14 Aralık 2015’te Şırnak’ın Cizre ilçesinde yaşanan hak ihlalleri avukatlar tarafından yapılan yürüyüş ve basın açıklamasıyla protesto edildi. Savcılık bu protestonun “örgüt propagandası” ve “2911 sayılı kanuna muhalefet” olduğunu iddia etti, İstanbul 36. Ağır Ceza Mahkemesi bu iddiayı kabul ederek, aralarında Ercan Kanar’ın da sanık olduğu 18 avukat hakkında yargılama başlattı. Aşağıda okuyacağınız metin Ercan Kanar tarafından “iddianamenin irdelenmesi hakkında” başlığıyla 08.11.2018 Perşembe günü davanın 2’inci duruşmasında mahkemeye sunuldu ve okundu. 27 sayfalık metni özetleyerek sizlere aktarıyoruz.
Öncelikle vurgulamak isteriz ki yapacağımız saptamalar bir savunma olmayıp iddianamenin sefaletini sorgulamaktır. Katliamlara, savaşa, diktatörlüğe karşı çıkmayı suçlayan; yani katliamları, savaşı, diktatörlüğü savunan iddianameyi sorgulamak, yargılamak bir hukukçu olarak görevimizdir.
Bu davada yargılanan avukatlar hukukçu avukatlardır. Nasıl hukukçu olmayan savcılar (ki bu iddianameyi hazırlayan savcı gibi) hukukçu olmayan yargıçlar varsa kuşkusuz hukukçu olmayan avukatlarda vardır. Bu davada yargılanan avukatlar neden hukukçulardır? Hukukçu avukat kimdir? Bu sorunun cevabını Napolyon döneminde Fransız avukat Berria vermiştir. O yaptığı savunmada, “biz avukatlar masanın üstüne iki şey koyarız. Bir tarafa gerçekleri diğer tarafa kellemizi” demiştir. Devamla “önce gerçekleri dinleyin sonra kellemizi alın” demiştir. Hukukçu avukatlar dünyanın neresinde olursa olsun diktatörlüğe, savaşa, katliamlara, ırkçılığa, şovenizme karşı çıkarlar. Savaş suçlarına, insanlığa karşı suçlara, barışa karşı suçlara, soykırımlara karşı çıkarlar. Ayrımcılığa, cinsler arası eşitsizliğe, nefret söylemlerine, doğaya karşı işlenen suçlara, hayvanlara karşı işlenen kötü muamelelere, yargısız infazlara, işkenceye karşı çıkarlar. Sömürüye, her türlü adaletsizliğe, OHAL rejimlerine, SKYNT’ye karşı çıkarlar. Hukukçu avukatlar; tüm dünyada dillerin ve halkların hak eşitliğini savunurlar. Tüm dünyada bir ağaç gibi hür ve bir ormanca gibi kardeşçe yaşamı özlerler.
Hukukçu avukatların görevi sadece duruşmalara girmek, cezaevleri ziyareti yapmak değildir. Duruşmalarda halkın hak arama özgürlüğünün sesi olurken, yaşamın her alanında da hak ve özgürlüklerin gür sesini her türlü rizikoya rağmen çıkarmayı düstur edinirler. Bu sadece bir hak değil görevdir aynı zamanda. Bu hak ve görev kaynağını sadece avukatlara ilişkin uluslararası metinlerden ve yasadan almaz. Aynı zamanda mesleğin doğasından, eşyanın tabiatından alır. İnsanlık tarihinin tüm önemli reform ve radikal değişim hareketlerinde hukukçu avukatların en ön saflarda ve belirleyici konumlarda yer alması tesadüf değildir. Bu hal böyle de devam edecektir.
Hukukçu avukatlar iktidar odaklarının maşası olmaz. Hangi iktidar, hangi parti egemen olursa olsun; iktidar zulmüne karşı çıkarlar. BM Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası sözleşmesine bağlı Sirakuza kurallarında savaş halinde dahi ihlal edilmeyecek sert çekirdek temel haklar olarak belirlenen hak ve özgürlüklerin sesi olurlar.
Bu dava hukuk tarihimizin yüz karası olan davalarından biridir. İddianameyi hazırlayan savcı iktidarın savcısı olduğunu “Budapeşte Savcılık Meslek Etik İlkeleri”ni çiğneyerek göstermiştir. İddianameyi kabul eden heyet ise “Bangalor Yargı Etik Kuralları”nı ihlal ederek, yargının bağımlı olduğunu ispat etmiştir. Yargıyı bir kılıç olarak kullanan devlet başkanı dahi Anayasa Mahkemesinin kuruluş yıl dönümünde ve İstanbul il kongresinde sözde manifesto açıklamasında; ‘ yargıyı daha bağımsız yapacağız’ diyerek yargının bağımlı olduğunu itiraf etmiştir. Yine “adalet çığlıkları her tarafa yayılmışsa orada zulüm var” diyerek adeta coğrafyamızdaki gelinen durumu itiraf etmiştir. Coğrafyamızın üstünlerin hukukunu değil hukukun üstünlüğünü savunan yargıçlara her zamankinden daha çok ihtiyaç var.
Cizre’de devlet güçlerince sivillere karşı “insanlığa karşı suç” işlenmiştir. İnsanlığa karşı suç 2005’te yürürlüğe giren 2004 tarihli Türk Ceza Yasasında da düzenlenmiştir. İnsanlığa karşı suç ulusalüstü insan hakları hukukunda; soykırım, savaş suçları, barışa karşı işlenmiş suçlarla birlikte Jus Cogens ( üstün normlar) düzenlemeleridir. İnsanlığa karşı suç soykırımla eşdeğerde suçtur. Yani suç üstü suç, suçların suçudur. Cizre’de devlet görevlileri neden insanlığa karşı suç işlemişlerdir? Bu sorunun yanıtına geçmeden önce hukukçu avukatlar neden insanlığa karşı suça karşı çıkar konusunu biraz daha açalım.
Avrupa Topluluğu Barolar Konseyi ( C.C.B.E) meslek kurallarına göre (28 Ekim 1988-Strazbourg) hukuka saygı ilkesi üzerine kurulmuş bir toplumda avukat önemli bir role sahiptir. Görevi kanun çerçevesi içerisinde sadece bir vekaletin sadık uygulaması ile sınırlı değildir. Bir hukuk devletinde avukat hem adalete hem de hak ve özgürlüklerini savunmakla yükümlü olduğu yargılamaya tabi kişileri için vazgeçilmezdir.
Keza ABBK avukatların özgürlüğü metninde de (1990) avukat işlevliğine ilişkin BM Genel Kurulu temel ilkeleri dikkate alınarak avukatların ve oluşturdukları meslek kurumlarının insan hakları ve temel özgürlüklerin korunmasındaki ana işlevlerinin altı çizilerek avukatlık mesleğinin özgürce uygulanmasına ilişkin genel ilkelerde şu önemli saptama yapılmıştır; Avukatlar düşünce, ifade, seyahat ve yerleşme, örgütlenme ve toplantı özgürlüğüne sahip olmalıdır. Ayrıca avukatlar özellikle yargısal reformlar önerme, adalet yönetimi ve yasalara ilişkin sorunlarda kamusal tartışmalara katılma hakkına sahip olmalıdır.
Keza 1991 Morelia ilkelerinde de (herkes için hak arama özgürlüğüne ilişkin uluslararası şart) savunmanın koşulsuz hak arama özgürlüğünün parçası olduğu vurgulanmıştır.
Keza avukatların rolüne dair temel prensipler olan “Havana Kuralları”nda da şu hususun altı çizilmiştir; “avukatlar diğer vatandaşlar gibi ifade, inanç, örgütlenme ve toplanma özgürlüğüne sahiptir. Avukatlar özellikle, hukukla, adalet sistemiyle ve insan haklarının geliştirilmesi ve korunmasıyla ilgili konularda kamusal tartışmalara katılma ve yasal faaliyetleri veya yasal bir örgüte mensup olmaları nedeniyle mesleki kısıtlamalara maruz kalmaksızın, yerel, ulusal veya uluslararası örgütler kurma veya bunlara mensup olma ve bunların toplantılarına katılma hakkına sahiptir.”
…
Söz konusu ihlaller (e.n.:sokağa çıkma yasaklarıyla beraber yaşanan hak ihlalleri) yüzlerce hukukçu avukatın ve çok sayıda demokratik sivil toplum kurumlarının bizzat olay yerlerinde yaptıkları incelemeler sonucu objektif olarak hazırladıkları raporlarla saptanmıştır. Örneğin İHD, TİHV, Diyarbakır Barosu ve MHD’nin 26.08.2015 tarihli raporu. Keza İHD,TİHV, Diyarbakır Tabip Odasının 20.11.2015 tarihli, 3-14 Kasım 2015 tarihinde uygulanan sokağa çıkma yasağı sırasında meydana gelen hak ihlalleri inceleme raporu, keza Güneydoğu Anadolu Bölgesi Belediyeler Birliğinin bölgesel hasar tespit raporu ( Ağustos 2015- Ocak 2016) ve sayısız raporlar.
Sokağa çıkma yasakları döneminde devlet güçlerince sivillere yönelik ihlallerle ilgili olarak BM İnsan Hakları Komiseri ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliği de insanlığa karşı suç kapsamında değerlendirmiştir. Kaldı ki AKP kurucularından ve ilk AKP hükümetlerinde başbakan yardımcılığı yapan Abdüllatif Şener’de bir basın ajansına verdiği röportajda konuyla ilgili şöyle demiştir; “……onun da ötesinde Bahçeli’nin Sur, Nusaybin ve Cizre’de söylediği gibi taş üstünde taş bırakmayın sözlerini yerine getirdi Erdoğan”
Sonuç olarak somut delilleri ile ortaya konan insanlığa karşı suçu teşhir etmenin, sorumlularını yargı önünde hesap vermeye davet etmenin suç olarak değerlendirilmesi ve bugün huzurunuzda sanık sıfatı ile bulunmamız iddianamenin sefaletinin en temel göstergesidir. Yargılanması gerekenler biz hukukçular değil, insanlığa karşı suç failleri ve emir verenleridir. Dolayısıyla asıl suç faillerinin olması gereken sanık kürsüsünde, hukukçular olarak bizlerin bulunuyor olması hukuki bir değerlendirme yapmayı gereksizleştirmektedir. Siyasal iktidara karşı demokratik eleştiri hakkımızı kullanmış olmamız suçluları sarsmış ve şok etmiş olabilir. Oysa vicdanları ve yargı faaliyetini yürütenleri asıl sarsması gereken sivillere karşı işlenen insanlığa karşı suç fiilleridir.