MACHIAVELLI” NİN -İZM’İ

Sanırım tarih boyunca çok az düşünür, siyaset ve devlet konusunda onca kafa patlattıktan sonra, üstüne yapışan ve kuramlarına hiçbir şekilde karşılık gelmeyen tanımlardan Machiavelli kadar mustariptir. Yine bir çok düşünürün aksine adını neredeyse duymayanın olmadığı ama bu bilinirlikle ters orantılı olarak da bütün düşüncesinin tek cümlelik bir aforizmaya sıkıştırıldığı da yine yalnızca Machiavelli’dir.

Amaç için kullanılan tüm araçların mübah olduğu yönündeki bu amentü etik alanda “erdemli” kişinin benimsememesi gereken, kurnazlık, çıkarcılık, hilekarlık vs tüm ahlak dışı niteliklerle özdeşleştirilir. Bu alanda neredeyse “şeytani” bir anlama karşılık gelmesine rağmen politik alanda kullanılan şekli herhangi bir erdem karşıtlığına tekabül etmediği gibi bir siyaset yöntemi olarak ele alınır. İktidarın ülke için yararlı gördüğü her şeyin yasal olduğu ve “devlet yararı” adı altında yapılan her türlü faaliyetin hiçbir ahlaki ilkeyle sınırlı ya da bağlı olmadığı bir yöntemdir bu. Oysa Machiavelli hiçbir metninde “devlet yararı”ndan söz etmemiştir.

Yine özellikle 1980’den sonra yükselen Neoliberalizmle birlikte kavramın politik anlamı etik alanı da kapsamaya başlamış ve ideolojiye uygun biçimde insan davranışının nasıl yapılandırılacağı konusunda önemli bir rehber haline gelmiştir. Bu dönemde başarılı bir birey olmak için ilk başvurulan düşünürdür Machiavelli. Kişisel gelişim kitapları, başarı için izlenecek yolda Machiavelli’den yapılan alıntılarla dolar.

Elbette Machiavelli’nin, birey ya da devlet, herkesin işine yarayacak olan ve Rus devrimi sırasında da kendisine başvurulan bu “cep felsefesi” bir 20. yüzyıl eseridir. Örneğin Rousseau’nun halktan ve özgürlükten yana bir düşünür olarak okuduğu Machiavelli, 19. yüzyılın Fransız karşı devrimi sırasında, kitlelerin siyasete girmesini sağlayan bir demokrasi tellalı olarak değerlendirilmiştir.

Kavramın gerçek anlamını araştırmanın bir anlamı yok; çünkü Makyavelizm, herkesin bildiği bu anlamlarıyla o kadar özdeş hale gelmiştir ki sözü edilen tanımlarına aksi yönde bir anlam eklendiğinde kavram hiçbir şekilde değişikliğe uğramayacaktır. Bu nedenle bazı araştırmacılar Machiavelli’yi Makyavelizm’den ayırmışlar ve “Machiavelli’ye ait olan” üzerinden yol almışlar.

İKİ ARADA BİR DEREDE MACHIAVELLI

Skolastik düşüncenin meşruiyet fikri, iktidarı Tanrı’dan alan yöneticinin/hükümdarın yine Tanrı adına Tanrı yasasını, elbette Kilise’nin gözetiminde uygulayacak olandır. Halka düşen ise yönetici sınıfın (hükümdar ve soyluların) istediğini yapmak ve erdemli davranışın karşılığını öteki dünyada görmeyi beklemektir. Ancak yasanın ve kılıcın farklı ellerde olduğu, Tanrının yasasının hükümdarın kılıcıyla uygulandığı bu dönem; hükümdarın ve merkezi iktidarın güçlenerek, (Protestanlığın da etkisiyle) Kilise’nin etkisi azaltılarak yasa ve kilıcın aynı ele (hükümdara) geçtiği “modern devlet”le son bulur. Artık yasayı yapan da onu uygulayan da hükümdardır. Meşruiyet kaynağı artık Tanrı olmaktan çıkmış, yönetimin temel kavramları egemenliğe ve kamusal birliğe dönüşmüştür. Egemenlik, kutsal olanı ve olmayanı “modern devlet”e yerleştirmiş, devletin kendisi tek başına iktidarın aracı olarak meşrulaştırılmıştır. Ancak devletin güce dayanan ikitdarı ve otoritesi tek başına ve kendinden menkul bir meşruiyetiye ikna etmemiş olacak ki yeni bir meşruiyet kaynağı olarak “toplumsal sözleşme” ortaya atılmıştır. Monark ya da halkın, Monarşinin ya da Cumhuriyetin yeni meşruiyet kaynağı artık bu toplumsal sözleşmedir.

Machiavelli’nin “Hükümdar”ı da öncelikle Tanrıdan gelen meşruiyetin sonlandırıldığı ve iktidarın tamamen dünyevi otoritelere ait olduğunun ifade edildiği ilk eser olarak kabul edilir. Dolayısıyla Modernizm de Machiavelli ile başlar. Herhangi bir Tanrı otoritesini ve bu türden bir meşruiyet kaynağını kabul etmeyen, örneğin Hobbes ve Spinoza da Machiavelli’nin izinden gider. Ancak iddia edilen odur ki, Machiavelli henüz “modern” olmadığından, başka bir deyişle tarihsel olarak skolatik düşünce ve modernizm arasında durduğundan Tanrı meşruiyetini kaldırmış olmakla birlikte toplumsal sözleşme gibi modern meşruiyet kaynaklarını keşfetmeyi başaramamıştır.

Bununla birlikte Hobbes Tanrı’nın meşruiyetini reddederken iktidarın meşruiyetini toplumsal sözleşme ile sağlayanlardandır. Spinoza’da ise iktidarın- tıpkı Machiavelli’de olduğu gibi- herhangi bir meşruiyet kaynağı yoktur.

Ancak Cemal Bali Akal’ın “Machiavelli, Makyavelizm ve Meşruiyet Sorunu” başlıklı makalesinde bu tespite bir itirazı var. Akal Machiavelli’nin halk da dahil olmak üzere hiçbir meşruiyet fikrini kabul etmediğini, iktidarın güç ilişkilerine dayandığını iddia ettiğini, bu noktada da sadece skolastik meşruiyet perdesini değil, bütün meşruiyet perdelerini kaldırdığını ifade ediyor. Bu anlamda da Machiavelli’nin moderniyeti de aşarak ve modernite sonrasını da kapsayacak şekilde güç ilişkisini örten meşruiyet kavramını tamamen ortadan kaldırdığını belirtiyor. Dolayısıyla Machiavelli modern olamaz, çünkü modern olmak için modern meşruiyet düşüncesinden geçmesi gerekli Akal’a göre.

Bununla birlikte herhangi bir meşruiyet iddiasını ortadan kaldıran Machiavelli’de meşru şiddet/gayrimeşru şiddetin de bir anlamı kalmıyor; çünkü eğer iktidar güç ilişkilerinden başka bir dayanağa ihtiyaç duymuyorsa kullandığı şiddetin meşru ya da gayrimeşru olması da tartışma dışıdır artık. Şiddetin kaynağı da iktidarın kaynağı gibi güç ilişkileridir. Yönetici iyi ya da ideal bir gelecekle uğraşmaz, gücün ele geçirilmesi için uygulanacak yöntemle ilgilenir.

SİYASET PRAKSİSTİR

Yukarıda yaptığımız ayrıma göre “Machiavelli’ye ait olan” “yeni durumlara göre yeni biçim alma”, kolaylıkla “Makyavelizm”de “nabza göre şerbet vermeye” denk düşebilirse de bu yöntem kişinin, ulusun ya da hükümdarın göreli ya da anlık, gündelik siyasetini ifade etmez. Statik olmayan ve sürekli değişen tarih karşısında siyasetin de dinamik olması gerektiğini aksi takdirde tarihe karşı siyasetin direnç gösteremeyeceğini kasteder. Dolayısıyla zorunluluğa ya da doğaya karşı direnç göstermenin ve ulusun süreklililiğni sağlayarak onu zamana karsı korumanın yolu staik değil dinamik bir siyasetten geçer.

Tam da bu noktada Machiavelli için “iyi” olan şey, ahlaki bir erdemden öte siyasetin doğa ya da zorunluluk karşısında bir etkinlik olarak mevcut koşullar altında ulusu ayakta tutmaya en uygun direnme biçiminin geliştirilmesidir. Olması gereken bir iyi, doğru, güzel gibi kavramları dışlayan Machiavelli, olandan/gerçekten yola çıkarak bu ahlaki kavramları siyasetin ve tarihin dışına atar.

Sözkonusu ahlaki kavramlardan ziyade siyasi bir erdemden söz edilebilirse de Machiavelli’deki siyasi erdem yine siyasi etkinlikle ölçülür. Bu nedenle de Machiavelli’ye göre önemli olan erdemli insanların siyaset yapması değildir, doğa ya da zorunluluk karşısında etkin ve gerçek bir siyaset yapabilen kişi erdemli varsayılır. Dolayısıyla hükümdarlığın babadan oğula geçmesini savunmaz Machiavelli; sözü edilen siyasi etkinliği, dolayısıyla erdemi gösterebilecek herhangi bir kişi hükümdar olabilir. İşte kanbağına dayanan prense karşı Machiavelli’nin yeni “Prens’i budur.

Siyasi erdem etkin olmaktır, etkin olmak da bir praksis meselesidir. Yine Machiavelli’de savaş ve politika alanı Aristoteles’te olduğu gibi erdemin gösterileceği yer değil, tam tersine savaşta ve politikada etkinlikle erdemin oluşacağı yerdir. Bu nedenle de erdem verili bir değer değil üretilen ve yaratılan bir gerçekliktir. Siyaset de, siyasi erdem de, tarih de, birey de her zaman statik değil oluş halindedir ve siyaset gerçek olanın içinden geçen bir praksisten başka bir şey değildir.

BİR ÖZLEM OLARAK DEMOKRASİ

Machiavelli Okumaları” başlıklı makalesinde Tülin Bumin, Machiavelli’nin, dönemine hakim olan ideolojiyi yapısökümüne uğrattığını ifade ediyor. Machiavelli bir Cumhuriyetçidir ve en iyi Monarşi dahi Cumhuriyetin haiz olduğu özelliklere sahip değildir düşünüre göre. Bir “Prens/Hükümdar” halkına özgürlük veremez ama Cumhuriyetin kurumlarını ve bazı özelliklerini kullanarak güçlüler yanında halka yaklaşabilir ve bu yolla halkın onayını alabilir. Hatta ülke savunmasını paralı askerlere değil yurttaşlara bırakarak onlarda gerçekten yutttaş oldukları izlenimini yaratabilir.

Ama Machiavelli’nin kasttetiği Cumhuriyet, seçkinlerden oluşan, en iyiye ve en doğruya herkes için karar veren akillerden ibaret ve yeni durumların tehlikesine karşı gayet korunaklı ve statükocu bir Antik Yunan site cumhuriyeti değildir. Tam tersine belli sınırlar içinde birarada olma tarzının, herkesi ilgilendiren meselelerde herkes adına karar veren bir otorite olmamasının yani bir iktidar kurulmamasının yöntemidir sözünü ettiği. Kamusal meseleler kimsenin yetkisinde değildir ve özgürlük denilen mefhum birilerinin başka birileri adına ortak iyiye karar verememesinden doğar. Spinoza gibi Machiavelli de, daha doğru bir ifadeyle Machiavelli gibi Spinoza da, “çoğunluk” adına karar veren bir iktidardan/otoriteden değil, birlikte karar veren, bunun yoluna yordamına kafa yoran bir “çokluk”tan bahseder.

Ancak Machiavelli’de demokrasinin çoğunluk adına karar veren bir iktidarla ve onun temsil yetkisiyle birlikte anılamayacağı, otorite tarafından yapılan yasanın ise çatışmanın çözülmesi anlamına gelmeyeceğini Lefort söylemiştir. Ona göre Anayasa artık olmuş bitmiş ve meşru ile gayrimeşruyu kesin olarak belirlemiş, siyasetin ötesinde ve ona aşkın bir metin değildir. Aksine kamusal alan tam da neyin meşru neyin gayrimeşru olduğunun demokratik yollarla tartışılabildiği alandır. Monarkın bedeninden boşalan yerin temsil mekanizmasıyla doldurulması sadece iktidarın sembolik boyutuna işaret eder, demokrasiye/çokluğa değil.

BİRLİKTE DÖŞENEN TAŞ : SEKÜLARİZM

Machiavelli hayatının büyük bir bölümünü kamu görevlisi olarak geçirerek Floransa’nın çalkantılı siyasi tarihine kafa patlatıp dururken başka bir yerde çağdaşı bir din adamı tarihe koca bir şerh düşmektedir. Martin Luther Machiavelli okudu mu bilinmez ama Batının seküler tarihinin bu iki figürle yazılmaya başlandığını da kimse inkar edemez. Sadece Latince basılan İncil’i Almancaya çeviren Luther, bundan böyle kitapla kul arasında herhangi bir aracı bırakmamış, Hristiyanların kendi dillerinde okuyup kendilerince anlam çıkarıp uygulamalarına vesile olmuştur. Böylelikle de artık kutsal Kilise’nin önemi azalacak ve Tanrı ile kulu arasında aracı olma rolü fazlasıyla değer kaybedecektir. Luther’le birlikte Tanrı artık Kilise’nin inisiyatifinden çıkar ve her bir bireyin ruhuna aracısız nüfuz etmeye başlar.

Elbette Luther İncil’i çevirmekle ve Tanrı ile kul arasındaki aracıyı ortadan kaldırmakla kalmaz. Bir din adamı olarak tebasına bundan böyle dinin Tanrıyla birey arasında olduğunu, dünyevi meselelerde tek iktidarın dünyevi iktidar/kral/hükümdar olduğunu ve her Hristiyanın bu dünyada yaşarken dünyevi iktidara itaat etmesinin Tanrı katında en muteber davranış olduğunu salık verir. Din artık Tanrı ile kulu arasındadır, dünya da kral ile tebası arasında. Gücünü kaybetmeye başlayan Kilise’nin buna nasıl direndiği ve onyıllar boyu süren din savaşlarının sonuçları başka bir tartışma konusu olmakla birlikte laikliğin ilk tohumlarının Machiavelli ve Luther ile birlikte atıldığı ve bundan sonra Batı tarihinin bambaşka bir yöne gittiğini biliyoruz.

SONUÇ YERİNE

Nasıl olup da bu denli Cumhuriyet, demokrasi ve çokluk yanlısı Machiavelli bağlamından bu kadar saptırılarak “Makyavelizm” gibi hiç üstüne oturmayan bir dünya görüşünün müsebbibi olarak anılırken, Kapitalizmin ruhunu Protestanlıkla birleştirip bu dünyada kazanılan paranın Tanrı’ya hizmet etmek demek olduğunu ve ne kadar kazanılırsa bir gün Tanrının hizmetinde o kadar kullanılacağını – ki o zaman hala gelmemiştir- fikrinin öncüllerinden, dolayısıyla Batı ekonomik ve kültürel sömürgeciliğinin ve hegemonyasının müsebbiblerinden belki de ilki olan Luther neden hiç bu yönüyle anılmaz, gerçekten merak edilesi bir husus. Neden Luther Aydınlanma’nın atalarındandır da Machiavelli o Aydınlanmanın kötü çocuğu, istenmeyen bir komplikasyon, kötü bir yan etkidir? Kimbilir belki de hiçbir iktidar, hiçbir temsiliyet, gerçek demokrasi ya da çokluk karşısında tutunamayacağını bildi ve biliyor. Ve kendisine ortak olmayan ama gönüllerde yaşayan Tanrının dünyevi iktidara itaati zorunlu kılmasının her türden iktidarın ömrünü uzattığını da. Yoksa neden koskoca bir Aydınlanma anlayışının dinle esaslı (materyalizmde ısrarlı) bir derdi olmamış olsun ki?

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ

Cemal Bali Akal

  1. Machiavelli, Makyavelizm ve Siyasi Modernite Sorunu / Enzo Baldini

  2. Machiavelli, Makyavelizm ve Siyasi Meşruiyet Sorunu / Cemal Bali Akal

  3. Machiavelli Galiba Büyük Bir Şaka / Levent Yılmaz

  1. Makyavelyen Virtü / Solmaz Zelyüt

  2. Makyavelizm, Hikmet-i Hükümet ve Modern Devlet / Ozan Erözden

  3. Machiavelli Okumaları / Tülin Bumin

  4. Machiavelli, Fichte ve Siyasi Erdem / Türker Armaner

  5. Machiavelli ve İslam Dünyası: Modernitenin Genel Konularına Karşılaştırmalı Bir Bakış / Luigi Mascilli Migliorini

  6. Batı-Doğu Dikotonomisi Üzerine: Montesquieu’de Makyavelyen izler / Silvio Suppa

  7. XVI. Yüzyıl Makyalevisti Ivan Peresvetov’un Eserlerinde Yeni Prens’e Bir örnek Olarak II. Mehmet / Mark Youssim

  8. Luther ve Machiavelli / Kaan Harun Ökten

  9. Sonsöz ya da Türkiye’de Hükümdar Çevirileri / Cemal Bali Akal

MACHIAVELLI / Hazırlayan: Cemal Bali Akal

Machiavelli, Makyavelizm ve Modernite

Dost Yayınevi, 2014, 168 sayfa.

KAYNAK: HUKUK POLİTİK