Esasen Kat Mülkiyeti Kanunu’ndan kaynaklanan bir ihtilafa ilişkin bireysel başvuru nedeniyle Anayasa Mahkemesi İkinci Bölüm tarafından verilen 20.03.2014 tarihli aşağıdaki karar; Adil Yargılanma Hakkı’nın unsurları ve somut görünümleri olan belli başlı alt ilke ve hakları aynı karar içerisinde temel unsurları yönünden ele alan ve bu yönü ile özel önem arz eden, kılavuz niteliğinde bir karardır. 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

TAHİR GÖKATALAY BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/1780)

Karar Tarihi: 20/3/2014

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

Başvurucu : Tahir GÖKATALAY

  1. BAŞVURUNUN KONUSU

  1. Başvurucu, kat maliklerinden olduğu sitenin kat malikleri kurulunca alınan kararların iptalini talep ettiği davada, ileri sürdüğü iddialarının mahkemece değerlendirilmediğini, mahkeme kararlarının yeterli gerekçe içermediğini, söz konusu yargılamada hâkimin tarafsızlığı ve kanuni hâkim güvencelerinin gözetilmediğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını, yargılama sırasında yapılan usul işlemleriyle maddi ve manevi baskıya maruz bırakıldığını, bunun yanı sıra yapmış olduğu bir şikayet sonucu verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar hususunda yaptığı itirazın yetkili mercie uzun süre iletilmediğini ileri sürerek, Anayasa’nın 17., 36., 37. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiş, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına ve uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.

  1. BAŞVURU SÜRECİ

  1. Başvuru, 6/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

  2. İkinci Bölümün Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

  3. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

  4. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 22/11/2013 tarihli görüş yazısı 28/11/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup, başvurucu tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı 10/12/2013 tarihli beyan dilekçesi ibraz edilmiştir.

  1. OLAY VE OLGULAR

    1. Olaylar

  1. Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

  2. Başvurucu 20/6/2011 tarihinde, kat malikleri arasında bulunduğu sitenin 2/11/2008 ve 26/4/2009 tarihli kat malikleri kurulu kararlarının iptali istemiyle dava açmıştır.

  3. Konya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinde yapılan yargılama neticesinde, Mahkemenin 17/4/2012 tarih ve E. 2011/1163, K.2012/548 sayılı kararı ile, 26/4/2009 tarihli olağanüstü genel kurul toplantısında denetçinin dışarıdan seçilmesine ilişkin kat malikleri kurulu kararının iptaline ve başvurucunun diğer taleplerinin reddine karar verilmiştir.

  4. Kararın temyiz edilmesi üzerine, ilk derece mahkemesi hükmü Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 3/7/2012 tarih ve E.2012/7050, K.2012/8712 sayılı kararı ile onanmıştır.

  5. Karar düzeltme talebi Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 21/1/2013 tarih ve E.2012/15374, K.2013/668 sayılı kararı ile reddedilmiştir.

  6. Başvurucunun ihlal iddiasına konu ettiği diğer maddi vakıa açısından; başvurucunun bazı polis memurları hakkında yaptığı suç duyurusu üzerine, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 5/4/2012 tarih ve S.2011/113949, K.2012/21169 sayılı evrakı üzerinden, kötü muamele, görevi kötüye kullanma ve resmi belgede sahtecilik suçlarına ilişkin olarak beş sanık hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

  7. Başvurucu tarafından, Sincan Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına sunulmak üzere Konya Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben verilen 23/5/2012 havale tarihli dilekçe ile, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 5/4/2012 tarih ve S.2011/113949, K.2012/21169 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararının kaldırılması talep edilmiştir.

  8. Başvurucunun itiraz dilekçesi Konya Cumhuriyet Başsavcılığının 23/5/2012 tarihli yazısı ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 18/2/2013 tarihli yazısı ile Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesine iletilmiştir.

  9. Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 10/4/2013 tarih ve 2013/1070 değişik iş sayılı kararı ile, başvurucunun itirazı reddedilmiştir.

    1. İlgili Hukuk

  1. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:

Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.

  1. 23/6/1965 tarih ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun “Toplantı zamanı” kenar başlıklı 29. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

Önemli bir sebebin çıkması halinde, yöneticinin veya denetçinin veya kat maliklerinden üçte birinin istemi üzerine ve toplantı için istenilen tarihten en az onbeş gün önce bütün kat maliklerine imzalattırılacak bir çağrı veya bir taahhütlü mektupla, toplantı sebebi de bildirilmek şartiyle, kat malikleri kurulu her zaman toplanabilir.”

  1. 634 sayılı Kanun’un “Hâkimin Müdahalesi” kenar başlıklı 33. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

“Kat malikleri kurulunca verilen kararlar aleyhine, kurul toplantısına katılan ancak 32 nci madde hükmü gereğince aykırı oy kullanan her kat maliki karar tarihinden başlayarak bir ay içinde, toplantıya katılmayan her kat maliki kararı öğrenmesinden başlayarak bir ay içinde ve her halde karar tarihinden başlayarak altı ay içinde anagayrimenkulün bulunduğu yerdeki sulh mahkemesine iptal davası açabilir; kat malikleri kurulu kararlarının yok veya mutlak butlanla hükümsüz sayıldığı durumlarda süre koşulu aranmaz.”

  1. 11/2/1959 tarih ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “Bağımsız bölüm sahiplerine tebligat” kenar başlıklı ek 1. maddesi şöyledir:

Kat Mülkiyeti Kanununun uygulandığı hallerde, ortak taşınmazda oturmayan her bağımsız bölüm sahibi, apartman yönetimi ve ortak giderler ile ilgili tebligat yönünden geçerli olmak üzere, Türkiye’de bir adresini yöneticiye yazılı olarak bildirmek zorundadır.

Apartman yönetimi ve ortak giderler ile ilgili tebligatlar bu adrese yapılır.

Bağımsız bölüm sahibinin adres bildirmemesi veya yazılı olarak bildirdiği adrese tebligat yapılamaması hallerinde, bundan sonraki bütün tebligatlar, o kişiye ait bağımsız bölümde fiilen oturana yapılır. Tebligatın bir örneği apartman girişinde bulundurulacak ilan tahtasına asılır. Bağımsız bölümde fiilen oturana bu şekilde yapılacak tebligat, bağımsız bölüm sahibine yapılmış sayılır.

Bağımsız bölümde fiilen oturan yoksa ilân tahtasına asılan tebligat örneği bağımsız bölüm sahibine yapılmış sayılır.”

  1. İNCELEME VE GEREKÇE

  1. Mahkemenin 20/3/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 6/3/2013 tarih ve 2013/1780 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

    1. Başvurucunun İddiaları

  1. Başvurucu, kat maliklerinden olduğu sitenin kat malikleri kurulunca alınan kararların iptalini talep ettiği davada, ileri sürdüğü iddialarının derece mahkemelerince değerlendirilmediğini, özellikle davanın sonucunu etkiler nitelikte olan imzasının sahteliğine ilişkin talebinin göz önünde bulundurulmadığını ve bu hususa ilişkin bir gerekçeye mahkeme kararlarında yer verilmediğini, yargılama sırasında hakim tarafından usule uygun olmayan çekinme kararları verilerek yargılamanın uzatıldığını, kısa karar ve gerekçeli karar arasında farklılık bulunduğunu, yargılamayı yapan hakimin tarafsız davranmadığını, bu yönüyle yapılan yargılamada adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini, yargılama sırasında gereksiz çekinme kararları verilmesi ve hukukçu bilirkişi görüşü alınması nedeniyle kanuni hakim güvencesinden yoksun bırakıldığını, yargılama sürecinde hakimlere noter vasıtasıyla gönderdiği ihtarname nedeniyle maddi ve manevi baskı gördüğünü ve karar düzeltme ilamında aleyhine para cezasına hükmedildiğini, ayrıca bazı polis memurları hakkında yaptığı suç duyurusu üzerine verilen, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 5/4/2012 tarih ve S.2011/113949, K.2012/21169 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına ilişkin olarak yaptığı itirazın dokuz ay boyunca itirazı incelemeye yetkili makama iletilmediğini ileri sürerek, Anayasa’nın 17., 36., 37. ve 40. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

    1. Değerlendirme

1.Yargılamanın Adil Olmadığı İddiası Yönünden

a. Konya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2011/1163 Sayılı Dosyasına İlişkin Olarak

i.Silahların Eşitliği ve Çelişmeli Yargılama İlkesinin İhlali iddiası

  1. Başvurucu kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 5/11/2012 tarih ve E.2012/10260, K.2012/11736 sayılı geri çevirme kararının kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir.

  2. Adalet Bakanlığı görüşünde, Yargıtayın geri çevirme kararı ile eksikliklerin tamamlanması için ilgililerden bilgi ve belge istendiği, bu işlemin klasik bir yargılama işlemi olmayıp, bir eksiklik tamamlama işlemi olduğu, bu yönüyle ilgili kararın başvurucuya tebliğ edilmemesinin yargılamanın sıhhatini etkilemeyeceği, kaldı ki ilgili kararın kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle ne tür bir hakkının ihlal edildiğinin ve kararın tebliğ edilmesi durumunda sunamadığı hangi hukuki delilleri sunacağı hususunun başvurucu tarafından ortaya konulmadığı belirtilmiştir.

  3. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmekte olup, bu hak adil yargılanma hakkının somut görünümlerinden biridir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşmenin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşmenin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesi gibi ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No.2012/13, 2/7/2013, § 38).

  4. Taraflar arasında hakkaniyete uygun bir dengenin sağlanmasını amaçlayan silahların eşitliği ilkesi, mahkeme önünde sahip olunan hak ve yükümlülükler bakımından taraflar arasında eşitliğin sağlanması ve bu dengenin yargılamanın her aşamasında korunmasını ifade etmekte olup, bu usuli güvence gereğince, uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmalıdır (B.No. 2013/2116, 23/1/2014, § 18; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. De Haes ve Gijsels/Belçika, B. No. 19983/92, 24/02/1997, § 53).

  5. Adil yargılanma hakkının unsurlarından olan çelişmeli yargılama ilkesi ise taraflara dava malzemesi hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Bu anlamda, mahkemece tarafların dinlenilmemesi, delillere karşı çıkma imkanı verilmemesi, yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hale gelmesine neden olabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ruiz-Mateos/İspanya, B. No.12952/87, 23/06/1993, § 63). Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların eşitliği ilkesi ile yakından ilişkili olup, bu iki ilke birbirini tamamlar niteliktedir. Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi durumunda, davasını savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır. Çelişmeli yargılamanın medeni haklara ilişkin davalarda da kabul ediliyor olması, medeni bir hakka ilişkin yargılamada tarafların duruşmada hazır bulunması da dahil olmak üzere, yargılamanın bütününe aktif olarak katılmalarını gerektirir.

  6. Anayasa Mahkemesinin silahların eşitliği ve çelişmeli yargılanma ilkeleri bağlamında yapacağı inceleme, başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (B. No. 2013/2116, 23/1/2014, § 22).

  7. Somut yargılama açısından, kararın temyiz edilmesi üzerine verilen, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 5/11/2012 tarih ve E.2012/10260, K.2012/11736 sayılı geri çevirme kararı ile, bir kısım kat malikleri yerine kat malikleri kurulu toplantısına katılan vekillere verilen vekaletnamelerin temini ile dosyaya eklenmesinin talep edildiği, Mahkemece belirtilen evrakı uhdesinde bulunduran davalı site yönetiminden ilgili evrak talep edilerek dosyaya eklendiği, bu kapsamda davalı tarafın ilgili belgeleri ibraz dışında bir beyan veya savunmasının söz konusu olmadığı, başvurucu tarafından geri çevirme kararının kendisine tebliğ edilmesi halinde mahkeme önünde dile getiremediği ve sonuca etki edebilecek mahiyette hangi ilave tez veya delilleri ileri sürebileceği hususunda bir açıklamada da bulunulmadığı, bu nedenle başvurucunun yargılamanın sonucunu etkileyecek usuli bir imkândan mahrum bırakılmasının söz konusu olmadığı (Benzer yöndeki kararlar için bkz. B. No. 2013/1134, 16/5/2013, §§ 32–37; B. No. 2012/998, 7/11/2013, §§ 40–41; B. No. 2012/660, 7/11/2013, §§ 42–48) ve başvuruya konu yargılama sürecine bir bütün olarak bakıldığında, başvurucuya karşı tarafça ileri sürülen veya dava dosyasına intikal eden dava malzemesine ulaşma, bunları tetkik ile beyan ve itirazlarını ileri sürme imkanı verilerek yargılamaya aktif katılımının temin edildiği anlaşılmakla, başvurucunun silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Aleni Yargılanma Hakkının İhlali iddiası

  1. Başvurucu, kısa kararda, davacının davasının kısmen kabulü ile denetçinin dışarıdan seçilmesine ilişkin toplantıda alınan kararın iptali ile, diğer hususlarda açılan davanın reddine dair hüküm kurulup, yargılama masrafları ve vekalet ücreti konusunda karar verilmemiş olmasına rağmen, gerekçeli kararda yargılama masrafları ve vekalet ücreti yönünden de hüküm kurulmuş olmasının çelişki yarattığını iddia etmiş olmakla, başvurucunun belirtilen iddiasının adil yargılanma hakkı kapsamında, aleni yargılanma hakkı açısından değerlendirilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.

  2. Adalet Bakanlığı görüşünde, Sözleşme’nin 6. maddesinin aleni yargılanma hakkını da içerdiği ve bu hakkın genellikle “adillik” başlığı üzerinden tartışıldığı, mahkeme kararının yayınlanması hakkının da aleni yargılanma hakkının içeriğine dâhil olduğu, bu kapsamda kararın okunması yükümlülüğü söz konusu olmayıp, kararın tamamının yazılı olarak yayınlanmasının yeterli olduğu, bunun yanı sıra kararın incelenmesi amacıyla mahkeme kaleminde bulundurulması zorunluluğunun bulunduğu, başvuru konusu yargılama açısından da; mahkemenin yargılamanın sonucu ile ilgili konuları duruşmada hazır olanların yüzüne karşı okuduğu, maddi vakıalarla ilgili olmayan yargılama giderlerine ilişkin hususları ise gerekçeli kararla birlikte hüküm fıkrasında değerlendirdiği belirtilmiştir.

  3. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir. Karar alenî olarak verilir. Ancak, demokratik bir toplum içinde ahlak, kamu düzeni veya ulusal güvenlik yararına, küçüklerin çıkarları veya bir davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veyahut, aleniyetin adil yargılamaya zarar verebileceği kimi özel durumlarda ve mahkemece bunun kaçınılmaz olarak değerlendirildiği ölçüde, duruşma salonu tüm dava süresince veya kısmen basına ve dinleyicilere kapatılabilir.”

  1. Sözleşme’nin 6. maddesinde belirtilen aleni yargılanma hakkı, davanın aleni (açık) duruşma ile görülmesinin yanı sıra mahkeme kararının da aleni olarak açıklanması gereğine işaret etmektedir. Anayasa’nın 36. maddesinde açıkça aleni yargılanma hakkından söz edilmemekle birlikte, adil yargılanma hakkının somut görünümlerinden biri olan bu hak esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da zımni bir unsuru olup, ayrıca duruşmaların herkese açık olduğunu belirten ve aleniyetin hem kişinin adil yargılanma hakkından yararlanmasına hem de toplumun adalete güvenini sağlamak bakımından kamu yararına hizmet ettiğine işaret eden madde gerekçesi de nazara alındığında, yargılamanın aleniyetinin yanı sıra hükmün aleniyetine de işaret ettiği anlaşılan Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, aleni yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır.

  2. Hükmün aleni olması mahkeme kararlarının mutlaka açık duruşmada tefhimi anlamına gelmeyip, ilgililerin bilgi edinmesi amacıyla kararın yayınlanması veya mahkeme kalemine bırakılması da, yargılamanın bütünü dikkate alınarak aleni hüküm elde edilmesi açısından yeterli görülebilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Pretto ve Diğerleri/İtalya, B. No. 7984/77, 8/12/1983, §§ 20–28).

  3. Başvuruya konu yargılamada ilk derece mahkemesi tarafından, gerekçesi daha sonra açıklanmak üzere “başvurucunun davasının kısmen kabulü ile denetçinin dışarıdan seçilmesine ilişkin toplantıda alınan kararın iptali ile, diğer hususlarda açılan davanın reddine” şeklinde hüküm kurulup, hükmün esasına bağlı olan yargılama masrafları ile vekalet ücreti konusunun ise gerekçeli karar evrakında değerlendirildiği, kararın ilgili usul hükümleri uyarınca yargılamanın taraflarına tebliğinin de sağlanmış olduğu görülmekle, başvurucunun aleni yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

iii. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlali iddiası

  1. Başvurucu, karar düzeltme talebinin reddine dair Yargıtay ilamında aleyhine para cezasına hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

  2. Adalet Bakanlığı görüşünde, AİHM kriterleri çerçevesinde, söz konusu uygulamanın mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılmasında nazara alınması gereken meşru amaç, orantılılık ve hakkın özünü zedelememe ölçütleri göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.

  3. Sözleşme’nin 6. maddesi mahkemeye başvurma hakkını açıkça düzenlenmemekle beraber, AİHM tarafından, mahkemeye başvurma hakkının hukukun temel prensibi olduğu, mahkemeye başvurma hakkı olmaksızın hakkaniyete uygun, aleni bir yargılamadan söz edilemeyeceği ve adil yargılanma hakkının içerdiği güvencelerden yararlanmanın olanaksız hale geleceği kabul edilmektedir (Golder/Birleşik Krallık, B. No. 4451/70, 21/2/1975, § 35). Bununla birlikte AİHM, mahkemeye erişim hakkının mutlak bir hak olarak görülemeyeceğini belirterek, bu hakka yönelik sınırlamaların meşru bir amaç gütmesini, hakkın özünü zedeleyecek şekilde olmamasını ve güdülen amaçla orantılı olmasını aramaktadır (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No. 8225/78, 28/5/1985, § 57).

  4. Anayasa’nın 36. maddesi herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğunu belirtmek suretiyle, Sözleşmeden farklı olarak mahkemeye başvurma hakkını açıkça düzenlemekte, bunun yanı sıra Anayasa Mahkemesi de AİHM içtihadına paralel şekilde, mahkemeye başvurma hakkının adil yargılanma hakkının önkoşulu olduğunu ifade etmektedir (AYM, E. 2010/41, K. 2012/19, K.T. 9/2/2012).

  5. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmeyi ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını talep edebilmeyi ifade etmekte olup, kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (B. No.2012/791, 7/11/2013, § 52).

  6. Anayasa’nın 36. maddesinde, mahkemeye erişim hakkı açısından herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Bu noktada Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir.

  7. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

  1. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup, Anayasada yer alan bütün hak ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler göz önünde bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasanın bütünselliği ilkesi çerçevesinde, Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları göz önünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan, belirtilen düzenlemede yer verilen güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır.

  2. Bu noktada özellikle, AİHM içtihadında da vurgulanan ölçülülük ve öz ölçütlerinin denetlenmesi büyük önem taşımaktadır. Zira, mahkemeye erişim hakkı açısından genel olarak yargılama giderleri ve hüküm sonucuna bağlanan para cezaları ile amaçlanan kamusal menfaat ile başvurucunun mahkeme kanalıyla iddiasını ispat etme menfaati arasında iyi bir denge sağlanması gerekmekte olup, çok yüksek yargılama giderleri ve hüküm sonucuna bağlı para cezaları mahkemeye ulaşma hakkının özünü zedeleyerek, bu hakka ölçüsüz bir sınırlama teşkil edebilecektir (AYM, E. 2012/54, K. 2011/42, K.T. 20/10/2011; Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kreuz/Polonya, B. No. 28249/95, 19/6/2001, §§ 62–67; Toyaksi ve Diğerleri/Türkiye, B. No. 43569/08, 20/10/2010, § 1).

  3. Başvuruya konu yargılama faaliyetinde, başvurucunun karar düzeltme talebinin reddedilmesi üzerine 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 442. maddesi uyarınca 219,00 TL para cezasına hükmedildiği anlaşılmaktadır.

  4. İddiaya konu düzenlemenin, verilen yargı hizmeti karşılığında bireylerin az da olsa bu hizmetin maliyetine katkı sağlamasını temin ederek, gereksiz yere karar düzeltme yoluna başvurulmasının önlenmesi ve sonucu itibarıyla temelden yoksun ihtilafların ve aşırı masrafların önünün alınmasıyla yargının aşırı yoğun iş yükünden kurtarılarak adaletin doğru yönetimi ve yargı hizmetinin daha iyi verilmesinin sağlanması, genel olarak adaletin uygun bir biçimde yerine getirilmesi ile de tüm bireylerin haklarının korunmasının temin edilmesi meşru amacına yönelik olduğu, başvurucunun karar düzeltme kanun yolu öncesinde de hukuki korunma talebini ilk derece mahkemesi ve temyiz mercii olmak üzere iki dereceli bir yargılama prosedüründe ileri sürme imkânının bulunduğu ve başvuru dosyası kapsamından karar düzeltme talebinin reddi neticesinde hükmedilen para cezasının başvurucu üzerinde önemli bir ekonomik yük teşkil ettiğine dair bir kanaate ulaşılmadığı, bu suretle, karar düzeltme başvurusunun reddedilmesi üzerine başvurucu aleyhine hükmedilen para cezasının mahkemeye başvurma hakkının gerçekten, fiilen ve etkili bir biçimde kullanılmasını engellemediği sonucuna varılmakla, başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

iv. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası

  1. Başvurucu, yargılama sırasında hâkim tarafından usule uygun olmayan çekinme kararları verilerek yargılamanın uzatıldığını ve bu suretle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

  2. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası hakkında görüş bildirilmemiştir.

  3. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No.2012/13, 2/7/2013, § 39).

  4. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No.2012/13, 2/7/2013, § 40).

  5. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No. 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).

  6. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 46).

  7. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.

  8. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, iki adet kat malikleri kurulu kararının iptali istemi ile sulh hukuk mahkemesinde açılan bir iptal davasının söz konusu olduğu görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No. 2012/13, 2/7/203, § 49).

  9. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 20/6/2011 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihi olup, bu tarih mevcut başvuru açısından Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin E.2012/15374, K.2013/668 sayılı, karar düzeltme talebinin reddine dair ilam tarihi olan 21/1/2013 tarihidir (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 52).

  10. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 51).

  11. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun iki adet kat malikleri kurulu kararının iptali istemi olduğu, 20/6/2011 havale tarihli dava dilekçesi üzerine Konya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2011/1163 sırasına kaydı yapılan davanın 21/6/2011 tarihli tensip zaptını takiben, başvurucu tarafından ileri sürülen ihtiyati tedbir talebinin Mahkemenin 25/7/2011 tarihli ara kararıyla reddedilmesi üzerine, başvurucu tarafından Konya 6. Noterliğinin 28/7/2011 tarihli ihtarnamesi ile, ihtiyati tedbir kararı verilmemesi nedeniyle hâkimin sorumluluğuna hükmedilebileceği hususunun yetkili hâkime ihtar edildiği, bunun üzerine ilgili Mahkeme hâkimi tarafından çekinme kararı verilerek, çekinme kararının Konya 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 1/8/2011 tarih ve 2011/578 Değişik İş sayılı kararı ile uygun bulunduğu, belirtilen kararın başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 11/11/2011 tarihli kararı ile bozulduğu, bu süreçte Konya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2011/1163 sırası üzerinde yürütülen yargılamanın çekinme kararına ilişkin temyiz prosedürünün tamamlanması amacıyla ertelendiği, belirtilen sürecin tamamlanmasını müteakip, yargılamanın 1/12/2012 tarihli celsesinde davanın kısmen kabulüne dair hüküm tesis edildiği görülmektedir. İlk derece mahkemesi kararının temyiz edilmekle Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 3/7/2012 tarih ve E.2012/7050, K.2012/8712 sayılı kararı ile onandığı, başvurucunun karar düzeltme talebinin Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 21/1/2013 tarih ve E.2012/15374, K.2013/668 sayılı kararı ile reddedildiği anlaşılmaktadır.

  12. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu yargılamanın konusunun iki adet kat malikleri kurulu kararının iptali talebi olduğu, ilgili site yönetimi aleyhine açılan davada kat maliklerinin bu haklarını tespite yarayan evrakın tapu sicil müdürlüğünden talep edildiği ve yargılama sürecinde tensip zaptı sonrasında iki celse yapılarak uyuşmazlığın sonuçlandırıldığı, ilk derece mahkemesi nezdinde ve kanun yolu incelemesinde geçen toplam bir yıl yedi aylık yargılama sürecinde, başvurucu tarafından Mahkeme hâkimine hitaben keşide ve tebliğ edilen ihtarname üzerine verilen çekinme kararının neticelendirilmesi hususunda dört aylık bir zaman diliminin geçtiği görülmektedir. Yargılamanın iki adet kat malikleri kurulu kararının iptali istemiyle açılan bir dava olmasına bağlı olarak uygulanması gereken usul hükümleri de nazara alındığında, söz konusu iki dereceli yargılama prosedüründe geçen bir yıl yedi aylık yargılama süresinin makul süreyi aşmadığı ve başvuruya konu uyuşmazlığın yargılama makamlarının tutumu nedeniyle geciktirildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğu anlaşılmaktadır.

  13. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

v. Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkının İhlali İddiası

  1. Başvurucu, yargılama sırasında çekinme kararı veren, ancak çekinme kararının uygun bulunmasına dair kararın temyizen bozulması üzerine yargılamaya devam ederek uyuşmazlığı karara bağlayan hâkimin tarafsız olmadığını iddia etmiştir.

  2. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası hakkında görüş bildirilmemiştir.

  3. Sözleşmenin 6. maddesinde açıkça, adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak, davanın tarafsız bir mahkemede görülmesini isteme hakkından söz edilmiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde mahkemelerin tarafsızlığından açıkça bahsedilmemekle beraber, Anayasa Mahkemesi içtihadı uyarınca, bu hak da adil yargılanma hakkının zımni bir unsurudur (AYM, E. 2002/170, K. 2004/54, K.T. 5/5/2004). Ayrıca, mahkemelerin tarafsızlığı ve bağımsızlığının birbirini tamamlayan iki unsur olduğu nazara alındığında, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, Anayasanın 138., 139. ve 140. maddelerinin de tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (AYM, E. 2005/55, K. 2006/4, K.T. 5/1/2006; E. 1992/39, K. 1993/19, K.T. 29/4/1993).

  4. Genel olarak tarafsızlık, davanın çözümünü etkileyecek bir önyargı, tarafgirlik ve menfaate sahip olunmaması ve davanın tarafları karşısında ve onların leh ve aleyhlerinde bir düşünce veya menfaate sahip olunmamasını ifade eder.

  5. Tarafsızlığın öznel ve nesnel olmak üzere iki boyutu bulunmakta olup, bu kapsamda hâkimin birey olarak, mevcut davadaki kişisel tarafsızlığının yanı sıra, kurum olarak mahkemenin kişide bıraktığı izlenimin de dikkate alınması gerekmektedir (AYM, E. 2005/55, K. 2006/4, K.T.5/1/2006).Yargılamayı yürüten mahkeme üyelerinin taraflardan biriyle veya anlaşmazlık konusu ile maddi veya manevi yakın bir bağının bulunması veya yargılama sürecinde sarf ettiği ifadeleri ile tarafsız olamayacağı yönünde meşru bir kanaat uyandırması, bunun yanı sıra davadan önce dava ile doğrudan bağlantılı bir konumda bulunması da tarafsızlığı ihlal edebilir. Ancak, belirli bir uyuşmazlıkta yargılamayı yürüten hâkimin taraflardan birine yönelik önyargılı ve taraflı bir tutumunun, kişisel bir kanaatinin veya menfaatinin, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu olduğunu ortaya koyan bir delil bulunmadığı ve bu husus kanıtlanmadığı müddetçe, tarafsız olduğunun bir karine olarak varsayılması zorunludur. Bunun yanı sıra, yargılama makamının tarafsızlığına ilişkin her hangi bir meşru kaygı veya korkuyu bertaraf edecek yeterli güvenceleri sunması da gerekmekte olup, bu husus tarafsızlığın nesnel boyutuna işaret etmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Gregory/Birleşik Krallık, B. No. 22299/93, 25/02/1997, §§ 43–49; Fey/Avusturya, B. No. 14396/88, 24/2/1993, §§ 28–36; Hauschildt/Danimarka, B. No. 10486/83, 24/5/1989, §§ 46–48; McGonnell/Birleşik Krallık, B. No.28488/95, 08/2/2000, §§ 55–57).

  6. Başvuruya konu yargılamada, başvurucu tarafından ileri sürülen ihtiyati tedbir talebinin Mahkemece, talep edilen tedbirin derdest olan başka bir yargılama dosyasında ileri sürülmesi imkanı bulunduğundan bahisle reddedilmesini müteakip, başvurucu tarafından Konya 6. Noterliğinin 28/7/2011 tarih ve 13546 yevmiye nolu ihtarnamesi ile, ihtiyati tedbir talebinin reddi nedeniyle hâkimin sorumluluğuna hükmedilebileceği hususunun ilk derece mahkemesi hâkimine ihtar edildiği, bunun üzerine ilgili Mahkeme hâkimi tarafından çekinme kararı verildiği, çekinme kararının Konya 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 1/8/2011 tarih ve 2011/578 Değişik İş sayılı kararı ile uygun bulunduğu, belirtilen kararın başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 11/11/2011 tarih ve E.2011/14632, K.2011/12724 sayılı kararı ile bozulduğu ve bozma gerekçesinde, yargılama devam ederken taraflardan birinin mahkeme hâkimi hakkında şikayette bulunması veya aleyhine dava açmasının veya mahkeme hâkiminin davanın taraflarından biri hakkında şikayette bulunmasının hâkimin tarafsızlığından şüpheye düşürecek önemli bir sebep olarak değerlendirilemeyeceğinin belirtildiği, ilk derece mahkemesi hâkimince verilen çekinme kararının kesin olmayıp, denetime tabi olduğu, çekinme kararı ve devamındaki prosedürünün ilgili usul hükümlerine riayetle yürütüldüğü, bu kapsamda başvuruya konu yargılama faaliyeti açısından, ilgili usul hükümleri uyarınca yargılama faaliyetini devam ettiren yargılama makamlarının tarafların adil yargılanmaya ilişkin meşru beklentileri üzerinde menfi etkide bulunacak bir izlenime sahip olmadığı gibi, hâkimin tarafsızlığına ilişkin karineyi ortadan kaldıracak şekilde, yargılamayı yürüten hâkimin taraflardan birine yönelik önyargılı ve taraflı bir tutumunun, kişisel bir kanaatinin veya menfaatinin, bu bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu olduğunu ortaya koyan bir delil de bulunmadığı ve bu hususun kanıtlanmadığı anlaşılmakla, başvurucunun tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

vi. Gerekçeli Karar Hakkının İhlali İddiası

  1. Başvurucu, kat maliklerinden olduğu sitenin kat malikleri kurulunca alınan kararların iptalini talep ettiği davada, ileri sürdüğü taleplerinin mahkemece değerlendirilmediğine yönelik iddiası kapsamında, özellikle davanın sonucunu etkiler nitelikte olan toplantı çağrı listesindeki imzanın sahteliğine ilişkin talebinin göz önünde bulundurulmadığını ve bu hususa ilişkin bir gerekçeye mahkeme kararlarında yer verilmediğini iddia etmiştir.

  2. Adalet Bakanlığı görüşünde, mahkeme kararlarında tarafların tüm iddialarına cevap verme zorunluluğu bulunmadığı ve somut yargılama açısından, ilk derece mahkemesi kararında davanın hangi nedenlerle kısmen kabul kısmen reddedildiğinin dosyadaki deliller ve mevzuattaki dayanaklarıyla ortaya konulduğu, Yargıtay kararında ise, usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına karar verildiği belirtilmiştir.

  3. Gerekçeli karar hakkı adil yargılanma hakkının somut görünümlerinden biridir (B.No. 2013/1213, 4/12/2013, § 25). Mahkeme kararlarının gerekçeli olması, kanun yoluna başvurma olanağını etkili kullanabilmek ve mahkemelere güveni sağlamak açısından, hem tarafların hem kamunun menfaatini ilgilendirmekte olup, kararın gerekçesi hakkında bilgi sahibi olunmaması, kanun yoluna müracaat imkânını da işlevsiz hale getirecektir. Bu nedenle mahkeme kararlarının dayanaklarının yeteri kadar açık bir biçimde gösterilmesi zorunludur.

  4. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber, bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun yanı sıra, kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür kararların, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması uygun olup, bu durumda, üst dereceli mahkeme tarafından önceki mahkeme kararının gerekçesinin benimsendiği kabul edilmelidir (B.No. 2013/1213, 4/12/2013, § 26)

  5. Başvuru konusu olayda, iki adet kat malikleri kurulu kararının iptali istemiyle yürütülen yargılama neticesinde kurulan hükmün gerekçesinde, özellikle başvurucunun toplantıya çağrı tutanağının kendisi tarafından imzalanmadığı ve imzanın sahte olduğu iddiasına karşılık olacak şekilde, 7201 sayılı Kanun’un ek 1. maddesinde yer alan ve bağımsız bölüm maliklerine tebligat hususunu düzenleyen özel hükme dayanılarak yapılan tebligatın geçerli olduğuna karar verildiği, bu suretle başvurucu tarafından ileri sürülen ve hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen talebinin ilk derece mahkemesi kararında denetlenerek reddedildiği, ilk derece mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun bulunmak suretiyle kanun yolu mahkemelerinin denetiminden geçerek kesinleştiği, bu kapsamda yerel mahkeme gerekçesini benimsediği anlaşılan kanun yolu merciince kararlarda ayrıntılı gerekçeye yer verilmediği anlaşılmakla, başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının S.2011/113949 Sayılı Dosyasına İlişkin Olarak

  1. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 5/4/2012 tarih ve S.2011/113949, K.2012/21169 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına ilişkin olarak yaptığı itirazın dokuz ay boyunca itirazı incelemeye yetkili makama iletilmediğini ileri sürerek, Anayasa’nın 40. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

  2. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun iddiası Anayasa’nın 6. maddesi kapsamında değerlendirilerek, kural olarak bir ceza davasında üçüncü kişilerin suçlanmasını ve cezalandırılmasını talep eden mağdur, suçtan zarar gören, şikâyetçi ve katılan sıfatını haiz kişilerin benzer nitelikteki taleplerinin adil yargılanma hakkının güvence kapsamına girmediği hususunun göz önünde bulundurulması gerektiği belirtilmiştir.

  3. Başvurucu, bazı polis memurları hakkında yaptığı suç duyurusu üzerine verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara ilişkin olarak yaptığı itirazın dokuz ay süreyle itirazı incelemeye yetkili makama iletilmediği belirtilerek Anayasa’nın 40. maddesinin ihlal edildiği iddia edilmiş olmakla beraber, iddianın mahiyeti gereği Anayasa’nın 36. maddesi açısından değerlendirme yapılması uygun görülmüştür.

  4. Bir ceza davasında üçüncü kişilerin suçlanması veya cezalandırılmasını talep eden mağdur, suçtan zarar gören, şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz kişiler, adil yargılanma hakkının koruma alanı dışında kalmaktadır. Bu kuralın istisnaları, ceza davasında medenî hak talebine imkân veren bir sistemin benimsenmiş veya ceza davası sonucunda verilen kararın hukuk davası açısından etkili ya da bağlayıcı olması hâlleridir (B. No. 2013/1845, 7/11/2013, § 37; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Perez/Fransa, 47287/99, 12/2/2004, § 70).

  5. Hukuk sistemimiz açısından, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kalkmış olup, başvurucunun ceza muhakemesi sürecinde medeni haklarını ileri sürme imkânı bulunmamaktadır. Ayrıca somut olayda başvurucunun isteğinin üçüncü kişinin cezalandırılmasıyla sınırlı olduğu, verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkilerinin ceza muhakemesi süreci ile sınırlı olduğu ve başvurucunun iddiaları göz önünde bulundurulduğunda hukuk yargılaması açısından bağlayıcı bir etkisi bulunmadığı anlaşılmaktadır.

  6. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesine dayanan ihlal iddiasının konusunun, Anayasa’da güvence altına alınmış ve AİHS kapsamında yer alan temel hak ve özgürlüklerin koruma alanı dışında kaldığı anlaşılmakla, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Kanuni Hâkim Güvencesinin İhlali İddiası Yönünden

  1. Başvurucu, yargılama sırasında gereksiz çekinme kararları verilmesi ve hukukçu bilirkişi görüşü alınması nedeniyle kanuni hâkim güvencesinden yoksun bırakıldığını iddia etmiştir.

  2. Adalet Bakanlığı görüşünde, somut yargılama faaliyetinin daha önceden belirlenmiş kurallara göre yürütülerek sonuçlandırıldığı ve hukukçu bilirkişiye başvurulmasının, yargılamanın mahkeme hâkimi tarafından yapılmadığı anlamına gelmeyeceği yönünde görüş bildirilmiştir.

  3. Sözleşme’nin 6. maddesinde açıkça, adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak, yasa ile kurulmuş bir mahkeme tarafından davanın dinlenilmesini isteme hakkından söz edilmiştir. Bu hak, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının da zımni bir unsuru olmakla beraber (AYM, E. 2002/170, K. 2004/54, K.T. 5/5/2004), yargılamayı yapan mahkemenin yasayla kurulması gerekliliği Anayasa’nın 37. maddesinde ayrı ve açık bir hükümle düzenlenmiştir. Ayrıca, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğini belirten Anayasa’nın 142. maddesinin de kanuni hâkim güvencesinin değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır.

  4. Anayasa’nın “Kanuni hâkim güvencesi” kenar başlıklı 37. maddesi şöyledir:

Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.

Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.

  1. Kanuni hâkim güvencesi, mahkemelerin kuruluş ve yetkileri ile izleyecekleri yargılama usulünün yasal düzenleme ile ve dava konusu olay ortaya çıkmadan önce belirlenmesini gerektirir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesi karalarında, kişinin hangi mahkemede yargılanacağını önceden ve kesin olarak bilmesini gerektiren doğal hâkim ilkesini koruyan bir hüküm olarak ele alınmaktadır (AYM, E. 2002/170, K. 2004/54, K.T. 5/5/2004; E. 2005/8, K. 2008/166, K.T. 20/11/2008; Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Zand/Avusturya, B. No. 7360/76, 16/5/1977; Crociani, Palmiotti, Tanassi, Lefebvre D’Ovidio/İtalya, B. No. 8603/79, 8722/79, 8723/79, 8729/79, 18/12/1980).

  2. Kanuni hâkim güvencesi, sadece mahkemelerin yargı yetkisi içinde yer alan konuların belirlenmesini değil, her bir mahkemenin kuruluşu ve yer bakımından yargı yetkisinin belirlenmesi de dâhil olmak üzere mahkemelerin organizasyonlarına ilişkin tüm düzenlemeleri ifade etmekte, mahkemelerin görev ve yetki alanlarının açık ve anlaşılır biçimde tespit edilmesi gereğini ortaya koymaktadır.

  3. Başvuruya konu olayda, başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlık, ilgili kanun hükümleri çerçevesinde kurulmuş olan mahkemelerde, yine daha önceden belirlenmiş usul kurallarına göre yürütülmüş ve sonuçlandırılmıştır. Dosyanın bilirkişiye tevdii ile rapor tanzim ettirilmesi, ilgili usul kuralları gereğince yargılamayı yürüten makamlar ve taraflarca başvurulabilecek takdiri bir delil olup, bir davada hâkim tarafından vakıf olunmayan özel ve teknik bilgiyi gerektiren hususlarda bilirkişi görüşüne başvurulabileceğine ve bilirkişi raporunun hâkimin delilleri serbestçe takdir hakkı kapsamında, hâkimi bağlamayacağına ilişkin usul kuralları birlikte gözetildiğinde, nihai kararın hâkim tarafından tarafların iddiaları ile dosyadaki delillerin takdiri ve kanunun yorumlanması suretiyle verileceği sonucuna ulaşılmakla, başvurucunun kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Diğer İhlal İddiaları Yönünden

  1. Başvurucu yargılama sürecinde hâkimlere noter vasıtasıyla gönderdiği ihtarnameler nedeniyle maddi ve manevi baskı gördüğünü belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

  2. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına rağmen, başvurucu tarafından soyut şekilde Anayasa’nın 17. maddesine atıfta bulunulmakla beraber, bu madde kapsamında güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkına ilişkin olarak nasıl bir ihlalin bulunduğunun açıklanmadığı ve bu hususa ilişkin kanıtlamada bulunulmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

  1. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

  1. Başvurucunun,

1. Konya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2011/1163 sayılı dosyası yönünden ileri sürdüğü adil yargılanma hakkı kapsamında silahların eşitliği, çelişmeli yargılama, aleni yargılanma, mahkemeye erişim, makul sürede yargılanma, tarafsız mahkemede yargılanma ve gerekçeli karar haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,

2. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının S.2011/113949 sayılı dosyası yönünden ileri sürdüğü adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının “konu bakımından yetkisizlik”,

3. Anayasa’nın 37. maddesi kapsamında kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiğine ilişkin iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,

4. Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,

nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

  1. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,

20/3/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

Başkan

Alparslan ALTAN

Üye

Engin YILDIRIM

Üye

Celal Mümtaz AKINCI

Üye

Muammer TOPAL

Üye

M. Emin KUZ