Yeni Osmanlıcılık” son zamanlarda Erdoğan’ın gözde temalarından biri, malum. Ama hangi döneme referans verdiği muallak. Neredeyse yüz yıl süren Celali isyanları dönemine mi, kıymet bilmez yeniçerilerin isyanları dönemine mi, gazilerle, büyük ailelerle ya da ulemayla iktidarı paylaştığı dönemlere mi yoksa bunların bir kaçının çakıştığı daha zorlu dönemlere mi işaret ediyor, çok belli değil. Belki de kendisi için fark etmez. Kuruluş, yükseliş, duraklayış, gerileyiş dönemlerinden herhangi birisi olabilir, yeter ki Osmanlı İmparatorluğu bütün bu musibetlerle bir şekilde başa çıkmış olsun. Yıkılış dönemine gelince… Sadece Erdoğan için değil kurucu ideoloji için de kara bir leke Vahdettin. Sözünü etmeye değmez.

Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi tüm musibetlerle “başa çıkan” Erdoğan- Max Weber’in kullandığı anlamda kullanırsak- “karizmatik otorite”si ile, monarşi dönemlerinin çoğu zaman “geleneksel otorite”leri olan sultan/krallarından rol çaldığı gibi, Cumhuriyet’in kurucu ideolojisinin yöneticilerinin “karizmatik otoritesi” ni de kendine mal ediyor. Neredeyse tüm yetkileri kendinde toplayan bir “tek adam”a doğru hızla ilerlemesinin yanında Osmanlı mirasına sahip çıkarak bu mirasla kendisi arasında bir süreklilik algısı da yaratıyor. Bu anlamda da rejimin adının monarşi, meşrutiyet ya da cumhuriyet olmasının hiç bir anlamı kalmıyor.

Rejimin gerçekte ne olduğunu belirleyen şey yönetim şeklinin anayasada belirtilen tanımı değil, sistemin nasıl işlediği, belirgin yönlerinin ne olduğu ve iktidarın gerçekte nasıl şekillendiği. Buradan yola çıktığımızda da tartışılması gereken bir çok kavramla birlikte (demokrasi, otorite, egemenlik vs) başat olan başka bir kavramın daha tahlilini yapmak durumundayız: Bürokrasi.

Kafka’nın Dava’sında bürokrasi bireye işkence edip sonunda hayatını karartan görünmez bir güç olarak anılır. Üstelik romanda Bay K.’nın hayatını zindan eden bu bürokrasi bir metafor değil gerçeğin ta kendisidir; hiçbir temsil hiçbir dolayım içermez. Devletin kendisi bürokrasidir; bürokrasi de devlet. Sonunda devlet kazanır; Bay K. cellatlara teslim edilir. Devlet birey karşısında her zaman kazanandır.

Bürokrasi bazı durumlarda bireyin/yurttaşın ölümüne giden yolu açsa da çoğu zaman böyle olmamakla beraber, herkesin adını duyunca köşe bucak kaçtığı ve muhatap olmamak için bin bir takla attığı bir devlet etkinliği. Kimse bürokrasiyle, daha doğrusu devletle muhatap olmak istemez; çünkü bürokrasi öldürmese bile süründürür.

Bir de bürokrasiye başka bir açıdan bakalım. Ya da denize düşüp yılana sarılalım, olmazsa en azından iyimser ve/veya pragmatist olalım:

Modern devletin bürokrasisinin kurumsallaşmayı gerektirdiği malum. Kurumsallaşmanın da kişisizleştirmeyi gerektiği ortada. Bu da demektir ki modern devletlerde kişilerden çok kurumlar, karizmatik otoritelerden çok devlet gelenekleri ağır basıyor. Bu nedenle de bireyi zaten her durumda ezen bürokratik devlet aslında başka bir anlam kazanıyor. Yöneticilerin devletin gerisinde olduğu, “karizmatik otorite” den sıyrılıp birer memura dönüştüğü, devamlılık esasına göre de o memurun kolaylıkla başka bir memurla değiştirilebileceği, dolayısıyla da sürekli olanın yönetici değil devlet olduğu bir duruma işaret ediyor. Devlet bürokrasiyle özdeş ama “bürokratik devlet” yöneticilerle değil devletin kendisiyle özdeş hale geliyor.

Osmanlı İmparatorluğu’nda bu anlamda bir bürokrasi anlayışı gelişmedi elbette. Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’de de geliştiği söylenemez. Bu durumda Erdoğan her iki döneme de atıf yapabilir isterse. Sonrasındaki güçler dengesi daha farklı olsaydı ve herhangi bir iktidar Erdoğan kadar güç elde edebilseydi büyük ihtimalle yukarıda sözü edilen bürokrasi anlayışının yine esamesi okunmayacaktı. Başka bir deyişle sonraki dönemlerde hasbelkader devlet geleneklerine uyulmuş olması bir bürokrasi geleneğinden değil, zorunluluktan mütevellit olabilir. Halihazırda belki de bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti devletinde hiçbir zaman karşılık bulamamış bürokratik devletin yokluğu Erdoğan şahsında önümüze dikiliveriyor. Başka bir deyişle Erdoğan’ın tek adamlığa doğru ilerlemesinde böyle bir devlet tarzının kendisine oldukça yardımcı olduğunu görüyoruz.

Erdoğan’ın geleneksel otoritenin mirasını da kullanan karizmatik otoritesi elbette yalnızca bürokrasi yokluğundan kaynaklanmıyor. Egemenliğin neredeyse tamamına erişebilecek durumda olan iktidar gücünden de kaynaklanıyor.

İyi kötü bir anayasamız var çok şükür. Ama bu haliyle aslında olmasaydı daha mı iyi olurdu, görüşler çeşitlenebilir. Yine bir anayasanın olmuş olması ve bu anayasanın lafzında kuvvetler ayrılığı, cumhuriyet, millet iradesi vs’in geçmiş olması “egemen”in kim olduğuna dair herhangi bir sinyal vermekten uzak. Bu anlamda ister Nazi Almanyası ile ister faşizmle bir tutulsun Erdoğan’ı ayırt eden asli unsur “faşist” ya da “kendini bilmez kötü bir adam” olması değil, egemenliğe ne kadar sahip olup olmadığı. Weberyen anlamda bir “karizmatik otorite” varsa ortada, bu yöneticinin şahsıyla değil egemenlik derecesiyle ölçülmeli. Yani karizma yöneticinin kişiliğinden değil gücünden kaynaklanıyor.

Halihazırda Erdoğan’ın egemenliği de o kadar güçlendi ki – ister karizmatik deyin ister “reis”- belli dengeleri gözeten, devletle yurttaş arasına mesafe koyan, her durumda oturup kalkmasını bilen ve kendi içinde mutlaka bir rasyonellik taşıması gereken devlet aklını aştı, irrasyonelliğin pençesine düştü. Erdoğan’ın Hitler’le en yakın teması faşizmden ziyade olsa olsa egemenliğin kuvvet derecesinden kaynaklanan bu irrasyonellik.

Elimizin altında bir anayasa, bu anayasanın içinde güçler ayrılığı vs olması hiçbir şey değiştirmiyor. Herkes temsili demokrasinin bu cilvesine katlanmak zorunda; şanslıysanız eğer daha az güçlü bir yöneticiyle muhatap olabilirsiniz. Ama eğer böyle bir şansınız yoksa temsili demokrasinin cumhuriyeti egemenin her gücü kendinde toplamasına engel olamıyor. Bakınız: Sulh Ceza Mahkemeleri, bakınız: Anayasa Mahkemesi. Nedeni çok basit: Temsili demokrasi ve onun dayanağı anayasa buna cevaz veriyor. Yasallık mı? Elbette ki her şey yasal. Meşruluk mu? Bunu kim tartışabilir artık? Egemenin gözünü kırpmadan tutukladığı üyelere sahip Anayasa Mahkemesi mi? Ya da Cumhuriyet operasyonunda şüpheli gazetecilere ve yöneticilere “Neden devletçi çizginizi değiştirdiniz?”, Fethullah Gülen’e ilişkin bir haberle ilgili olarak “Neden Gülen’in fotoğraflarını kullandınız?” gibi akıl almaz sorulan soran ya da “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” başlıklı bir yazıyı “Yurtta Sulh Konseyi” ile ilişkilendiren Sulh Ceza Hakimleri mi?

Anayasa’da ifade edilen güçler ayrılığı gerçekse eğer bunca saçma soru neye tekabül ediyor? Bu şartlar altında ancak vicdanına sığınılabilecek bir yargıcın “Siz ne yapıyorsunuz?” diyebileceği ve bunu derken arkasına sığınabileceği bir yasal zemin var mı? Yoksa aslında güçler ayrılığı, temsili demokrasi, modern devlet dediğimiz şey tamamen bir güç ilişkisinden mi ibaret? Modernizmin getirdiği, Aydınlanmanın önümüze serdiği “modern hukuk” somut olayda kağıttan bir kaplan mı? Her durumda devlet aygıtı olarak bir bürokrasi kurumu olan yargı kendini fesih mi etti?

Erdoğan’ın şahsi tutumu ya da bugünlerde çokça ifade edilen“faşistliği” hiçbir şeyi açıklamaya yetmiyor gerçekten. Açıklanması gereken anayasal düzenin her şekilde cevaz verdiği bu kudrete karşı durmanın yollarını bulmak. Çünkü Erdoğan’ın egemenliği anayasa ya da diğer kanunları ezip geçecek ve hiçbir devlet geleneğini tanımayacak ölçüde güçlenmiş durumda. Başta yargı olmak üzere elbette. Devlet aklının gereklerini yerine getirmemesinin ya da irrasyonelliğin pençesinde olmasının eleştirisini kendisi yapar mı bilemeyiz ama bir şeyin irrasyonel olması gerçek olmadığını göstermez. Bizim açımızdan önemli olan -en azından şimdilik- Erdoğan’ı yasal sınırlar ya da devlet geleneği içine çekmek ve bu irrasyonelliğe rasyonel yanıtlar bulmak. Hiçbir şey yapamasak, başka bir dünyanın hayalinden çok uzak olsak bile iyi kötü bütün kazanımları boşa çıkaran bir “karizmatik otorite” ye biat etmek, edilmesine göz yummak yerine güçler ayrılığının altını oyan bu gözü dönmüş egemenliğe kendi sınırlarını bir şekilde hatırlatmak. Erdoğan’ın referanslarına karşı kendi referanslarımızı dayatmanın yollarını bulmak.

KAYNAK: HUKUK POLİTİK