Pazartesi günü başladığımız “Nasıl Bir Baro” söyleşi dizimizin son konuğu “Birlikte Yöneteceğiz” çağrısıyla seçimlere hazırlanan Hukukun Üstünlüğü Platformu’nun başkan adayı Av. Mehmet Sarı. Adaletin “Herkesin yasalar ile kendisine verilen haklarını kullanması olarak” tanımlandığını, ancak bu kavramın anlamının daha geniş olduğunu ifade eden Sarı aynı zamanda 2015 yılından bugüne Hukukçular Derneği Genel Başkanı olarak görev yapıyor.
Sayın Hukuk Politik okuyucuları, söyleşi dizimizde ufak farklılıklarla adaylara aynı soruları sormaya, eşit yayın süreleri vermeye azami gayret gösterdik. Hiçbir aday yayından önce diğer bir adayın verdiği cevapları görmedi. Dizimizin temel hedefi adayların yalnızca Baroya ilişkin vizyonlarını değil aynı zamanda hukuk siyasetine ilişkin bakışlarını da öğrenebilmekti. Bu söyleşilerin eleştirel hukuk çalışmalarına katkı sunacak bir kaynak ve arşiv olmasını diliyor ve umuyoruz.
Söyleşi dizimizin başından bu yana gösterdiğimiz eşitlik ilkesi uyarınca ve seçimlere herhangi bir aday lehine etkimizin olmaması için Av. Mehmet Sarı’nın söyleşisini de 24 saat yayında tuttuktan sonra Genel Kurul’un yapılacağı Cumartesi ve Pazar günleri söyleşilerin tümünü manşetimizden kaldırıyoruz. Okumak istediğiniz adayın söyleşisine “Söyleşiler” bölümünde ulaşabilirsiniz.
Özgürlük, eşitlik, adalet ilkelerini güçlendirecek bir Genel Kurul olması dileğiyle, tüm başkan adaylarına başarılar diliyoruz.
Mevcut Baro Yönetimi
Av. Mehmet Sarı kimdir, kısaca kendinizi anlatır mısınız? Neden aday oldunuz?
1975 yılı Çorum doğumluyum. 1997 yılında Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldum. İstanbul Barosuna kaydımı yaptıktan sonra kamuda avukatlık görevini üstlendim. 2005 yılından beri serbest avukat olarak mesleğimi icra ediyorum. Akademik anlamda; 2007 yılında İstanbul Kadir Has Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsünde “Özel Hukuk” alanında yüksek lisans yaptım, 2007–2010 yılları arasında Fransa’da Strasbourg (Robert Schuman) Üniversitesinde Fransızca eğitimi aldım ve Uluslararası Hukuk Master programını takip ettim. 2010 yılında Amerika Birleşik Devletleri, Kentucky / Louisville Üniversitesinde İngilizce eğitimi aldım. 2011 yılında başladığım Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde “Kamu Hukuku” üzerine doktora tezini tamamlayarak teslim ettim. İstanbul Barosu Avukat Hakları Merkezi’nde, İstanbul Barosu CMK servisinde görev yaptım. Bir dönem Yeşilay Şubesi Bahçelievler kurucu başkanlığı görevini yürüttüm. Halen Uluslararası Hukukçular Birliği kurucu üyesi, Fransa – Türkiye Öğrenci Konseyi üyesi, 2015 Nisan ayı itibarıyla da Hukukçular Derneği Genel Başkanı olarak görev yapmaktayım. Fransızca ve iyi düzeyde İngilizce bilmekteyim. Evli ve üç çocuk babasıyım.
Hukukun Üstünlüğü Platformu’nda seçime girecek listeyi belirleme süreci nasıl işliyor?
Hukukun Üstünlüğü Platformu’nda, birkaç liste belirleme yöntemi bulunmaktadır. Örneğin birkaç kez ‘ön seçim’ metodu uygulanmıştır. Bu metodun artı ve eksileri görülmüştür. Bu seçimlerde ise Hukukun Üstünlüğü Platformu’na yıllarca emek vermiş kendi içimizde ‘akil heyet’ diyebileceğimiz üstatların öneri ve tavsiyeleri çerçevesinde şahsımın da fikri ile birlikte liste belirlenmiştir.
Hukukun Üstünlüğü Platformu’nun ağırlıklı olarak muhafazakâr dünya görüşüne sahip avukatlardan oluştuğuna dair tespitler var. Buna katılır mısınız? Savunma mesleği ile muhafazakâr dünya görüşünün kesiştiği noktalar nelerdir?
Öncelikle “muhafazakâr ne demektir” buna bir bakmamız lazım. Günümüz dünyasında sağ kesim için muhafazakâr tabiri kullanılıyor. Ancak kelimenin iç anlamı ‘fikirlerini katı biçimde muhafaza eden’ demektir. Bu tabir avukatlık mesleği için oturmamaktadır. Fikirlerimiz özellikle Baro seçimleri sürecinde hukuk ve insan hakları temellidir. Modern dünya da kalıp fikirlerin kalmadığını görüyoruz. Bu nedenle savunma mesleğinin adalet ve insan hakları normlarınca temellendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
İstanbul Barosunda yaklaşık 14 yıldır Önce İlke Grubu yönetimde. Bu 14 yıllık yönetimi nasıl değerlendiriyorsunuz? Baro Yönetiminin başarı ve başarısızlık hanelerine neleri yazardınız?
Sizin de ifade ettiğiniz gibi 14 yıl gibi uzun bir süre Baro yönetimi tek bir grup tarafından yönetildi. Bizler, halen baroyu yönetmekte olan meslektaşlarımız ile farklı dünya görüşlerine sahibiz. Ancak bugüne kadar olumlu anlamda emeği geçen ve mesleğimize katkı sunan herkese teşekkür ediyoruz. Bununla birlikte, maalesef avukatların sorunlarının çözümü mümkün olmamış, aksine bu sorunlara her gün bir yenisi daha eklenmiştir. Mevcut yönetim, bir siyasi partinin arka bahçesi gibi çalışmakta, muhalif olmayı, özgürlükçü ve demokrat olmakla özdeşleştirmekte, kendileri gibi düşünmeyen meslektaşlarımızın Barodan uzak durmasına sebep olmaktadır. Bunun en önemli örneği başörtülü meslektaşlarımıza karşı bugüne kadar gösterilen olumsuz ve tahammülsüz yaklaşımdır. Biz artık bu yaklaşımın değişmesini istiyoruz. Bu nedenle öncelikli hedefimiz; farklı dünya görüşlerine sahip meslektaşlarımızın bir arada çalışabileceği, tüm meslektaşlarımızın rahatlıkla Baro Başkanı ve Yönetimi ile görüşebileceği, ötekileştirilmeden sorunlarına çözüm arayacağı bir barodur. Bu anlamda başarılı olabilirsek, çok daha güçlü ve etkin bir baro olacağımızı düşünüyoruz.
Sizce avukatların en önemli sorunları nelerdir? Bunlara ilişkin neler yapacaksınız?
Meslektaşlarımızın sorunlarını Platformumuz olarak birkaç başlık altında toplayabiliriz. Genç avukatların (mesleğinin ilk yıllarındaki avukatların sorunları), stajyer avukatların sorunları, CMK avukatlarının sorunları, kamu avukatlarının sorunları gibi. Her bir başlıkta adeta kronikleşmiş ve mevcut Baro yönetiminin gündemine dahi girmeyen onlarca sorun mevcut. Bunların hepsini gerek Yönetim Kurulu ekibimiz gerekse platform üyelerimiz aracılığıyla tespit ettik. Birçoğu vaatlerimiz ve programımıza dâhil edildi. Örneğin kamu avukatlarının vekâlet ücreti problemi, genç avukatlarımızın serbest çalışma karşısında yaşadıkları güçlükler, CMK ücretlerinin ödenmesinde yaşanan sorunlar, stajyer avukatların staj döneminde gerek sigortalılık gerekse hak ve yetkileri bakımından yaşadıkları sorunlar gibi birçok problem çözüme muhtaç durumda.
Baro yönetimlerinin bir listenin kazanması şeklinde değil de her kesimi temsil edecek şekilde (her listenin aldığı oy oranına göre tüm listelerden oluşması) düzenlemesi gerekliliğine dair öneriler var. Bu konuyu değerlendirir misiniz?
Bu sorunuz esasen 15 Temmuz darbe girişimi akabinde çok daha önem kazandı. Fikirlerdeki farklılıkların ön plana çıkarılmasından ziyade ortak noktalara vurgu ile birlik ve beraberliğin güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu noktada nisbi temsil diye adlandırabileceğimiz oy oranına göre, tıpkı parlamentoda olduğu gibi ‘her bir oyun dahi değerli olduğu’ temsil yöntemine geçilmelidir. Aksi halde kullanılan oyların %50’ye yakını Baro nezdinde temsil edilememektedir.
Baro yönetiminde organların oluşumu ve katılım konusunda model önerileriniz var mı?
Mevcut sistemde Barolar, Başkan ve Yönetim Kurulu tarafından temsil edilmektedir. Disiplin ve Denetleme Kurulu ise sadece listelerde yer almakta ancak etkin bir rol oynamamaktadır. Öncelikle Baro Yönetiminin de şeffaf ve gerçek manada denetlenebilir olduğunu tüm meslektaşlarımıza göstermemiz gerekmekte. Şayet bunu gerçekleştirebilirsek, bu takdirde meslektaşlarımızın Baroya olan güveni artacaktır. Diğer bir düşüncemiz ise; mesleki anlamda tecrübeli ve hukukun üstünlüğüne ve adalete ömürlerini adamış meslektaşlarımızdan oluşan bir İstişare Kurulu kurulmasıdır. Bu kurulda yer alacak üstatlarımızın görüş ve önerileri doğrultusunda, mesleğe yeni başlayan meslektaşlarımızın sorunlarına da daha hızlı çözüm bulma imkânımızın olacağı kanaatindeyiz. Kurul üyelerimiz ile genç meslektaşlarımızı bir araya getiren toplantılar organize ederek, mesleki dayanışma ve yardımlaşmayı da sağlayabileceğimizi düşünüyorum.
İstanbul Barosunun 2015 Haziran’ından sonra yoğunlaşan hendek savaşları, öz yönetim ilanları, canlı bomba/kitle katliamlarıyla ilgili olarak gösterdiği tavrı, avukatların yargılandığı davalarda aldığı tutumu “hukuk” cephesinden değerlendirir misiniz?
Az önce de ifade ettiğim gibi; mevcut Baro yönetimi, hükümete muhalif olmayı “özgürlük”, “tarafsızlık” ve “bağımsızlık” olarak nitelendiriyor. Oysa bu vermiş olduğunuz örneklerde, bizim kanaatimize göre tam olarak devletin yanında yer alınması gerekmektedir. Nedeni ise; “bağımsız bir baro” olabilmemin öncelikli şartının “bağımsız ve egemen bir devlet” olmaktan geçmesidir. Bu saydığınız örneklerde, terör örgütleri tarafından onlarca vatandaşımız katledilmiş, masum sivillerin, vatanı için gece gündüz demeden çalışan emniyet güçlerinin ve kahraman askerlerimizin canına kastedilmiştir. Ülkemizin içinden geçtiği bu zor süreçte vatanımızı korumak ve dış güçlerin müdahalelerine karşı birlik olmak bize göre “bağımsızlık” için ilk şarttır. Devletin politikalarına gelince; biz avukatlar, öncelikle Anayasa ile güvence altına alınan hak ve özgürlüklere sonuna kadar sahip çıkmalı, haksızlık ve hukuka aykırılıklara karşı ise sonuna kadar sesimizi yükseltmeliyiz. Ancak bunu yaparken, devletimiz tarafından, verilen mücadeleyi göz ardı edemeyiz. Mevcut Baronun savunduğu ilkeler, maalesef meslektaşlarımızın ve diğer toplum bireylerinin taleplerini karşılamaktan çok uzaktır. Bugün, terör örgütlerine karşı tüm siyasi partiler bir araya gelebiliyorsa, bizlerin de meslektaşlar olarak bir araya gelebilmemiz ve topyekûn mücadele etmemiz kaçınılmazdır. Ancak gelinen noktada, sadece kendisine oy veren meslektaşlarımıza karşı sorumlu olduğunu düşünen Baro, ben ve benim gibi düşünen binlerce meslektaşını görmezden gelerek hareket etmektedir. Bu nedenle öncelikle, devletimizin ve ülkemizin bölünmez bütünlüğüne kasteden her kim olursa olsun karşısında, devletimizin ise bu mücadelede her daim yanında olacağımızı belirtmek isterim.
Adliye girişlerinde avukatların aranması ve buna ilişkin itirazlar hakkında ne düşünüyorsunuz? İstanbul Barosu Yönetiminin bu konudaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biliyorsunuz avukatların İstanbul adliyelerinde aranmaya başlaması merhum Cumhuriyet Savcımız Mehmet Selim Kiraz’ın vahşice şehit edilmesinden sonra ortaya çıkan bir durum. Şehit eden militanların avukat kılığına girmiş olması neticesinde bir takım önlemler alındı. Burada terörle mücadele noktasında eğer ki hassasiyet güdülüyorsa, bu uygulama sadece avukat meslektaşlarımıza yönelik olmamalıdır. Zira bu olaylardan sonra bilindiği gibi yaklaşık 3.500 kadar hakim / savcı terör örgütüne üyelik nedeniyle meslekten ihraç edildi. Bu nedenle hassasiyetleri mesleklerle özgülemeden adliyeye giren herkes için aynı uygulamanın yapılması gerekmektedir.
İstanbul Barosu, stajyer ve mesleğe yeni katılan avukatların sorunlarıyla yeteri kadar ilgileniyor mu? Bu konularda ne yapmalı?
İstanbul Barosunun genç ve stajyer avukatların sorunlarıyla neredeyse hiç ilgilenmediğini söyleyebiliriz. Bir Baro düşünün ki mesleğe yeni başlayan üyesine hiçbir desteği yok. Stajyer avukatlara ilişkin bir komisyonu dahi yok. Burada milyonlarca lira geliri olan ‘Dünyanın en büyük Barosundan bahsediyoruz.’ Bu konuda mevcut halde başkanlığını yürüttüğüm Hukukçular Derneği bünyesinde yalnızca genç ve stajyer avukatlar için çalışmakta olan bir komisyon kurduk. Komisyonumuz bir çalışma raporu hazırladı. Hali hazırda Baro Başkanlığı sürecinde de en çok çalışmayı genç ve stajyer meslektaşlarımızın sorunlarına ayırdık. Çünkü bir yola nasıl girerseniz o şekilde ilerliyorsunuz. Mesleğe, meslek onuruna yakışır şekilde, staj döneminden borçlar olmadan, ofis, malzeme, sigorta gibi desteklerle başlarsanız hem mesleğin başında hem de ileriki yıllarda yaşanan birçok sorun ortadan kalkacaktır. Hem de avukatlığın özünde yer alan serbest avukatlık yapmanın da genç meslektaşlarımız için önü açılacaktır.
Size göre “Etkin bir Baro” nasıl olmalıdır, bize bir iki cümle ile açıklar mısınız?
Etkin bir baro için ilk şart; baro başkanı ve yönetiminin sahada olmasıdır. Bildiğiniz üzere bizim sahamız adliyelerdir. Baro binalarına kapanıp kalan bir yönetim ile sorunlar çözülemez. Kendisine aktarılan sorunları anlayan ve bu sorunlar ile bizzat muhatap olmuş kişilerin yani bizlerin bu sorunları çözeceğinden meslektaşlarımızın şüphe duymaması gerekir. Bir de avukatlık mesleğine saygının yeniden tesis edilmesi için, mesleki etik kurallarına riayet edilmesi sağlanmalıdır. Aksi takdirde, mesleğimizin geleceğinin tehlikeye gireceğini düşünüyoruz. Bu anlamda da vaatlerimizi hızla yerine getirip, kendimize yeni hedefler belirleyeceğiz.
Kazanmanız durumunda içinde bulunduğunuz bir önceki Baro Yönetimi’nden farkınız ne olacak?
Biz bu seçimlerde çok güçlü, genç ve dinamik bir kadro ile yola çıktık. Farklı dünya görüşlerinden, farklı kökenden meslektaşlarımız ile birlikte olmanın, seçim sonrasında da bize çok büyük kazancı olacağını düşünüyoruz. Kadromuzun eğitim kalitesi ve aynı zamanda sahada aktif görev yapan kişiler olması, her an meslektaşlarımızın rahatlıkla bizlere ulaşmasını sağlayacaktır. Ayrıca en önemli farkımız on kişilik yönetim listesinden, beş kişinin kadın meslektaşlarımızdan oluşmasıdır. Bizler için kadın meslektaşlarımızın da baro yönetiminde eşit oranda temsil edilmesi çok önemli. Seçilmemiz halinde, yönetimde yer alan meslektaşlarımızın, kadın meslektaşlarımızın sorunları ile birlikte ülkemizde yaşayan farklı kesimlerden kadınların sorunlarına da katkı sağlayacaklarını düşünüyoruz. Bu konuda yapılması gereken yasal düzenlemelerin tamamında kadın meslektaşlarımızın etkili rol oynayacağını belirtmek isterim.
Türkiye Barolar Birliği
Türkiye Barolar Birliği’nin faaliyetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Barolar Birliği 15 Temmuz sürecine kadar mesleğin sadece siyasete olan etkisiyle gündeme gelen, meslektaşlar için emek ve mesai harcamayan bir çatı örgüt görünümündeydi. Son dönemde yaşanan gelişmeleri ılımlı ve pozitif görüyorum. Barolar Birliği Başkanı Sn. Feyzioğlu mesleğin önemli bir sıfatını kullanmaktadır. O koltuğun gerekleri ve etkinliği çok daha üst düzeyde olmalıdır. Barolar Birliği hem meslektaşlara hem de yurttaşlara hukuk nezdinde daha çok temas etmelidir. Ancak kendilerini sahada göremediğimizi ifade etmek isterim.
Hükümetin hazırladığı taslakta “TBB’nin” oluşumu için dört yöntem öneriliyor. İ)Her baro iki delege ile temsil olur, ii)TBB baro başkanlarından oluşur, iii)TBB baro başkanları ve yönetim kurullarından oluşur, iv) Her baro genel kurulunun, avukat sayısına göre seçeceği delegelerden oluşur, Bu önerilerden hangisine sıcak bakıyorsunuz? Mevcut uygulama (iv) bendi olduğuna göre değişiklik arzusunun amacı sizce nedir? Bu modeller hangi sonuçlara yol açar?
Ben Baro Başkanları ve Yönetimlerinden oluşan bir Barolar Birliğinin daha uygun olacağı kanaatindeyim. Delege sisteminde, baroya kayıtlı avukat sayısı dikkate alınarak seçim yapılıyor ancak delegelerin, aktif olarak Türkiye Barolar Birliği ile teması mümkün olmuyor. Bu nedenle her baronun kendi bölgesinde çalışan meslektaşlarına gerekli katkıyı sunabilmesi için TBB’nin, Baro Başkanları ve Yönetimlerinden oluşmasından yanayım.
Yargı-Hukuk
Olağanüstü Hal Kanunu ilanı ve sonrasında gelen OHAL KHK’leri ve bunların uygulanma biçimlerine dair görüşleriniz nedir? Baro bu konularda nasıl bir tutum almalıdır?
Her fırsatta ifade ettiğim gibi OHAL bir hukuksuzluk hali değildir. Ülkemizin içerisinde bulunduğu ve aynı anda birden fazla terör örgütü ile mücadele ettiği bu süreçte OHAL uygulaması kaçınılmaz olmuştur. OHAL Anayasa’da düzenlenmektedir. Hiçbir devlet, vatandaşlarına, Cumhurbaşkanı’na ve Meclisine karşı böyle hain bir saldırı karşısında olağan hukuk kuralları ile bu sürecin devam ettirilebileceğini söyleyemez. Kaldı ki yaşanan süreçte 240’tan fazla insanımız yaşamını kaybetmiş, 2000’in üzerinde insanımız yaralanmıştır. Şehit ve gazilerimizin ailelerinin yaşadığı acıları kelimeler ile ifade etmek zor. Bu yaşananları unutup, olayı sadece OHAL çerçevesinden değerlendirmek, kanımca bizi bir adım ileriye götürmez. Aksine bu yaşananları her mecrada ve her fırsatta hatırlamak/hatırlatmak tüm vatandaşların ve yargının kurucu unsuru olan biz avukatların görevidir. Aksi takdirde, bu sürecin bittiğini ve tehlikenin geçtiğini düşünerek olayı unutturmamız, gelecek nesiller için “darbe” tehdidini devam ettirecektir.
Darbe girişimine katılmak iddiasıyla tutuklanan şüphelilerin adil yargılanma hakkının ihlal edildiği, işkence yapıldığı ve bu dosya avukatlarının savunma hakkının engellendiğine ve Baroların bu konulara ilişkin etkin araştırma yapıp tutum almadığına dair iddia, itiraz ve tespitler var. Bu iddialara ilişkin Barolar nasıl bir tutum almalıdır?
Bu iddiaları bizler de farklı kişi ve gruplardan duyuyoruz. Adalet Bakanlığı, bu iddiaların asılsız olduğunu defalarca açıkladı. Ancak bir kişinin bile adil yargılanma hakkı elinden alınıyor yahut suçsuz yere görevinden oluyorsa biz bu konuda mağdurun yanında olacağız. Çünkü hukukun hepimiz için gerekli olduğunu biliyoruz. Acı olan husus; 15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştiren vatan hainleri ve destekçilerinin, “kripto” olarak nitelendirdiğimiz bir yapı ile devlete sızmış olmaları. Bu yapı, 40 yıldır bu hain planı gerçekleştirmek ve ülkemizi ele geçirmek için çalışmış. Şimdi ise planları bu millet tarafından bozulduğu için, farklı yöntemler ile intikam almak için çalışmaktalar. Örneğin; cemaat denilen yapı ile bugüne kadar uzak yakın hiçbir irtibatı olmamış kişileri, sırf kendilerine destek olmadığı için cemaatçi olarak ihbar edenler var ve bu şikayetler bizlere geldiği gibi Sayın Başbakanımıza, Sayın Cumhurbaşkanımıza kadar gitmiştir. Nitekim yargılamaların adil ve hızlı bir şekilde yapılması, suçlu ile suçsuzun birbirinden en kısa sürede ayrılması hem bizlerin hem de siyasilerimizin ortak isteğidir. Bu konuda kuşkusuz en büyük görev yargı mensuplarına düşüyor. İşte bizim istediğimiz “bağımsız ve tarafsız yargı” burada çok daha büyük önem taşıyor. 15 Temmuz sonrasında görevden alınan 3000’in üzerinde hâkim var. Bu kişilerin hangisi suçlu, hangisi suçsuz biz bilemiyoruz ama büyük çoğunluğu hukukçu kimliği ile insanların hayatını karartan ve asla bağımsız olamamış kişiler. Devletimizin içerisine sızan bu kirli yapının yetiştirdiği hukukçuların, hukuksuzlukları nedeniyle yaşananların, bir daha tekrarlanmaması için var gücümüzle çalışacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.
Yargı ve hukukumuzun dünü, bugünü ve geleceği konusunda neler söylersiniz?
Öncelikle yargıya güvenin yeniden inşası çok çok önemli. Ayrıca yargı mensuplarının kendilerini mesleki anlamda yetiştirmelerinin de son derece önemli olduğunu düşünüyoruz. Son yıllarda özellikle AB müktesebatına uygun yasal düzenlemeler ile Türkiye önemli aşama kaydetti. Fakat maalesef sadece yasal düzenleme yapılması yeterli değil. Yasa uygulayıcılarının ve diğer kurumların uyum içerisinde çalışmasının sağlanması gerekiyor. Bir de yargılama sürelerinin yeniden ele alınması gerekiyor. Vatandaş bize geldiğinde ortalama bir davanın 1,5-2 yıla yakın süre devam ettiğini söylemek, karşı tarafın adalete inancını baştan kırıyor. Diğer bir olumsuz etkisi ise; avukatların mesleki tatminleri. Uzun yıllar sürüncemede kalan davalar, meslektaşlarımızın mesleki tatminleri ve hedefleri için son derece olumsuz sonuçları ortaya çıkarıyor. Bu nedenle seçilmemiz halinde, bu çalışmalara öncelik vereceğimizi belirtmek isterim.
Yargıya ve hukuka güvenin sağlanması için neler yapmalı?
Belirttiğim gibi; hızlı, adil ve tarafsız yargılanma vatandaşlar olarak hepimizin hakkı. Bizler bu haklarımıza sonuna kadar sahip çıkmalıyız. Ayrıca meslektaşlarımızın, kişisel gelişimi son derece önemli. Hâkimlerimizin her dosyayı bilirkişiye göndermesi, uzmanlık gerektirmeyen konularda dahi rapor aldırması ve maalesef çoğu zaman bilirkişi raporu doğrultusunda karar vermesi, haklarını mahkeme huzurunda arayan vatandaşlarımız için çok büyük bir soru işareti yaratıyor. Bu nedenle alanında hâkim hukukçuların yetişmesi için her türlü mesleki ve kişisel gelişimin önünü açacağız ve vaatlerimizde de belirttiğimiz üzere; yargılamaların hızlanması hususunda hâkimlerin de sorumlu tutulacağı bir sistem geliştirmek için yasal düzenlemelerin yapılmasını sağlayacağız.
Adalet kavramı sizin için ne anlama geliyor. Bir iki cümleyle özetlemeniz mümkün müdür?
Bilindiği üzere adaletin sözlük anlamı; “Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanmasıdır.” Ancak bu tanım bana göre biraz yetersiz kalıyor. Evet adalet, herkesin yasalar ile kendisine verilen haklarını kullanmasıdır. Ancak ben adalet kavramına sadece yasal düzlemde bakmıyorum. Hepimizin tekrarladığı bir söz var “Adil Bir Dünya İstiyoruz”. Bu sözün anlamını kavramamız için insana, insan olmasından dolayı saygı göstermek gerektiğini düşünüyorum. Kişinin yaşadığı çevre, siyasi görüşü, gelenekleri, etnik kökeni farklı olabilir ama öncelikle birbirimize insan olduğumuz için saygı göstermeyi, karşımızdaki kişinin yaşam hakkına müdahale etmemeyi, kendimiz için istediğimiz adaleti, karşımızdaki insan için de istemeyi öğrenmeliyiz. Bunları her birimiz önce kendi hayatımızda, kendi çevremizde uygulayarak işe başlayabiliriz.
Son sözler
Öncelikle bana bu fırsatı verdiğiniz için sizlere teşekkür ediyorum. Umarım yaptığım açıklamalar ile meslektaşlarımı aydınlatabilirim. Benim tüm meslektaşlarımdan ricam mutlaka sandıklara gitmeniz ve 22-23 Ekim tarihlerinde oylarınızı kullanmanız. Bu seçimde tüm meslektaşlarımızın oylarına talibiz. Seçilmemiz halinde, tüm vaatlerimizin hayata geçirileceğini ve Baromuzu hep birlikte yöneteceğimizi tekrar ifade etmek isterim. Saygılarımla.
KAYNAK: HUKUK POLİTİK