Bir an için şu tabloyu bir kez daha gözünüzün önüne getirin: Sur, Silvan, Nusaybin, Cizre, Silopi, Yüksekova… Sokağa çıkma yasakları ve ölen yüzlerce insan. Ardından da dört akademisyenin cezaevine kapatılmasına ve yüzlercesinin de idari soruşturmalara maruz kalmasına gerekçe gösterilen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini okuyun. Peki şimdi tekrar sormak gerekmez mi? Kim bu bildiriyi yazan? İktidar mı yoksa akademisyenler mi? Sorunun cevabı için Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğretim üyesi Kıvanç Ersoy ile ağır tecrit koşullarında tutulduğu Silivri Cezaevinde görüştük.

Maillerimi kim cevaplayacak?

Tutuklanma sonrasını, Metris’i ve Silivri’de maruz kaldığınız arama terörünü Muzaffer Kaya ile konuştuk. Ben bunların dışında başka bir şey sormak istiyorum: Bir matematikçi ile uzun süredir cezaevinde karşılaşmamıştım. Matematikçi olmanın cezaevinde bir yararını gördünüz mü?

(Gülüyor) Yan hücrede kim olduğunu öğrenmek için top atmaya çalıştım. Fakat duvarlar çok yüksek olduğundan beceremedim. Sonrasında kinetik enerji, uzaklık, açı hesaplamaları yaparak yeniden denedim. Bir hayli yaklaştım. Bir iki ufak hesap hatasını giderebilirsem becerebileceğime inanıyorum.

Yan hücrelerinizde kimler kalıyor?

Müebbet hapis cezası almış kişiler var. Bana “Hocam” diye hitap ediyorlar. Ben de onlara aynı şekilde sesleniyorum. “Hoca sizsiniz” diye cevap veriyorlar ve hemen arkasında da “Allah kurtarsın” dileğinde bulunuyorlar. Burada hoca onlar, biz burada daha yeni bir haftalık olduk. Ben ODTÜ’lüyüm. “Hocam” bizde Sinan Cemgil’den yadigar ve bir eşitlik ifadesi olarak kullanılır. Ben de burada buna sahip çıkıyorum ve birbirimize “Hocam” şeklinde sesleniyoruz (gülüyor).

Tutuklanmanız sonrasında en çok endişe ettiğiniz konu ne oldu?

Elbette oğlum. Sonrasında da, “Maillerimi kim cevaplayacak?” endişesine kapıldım(gülüyor). Ortak yazdığımız makaleler, yurt dışı konferansları, tez danışmanı olduğum kişiler sebebiyle birçok cevaplanması gereken mail vardı. Sağolsun arkadaşlar bu konuyu dayanışma ile çözdüler. Bir diğer endişem de derslerim ve öğrencilerim oldu.

Hakkınızda yazılan yazılarda en genç doçent unvanı alan kişi olduğunuz vurgulanıyor?

(Gülüyor) Bu konu ilginç bir şekilde Metris Cezaevi girişinde karşıma çıktı. Cezaevindeki astsubay, “Zonguldaklı mısın?” diye sordu. Ben de, “Annem Zonguldak, babam Sivas doğumlu” dedim. “Nerede okudun matematiği?” şeklinde yeni bir soru sordu. “ODTÜ” dedim. Acıyarak baktı. “Ne zaman aldın doçentliği?”, “Geçen sene” dedim. Sonra başka soru sormadan gitti. Lisans ve üstü kariyerimi merak eden bir astsubay, hala da anlamış değilim merakını (gülüyor).

Saatin kontrolünün ücretini benim ödemem gerekiyormuş

Muzaffer Kaya gazete ve su ısıtıcısına ilişkin dilekçe vermiş olmasına rağmen hala alamadığını söyledi. Sizde durum nedir?

Ben de verdim dilekçe, hala bekliyorum. Ayrıca Metris’te babam saat getirmişti. Silivri’ye gidişte elimden aldılar. Bana verilmesi için dilekçe verdim. “Saatin kontrolünün ücretinin hesabımdan karşılanması” şeklinde dilekçe vermem gerektiğini söylediler.

Neden?

Saatin içinde bir şey saklanıp saklanmadığını kontrol etmeleri gerekiyormuş. Fakat bu kontrol de bir ücrete tabi. Bunu da benim karşılamam gerekiyormuş. Aksi durumda vermiyorlar.

Ücret ne kadar?

2 TL. Kabul ettim ve dilekçeyi istedikleri şekilde verdim.

Geldiğinizden bugüne hiç mektup aldınız mı?

Hayır. Metris’teyken çok güzel ve anlamlı üç mektup almıştım. Biri Erzurum Cezaevinde tutuklu Mimar Sinan öğrencisi, diğeri Mimar Sinan’dan meslektaşım ve diğeri de Hikmet Kıvılcımlı’nın avukatı Nizamettin Üstündağ’dan. Üçünü de Silivri’ye girişte aldılar.

Cezaevinde bir gününüz nasıl geçiyor?

Mecburen bir rutine bağlanıyor. Sabah sayımı, kahvaltı, kitap okuma, yazı, öğle yemeği, volta, kitap, yazı, akşam yemeği, kitap, arada avukat görüşleri.

Kitaplarınızı alabildiniz mi?

Evet, aldım. Beşi matematik olmak üzere toplam on kitabım var. Kütüphane listesini de istedim. Fakat buradaki kütüphane Metris’teki kadar zengin değil. Burada daha çok dini içerikli kitaplar var.

Ne değişken verirsek verelim mahkemenin kararı önceden belirlenmişti

Tutuklanmaya kadar olan yargı sürecini matematik disiplini üzerinden değerlendirebilir misiniz?

Aslında matematik ve hukuk birbirinden çok uzak alanlar değil. Unutmayalım ki tarihte en meşhur matematikçilerden biri asıl işi yargıçlık olan Pierre De Fermat’dır. Fakat örneklem günümüz Türkiye yargı sistemi olduğunda bağlantı kurmak zorlaşıyor (gülüyor). Matematikte değişkenler vardır. Denklemler bu değişkenlere göre her seferinde farklı değerler alır. Bu matematiğin temel kurallarındandır. Hukukta da her davayı bir denklem olarak değerlendirirseniz değişkenlere göre farklı değerlendirmeler alması gerekir. Bu değişkenler kişinin ifadesi, içtihatlar, deliller vb. birçok husus olabilir. Bir fonksiyona, denkleme değişik değerler verdiğinde değiştirebilirsin. Fakat bizim davamızda gördük ki, avukatlarımız savunma, bizler ifade adı altında ne hukuki değer verirsek verelim, mahkemenin çok önceden belirlenmiş kararını değiştirmek mümkün değildi.

Tecriti anlatır mısınız?

F tipine ilk günden beri karşı çıktım. Ama tecrit denince ne denmek istendiğini buraya gelince daha iyi anladım. Burada tecrit altında yapılan uygulamaların hepsinin temel hedefi sizi kendinize yabancılaştırmak ve insan olmak iradesini kırmak. İki kişinin yan yana gelmesinden bile korkuyorlar. Bir anlamda insanın insanı unutmasını dayatıyorlar. Böylece mahkeme hakkınızda ne karar verise versin, buradaki tecrit uygulamaları o cezalar dışında ayrı bir cezaya dönüşüyor. Fakat her ne kadar tek başına kalsan da insan olma, insana ihtiyaç duyma isteği ve bilinci duvarları aşıyor ve engel tanımıyor. Bunun için yalnızca gökyüzünü bile görmek yeterli.

Dışarıda en çok özledikleriniz?

Rutin olan hiçbir şeyi bir süre yapmak istemiyorum (gülüyor). Oğlumu, nişanlımı, öğrencilerimi ve elbette arkadaşlarımı çok özledim.

Muzaffer’in aklına gelmiş midir?

İddianameyi okudunuz mu?

Evet. Hukuk eğitimi almış bir insan nasıl böyle bir metin yazar, anlamakta zorlanıyorum.

Dışarıdaki dayanışma ile ilgili düşünceleriniz?

Kelimelerle anlatılmayacak kadar bize güç veriyor. Her duyduğumda içim ısınıyor ve heyecanlanıyorum. Herkese teşekkür ediyorum.

Dayanışmanın gün geçtikçe büyümesininin nedeninin ne olduğunu düşünüyorsunuz?

İktidarın söylemi, tavırları ve onunla beraber hareket eden kurumların tavırları. Nazi subayı ile Picasso arasında Guernicia tablosuna ilişkin geçen diyaloğu bilirsiniz. Subay Picasso’ya “Bunu siz mi yaptınız?” diye sorduğunda Picasso, “Hayır, siz yaptınız” cevabını vermiştir. Her şeyi iktidar olan kişiler yaptı. Bildiriyi de onlar yazdı, Barış İçin Akademisyenleri de onlar kurdu, bu dayanışmayı da onlar örgütledi.Tabloya bakmaları yeterli.

Yaşadığınız tutukluluğu geçmişten bir örnekle kıyaslamanızı istesek, aklınıza ne gelir?

12 Mart mahkemeleri ve Sakıncalı Piyade. Fakat orada bile daha insani bir durum var. En azından ordaki ‘sakıncalılar” koğuşta kalıyor ve gardiyanlar “Allah kurtarsın” diyor. Şimdiki robotlaştırılmış gardiyanlar ve tecrit yok.

Son söz olarak ne söylemek istersiniz?

Tevfik Fikret’ten, “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür akademisyenleriz”

Onu Muzaffer Kaya son söz olarak söyledi (gülüşüyoruz)

Gerçekten mi? Demek aynı anda aynı şeyi düşünmüşüz. Bu konu üzerine de inanın daha önce hiç konuşmamıştık. Demek ki tecrit altında tutulsak da, yine de aynı şeyleri düşünüyor ve duyumsuyormuşuz (gülüyor). O vakit ben de, “Konuşma yasağına da söyleme mecburiyetine de nefesimiz yettiği sürece karşı duracağız. Bilim itaatsiz olana ihtiyaç duyar” diyorum. Bak şimdi merak ettim, acaba bu söylediklerim de Muzaffer’in aklına gelmiş midir? (gülüşüyoruz).