Hukukun bu kadar çok konuşulduğu bir ülkede örgütlü kaç tane hukuk derneği veya topluluğu olduğunu hiç düşündünüz mü? Baro seçimleri için bir araya gelmiş seçim gruplarını bir kenara ayırdığınızda aklımıza gelenler bir elin parmakları kadar bile değil. Popülerlik ile doğru orantılı bir örgütlenme pratiği yaşanmadığı aşikâr. Özgürlükçü Hukukçular Derneği hukuk alanında yakın zamanda kurulmuş derneklerden birisi. Kuruluşundan bu güne çok zaman geçmemiş olmasına rağmen özellikle çatışmaların yaşandığı bölgede yürüttükleri hukuksal faaliyetler, açtıkları davalar ve hazırladıkları raporlar ile sıkça gündeme geldiler. Yine geçtiğimiz aylarda dernek üyesi avukatları tutuklandı. Tutuklu avukatların 22 Haziran’da görülecek duruşması öncesi hem dava hakkında bilgi almak hem de Özgürlükçü Hukukçular Derneğini daha yakından tanımak için mikrofonu derneğin eş genel başkanı Av. Ömer Güneş’e uzattık.

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuyum. 2004 yılında İstanbul’da avukatlığa başladım. Halen İstanbul’da serbest avukatlık yapıyorum. Hem hukuk hem de ceza davalarına bakıyorum. Takip ettiğim ceza davalarının neredeyse tamamı Kürtlerin inkâr edilmeleri veya gasbedilmiş haklarının verilmeyişinden kaynaklı siyasal sorunlar, mağduriyetler, hak ihlalleri, yaşam hakkı ihlalleri vb. ağır mağduriyetler sebebiyle açılmış politik davalar. 2014 yılından bugüne kadar da Av. Rotinda Polat ile birlikte Özgürlükçü Hukukçular Derneği (ÖHD) eş genel başkanlığını yürütüyoruz.

ÖHD’nin kuruluşu, amaç ve hedefleri

Özgürlükçü Hukukçular Derneği (ÖHD) ne zaman kuruldu?

2010 yılında kuruldu.

Kurulma gerekçesi nedir?

O dönem Kürt Halkının yüzyüze kaldığı mağduriyetleri bütünlüklü ve her yönüyle ele alan bir hukuk kurumu yoktu. Bu alanda çok yönlü, çok katmanlı mağduriyetlerle hukuki mücadele edebilecek; Kürt, demokrat ve demokratik değerleri şiar edinen avukatların, hukukçuların birlikte ve etkili çalışmalar yapabileceği bir hukuk derneğine ihtiyaç vardı. Bu gerekçelerle ve bu ortamda ÖHD kuruldu.

ÖHD’nin faaliyetlerini yürütürken temel aldığı hedefler nelerdir?

İki husus temel hedefimiz: İlki, günlük yaşamda gerek Kürt sorunundan olsun gerek diğer toplumsal siyasal nedenlerden dolayı olsun, yaşanan hak ihlallerine zamanında müdahale edebilmek, talep eden herkese hukuki destek vermek. Özellikle toplu gözaltı ve tutuklamalarda etkili hukuki savunma geliştirmeye, hukuksuzlukları ortaya çıkarmaya ve buna karşı hukuk ilkelerini gündemleştirmeye çalışıyoruz. İkinci hedef ise; evrensel insan haklarını esas alan bir hukuk teorisini ve kültürünü geliştirmek, demokratik hukuk üretimine katkıda bulunmak, toplumsal siyasal sorunlarımızın çözümlenmesinde demokratik hukuku bir hakem haline getirmek.

ÖHD’nin bugün hangi illerde toplam kaç şubesi var?

İstanbul, İzmir ve Ankara olmak üzere üç şubemiz var. Genel Merkezimiz de İstanbul’da.

Devlet talan kültürüyle mağdur edilen bir halkın hukukçu evlatlarıyız

Mezopotamya Hukukçular Derneği (MHD) ile sık sık ortak faaliyetler yürütüyorsunuz. MHD ile aranızdaki farklar ve ortaklıklar nelerdir?

MHD ile özellikle Kürt halkının yaşadığı ağır hak ihlallerine ilişkin ortak faaliyetler yürütüyoruz. Bakış açılarımız, ilgilenmek istediğimiz çalışma alanları büyük oranda benzer. Hakları gasbedilmiş ve her gün devlet talan kültürüyle mağdur edilen bir halkın avukat-hukukçu evlatlarıyız. Bu nedenle birçok çalışmayı bilhassa bölgedeki hak ihlallerini raporlamak ve bunları yargısal mekanizmalara taşımak gibi alanlardaki çalışmaları birlikte yürütüyoruz. Her iki hukuk derneği de aynı zeminde ve ortak faaliyetlerde bulunmakta. Bu birlikte iş yapma konusu hem ortak iş yapma kültürünü pozitif etkiliyor hem de daha güçlü daha etkili çalışmaları doğuruyor. Kürt siyasetçilerine, gençlerine, kadınlarına, demokrat-muhalif kesimlere açılmış birçok politik davaları da birlikte takip ediyor ve yürütüyoruz. Ortak bir platformda tartışıyor ve çalışmalarımızı yürütüyoruz.

Dernek olarak yürüttüğünüz tekil ve ortak faaliyetlerde ne gibi engellerle karşılaştınız ve karşılaşıyorsunuz?

Türkiye gibi demokratik işleyişi olmayan bir devlette hukuksuzluk, adaletsizlik, hak ihlalleri ve hatta hukuka aykırı olan birçok yasanın bile ihlal edilme gerçeği kolluk birimlerinde ve yargı mekanizmasının her aşamasında gerçekleşmekte. Türkiye’de hukuksuzluk bir gerçeklik ve her durumda üretiliyor. Hem davranış biçimlerinde ve reflekslerde hem de karar mercilerinde mevcut yasaları en lafzi en sert en yüzeysel haliyle yorumlama ve karara dönüştürme geleneği var. Dolayısıyla biz de çalışmalarımızı yaparken hem kolluk güçleri hem de yargısal karar vericilerin sürekli engellemeleriyle karşılaşıyoruz. Hak ihlallerine ilişkin yaptığımız basın açıklamaları engelleniyor. Tahir Elçi katledildiğinde cübbelerimizle yürüyüş yaptık, engellemeye çalıştılar ve gaz sıktılar. Yine Kürt illerindeki çatışmalar ve savaş nedeniyle evleri yıkılanların, öldürülen sivillerin durumlarına ve diğer bütün sivil yaşam alanlarındaki hak ihlallerine karşı raporlama çalışmalarımız ve bu ihlalleri yargıya taşıma çabalarımız savcılıklar ve mahkemeler tarafından dilekçelerimizi işleme almama yöntemiyle engellenmeye çalışıldı ve çalışılıyor. Dilekçemizi alanlar da inceleme yapmadan hemen “işleme konulmasına yer olmadığına” dair kararlar veriyorlar. Derneğimizin birçok üyesine soruşturma açılmış durumda. Avukat arkadaşlarımızdan Ramazan Demir ve Av. Ayşe Acinikli tutuklanıp cezaevine gönderildiler.

ÖHD’li tutuklu avukatların duruşması 22 Haziran’da

Tutuklanma gerekçeleri neler? Ne ile suçlanıyorlar?

Avukat arkadaşlarımızın cezaevinde kalan politik tutsaklar ile dışarısı arasında kuryelik yaptığı iddia ediliyor. Bu şekli ve tamamıyla formaliteden ibaret bir suçlamadır. Buna ilişkin dosyada tek bir delil yok.

Peki o zaman sizce tutuklanmalarının asıl gerekçesi nedir?

Derneğimizin son dönemdeki faaliyetleri ve bu faaliyetler kapsamında bölgedeki hak ihlallerini yargıya özellikle AİHM’e taşınmasıdır. Derneğimizin yönetim kurulunda bulunan ve şimdi cezaevinde olan Av. Ramazan Demir Cizre’deki sivil ölümlere ilişkin ama özellikle de sokağa çıkma yasağı nedeniyle evlerinde aç susuz bir şekilde mahsur kalan, yaralanıp mahsur kalan kişilere dönük tedbir talepli birçok başvurular yaptı. Biz de dernek olarak başvuru yapan arkadaşlarımıza hukuki destek verdik. Hükümet, bu başvurular nedeniyle AİHM’e sürekli savunma yapma durumunda kaldı. Bu ciddi bir rahatsızlık yarattı. Soruşturma savcısı, ifade esnasında Ramazan Demir’e “Türkiye’nin uluslararası alanda itibarını zedeleyecek faaliyetlerde bulunduğu” şeklinde bir suçlama yöneltti. Derneğimiz üyesi avukatların tutuklanma gerekçesi hukuk yoluyla vermiş oldukları mücadeledir. Bu husus net ve açıktır. Sorgu Hâkimi de bunu bildiği için suçlamaları delillendiremedi ve delil yetersizliğinden dolayı hepsini serbest bıraktı. Ancak savcının itirazı üzerine başka bir hâkim tarafından tekrar sorguya alındılar ve arkadaşlarımız tutuklandılar.

ÖHD üyesi avukatlar hakkında hazırlanan iddianameye baktığımızda suçlama konularının çok eski olduğunu görüyoruz. Neden uzun süre önce başlatılmış bir soruşturma önce rafa kaldırılıp sonradan da raftan indirilip şimdi tutuklama gerekçesi ve dava sebebi yapılıyor?

Soruşturma 2012 yılına ait bir soruşturma. O dönem KCK adı altında yürütülen soruşturmaların bir devamı. Bahsettiğim rahatsızlıklar nedeniyle bu soruşturmayı yeniden gündeme getirdiler. 14 Nisan 2009 tarihinde başlayıp 2012 yılının sonuna kadar devam eden soruşturma, tutuklama ve yargılamalar Hükümet ve Gülen Cemaatinin Kürtlere karşı yürüttüğü tasfiye amaçlı siyasi soykırım operasyonlarıydı. Fikir ve planlama Cemaate ait, onay ve destek Hükümete aitti. Bir Hükümet-Cemaat koalisyonuyla planlanan ve yürütülen bir soruşturma ve yargılama süreciydi. Hükümet ve Gülen Cemaati birbiriyle hasım olduğundan beri Cemaatin yerini Ulusalcılar aldı. Şimdi Hükümet ve Ulusalcılar koalisyonu meriyette. Kürtlere karşı yinelenen ve yenilenen bir ittifak. Ancak burada Kürtler derken Kürt sorununa duyarlı her Kürt hedeftedir. Siyasal bilinci gelişmiş Kürdün her çeşidi hedeftedir. Devlet Kürtlere karşı bir savaş yürütüyor ve bu şavaşı yürütürken sivil ve yasal hiçbir kurum ve kuruluşun hak ihlallerini gündeme getirmesine, hukuki yollara başvurmasına tahhammül edemiyor ve tutuklama yolunu seçiyor.

Duruşma ne zaman? Nasıl bir hazırlık yapıyorsunuz? Bu davanın hukuk camiası için önemi nedir?

Duruşma 22 Haziran’da Çağlayan Adliyesinde. Bu davada avukatlar, hak ihlallerini yargısal mercilere taşıdıkları için yargılanıyorlar. Burada Hükümet “benim düşman kabul ettiğim hiç kimsenin avukatlığını yapamazsınız” yine “ben YPS ile mücadele ederken hukuk dışına çıkabilirim fakat siz bunu gündeme getiremezsiniz ve AİHM’e başvuramazsınız” diyor. Bu anlayış çerçevesinde Hükümete eleştirel yaklaşan bütün demokrat hukukçular ve hukuk örgütleri tehdit ve baskı altında.

Bölgede hiçbir hukuki ölçütü olmayan bir savaş yürütülüyor

Çatışmaların yaşandığı, sokağa çıkma yasaklarının bulunduğu illere bir çok kez gittiniz, raporlar yayımladınız. Neler gözlemlediniz? Oralarda neler yaşandı ve yaşanıyor?

Evet, 2015 yılı Ağustos ayından beri çatışma ve savaşın olduğu hemen hemen her yere hak ihlallerini tespit etmek amacıyla gittik. Şunu çok net gördük ki, devlet YPS ile savaşırken hukukun, yasaların ve mevzuatın dışına çıkmış. Bütün sivil yaşam alanlarında korkunç derecede ağır ihlaller yaşanmış. Çatışmanın olduğu yerleşim birimlerinde yüzlerle ifade edilen sivil insanlar katledildi. Hiçbir hukuki ölçütü olmayan bir savaş yürütülüyor bölgede. Bütün bu hukuk dışılıklar yasalar kullanılarak, yasalar gerekçe gösterilerek gerçekleştirildi. Kanunlar ve hukuk Kürtlere karşı öldürücü birer silah gibi kullanıldı. Kürtler yasal ateşlerle bodrumlarda yakıldı. Bunları raporlaştırdık ve yargıya taşıdık.

Bu konulara ilişkin açtığınız davalarda son durum nedir?

Savcılık, İdare Mahkemeleri, Anayasa Mahkemesi (AYM) ve AİHM’e başvurular yaptık. Raporlaştırmalarımız ve yargıya başvurularımız devam ediyor. Açıkçası hukuki yollara başvurularımızdan pozitif hukuki sonuçlar beklemiyoruz. Hükümetin ve devlet kurumlarının eylemlerini hukuka uygunluğunu denetleyen bir denetim mekanizması yok ortada. Bu görev AYM’nindir ancak AYM sözkonusu Kürtler olunca bu denetimi hiçbir zaman yapmadı ve asla yapmayacaktır da. AİHM de önemli oranda politik atmosfere göre tavır alıyor. Ancak yine de başvurularımızı yapmaya devam edeceğiz.

Diğer hukuk kurumlarının ve baroların bölgedeki duruma ilişkin yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Buna ilişkin neler yapıyorsunuz?

Çatışmalı dönemlerde hukuk kurumlarının, baroların yapabileceği en önemli şey, mağdur olan, hak ihlaline uğrayan veya öldürülen sivillerin durumunu etkili bir şekilde gündemleştirmek, bunları yargıya taşımak ve nihayetinde de bu hak ihlallerini bir hukuki mücadeleye dönüştürmek. Böylesi dönemlerde hukuk kurumlarının yapacağı küçük büyük her çalışma önemli ve değerli. Ancak ihlaller derin ve ağırsa hukuki mücadele de derin ve kapsamlı olmalı. Maalesef geçen yazdan beri yaşanan ağır hak ihlallerine denk düşecek etkili bir hukuk mücadelesi yürütülemedi. Basın açıklamalarının ve bir-iki günlük kısa süreli gözlemlerin çok ötesinde bir çalışma planlaması yapılabilmeli. Ancak yapılanlar o düzeyde değil.

Bölgede yine tazminat komisyonları ve zararın maddi boyutta tartışıldığı bir dönem ile karşı karşıyayız. 2000’li yıllardaki köy boşaltma davaları sonrasında yaşanan hukuki tecrübeler, kalıcı çözümler yerine maddi zararın geçici tazmininin bölgede hem avukatlar hem de müvekkilleri açısından tercih edildiğini gösterdi. Hem o dönemki avukatlık faaliyetlerini kısaca değerlendirmenizi hem de bugün ogünkü avukatlık faaliyetlerinden ne gibi tecrübeler edinildiğini ve hangi olumsuzlukları aşmak için neler yapıldığını ve bunlardan ne gibi sonuçlar alınmasının hedeflendiğini anlatabilir misiniz?

Avukatın temel ilkesi, mesleğini icra ederken insanların mağduriyetlerini doğru tespit etmek ve bu doğru tespite göre yargısal başvuruları yapmaktır. Hak ihlallerini yapan devlet, ihlallerin yargıya taşınmasını da her dönem engellemeye veya anlamsızlaştırmaya çalışmıştır. Boşaltılan ve yakılan köylerin davalarında bu anlamda birçok sorun yaşandı. Bu konuları kısa süreli düşünmemeli, insanların mağduriyetleri daha da ağırlaştırılmamalıdır.

KAYNAK: HUKUK POLİTİK