürülmelidir.

Bizler, söz konusu duruşmada ve yakalanmayan sanıklar için davanın devam edecek olan kısmında da dayanışma ve adalet arayışının daha da büyüyerek süreceğini biliyoruz. 31 Temmuz 1 2 Ağustos tarihlerinde bütün meslektaşlarımızı, hukuk örgütlerini, emek demokrasi güçlerini Sincan Cezaevi Kampüsü’nde  adalet mücadelemizi birlikte büyütmeye çağırıyoruz.”