ÖNSÖZDEN…

Temel hak ve fırsatların, toplumsal refah ve gelirin, fayda ve yükümlülüklerin hangi ölçütlere göre paylaştırılacağı problemi hukuk ve siyaset felsefesinin ortak araştırma alanlarından biridir. Gelir dağılımının adalete uygunluğunun sorgulanması ve hukuksal uygulamanın hangi dağıtım ölçütüne göre belirleneceği ise hukuk felsefesinin öncelikli araştırma konusudur. Hukukun nihai amacının adaleti gerçekleştirmek olduğu varsayılırsa, “gelir dağılımının adalete uygunluğu nasıl sağlanabilir?” sorusuna bir cevap bulmak son derecede önemlidir. Hukuk “gelirleri en adil şekilde paylaştırın” diyerek soyut ve genel bir kriter belirler. Oysa en adil olanın ne olduğunu açıklığa kavuşturmak başlı başına bir problemdir.

Adalet duygusu, İnsanların sahip olduğu doğal yetenek, sağlık, aile, çevresel koşullar, şans, çaba ve emek gibi birçok faktörün gelir dağılımında belli ölçüde dikkate alınmasını öğütler. Örneğin engelli/sağlıklı olan ya da yoksul/zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen veya liyakate uygun/uygun olmayan yollardan azami bir refah düzeyini erişen kişilerin gelir dağılımından eşit pay alması adalet duygusunu zedeler.

Çağdaş liberal adalet teorileri tam bu bağlamda adil olanın yanına “piyasa”, “ fırsat eşitliği”, “kaynak eşitliği” ya da “bireysel hak”kı koyarak gelir ve servet dağılımının ölçütün farklı bir yöne doğru çevirmiştir. Çağdaş liberalizm 20. Yüzyılın ilk yarısından itibaren liberal teori içinde gelişen farklı yönelişleri temsil eder. 1929 ekonomik krizi ile klasik liberal düşüncenin dönüşüme uğraması ve Keynesyen İktisat Teorisi’nin etkisiyle piyasaya devlet müdahalesinin gerekli olduğunun kabul görmeye başlaması, liberalizm açısından yeni bir döneme girildiğini gösterir. Bu yeni dönemde refah devleti taraftarları iki unsur üzerinde uzlaşmıştır: birincisi, piyasada yapılan mübadele işlemlerinin sonuçlarından etkilenen kişilerin düştükleri avantajsız durumun telafi edilebilmesi için devletin zorunlu olarak yeniden dağıtım yapması, İkincisi ise bu dağıtım nedeniyle devletin piyasaya müdahale etmesi gerektiğidir.

1970’li yıllarda refah devleti liberalizmin hem teorik hem de pratik açıdan zayıflamasıyla beraber klasik liberalizme ait kavramlar yeniden gün ışığına çıkarılmıştır. “Yeni Sağ” terimi altında toplanan bu kavramlar neo-liberal yeni-muhafazakâr ve liberteryan kuramlar şeklinde üç farklı kategoride tanımlanabilir. Her üçünün de refah devleti liberalizmine temel eleştirisi bireyciliğin ve özel teşebbüsün pazar mekanizması içindeki üstünlüğünün devlet müdahalesi neticesinde zayıflaması bunun da ekonomik ve siyasal özgürlükleri sınırlaması noktasındadır. Özellikle Keynes eleştirisi çerçevesinde şekillenen ve 1980 yıllarında siyasi pratiğe dönüştürülen yeni sağ, Amerika’da Reagan’ın iktidara gelmesi ve İngiltere’de Thatchaer’ın “toplum yoktur, birey vardır” sözü 1945-1970 yılları arasında ortaya konulan refah devleti anlayışının sona erdiğini ilan etmiştir.

Dolayısıyla devlet ve piyasa ilişkisi, adalete ilişkin tartışmaların biçimlendiği yeni bir düzlemi oluşturur ve bu noktada gelir ve servetin nasıl paylaştırılacağı konusunda düğümlenen bir sorun üretir. Soruna Çağdaş liberalizm içinde ortaya çıkan çeşitli kuramlar farklı çözümler getirir. Sosyal (refah) adaleti destekleyen John Rawls’un “hakkaniyet olarak adalet” (justice as fairness) teorisi, neo-liberal düşünür Friedrich Von Hayek’in piyasa adaleti, liberalizmin unutulan bir kavramı olan eşitliğe dikkat çekmesi bakımından Ronald Dworkin’in tezi ve nihayet Robert Nozick’in liberteryan kuramı, toplumsal refah ve gelirlerin hangi ölçütler kullanılarak dağıtılacağını ilişkin farklı değerlendirmeler sunar. Bu bakımdan Çağdaş liberal adalet teorileri temel olarak iki problem üzerinde odaklanır: Bunlardan ilki bireylerin hak ve özgürlüklerini sınırlandırmadan özgür tercihlerini de dikkate alan bir adalet teorisi oluşturmak, ikincisi, bu adalet teorisine göre bireylerin neyi hak ettiğinin ölçüsünü belirlemektir.

0000000509709-1

Hayek, Rawls, Dworkin ve Nozick’in, teorisi adalet kavramı açısından ele alındığında, hem liberal adalet nosyonunun içeriğine ilişkin farklılıkların hem de adil olanın belirleneceğine dair karmaşıklığı gözler önüne serer. Hayek, The Road To Serfdom (Kölelik Yolu-1945) ve The Mirage Of Social Justice (Sosyal Adalet Serabı 1976) kitaplarında, piyasa adaletinin bireylerin özgür tercihlerine karşı duyarlı olduğunu fakat yeniden dağıtımı öngören refah devleti liberalizminin bireyi ve toplumu demir parmaklıklar arkasına mahkûm edeceğini iddia eder. Buna karşıt olarak Rawls A Theory Of Justice (Bir Adalet Teorisi 1971) kitabında refah devleti liberalizmini, sözleşmeci liberal geleneğin izinde fakat oldukça yeni bir kavrayışla destekleyerek insanın sosyal yapının dinamiklerinden etkilenmesinin olumsuz sonuçlarının bir şekilde telafi edilmesini öngörür. Rawls’a göre bireyler, sosyal ve ekonomik eşitsizlikleri giderebilme hususunda ahlaki ve siyasi anlamda sorumludur. Ekonomik eşitsizliklerin dezavantajlılar lehine yeniden düzenlenmesini öngören farklılık ve fırsat eşitliği ilkeleri sosyal adaleti yeniden biçimlendirerek en kötü durumdakilerin yararına olan yeni bir dağıtım adaleti sunar. Dworkin, Taking Right Seriously (Hakları Ciddiye Almak 1977) kitabını yazdığında ise bireylere gelir ve refahın hangi ölçütlere göre paylaştırılacağı problemi Hayek’in neo-liberal teorisine ve Rawls’un farklılık ve fırsat eşitliği ilkelerine bırakılamayacak kadar ciddi bir sorunudur. Dworkin, Rawls’un Adalet Teorisi’ni ve Nozick’in Anarchy State And Utopia (Anarşi Ve Ütopya-1974) kitabındaki temel önermeleri radikal bir söylemle birleştirdiği “Equality Of Welfare” refah eşitliği ve “Equality Of Resources” (Kaynak Eşitliği-1981) başlıklı makalelerinde her şeyin yeniden dağıtılmasını öngören adalet anlayışı ile klasik liberal gelenekte birbirine karşıt sayılan özgürlük ve eşitlik kavramlarını aynı kuramda bağdaştırmaya çalışır.

Siyaset felsefesinin yeni bir dönüm noktasına girdiği böyle bir dönemde, Nozick, adaleti sağlamaya girişen bir siyaset ve hukuk teorisinin bireylerin haklarını hiçbir şekilde ihlal etmemesi gerektiğini ifade eder. Rawls’un Adalet Kuramı’na bir itiraz niteliğinde kaleme aldığı Anarşi Devlet ve Ütopya kitabına “bireylerin hakları vardır ve hiç kimse bu hakları sınırlayamaz” diyerek başlaması, adil olanın yegane belirleyici ölçütü olarak “bireylerin hakları”nı aldığını gösterir. Nozick’in bireysel hak ve özgürlüklere verdiği bu değer sosyal adaleti “refah adaleti” reddeder. Birincil değer olarak bireysel hak ve özgürlüklerin önemini vurgularken sosyal adalet yaklaşımının yeniden dağıtım politikasını eleştirir. Yeniden dağıtıcı bir adalet, insanların sahip olduğu şeyler üzerinde diğer tüm insanların kısmi hakları olduğu ve bu hak nedeniyle refahın yeniden dağılımına ilişkin her türlü adalet talebinin makul karşılanması gerektiği düşüncesine dayanır. Bu, Nozick’in bakış açısına göre- bireylerin hak ve özgürlüklerine müdahale etmeye gerektireceğinden- kabul edilemez bir düşüncedir. Nozick, adaleti, doğrudan piyasa mekanizmasının kuralları ve bireysel hakların üstünlüğüyle ilişkilendirir ve ortaya koyduğu “yetkisel adalet teorisi”nin (entitlement theory) merkezi iddiası özel mülkiyetin vazgeçilmezliğidir.

Nozick açısından adil olanın belirleniminde kullanılan ölçütler devletin faaliyet alanının ne şekilde sınırlandırılacağı tartışmasının da bağlı olduğu ekseni ifade eder. Devlet, Lockeçu doğa durumundan bireylerin sahip olduğu doğal hakları ihlal etmeden olabilecek en dar kapasiteyle-ortaya çıkmış kurumdur. Bu kurum, bireyleri hırsızlığa, dolandırıcılığa, sahtekarlığa karşı koruyacak yasal düzenlemeleri yapan ve sözleşmelerin uygulanmasını sağlayan özel şirket niteliğindeki “minimal bir devlet”e karşılık gelir. Minimal devlet, adaletin ölçütleri olan bireysel haklar ve serbest piyasa kuralları ile bağladır. Minimal devletten daha kapsamlı bir devlet bu ölçütlere kaçınılmaz bir şekilde ihlal eder.

Bu açıdan, Hayek, Rawls, Dworkin ve özellikle Nozick’in toplumsal refah ve gelir ile temel hak ve fırsatların paylaştırılmasına ilişkin ortaya koydukları adalet ölçütlerinin açıklanması çağdaş liberal adalet kavramının da dönüşümünü görmek açısından önemlidir. Rawls’ın refah devleti politikalarının, neo-liberal (özellikle Hayek) düşünürler tarafından eleştirilmeye başlandığı bir dönemde sosyal adaleti desteklemesi, buna karşıt olarak Nozick’in yeniden dağıtıcı politikaları bireylerin haklarını ihlal ettiği gerekçesi ile reddetmesi ve Dworkin’in bireysel hak vurgusuyla eşitliği bağdaştırmaya çalışması çağdaş liberal adalet kavramının farklı yönlerini gözler önüne serer.

Bu kitap, 2007 yılında Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku alanında hazırlamış olduğum yüksek lisans tezine dayanmaktadır. Kitabın temel analiz konusu Nozick’in devlet ve adalet teorisidir. Ancak, Nozick’in kuramının ve liberal adalet kavramının daha iyi anlaşılması açısından çağdaş liberalizmin önde gelen kuramcılarının adalet teorileri de irdelenmiştir. Kitapta önce farklı adalet anlayışlarının nasıl sınıflandırıldığı açıklanmış ardından da Hayek, Rawls ve Dworkin’in adalet teorileri eleştirel bir bakışla incelenmiştir. Son olarak Nozick’in devlet ve adalet teorisi ayrıntılı bir şekilde analiz edilmiştir. Dolayısıyla elinizdeki kitap yalnızca Nozick’i değil, çağdaş liberal adalet teorilerini de bir araya getiren ve analitik çerçevede değerlendiren bir çalışma niteliğindedir.

Liberalizm Adalet ve Ütopya, Rabia Sağlam, Legal Yayınları, 2008, 171 Sayfa