Ömrümün en uzun saatleridir cezaevinde müvekkille müdafi görüşmeleri.
Ömrümün en uzun, ömrümün en “yok” saatleridir.
Hava çok sıcak. İçim daralıyor. İçimde büyüyen bir çığlık. Gardiyana saldırmak üzereyim, kendimi tutuyorum.
Müdafi görüşme odası devlet dinle(n)me odasına dönüşmüş.
Önüme bir tutanak koyuyor memur. “İmzalayın” diyor. OHAL ilanını da içeren kanun hükmünde kararnamenin avukatlara kısıtlama getirilen maddesindeki şartları kabul ettiğimi beyan ediyorum.
Birden avukatlık kimliğim paramparça oluyor. Tüm direncim, hep taşıdığım adil yargılanma hakkına olan “bir gün mutlaka” inancım , her gün yeniden avukatlığa olan aşkımı tetikleyen mesnetsiz Polyanna sevincim. Avukatlık kimliğimi yırtıyorum . Kendimle aram bozuluyor.
Tutuklu müvekkil getiriliyor . Aynı tutanağı imzalaması isteniyor. İkimizin de sadece görüşebilmek için imzaladığımız tutanağın arsız onursuzluğu, ben, müvekkilim, bir de iki gardiyan, toplam 5 kişiyiz odada.
Girişte kalemim kontrol ediliyor. Bir daha geldiğimde şeffaf kalem getirmem konusunda uyarılıyorum ve kalemime el konuluyor. Evraklarıma bakılıyor.
Müvekkil için yazdığım ve daha önce soruşturma dosyasına ibraz ettiğim “tutukluluğa itiraz” dilekçesinin bir nüshasını müvekkile bırakmak istiyorum. Gardiyan izin vermiyor. “Avukat hanım, önce İnfaz Hakimliği inceleyecek, sakıncalı bulursa müvekkilinize verilmez” açıklamaları eşliğinde dilekçeme el koyuyor. Sonrasında, bir ay geçmesine rağmen müvekkile halen ulaştırılmadığını öğreniyorum.
Sesli ve görüntülü kayıt teçhizatı kurulu “avukat görüşme odası”nda. İki gardiyan, müvekkil ve devlet, hepimiz aynı yerdeyiz. Bu durumun şeffaflığı(!), bağlı olduğum Avukatlık Kanunu’nun meslek sırrını ifşa yasağım, Temmuzun dayanılmaz sıcaklığı hep birlikteyiz.
Havadan sudan konuşuyoruz. Ailesinden bilgiler aktarıyorum müvekkile. Dosya hakkında zaten hiçbir bilgimiz yok. Zira kısıtlılık kararı olduğu söyleniyor yetkili makamlarca. Kısıtlılık olduğu kesin her açıdan ama kısıtlılık kararını göremiyoruz soruşturma dosyasında.
Fazla kalamıyorum ve çıkıyorum. Çıkışta kimliğimi kaybediyorum.
Ertesi gün, yeni kimlik başvurusu yapmak, geçici kimlik belgesi almak, mesleki dertlerimi anlatmak için İstanbul Barosuna gidiyorum. Başkan yardımcısı ile bizzat görüşüyorum ve yaşadıklarımı anlatıyorum. Agresif görünmemek için mizaha sığınıyorum.
Cezaevi içinde avukatları bloklara ulaştırma aracının, ne kadar döküntü ve kötü olduğunu anlatmak için, kendimi Meksika filminin içinde hissettiğimi, şoförün kapıdan uzak durmam konusunda uyardığını zira kapının her an ayrılıp düşebileceğini, bu nedenle daha önce cezaevi içinde avukatlara tahsis edilmiş olan İstanbul Barosu servis araçlarından birinin ring aracı olarak kullanılabileceğini söylüyorum ve talepte bulunuyorum.
“Ha bir de sebil koysanız” diyorum. Mesafeli ve taleplerimin gerçekleşmeyeceğini ortaya koyan İngiliz saygılılığı ile dinliyor Başkan Yardımcısı. Yine de anlatıyorum. Bizim büyük çaresizliğimiz ve anlamsız umutlarım.
Ömrümün en uzun sokağında yürüyorum . Yol üstünde, 1 aylık yeğenime bir hediye alıyorum. Bir bebeğin kokusuna sığınıyorum. Ömrümün en çaresiz, teslim alınmış, kimliksiz yolculuğunu yapıyorum.
İşte OHAL’de, bu haldeyim. Saygılar sunuyorum.
KAYNAK: HUKUK POLİTİK