Türkiye’de 90’lardan Bugüne Avukatların Durumunun Ele Alınmasına İlişkin 1990-2002 Döneminin Tahlili

Türkiye’de yargının durumunu ve yargı faaliyetinde avukatların konumunun tahlili dört dönemde incelenebilir:

  • 1980-2000 arası (12 Eylül faşist askeri darbe koşullarının yürürlükte olduğu dönem)
  • 1990-2002 arası (Yargıda Kemalist-şoven dönem)
  • 2002-2016 arası (Fetullahçı savcı ve hakimlerin egemen olduğu dönem)
  • 2016-içinde bulunduğumuz dönem (şoven ve fundementalist AKP’li ve MHP’li savcı ve yargıçların egemen olduğu dönem)

12 Eylül askeri darbe döneminde başta Kürt muhalifler ve sol muhalifler olmak üzere tüm muhalifler Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerinde yargılandı. Sıkıyönetim Askeri Mahkemeleri, bir subay yargıç, bir yüksek rütbeli yargıç olmayan subay ve bir de yargılamayı yöneten sivil yargıçtan oluşmaktaydı. Bu dönemde tüm olağanüstü rejimlerde uygulanan klasik ‘düşmanla savaş hukuku’ yargı faaliyetine yansımıştır. İşkence ürünü ifadeler, yine işkence ürünü ve zorla kabul ettirilen emniyet tutanakları genel olarak ispat vasıtası olarak kullanılmıştır. Ancak şu hususu vurgulamalıyız ki askeri mahkemeler dahi o dönemde sahte kimlik yahut illegal bir doküman veya belge olmadan üyelikten ceza veremiyorlardı. İçinde bulunduğumuz dönemde -2016’dan bu yana devam eden bu dönemde- 12 Eylül döneminden farklı olarak coğrafyası çok genişletilmiş AKP’nin düşmanla savaş hukuku uygulanmaktadır. İçinde bulunduğumuz dönemde, örgüt üyeliğinden ceza almak için sahte kimlik şartı, illegal bir veri aranmamaktadır. Bugün ceza almak için AKP muhalifi olmak yeterlidir.

12 Eylül askeri darbesi döneminde avukatlar, çok zor koşullarda görevlerini yaptı. 30 günlük, 90 günlük gözaltı işlemleri yapıldı ve bu gözaltı süreçlerinde avukatlar müvekkilleriyle görüşemedi. Avukatların duruşmada yaptıkları savunmalardan dolayı da davalar açıldı. Sıkıyönetim mahkemelerinde davalara giren avukatlara vergi daireleri aşırı takibatta bulundu. Çoğu kez avukatların evlerinde ve bürolarında gizlice aramalar yapıldı. Gözaltına alınan kişilere sıkıyönetim mahkemelerinde sık sık davalara giren avukatlara vekalet vermemeleri için baskı yapıldı. Dünyanın en büyük barolarından biri olan İstanbul Barosu’nun başkanı Orhan Apaydın ve yöneticileri tutuklandı. Kürt illerindeki barolar üzerinde de büyük baskılar uygulandı. 12 Eylül askeri darbesi döneminde tutuklulara tek tip elbise dayatıldı. Tek tip elbiseyi kabul etmeyen tutuklular iç çamaşırlarıyla duruşmalara geldiler ve tek tip elbiseyi kabul etmedikleri için duruşmalardan atıldılar. Çoğu kez duruşmalar sanıkların yokluğunda devam etti. Müvekkillerinin salondan çıkartılmasına tepki gösteren avukatlar da çoğu kez duruşmalardan atıldı. Ancak şunu belirtmekte yarar var, bahsi geçen dönemde AKP iktidarı dönemindeki kadar çok sayıda avukat tutuklanmadı. Kuşkusuz zaman zaman gözaltına alınan, tutuklanan avukatlar oldu. 12 Eylül askeri darbesi döneminde tutuklular asker kişi sayıldı, duruşmalarda da savaş hali hükümleri sık sık uygulanarak savunmalar 10 dakikayla sınırlandı.

1990-2002 arası döneme gelince;

Bu dönem esas itibariyle Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerinin yerini Devlet Güvenlik Mahkemelerinin (DGM) aldığı bir dönemdir. DGM’ler ilk kez 1973 yılında kuruldu. Anayasa Mahkemesi, 1976 yılında DGM’leri Anayasa’ya aykırı bularak kapattı. 1982 Anayasası sonrasında Devlet Güvenlik Mahkemeleri anayasal kurumlar haline getirildi. Devlet Güvenlik Mahkemelerinde bir asker yargıç, iki tane de sivil yargıç bulunurdu. 1999 yılında asker yargıç, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nden çıkartıldı. Devlet Güvenlik Mahkemeleri döneminde Terörle Mücadele Yasası kapsamındaki suçlarda 7 ile 14 günlük gözaltı süreleri vardı. Olağanüstü hâl döneminde gözaltı süreleri bireysel suçlarda 15 güne, örgütlü suçlarda 30 güne çıkartıldı. 1997 yılında yapılan yasal değişiklikle Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin görevi kapsamında işlendiği öne sürülen suçlarda gözaltı süreleri 4 ile 7 gün arası oldu. Olağanüstü hâl ilan edilen bölgelerde ise bu süreler 4 ile 10 gün arası idi.

1990-2002 arasında yani ağırlıklı olarak Kemalist-milliyetçi savcı ve yargıçların egemen olduğu dönemde, DGM kapsamındaki suçlarda sanıkların gözaltında haklarını bilme hakkı yoktu. Gözaltında sanık – avukat görüşmesi yapılamıyordu. Sadece hâkim kararı ile gözaltı süreci uzatıldığında avukat müvekkiliyle görüşebiliyordu.

İçinde bulunduğumuz dönem kadar olmasa da 1990-2002 arası dönemde de çok sayıda gözaltı oluyordu. Özellikle Kürt muhalifler ve sol muhalifler sık sık gözaltına alınıyordu. Her yıl sadece İstanbul’da 25.000 civarında gözaltı vakası yaşanıyordu.

Avukatlar gözaltındaki müvekkilleriyle görüşmeye gittiklerinde güvenlik güçleri tarafından tehdit ediliyorlardı. Dava açılana kadar -şimdi olduğu gibi- dava dosyasıyla ilgili inceleme hakları söz konusu değildi. Çok sanıklı davalarda 15 günlük savunma süresi veriliyordu. Avukatların tanıklara doğrudan soru sorma hakları yoktu. Çapraz sorgu yapamıyorlardı. Ayrıca duruşmalarda siteno kullanılmıyordu. Duruşmalarda yapılan savunmalar ve taleplerin ses kaydı yapılmıyordu. Avukatlar savunmalarını duruşma katibine direkt yazdıramıyorlardı. Yargıç, istediği tarzda kısaltarak savunmaları tutanağa geçiriyordu. 12 Eylül askeri darbe dönemlerinde olduğu gibi 1990-2002 arasında da duruşmalardan sık sık avukatlar atılıyordu. Silahların eşitliği ilkesi asla söz konusu değildi. Avukatların tutuklama kararlarına itirazları gerekçesiz olarak reddediliyordu. Avukatların önemli davalarla ilgili kamuoyuna yaptıkları açıklamalara davalar açılıyordu. DGM’de davalara giren avukatlar, sanıklarla ve davalarla özdeş kabul ediliyordu. DGM’de davalara giren avukatlara ‘’terörist avukat’’ sıfatı takılıyordu. DGM yetkisi kapsamındaki suçlarda davalara giren avukatların içinde bulunduğumuz dönemde ve 12 Eylül askeri darbe döneminde olduğu gibi telefonları sürekli dinleniyordu.

1990-2002 dönemindeki avukatlar üzerindeki baskılara bazı örnekler;

  • 1999 Şubat’ında İzmir’de Avukat Betül Duran, mahkeme uygulamalarına yaptığı eleştiriden dolayı İzmir Ağır Ceza Mahkemesi’nde mahkemeye hakaret suçlamasıyla yargılandı.
  • 1999 Şubat’ında Abdullah Öcalan’ın tutuklanmasından sonra Diyarbakır’da 8 avukat 7 gün gözaltında kaldıktan sonra ağır ceza mahkemesinde sanık olarak yargılandı.
  • 1999 Eylül ayında çıkartılan bir kararnameyle önleyici dinleme kapsamında avukatların telefonlarının dinlenmesi resmileştirildi.
  • 1993 Kasım-Aralık aylarında 25 Kürt avukat günlerce süren işkence ve gözaltından sonra Diyarbakır DGM’de tutuklandı (Sabahattin Acar, Hüsniye Ölmez, Tahir Elçi, Mesut Beştaş, Meral Danış Beştaş, Vedat Erdem, Selim Kurbanoğlu, İmam Şahin, Arzu Şahin, Mehmet Arif Altunkalem, Fuat Hayri Demir, Baki Demirhan, Mehmet Gazanfer Abbasoğlu, Nevzat Kaya, Şinasi Tur, Niyazi Cem, Mehmet Biçer, Zafer Gür, Sinan Tanrıkulu, Feridun Çelik, Abdullah Akın, Edip Yıldız, Fevzi Veznedaroğlu, Cebbar Laygara, Sedat Aslantaş). Bu avukatlar Diyarbakır DGM’de PKK üyesi olmak ve yardım – yataklık yapmaktan yargılandılar. Biz de birkaç avukat meslektaşlarımızı savunmak için Diyarbakır’a gittik.
  • 1994 yılında Avukat Yusuf Ekinci, Ankara Gölbaşı’nda kurşunlanarak öldürüldü.
  • 1990’ların ilk yıllarında Elâzığ İnsan Hakları Derneği şube başkanı Avukat Metin Can, öldürüldü.
  • Aydın’da 21 Nisan 1998’de Zenfel Kaya’yı öldürmekle suçlanan polislerin davasında izleyici bölümünde oturan sivil giyimli 44 polis, Zenfel Kaya’nın ailesinin avukatlarına saldırdı. Daha sonra üniformalı polisler duruşma salonuna girerek hâkim ve avukatlara ve de gazetecilere saldırdılar. Avukatlar adliyeyi ancak savcı refakatinde terk edebildi. Avukatlara refakat eden savcıya, o sırada polislerden biri vurdu ve savcının o polisin gözaltına alınması talimatını vermesine rağmen o polis gözaltına alınmadı.
  • Avukat Kâmil Tekin Sürek 29.07.1999’da gözaltına alınan müvekkili Emek Gazetesi muhabiri Şahin Bayar’ı gözaltına görmeye gittiğinde İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Yazıcı tarafından tartaklandı.
  • 1996 yılında İstanbul Barosu’ndan Mustafa Ayzid Tokat ve Avukat Çiçek hakkında örgüt kuryeliğinden dava açıldı.
  • 1997’de Mayıs ayında Malatya’da bir itirafçının suçlaması dayanak yapılarak Avukat Hasan Doğan hakkında ‘’örgüte yardım ve yataklık’’tan dava açıldı.
  • 1999 Şubat ayında İstanbul’da Avukat Murat Çelik, Sakarya Cezaevi’nde kendini yakan Serpil Polat’ın cenazesinde polis memurlarınca dövüldü; daha sonra da Emniyet Müdürlüğü’ne götürülerek orada da hakarete uğradı ve dövüldü.
  • 1997 Ocak ayında Avukat Efkan Bolaç, Metin Narin, Alper Toge Soray, bir itirafçının ifadesine dayanarak gözaltına alındı, evleri basıldı. Avukat Ahmet Düzgün Yüksel hakkında örgüt üyeliği suçlamasıyla gıyabi tutuklama kararı çıkartıldı.
  • 1996 Aralık ayında Ankara’da Avukat Yusuf Alataş, Ankara DGM’de polis memurlarınca tehdit edildi ama polislere değil Yusuf Alataş’a ‘’polislere hakaret’’ten dava açıldı. Hakkında 2 ay hapis cezası verildi ve ceza paraya çevrildi.
  • 1990’lı yılların ikinci yarısında Diyarbakır’da avukat Sinan Tanrıkulu, Mahmut Şakar, Abdullah Çağar ve dört kişi daha gözaltına alındı. 10 güne yakın bir zaman Jandarma Karakolu’nun nezarethanesinde kaldılar.
  • 1997 Şubat’ında Avukat Eren Keskin bir röportajı nedeniyle Terörle Mücadele Yasası’nın 8. maddesi gereğince 1 yıl 40 gün hapis cezası aldı.
  • 90’lı yıllarda İnsan Hakları Derneği İzmir şube başkanı Avukat Ercan Demir hakkında, yaptığı basın açıklamalarından dolayı toplam 16 dava açıldı.
  • İzmir’de Avukat Kemal Kırlangıç hakkında 1999 Şubat’ında yazdığı bir kitap (Sanık Yasalar) nedeniyle yargıya hakaretten dava açıldı.
  • İstanbul’da 90’lı yıllarda İnsan Hakları Derneği İstanbul şube başkanlığı yapan Avukat Ercan Kanar hakkında 30’un üzerinde dava açıldı. Hakkında 25 davada beraat kararı verildi. 1994-1995’te Gündem Gazetesi’nde yazdığı iki yazı nedeniyle ‘’orduya hakaret’’ten 10’ar ay hapis cezası aldı, cezalar ertelendi. Yine 1988’de İstanbul – Tuzla’da polislerin açtığı ateş sonucu öldürülen dört sosyalistin ailesinin polislere karşı açtığı davada, müdahil avukatı olarak polislerin avukatlığını yapan eski bir MİT mensubunun avukatlara yönelik hakaretine verdiği cevaptan dolayı hakkında hakaret davası açıldı. 6 ay hapis cezası verildi, bu daha sonra para cezasına çevrildi.
  • İstanbul’da Avukat Mihriban Kırdök ve Avukat Ercan Kanar, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde takip ettikleri çok sanıklı bir davada, duruşma devam ederken müvekkillerinin askerler tarafından hakimlerin gözü önünde dövülmeleri ve hakimlerin olaya seyirci kalmalarının üzerine askerlerin ellerini tuttuklarından dolayı haklarında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde ‘’görevliye mukavemet’’ten dava açıldı. Yine Ercan Kanar hakkında DGM’de girmiş olduğu bir davada tanık olarak dinlenen işkenceci polise ‘’Bunun tanıklığı muteber değildir, bu işkencecidir.’’ dediği için hakkında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde ‘’görevli memura hakaret’’ten dava açıldı. Yine Ercan Kanar hakkında, İtirafçılık Yasası’na ‘’Bu ahlaki olmayan bir yasadır, devlet bu yasa ile ahlaksızlık yapmaktadır.’’ dediği için hakkında Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı.
  • İstanbul’da 1993 yılında bir yazısı sebebiyle Avukat Ahmet Zeki Okçuoğlu hakkında 10 ay hapis cezası verildi.
  • 90’lı yıllarda Ankara’da Avukat Sedat Aslantaş ve Avukat Hüsnü Öndül hakkında yakılan köylerle ilgili hazırladıkları rapor nedeniyle ‘’örgüt propagandası’’ndan gözaltı işlemi uygulandı ve haklarında dava açıldı.

İçinde bulunduğumuz dönemde ve 12 Eylül askeri darbe döneminde de olduğu gibi 1990-2002 arasında da Türkiye’deki yargı sisteminde ‘’BM Yargı Bağımsızlığına Dair Temel İlkeler’’, ‘’BM Avukatların Rolüne Dair Temel İlkeler’’, ‘’Turin İlkeleri,’’ ‘’Molierac İlkeleri’’, ‘’Avrupa Konseri Bakanlar Komitesi Avukatların Özgürlüğüne İlişkin Hükümetlere 9 No’lu Tavsiye Kararı’’ asla yaşama geçmedi. 90’lı yıllarda da birçok avukatın evi ve ofisi gizlice arandı.

Yaşama hakkı yok edilen, katledilen hukukçuların failleri bulunamamıştır. Gerek Metin Can’ın gerekse Yusuf Ekinci’nin katilleri bulunamamıştır. Devlet bugün olduğu gibi 90’lı yıllarda da katilleri korumuştur.

90’lı yıllarda da bugün olduğu gibi avukatlar üzerindeki baskılara karşı Uluslararası Af Örgütü, Sınır Tanımayan Avukatlar Birliği ve bazı Avrupa barolarından avukat grupları duyarlılık göstermiştir. Türkiye’de ise Barolar Birliği yönetimleri gereken duyarlığı göstermemiştir.

Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen 1990-2002 arasında 25 avukatın Diyarbakır DGM’de tutuklanması hariç, AKP dönemindeki kadar yaygın avukat gözaltı ve tutuklaması olmamıştır. Bugün yargı, son 40 yılın en kötü dönemini yaşamaktadır. Avukatlar da son 40 yılın en zorlu dönemini yaşamaktadır.

1990’lardan günümüze 2500’den fazla avukatın gözaltına alındığını tahmin ediyoruz. Yaklaşık 1000 civarında avukatın da tutuklandığını vurgulamak bir abartı olmayacaktır. Soruşturmalarda ve davalarda isnat edilen suçlamalar, ‘’örgüt üyeliği’’, ‘’örgüt propagandası’’, ‘’örgüte yardım ve yataklık’’ gibi dayanağı olmayan, girmiş olduğu davalardan ve yaptığı açıklamalardan kaynaklanan davalardır. Avukatlar üzerindeki baskıyı ve devletin avukat düşmanlığını kanıtlamak için Diyarbakır’da son zamanlarda yaşanan bir tutuklama olayını vurgulamak yeterlidir: 2019 yılında Diyarbakır’da Avukat Keziban Yılmaz örgüt üyeliği suçlamasıyla tutuklandı. Tutuklama kararında; Avukat Keziban Yılmaz’ın avukat olduğu tarihten bu yana hangi davalara girdiğinin tespit edilmesine, cezaevlerinde hangi tutuklularla görüştüğünün listesinin çıkartılmasına, vergi dairesine yazı yazılarak Keziban Yılmaz’ın avukat olduğu tarihten bu yana vergi ödeme durumunun incelenmesine karar verildi.

Son 40 yılın yargı açısından en kötü sürecin yaşandığı, avukatların koşullarının çok daha ağırlaştığı bu dönemi de tüm baskılara rağmen mutlaka vereceğimiz mücadeleyle aşacağız.