Biz madem ki bahtiyar olmak, hayatta bir zevk bulmak ve birbirimizi mesut etmek istiyoruz, artık mektuplarımızdan ve sözlerimizden kederli şeyleri atmalıyız, şimdiye kadar neşeli şeyler görmüş olmasak bile bundan sonra göreceğiz”.

07.04.1935 tarihli mektubunda, karısı Aliye Hanım’a böyle yazıyordu Sabahattin Ali ama temennisi gerçeğe dönüşmeyecekti ne yazık ki, çünkü o mektuptan 13 yıl sonra, 2 Nisan 1948’de öldürüldüğünde henüz 41 yaşındaydı.

Aydınlatılmamış bir cinayetin kurbanı olarak genç yaşta sonlanan kısa hayatı pek de kolay geçmemişti zaten; yargılamalar, soruşturmalar, cezaevleri… “Neşeli şeyler görmüş değiliz” diye yazması boşuna değildi. Çünkü insan ruhunun derinliklerini, erdemini ve sefaletini anlattığı eserlerindeki edebi ustalığı kadar muhalif kimliği, toplumsal ve siyasi yapıya dair daima söyleyecek sözü olması, uğradığı soruşturmalara, hakkında açılan davalara rağmen o sözü söylemekten vazgeçmemesi idi onu Sabahattin Ali yapan ve ne yazık ki bu ülkede Sabahattin Ali olmanın bir bedeli vardı.

İlk hüküm giymesi bugünlerde sıklıkla duymakta olduğumuz “Cumhurbaşkanına hakaret suçu” sebebiyle olur. Ama daha öncesinde, 1931 yılında Aydın Erkek Sanat Mektebinden bir grup öğrenci, öğretmenleri Sabahattin Ali’yi komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla ihbar etmiş ve Sabahattin Ali tutuklanmıştır. İşte bu tutukluluğu döneminde Maarif Vekaleti tarafından açılan soruşturmaya karşılık yazdığı savunmasında şöyle demektedir ; “… bir fikre sahip olmak cürüm değilse ona lisan vermek de cürüm değildir. Zaten fikirlerin ancak lisana inkılap ettikleri zaman fikir oldukları, lisansız fikir tasavvur edilemeyeceği herkesçe malum bir keyfiyettir”. Kanaat hürriyetinin ayrılmaz parçası olan ifade hürriyetini izah ettiği savunmasında bugün “aydın” tabirini kullanacağımız münevver kişiyi ise şöyle tarif etmektedir; “ Ben bir kafa taşıyorum. Bu kafa yalnızca karnımı doyurmak, üstümü giydirmek imkanlarını izhar edecek bir makine, bir uşak değildir. İnsan dimağlarının ekmek parasından maada da meşgul olması icap eden bir takım meseleler vardır ki bunların gündelik hayatla alakaları yoktur. Fakat münevver adam diye işte bu ‘ekmek parasından başka şeyleri de düşünene’ derler”.

Ekmek parasından başka şeyler düşünmekteki ve memleket meselelerine kafa yormaktaki ısrarı Sabahattin Ali’nin vatan haini olarak damgalanması için kafidir. Komünizm propagandasından beraat eder ama bir dost meclisinde okuduğu şiir sebebiyle yine ihbar edilir ve Cumhurbaşkanına hakaret ettiği gerekçesiyle bir yıl hapis cezasına mahkûm edilir. Temyiz Mahkemesi cezasına iki ay daha ilave eder ve on dört ay ceza alır. Konya Asliye Ceza Mahkemesinin kararına karşı temyiz mahkemesine hitaben kendi el yazısı ile yazdığı dilekçede, “ Bir masumun göz göre göre mahkumiyeti gibi feci bir hadiseye lakayt kalamayacak olan mahkemenizden ne merhamet ne müsamaha istiyorum. İstediğim şey adalet, vermekle mükellef olduğunuz adalettir” der, masumiyetinden şüphesi olmayan bir aydın gururu sinmiştir satırlara . Lakin beklediği adalet gelmez ve Cumhuriyetin onuncu yılı nedeniyle çıkan genel afla tahliye olana değin önce Konya sonra Sinop Cezaevinde yatar. “ Başın öne eğilmesin, aldırma gönül aldırma ” dizelerini, dalga seslerini dinlediği “beni bu sesler oyalar” dediği Sinop Cezaevi’nde yazar. Cezaevindeki gözlemlerini yazılarına da aktarır. “Türkiye Cezaevleri” başlıklı yazısında adi suçluları suç işlemeye sevk edenin sefalet olduğunu söyler ve ekler “başka memleketlerde cemiyetlerin iyi yapamadığı insanlar mücrim olur, bizde çok kere cemiyet kendisi mücrim yapar”. Bozuk düzene itirazı vardır, muktedirle ve mutlu azınlık ile derdi vardır.

Cezaevinden çıktıktan sonra da Sabahattin Ali politik mücadelesinden geri adım atmaz, yazıları ile iktidar sahiplerini rahatsız etmeye devam ettiği için hakkında yeni davalar açılır, mahkumiyet kararları çıkar, işsiz kalır, parasızlık çeker. Yazarın en önemli eserlerinden biri olan Kuyucaklı Yusuf romanı hakkında 14 Haziran 1937’de toplatma kararı verilir, romanın aile hayatı ve askerlik aleyhinde olduğu gerekçesiyle dava açılır. Kuyucaklı Yusuf’a dair rapor yazan üç bilirkişiden biri ünlü romancı Reşat Nuri Güntekin’dir. “Kuyucaklı Yusuf yüzümüzü ağartacak bir sanat eseridir, zararlı bir tarafını göremedim” der raporunda. Haklıdır da, nitekim 80 yıl sonra bugün kimse o savcıların, hakimlerin isimlerini bilmez ama Kuyucaklı Yusuf çoktan zamanını aşan ölümsüz bir kahramandır.

Sabahattin Ali hadisesine bilinen ilk derin devlet cinayeti demek yanlış olmaz. Soruşturmalar, davalar, tutuklamalarla geçen hayattan yorgundur o. Türkiye’den kaçmaya karar verir ama muvaffak olamayacaktır. Bulgaristan sınırında öldürülür. Cesedi 16 Haziran 1948’de Kırklareli yakınlarında bulunur. Ölümü cinayetten aylar sonra duyurulacak, Ali Ertekin tarafından öldürüldüğünü yazacaktır 12 Ocak 1949 tarihli gazeteler.

Katil Ali Ertekin yargılamadaki ifadesinde Sabahattin Ali’yi vatan uğruna öldürdüğünü söylemiştir. Mahkeme, katili dört yıl hapis cezasına mahkum ettiğinde Ali Ertekin karar kendisine okunurken ayağa kalkar, “sağolun” diyerek mahkemeye teşekkür eder. Ünlü yazarı kafasını ezerek nasıl öldürdüğünü oldukça teferruatlı olarak anlatan katilin bu dört yıllık cezası da infaz edilmemiştir, aftan yararlandırılıp serbest kalmıştır. Vatan uğruna cinayet işleyenleri himaye etmek, hizmetlerini karşılıksız bırakmamak şeklinde sıkça karşılaşacağımız devlet geleneği o günlerde tesis edilmektedir demek ki. Sabahattin Ali’nin milli istihbarat tarafından sorgulanırken işkencede öldürüldüğü iddia edilirse de bu iddialar hiçbir zaman soruşturulmaz, ölümünün ardındaki gerçekler asla aydınlığa kavuşmaz.

Şimdilerde müze olan Sinop Cezaevinde Sabahattin Ali’nin yattığı kısmın bahçesinde bir incir ağacı vardır, o incir ağacının altındaki tahta banka oturduğunuzda Karadeniz’in deli dalgalarının sesi gelir kulağınıza. Karşınızda onun gökyüzüne baktığı demir parmaklıkları görürsünüz. Sabahattin Ali’nin hüznü gelir bulur insanı o bahçede, onun sözcüklerini ve trajik sonunu hatırlamaktan kaynaklı bir keder alır bizi. “Bende hiç tükenmez bir hayat vardı” diyen, “Hüzün, çiçeklerin en güzelidir” diyen Sabahattin Ali.

Görecekleri mesut günlere dair yanılır ama bir başka mektubunda yine karısı Aliye Hanım’a yazdığı şu satırlardaki kehanet gerçek olmuştur ne yazık ki “İhtiyarlığımda çekilmez bir adam olacağım hakkındaki iltifatına teşekkür ederim, ama bu tahminin doğru çıkmayacak sanırım. Çünkü ihtiyarlayacağımı kim söyledi, ben hep genç kalacağım…”. Gerçekten de o hep genç kalır, Kuyucaklı Yusuf’la, Maria Puder’le, İçimizdeki Şeytan ile. Yakışıklı yüzünde masum ve bir o kadar hüzünlü ifadeyle.

KAYNAKÇA :

Mahkemelerde/Sabahattin Ali

Hep Genç Kalacağım/Sabahattin Ali

Siyasal İktidar Sanata Karşı/ Çetin Yetkin

KAYNAK: HUKUK POLİTİK