Olağanüstü Halden Diktatörlüğe Terörle Mücadele”

2004 yılında yayımlanan kitabı, İmge yayınları 2009 yılında Türkçeye kazandırmış. Yaklaşık 13 yıl önce yayımlanmış bir yayını kitaplığımıza almamızın nedeni ise, olağanüstü hal, hukuk devleti, terörle mücadele ve diktatörlük kavramlarının şu aralar ülkemizde son derece güncel olması ve kamuoyunda yoğun biçimde tartışılması. Ancak konu kuramsal çerçevede ve karşılaştırmalı olarak pek tartışılmıyor, tartışmalar daha çok OHAL uygulamalarına karşı nasıl pratikler geliştirilmesi gerektiği yönünde.

Oysa “hukuk düzeni, olağanüstü usulleri ve hukuk dışılıkları da kapsar mı? Olağanüstü hal olarak kavramlaşan hukuk dışılık hukuk düzeninin içinde midir? dışında mı? Olağaüstü hal ilanına ve gerekliliğine kim karar verir? Sınırlarını kim belirler?” soruları uzun yıllardır hukuk ve siyaset kuramı üzerine kafa yoran çeşitli kuramcıların ilgi alanında ve pek çok kavramın paradoksal biçimde ele alınmak zorunda kalınması sebebiyle konunun ilgi çekici bir cazibesi var. Bu anlamda kitabın gerek olağanüstülük kapsamında bir yandan dünya uygulamalarına yer vermesi, öte yandan konunun kuramsal boyutunu da tartışmaya çalışması, OHAL tartışmalarına farklı bir boyuttan bakmamızı sağlayabilir.

Konunun kuramsal boyutunu göz ardı etsek bile, kitapta asıl şaşırtıcı olan, günümüz Türkiyesinde hukuk alanında yaşananlara bakıldığında, kısaca “hukuksuzluk” diye tarif edebileceğimiz pek çok uygulama ve kısıtlamanın, neredeyse birebir bir şekilde çok daha önceden ABD ve AB ülkelerinde uygulandığını ve halen uygulanmakta olduğunu görmek olacaktır. Hatta yazarın devlet toplum ilişkilerinde hukuk ve yargının aldığı pozisyonu tartıştırırken çeşitli ülkelerden verdiği örnekler ve bu örneklerin günümüz Türkiye’siyle benzerlikleri, batı demokrasisi hayranı bazı okuyucuları hayal kırıklığına da uğratabilir.

Bu anlamda kitabı okuyunca göreceksiniz ki, ABD OHAL uygulamalarının da ötesinde pek çok hukuk dışılığı uygulamakta ve peşinden AB ve NATO ülkelerini de sürükleyerek (ya da adeta zorlayarak), 21. Yüzyıla uygun polis devleti uygulamalarının standartlarını oluşturmaktadır. Üstelik bu hukuk dışılıklar, bildiğimiz anlamdaki hukuk devletinin içine adeta “yedirilmekte”dir. Dolayısıyla kitaptaki örnekleri okuyunca, günümüz Türkiye’sinde son yıllarda yasal ve bu anlamda meşru hale de getirilmeye çalışılan evrensel hukuk ilkelerine ve hukuk devletine aykırı pek çok hukuk dışı uygulamanın, sadece Türkiye’yi yöneten iktidarın diktatörlük hevesinden kaynaklanan ülkemize özgü orijinal taktikler olmadığını, hatta geçici veya bugüne mahsus da olmadığını, tam aksine hukuk devletinin ve demokrasinin timsali sayılan başta ABD olmak üzere AB ve NATO ülkelerinin hukuk devletiyle bağdaşmayan pek çok uygulamayı, 11 Eylül saldırılarının hemen ardından güvenlik ve terörle mücadele adı altında çoktan hayata geçirmiş olduklarını ve halen uygulamaya devam ettiklerini görüyorsunuz.

188130b Yazar kitabında, bunun yanı sıra başta ABD olmak üzere AB ve onları örnek alan demokrasiyle yönetildiği iddiasındaki ama her türlü toplumsal muhalefeti kendi iktidarı için tehlike gören, ama açıkça diktatörlük de ilan edemeyen neredeyse bütün ülkelerdeki iktidarların, “terörle mücadele adı altında kamuoyunun itiraz edemeyeceği güvenlik paranoyasını işleyerek, tüm nüfusu kontrol altında tutma” şeklinde kısaca özetlenebilecek bir taktiği, iktidarlarını güvence altına almak ve sürdürmek için artık zorunlu gördüklerini ve amaçlarının, hukuk devleti devam ediyormuş gibi göstererek, polis devleti uygulamalarını ve hukuk dışı her türlü uygulamayı tüm nüfusa uygulayabilecek şekilde meşrulaştırmak olduğunu da ortaya koyuyor.

Yazara göre, “toplumun gözünde, terörle mücadele ve savaşın, terörist ve düşman kavramlarının özdeşleştirilerek, polise ve istihbarat birimlerine olabildiğince geniş yetkiler verilip, ceza hukuku ve ceza yargılama usulleri olağanüstüleştirilerek, kısaca hukukun meşrulaştırıcı özelliğinin siyasal iktidarlar tarafından sonuna kadar istismar edilmektedir. İnsanlar birbirlerine karşı ihbarcı hale getirilip, toplum polisleştirilmekte, yargı, iktidarı meşrulaştıran ve yürütme organının uzantısını oluşturan bir araç haline gelmektedir. Polisler yargıç yetkisine kavuşurken, yargıçlar polisleşmektedir.” İstisnanın kural haline getirilmesi ve önce yabancıların, sonra göçmenlerin kontrolü için vs. derken bir anda bilişim suçları, usul yasaları vs. yoluyla tüm toplum kontrol edilir hale getirilmektedir. Sürekli tehdit ve düşman yaratılarak olağanüstülük, olağanlaştırılmakta, insan hakları askıya alınmakta ya da büyük ölçüde kısıtlanmaktadır. Hukuk görüntüsü altında aslında hukuk askıya alınmaktadır. 

Yazara göre, ceza hukukunda yaşanan esaslı değişimlerle toplum devlet ilişkisinde değişiklik yaşanmaktadır ve küresel finans sermayesinin ihtiyaçlarına uygun olarak, yeni bir siyasal yapı kurulmakta, hukukun değişimi de bu yeni yapının meşrulaştırılmasına aracılık etmekte ve böylece sonuçta yargının araçsallaştırılmasıyla aslolan polise boyun eğiş olmaktadır. Kimin terörist olup olmadığına hükümetler karar vermekte, terörle mücadele sadece bir hakimiyet aracı değil, aynı zamanda bir hegemonya uygulama yolu olmaktadır.

Yazar, “terörle mücadele önlemleriyle toplum devlet ilişkisinin kesin olarak ters çevrildiğini, sivil toplumun siyasete karşı tüm özerkliğini kaybettiğini, devletin meşruiyetini kaynağı olan halkın egemenliği fikrinin terk edildiğini savunarak, vatandaşlığı bahşeden ve geri alan ve toplumu meşru kılanın iktidar olduğunu, iktidarın toplumu kendi modeline uymaya zorladığını ve yine eğer gerekirse suçlu olarak ilan edeceğini” de ifade ediyor. ( bkz. S. 260 )

Yine yazara göre, “Yasa, egemen toplumsal sınıflarla egemenlik altında olan toplumsal sınıflar arasındaki bir uzlaşmanın ifadesidir. Aynı zamanda yasa, toplumsal sınıflar arasında güç dengesini yönetmeye yarayan uzun dönemli bir metottur. Oysa usulün yasa üzerindeki egemen rolü (ve de terörle mücadele yüzünden olağanüstü usullerin egemenliği) siyasal ilişkileri yönetmenin kısa dönemli bir yöntemidir ve egemenlik altındaki sınıflarla olduğu kadar gücü elinde tutan bloğun formasyonu içinde de göreceli bir istikrarın sonunu ifade eder. Eğer yasa sınıflar arası mücadelenin denge noktasını kaybedip sabitliyorsa, olağanüstü usul bu istikrarı sorgular. Olağanüstü usul, sürekli bir kriz durumunun yönetilmesinin bir aracıdır.” (s. 260, 261)

Yazar, bu şekilde bir yandan olağanüstülüğün nasıl olağan hale getirildiğini açıklarken, öte yandan devletle toplum arasındaki egemenlik ilişkilerinin geleceğine yönelik kuramsal ağırlıklı bir tartışmayı da beraberinde yürütüyor ve okuyucuyu yaşananların sonuçlarını ve geleceğe etkilerini düşünmeye çağırıyor.

Sonuç olarak, özellikle dünyadaki olağan dışı hukuk ve usul uygulamaları konusunda bilgi sahibi olmak ve çalışma yapmak isteyenler kitaptan kaynak olarak yararlanılabileceklerdir. Öte yandan olağanüstülük uygulamalarından yola çıkarak, egemenlik hegemonya iktidar ilişkilerini tartışan Carl Schmitt ve Giorgio Agamben gibi kuramcıların görüşlerine de yer verilen kitapta, hukuk, iktidar, siyaset, egemenlik ilişkilerini ve birbirlerine etkilerini tartışmak isteyenler ile hukukun güvenlik ve siyaset ilişkileri çerçevesinde dünyanın gidişatına etkisini ve yönelimini anlamak isteyenler için de yazarın ortaya koyduğu tartışma ekseni oldukça ilgi çekici nitelikte.

Çeviren: G. Demet Lüküslü

270 Sayfa

İmge Kitabevi /2009

KAYNAK: HUKUK POLİTİK