Artık yılları sayıp da ne olduğu sorusunun sorulduğu dövizler taşınmıyor 19 Ocak geldiğinde. Bunun nedeni elbette Hrant Dink cinayetinin tetikçi ve azmettiricilerinin yargılanıp hüküm giymesi ve bu şekilde davanın sonuçlanmış olması, böylelikle de herkesin adaletin gerçekleştiğini hissetmesi ya da bilmesi değil. Kuvvetle muhtemel cinayetin görünen yüzü iki üç “vatanperverin” cezalandırılmasından sonra davanın sonuna geldiğine olan inanç ve her ne kadar “Biz bitti demeden bu dava bitmez “denilse de bu davanın bu şekilde kapanacağına dair yaşanan umutsuzluk. Belki de artık tutulan yasın adalet talebinden kopması , tek ve belirgin gerçek haline gelmesi.

Davanın görünmeyen yüzünün ve devasa kütlesinin açığa çıkacağına ve iki üç “vatanperverin” dışındaki sorumluluların yargılanıp hüküm giyeceklerine dair yaşanan umutsuzluktan mı yoksa cinayetin her zaman çılgın ülke gündeminde artık “eskimiş” olmasından mı bilinmez ama bir süredir İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde sessiz sedasız bir dava görülüyor. Bu davada, çoğu emniyet mensubu onlarca kamu görevlisi Hrant Dink cinayetindeki sorumlulukları olasılığıyla yargılanıyor. İşin ilginç yanı, Türkiye tarihinde belki de ilk kez bu kadar çok kamu görevlisi böylesi bir suçtan dolayı yargıç karşısında. Ki yalnızca bu husus bile kamu görevlilerinin görevleri gereği işledikleri suçlardan dolayı yargılanmamalarının bir devlet geleneği olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde başlı başına dikkate değer ve bu yüzden de bu yargılama daha çok kulak kesilmeyi hakediyor.

Bu davanın 26.05.2016’da yapılan oturumunda sanık ifadeleri alınmaya başlandı ve yalnızca bir sanığın (Trabzon İl Emniyet Müdürü Reşat Altay) ifade vermiş olmasına karşın, cinayetin onlarca kamu görevlisini bir ağ gibi sardığı ve duruşmada sarfedilen her cümlede bir sürü ismin havada uçuştuğu görüldü. Polislerin sorumluluk konusunda birbirlerine attıkları top daha ilk ifadede oradan oraya sekti durdu.

Sanık kamu görevlilerinin yargılanmasına yol açan ana bir kavram var: Bilgi. Ama bu kavramın hem salt “bilgi” olarak hem de “istihbarat” anlamında iki ayağı var. Çoğu yerde bilginin kendisi ve istihbarat da birbirine karışıyor. Bu bilginin kamu görevlilerinin ne açıdan sorumluluğuna yol açtığı ise biraz karışık. Toparlamaya çalışalım:

Öncelikle şunu söylemek elzem. Hakkında dosya tutulan/fişlenen kişilerle ilgili bilgiler ya da bir suça ilişkin eylem planı istihbarat birimlerince takip edildiği gibi, gelen istihbaratlar da Milli İstihbarat Teşkilatı, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı ve ilgili İl Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü, ilgili Milli İstihbarat Teşkilatı Bölge Başkanlığı, bunun yanında ilgili Valilik, askeri birim vs ilgili makamlar tarafından paylaşılıyor. Başka bir deyişle bir istihbarat, bu kurumlardan birine geldiğinde diğerlerinin de bu istihbarattan bilgisi oluyor. Somutlaştıralım: Örneğin Trabzon Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesine gelen bir istihbarat Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığına, Milli İstihbarat Teşkilatına, ilgili başka bir il var ise bu ilin Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesine, Terörle Mücadele Şubesine ve İstihbarat Bölge Başkanlığına, ilgili askeri birimlere, ilgili Valiliğe ve ilgili diğer kurumlara derhal iletiliyor. Ayrıca her ay her ilde yukarıda sayılan kurumların ve ilgili diğer kurumların yetkilileri tarafından düzenli olarak istihbarat toplantıları yapılıyor.

İSTANBUL’DA NE OLDU?

Hrant Dink’in 1970’ten bu yana istihbarat birimlerince dosyası tutulur, önce sol faaliyetlerinden daha sonra da Ermeni meselesi konusundaki faaliyetlerinden dolayı cinayet tarihine kadar takip edilir ve neredeyse her adımı izlenir. Daha yakın tarihte, 2003’te, Sidney/Avustralya’da yapılacak bir konferansta kendisine suikast yapılacağı bilgisi istihbarat birimlerine gelir ve Hrant Dink bundan haberdar edilir.

21.02.2004 tarihinde Agos gazetesinde yayımlanan Sabiha Gökçen’in Ermeni olduğuna dair haber üzerine, 22.02.2004 tarihinde yayımlanan ve “milli birlik ve bütünlüğe karşı yürütülen bu gibi faaliyetlerin müsebbiblerine ayar veren” Genelkurmay bildirisinin ardından Genelkurmayın isteği üzerine ve Milli İstihbarat Teşkilatı aracılığıyla Hrant Dink, 23.02.2004 tarihinde İstanbul Valiliğine çağırılır. 24.02.2004’te yapılan görüşmede Vali Yardımcısı Ergun Güngör ile kendi yakını olarak tanıttığı Milli İstihbarat Teşkilatı İstanbul Bölge Başkanlığı Müdür Yardımcılarından Özel Yılmaz vardır. Görüşme boyunca daha çok, hatta tamamen Özel Yılmaz konuşur. “Sokaktaki vatandaşın tepkisi” ifadesi yoluyla satır aralarında Hrant Dink’e haddini bilmesi ve dikkatli olması telkin edilir.

Bundan önce 13.02.2004 tarihli Agos gazetesinde yayımlanan “Türkten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak o temiz kan, Ermeninin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur” ifadesi ise, sekiz yazılık bir yazı dizisinde anlatmaya çalıştığı bağlamından koparılarak Mehmet Soykan adlı kişi tarafından “Türklüğe ve aziz Türk milletine hakaret, isyana ve teröre teşvik, kışkırtma ve bölücülük” iddialarıyla Hrant Dink hakkındaki suç duyurusuna konu edilir. Bir örnek dilekçelerle başka kişi ve kurumlarca da suç duyuruları devam eder.

26.02.2004 tarihinde Levent Temiz önderliğinde bir grup, Agos önünde eylem yaparak çeşitli sloganlar atar. “Bir gece ansızın gelebiliriz” şeklindeki bu sloganlardan sonra Levent Temiz açıkça: “Hrant Dink bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir, hedefimizdir” diyecek kadar ileri gider. Bir diğer ulusalcı grup 03.03.2004 tarihinde Agos önünde benzer bir eylem gerçekleştirir.

Emniyet teşkilatı, Hrant Dink’in attığı her adımdan haberdar olduğu için Hrant Dink’e yönelik atılan bu adımlardan da haberdardır kuşkusuz. Bu gelişmeler üzerine İstanbul İl Emniyet Müdür Yardımcısı Hakan Aydın Türkeli, Agos ve Hrant Dink’in evinin önünde güvenlik tedbiri alınmasına karar verir. Çünkü böylesine yoğun bir tehdit durumunda Hrant Dink’in koruma talep etmesine gerek yoktur, ilgili kurumlar bu kararı kendiliğinden verir/vermesi gerekir. Nitekim bu karara ilişkin yazı Bakırköy ve Şişli Emniyet Müdürlüklerine, ayrıca İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Şube Müdürlüğüne gönderilir. 12.02.2007 tarihinde Rakel Dink tarafından verilen ifadede, 4-5 sivilin eve geldiği ve herhangi bir tedirginlik hissederlerse kendilerini aramalarını söyledikleri beyan edilir.

16.04.2004 tarihinde Hrant Dink ve sorumlu yazı işleri müdürü Karin Karakaşlı hakkında “Türklüğü Neşren Tahkir ve Tezyif Etmek” suçlaması ile iddianame düzenlenir ve dava açılır. Dosyaya sunulan bilirkişi raporunda suç bulunmadığı yönünde görüş bildirilmesine rağmen mahkumiyet kararı verilir ve karar Yargıtay tarafından onanır. Bunun üzerine Hrant Dink basına yaptığı bir açıklamada:” Bu suç bana göre, benim algılamamla ırkçılıktır ve ben böyle bir suç işlemedim. Bu benim alnıma sürülmek istenen kara bir leke, eğer bunu düzeltmezlerse ülkemi terkeder, çeker giderim” der. Bunun üzerine 14.10.2005 tarihinde hakkında “Adil Yargılamayı Etkilemek” suçuyla bir dava daha açılır.

Hrant Dink’in 14.07.2006 tarihinde Reuters Haber Ajansına beyan ettiği “Elbette soykırım diyorum” ifadesine ilişkin olarak da “Türklüğü Aşağılamak” suçlamasıyla bir dava daha açılır.

Ahmet Demir adıyla Agos’a gelen bir mektupta da:” Hrant Dink, oğlunu,seni ve Serkis Seropyan’ı bir daha hiç konuşmamak üzere susturacağız. Önce oğlunu. Cesedini Ankara çıkışındaki jandarma bölgelerinin birinden alacaksın. Gestopa Türk” yazılıdır ve Hrant Dink bununla ilgili suç duyurusunda bulunur. Bu tehdit kendisine gelen onlarca tehditten yalnızca biridir.

Açılan bu davaların görülmesi sırasında, genellikle başını Kemal Kerinçsiz’in çektiği “vatanperver” gruplar tarafından Hrant Dink adliye dışında slogan ve pankartlarla hakaretlere, tehditlere ve adliye içinde fiziksel saldırılara maruz kalır. Öyle ki adliye içine gizlice girişi ve çıkışı sağlanır. Sadece Hrant Dink değil avukatları da duruşmalar esnasında tehdit edilirler.

Hrant Dink hakkında anlatılan tüm bu gelişmeler, açılan davalar, edilen hakaretler, yapılan tehditler ve fiziksel saldırılar İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler imzası ile raporlanır.

Bellidir ki Hrant Dink artık mahkeme kararı ile de “tescillenmiş bir Türk düşmanı” olarak ırkçıların açık hedefidir.

Bu arada Ermeni Patriği Mutafyan tarafından 28.01.2004 tarihinde İstanbul Valiliği ve İstanbul Emniyet Müdürlüğüne başvurularak Ermeni cemaatine yönelik tehditlerden bahisle gereğinin yapılması talep edilir ve Emniyet Müdürlüğü tarafından bu konuda çalışma başlatılır. Yine Mutafyan Fransa Ulusal Meclisince “Ermeni Soykırımı İnkar Edenlerin Cezalandırılması” tasarısının gündemde olduğu 11.10.2006’da İstanbul Valisi’ne hitaben dilekçe yazar ve Ermenilere ait tüm kurumların güvenliğinin sağlanmasını talep eder. Bunun üzerine Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından bir tamim hazırlanarak 81 ilin istihbarat şube müdürlüğüne gönderilir ve uyarıda bulunulur.

Tüm bunlar yaşanırken 05.02.2006 tarihinde İtalyan Katolik Kilisesi Rahibi Santoro ayin sırasında öldürülür.

Hrant Dink Agos’ta yayımlanan 2004 ve 2007 tarihli çeşitli yazılarında doğrudan kendisine yönelik tehdidi, 2006 tarihli çeşitli yazılarında ise ülkedeki siyasal iklimin sertleştiğini, hukuka aykırı müdahalelerin olabileceğini ve Ermeni toplumuna yönelik olası tehditleri anlatır.

Cinayetten iki hafta önce 05.01.2007 tarihli yazısında ise 2007 yılının çok zorlu olacağını, “kuluçkanın ısınmaya başladığını”, siyaset dışı devlet merkezli güçlerin değişik kanatlardan devreye girerek gerginliği kışkırtmalarının kuvvetle muhtemel olduğunu, iç siyasetin bütünüyle seçim derdine girdiğini, bu boşluktan yararlanmaya çalışan bazı derinliklerin, gizlenmiş zihniyetlerin tekrar gün yüzüne çıkıp cirit atacaklarını, kendilerinin de Ermeni sorunu üzerine yargılanacaklarını ifade etmiştir. 12.01.2007 tarihli “Niçin Hedef Seçildim?” başlıklı yazısında ise:”…İşte yine uçurumun kıyısındaydım. Peşimde birileri vardı. Onları seziyordum ve onların Kerinçsiz ekibiyle sınırlı ve salt onlardan oluşacak denli sıradan ve görünür olmadıklarını çok iyi biliyordum” diye yazar. Hrant Dink başka yazılarında da, duyduğu tedirginliği açıkça ifade eder. Bir yazısında da Sabiha Gökçen’le ilgili olarak İstanbul Valiliğinde yapılan görüşmeyi aktarır ve kendisine söylenenleri “had bildirme”olarak tanımlar. Bu görüşmeye çağrılırken iddiasıyla ilgili kendisinden belge istendiğini ancak belgelere kimsenin bakmadığını hatta sormadığını ifade eder.

Hrant Dink 1970’ten bu yana devletin güvenlik güçleri tarafından takip edildiği gibi Agos’un yayınları da istihbarat birimlerince izlenmektedir. (Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Ali Fuat Yılmazer Hrant Dink’in 1970’ten bu yana izlendiğini ve Agos gazetesinin yayınlarının takip edildiğini 04.12.2014 tarihi savcılık ifadesinde beyan açıkça beyan eder).

İstanbul’da Ne oldu?” sorusuna döndüğümüzde alacağımız yanıt şöyle görünüyor: İstanbul’da çok şey olur. Hrant Dink’in -deyim yerindeyse- hayati tehlikesi vardır ve belki de ölüm kalım savaşı vermektedir. Hrant Dink’e yönelik tüm tehdit ve tehlikenin cinayet öncesinde özellikle yoğunlaşmasına ve yukarıda açıklandığı şekilde Hrant Dink’e yönelik tüm saldırı ve tehditlerden, başka bir deyişle kendisi hakkındaki uçan kuştan haberi olmasına rağmen İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ve Milli İstihbarat Teşkilatı İstanbul Bölge Başkanlığı ve ilgili diğer kurumlar kılını bile kıpırdatmaz ve tüm bu kurumlar – kolluk kuvvetlerinin yükümlülüklerinden biri olan “suçu önleme” kapsamında- Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu, Koruma Hizmetleri Yönetmeliği, Terörle Mücadele Kanunu ve ilgili mevzuatta kendilerine yüklenilen görevi yerine getirmez ve böylesine yakın ve gerçek bir tehlike durumunda koruma talebi dahi olmaksızın koruma yükümlülüğü olmasına karşın Hrant Dink’i koruma ve cinayetin önlenmesi konusunda hiç kimse tek bir adım atmaz.

KESİN BİLGİ: “HRANT DİNK’İ ÖLDÜRECEĞİM”.

GÖZÜ KAPALI İSTANBUL

Cinayetin azmettiricisi olarak hükümlü bulunan Yasin Hayal tarafından 2004 yılında McDonalds’a bombalı saldırı düzenlenir, akabinde İstanbul’da yakalanır ve 2005 yılında tahliye olur. Yakalandığı esnada İstanbul Emniyet Müdürlüğünde verdiği ifadede milliyetçi kişiliğinin yanında İslamcı kişiliğinin de olduğunu, Kenya ve Tanzanya’daki Amerikan elçiliklerine ve sonrasında İkiz Kuleler’e El Kaide tarafından yapılan saldırılardan sonra Usame Bin Ladin’e sempati duyduğunu ve kendisinin de cihat etmesi gerektiğini düşündüğünü, bu amaçla Çeçenistan’a gitmeyi düşündüğünü ancak gidemediğini, Türkiye’de eylem yapmaya karar verdiğini ve McDonalds’ı bombaladığını beyan eder. Bundan sonra Trabzon Emniyet Müdürlüğü tarafından Yasin Hayal’in eylem saiki ve eylem gerçekleştireck yapıda bir insan olduğu raporlanır. Ayrıca Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından 81 ile genelge gönderilerek bu gibi kişilere karşı dikkatli ve teyakkuzda olunması talimatı verilir.

Yasin Hayal’in tahliye edilmesinin ardından özellikle Trabzon Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesine yardımcı eleman olarak hizmet veren Erhan Tuncel’in çeşitli kereler Yasin Hayal’le ilgili verdiği bilgiler sonucu Yasin Hayal’in cezaevinde bulunduğu sırada İBDA/C ve Hizbullah mensubu birçok insanla iritbat kurduğu, Ermenilere karşı büyük bir kin beslediği, İstanbul’da ses getirici bir eylem yapmayı planladığı, bunun için Sarıgazi/İstanbul’da bulunan akrabası Osman Hayal’in yanına gideceği ve nihayetinde de Hrant Dink’i öldüreceği öğrenilir.

Yasin Hayal’in daha önceki beyanlarının istihbarat kurumları tarafından raporlanmış ve bu bilgilerin kendi aralarında ve ilgili kurumlarca paylaşılmış olmasının yanında Trabzon Emniyet Müdürlüğü İstibarat Şubesi somut olarak Hrant Dink’in öldürüleceği bilgisini 17.02.2006 tarihinde “gereği için” İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesine ve “bilgi için” Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığına gönderir.

İstanbul Emniyet Müdürlüğünün bazı görevli ve yetkilileri, İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler de dahil olmak üzere, Cumhuriyet Savcılığına verdikleri ifadelerde Hrant Dink’in birkaç yıldır yaşadığı durumdan ve içinde bulunduğu tehlikeden haberdar olduklarını, 17.02.2006 tarihli istihbarat bilgisini önemli çok bulduklarını ve hiyerarşik olarak birbirlerine gereği için talimat verdiklerini, bunu da evrak üzerini paraflayarak yaptıklarını beyan ederler. Dikkat çekici bir beyan 2014 yılında Cumhuriyet Savcılığına ifade veren Celalettin Cerrah’tan gelir. “Ses getirici eylem” ifadesinin böyle bir cinayet için geçerli olmadığını, bu kavramın başka eylemler için kullanıldığını, Trabzon Emniyet Müdürlüğünden gelen istihbaratın “gereği için” gönderildiğini ve kendilerinden bir talepde bulunulmadığını söyler.

(Bu arada Erhan Tuncel’in yakalanmasından sonra kendisinin Trabzon Emniyet Müdürlüğü için çalışmış olduğunu İstanbul Emniyet Müdürlüğünde yapılan sorguda ifade etmesiyle, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah Erhan Tuncel’i “devlete hizmet etmiş biri olarak işin içinden sıyırmak için” Trabzon Emniyet Müdürlüğü ile temasa geçmeye çalışır ancak Trabzon Emniyet Müdürlüğü mesafeli davranır ve pek oralı olmaz).

Evrak üzerine şerh edilen paraflarda “Şahsı dikkate alalım, önemli”, “Yasin’in gelişi ile ilgili duyarlı olalım” gibi ifadeler yer alır. Ayrıca Osman Hayal’in Sarıgazi’de çalıştığı fırına gidildiği ama bu adreste başka işyerlerinin bulunduğu ve Osman Hayal’in de bulunamadığı raporlanır. Ancak hem sözkonusu parafların hem de Sarıgazi’de yapılan araştırmaya ilişkin raporun 17.02.2006 tarihinden sonra değil 19.01.2007 tarihinden yani cinayetten sonra oluşturulduğuna dair dava dosyasında ciddi kanıtlar mevcut.

Tüm bu bilgi ve istihbarata rağmen İstanbul Emniyet Müdürlüğü yine Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, Koruma Hizmetleri Yönetmeliği hükümlerini hiçe sayarak Yasin Hayal’in gelişinin takibi, kendisi ve varsa bağlantılı olduğu kişiler ile ilgili operasyon yapılması ve böylelikle cinayetin önlenmesi konusunda yine hiçbir şekilde kılını dahi kıpırdatmaz.

KULAĞI SAĞIR TRABZON

Trabzon Emniyet Müdürlüğü iyi tanır Yasin Hayal’i ve özellikle Mc Donalds’ı bombalayacağını bu eylemden önce açıkça söylediğinin Emniyet tarafından bilindiği düşünüldüğünde söylediğini yapacak nitelikte biri olduğunu da bilir. Ayrıca Trabzon Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesine Yasin Hayal ile ilgili olarak özellikle Erhan Tuncel tarafından verilen bilgiler ve bu bağlamda Hrant Dink’in öldürüleceği bilgisinden sonra, kendisinin eylem saiki ve kararlılığının tutarlı bir şekilde devam ettiğinin ve bu eylem kararından vazgeçtiğine yönelik hiçbir emare olmadığının da pekala farkındadır Emniyet.

Yasin Hayal’le ilgili olarak Trabzon Emniyet Müdürlüğü tarafından edinilen istihbaratlar özellikle 2005 ve 2006 yıllarında tutulan raporlarla defalarca Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığına da iletilir. Bu raporlarda yine Yasin Hayal’in kişiliği, yapmayı tasarladığı ses getirici eylem, Hrant Dink’in öldürüleceği bilgisi vs, her şey bildirilir. Başka bir deyişle Trabzon Emniyet Müdürlüğü Yasin Hayal’le ilgili her türlü bilgi ve istihbarata sahiptir ve kendisini ilgiyle takip eder.

Sonrasında ise Trabzon Emniyet Müdürlüğü her nedense Erhan Tuncel’in yardımcı eleman sıfatına son verir ve 17.11.2006 tarihinde kendisiyle ilişkiyi keserek Yasin Hayal hakkında önemli bir istihbarat kaynağını devre dışı bırakır. (Erhan Tuncel’in siyasi görüş olarak Yasin Hayal’e yakın olduğunu, Yasin Hayal’le birlikte McDonalds’ı bombaladığını ve -kimbilir belki de Trabzon Emniyet Müdürlüğünün Yasin Hayal hakkında kendisinin verdiği tüm bilgilere rağmen harekete geçmediğini görmenin verdiği cesaretle- Hrant Dink cinayetinin azmettiricilerinden biri olduğunu da hatırlatalım).

Trabzon Emniyet Müdürlüğünün özellikle Yasin Hayal’in 2005 yılındaki tahliyesinden sonra attığı her adımı bilmesine ve 2005 ve 2006 yıllarında edindiği tüm istihbaratları raporlamasına rağmen 17.02.2006 tarihinden kısa bir süre sonra göreve başlayan ve cinayet sırasında da görevi devam eden Trabzon Emniyet Müdürü Reşat Altay İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 26.05.2016 tarihli duruşmasında, Hrant Dink’in öldürüleceği bilgisinin kendisine ulaşmadığını ve kesinlikle bu bilgiden haberdar olmadığını ifade eder. Üstelik bir dönem istihbarat biriminde de çalışmış olmasına ve cinayetten önce “İl Emniyet Müdürü” olmasına rağmen istihbarat şubesinin nasıl çalıştığını bilmediğini de söyler. İstihbaratın gizlilik unusurunun İl Emniyet Müdürünü de kapsadığını ve sıradan bir polis memuru gibi kendisinden bu denli önemli bir bilginin gizlenebileceğini de böylelikle öğrenmiş oluruz.

Görüldüğü üzere Trabzon Emniyet Müdürlüğü de İstanbul Emniyet Müdürlüğünden farklı davranmaz ve böylesine bir yakın tehlike elini kolunu sallaya sallaya dolaşırken hiç oralı olmaz. Yasin Hayal Trabzon’da olduğu halde ve kendisinin ve varsa bağlantılı olduğu kişilerin kolaylıkla yakalanması mümkünken hiçbir operasyon yapılmaz, Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, Koruma Hizmetleri Yönetmeliği hükümlerine uyulmaya gerek görülmez ve Trabzon da İstanbul gibi cinayeti önlemek için kılını dahi kıpırdatmaz.

DİLSİZ ANKARA

Hrant Dink’in 1970 yılından ölümüne kadar geçen süre boyunca Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbaret Daire Başkanlığı tarafından izlendiğini, hem kendisinin tüm faaliyetlerinin hem Agos gazetesinin yayınlarının takip edildiğini söylemiştik. Bu durumda Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbaret Daire Başkanlığının Hrant Dink’le ilgili olarak İstanbul’da cereyan eden tüm olaylardan, yazdığı tüm yazılardan, hakkında açılan davalardan, uğradığı fiziksel saldırılardan ve hakaretlerden, bunun dışında yine o dönemde Ermenilere yönelik oluşan yoğun ve olumsuz politik atmosferden, “vatanperver” kişi ve güruhların şiddeti gittikçe artan eylemlerinden haberdar olmadığını düşünmemiz için hiçbir sebep ve gerekçe yok.

Yine Hrant Dink ve Ermenilere yönelik saldırı ve tehlikelerden zaten haberdar olması dışında, Fransa Ulusal Meclisi tarafından kabul edilen “Ermeni Soykırımını İnkar Yasası” üzerine Ermeni Patriği Mutafyan’ın Türkiye’deki Ermeniler için duyduğu endişeler nedeniyle yaptığı başvuru ile Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbaret Daire Başkanlığının tüm illere genelge göndermesi ve uyarıda bulunması da Ermenilere yönelik tehditlerden de haberdar olduğunun başka bir kanıtı.

Kaldı ki kurumun kendi görevlileri de cinayete yönelik verdikleri ifadelerde Hrant Dink’in ve Agos gazetesinin yayınlarının takip edildiğini ve tüm bu durumlardan haberdar olduklarını açıkça söylerler.

Yukarıda da anlatıldığı gibi, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbaret Daire Başkanlığı Yasin Hayal tarafından 2004 yılında McDonalds’a bombalı saldırı düzenlendiğini, yakalandıktan sonra verdiği ifadede milliyetçi kişiliğinin yanında İslamcı kişiliğinin de olduğunu, Kenya ve Tanzanya’daki Amerikan elçiliklerine ve sonrasında İkiz Kuleler’e El Kaide tarafından yapılan saldırılardan sonra Usame Bin Ladin’e sempati duyduğunu ve kendisinin de cihat etmesi gerektiğini düşündüğünü, bu amaçla Çeçenistan’a gitmeyi düşündüğünü ancak gidemediğini, Türkiye’de eylem yapmaya karar verdiğini ve McDonalds’ı bombaladığını söylediğini bilir. Hatta yukarıda da ifade edildiği gibi, bununla ilgili olarak tüm illere böyle kişilere karşı dikkatli olunması talimatını içeren genelge de gönderilir.

Bu kurum ayrıca Yasin Hayal’in cezaevinde bulunduğu sırada İBDA/C ve Hizbullah mensubu birçok insanla irtibat kurduğu, Ermenilere karşı büyük bir kin beslediği, İstanbul’da ses getirici bir eylem yapmayı planladığı, bunun için Sarıgazi/İstanbul’da bulunan akrabası Osman Hayal’in yanına gideceği ve Hrant Dink’i öldüreceği bilgilerine de sahiptir. Trabzon Emniyet Müdürlüğü tarafından Yasin Hayal’e ilişkin tüm bu istihbarat Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbaret Daire Başkanlığına raporlanarak defalarca bildirilir. Kısaca Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı Yasin Hayal’le ve bu arada Hrant Dink’e yönelik cinayet planıyla ilgili her şeyden haberdardır. Yine kurumun görevli ve yetkilileri de, İstihbarat C Şube (aşırı sağ faaliyetler ve azınlıklardan sorumlu istihbarat şubesi) Müdürü Tamer Bülent Demirel de dahil olmak üzere, cinayete ilişkin istihbarattan haberdar olduklarını ve bunu çok önemli bulduklarını yine Savcılığa verdikleri ifadede açıkça beyan ederler.

Aynı cümleyi üçüncü kez yazmak sıkıcı olsa da, Ankara da tıpkı İstanbul ve Trabzon gibi Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, Koruma Hizmetleri Yönetmeliği hükümlerine uymaz. Hem Hrant Dink’in içinde bulunduğu durum ve yakın tehlike halinden dolayı kendisini korumak için gerekli tedbirlerin alınması ve üst kurum olarak gerekli talimatların verilmesi, hem de Hrant Dink’in öldürüleceği istihbaratı üzerine Yasin Hayal ve varsa ilgili kişilere karşı operasyon yürütülmesi ya da yürütülmesi talimatının verilmesi, gerekirse kurumlar arasında eşgüdüm sağlanması ve kanunlarca verilen diğer yetkileri de kullanarak bu cinayetin önlenmesi gerekirken hiçbir şey yapılmaz. Yine aynı cümleyi üçüncü kez yazmak ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbaret Daire Başkanlığının da tıpkı İstanbul ve Trabzon gibi, cinayetin önlenmesi yönünde kılını bile kıpırdatmadığını söylemek zorundayız.

HAL VE GİDİŞAT

Halihazırda birçok kamu görevlisinin cinayetteki sorumluluklarına dair yargılamaya devam ediliyor. Birçok kamu görevlisi hakkında da Savcılık tarafından “kovuşturmaya yer olmadığına” dair karar verildi ve bu kararlar hakkında Sulh Ceza Hakimliğine yapılan itirazların reddedilmesi sonucunda Anayasa Mahkemesine başvuru hakkı da doğmuş oldu. Bu kişiler arasında Milli İstihbarat Bölge Başkanlığı Bölge Müdür yardımcısı Özel Yılmaz ve Vali Yardımcısı Ergun Güngör de var.

Yapılan yargılamada şimdiye dek yalnızca Trabzon Emniyet Müdürü Reşat Altay’ın ifadesi alındı. Birçok sanık hazır olmadıkları gerekçesiyle henüz ifade vermedi. Duruşmanın bir sonraki celsesi ise 20 Haziranda yapılacak ve sanık ifadelerinin alınmasına devam edilecek.

Eğer dava sonucunda sanıkların sorumluluğu tespit edilirse belki de ilk kez kamu görevlilerinin işledikleri suçlardan dolayı hiçbir yaptırıma uğramamaları yönündeki devlet geleneğinde bir çatlak oluşacak. Belki o çatlak zaman içinde başka suç ve yargılamalarla daha da büyür, kimbilir?

KAYNAK: HUKUK POLİTİK