Türkiye’de cezaevleri her daim iktidarların faşizan suç ve ceza infaz politikalarından dolayı devasa problemli olmuş, cezaevleri azaphaneye dönüşmüştür.

Bugün de insan hakları açısından cezaevleri en problemli dönemini yaşamaktadır. AKP iktidarının düşmanla savaş hukuku sınırlarını daha da genişleterek; AKP politikalarını eleştiren herkesi düşman görerek, yargıyı bu yönde kılıç olarak kullanması sonucu 400’e yakın cezaevleri tıklım tıklım dolmuştur. Tutuklu ve hükümlü mevcudu 300 bin civarındadır. On suçtan ikiyüz bin hükümlü vardır. Yüz bine yakın insan da tutuklu olarak yargılanmaktadır. Yetmiş bine yakın esas olarak siyasi tutuklu ve hükümlü vardır. Cumhurbaşkanına hakaretle ilgili 20 bin ceza dosyası vardır. Şu anda Türkiye’de ayda yaklaşık iki bin kişi tutuklanmaktadır. Mahkemeler tutuklama fabrikası gibi çalışmaktadır. İktidar sözcüleri daha geçen yıl 137 yeni cezaevi yapılacağını marifetmiş gibi açıklamışlardı. Dört yüze yakın cezaevinin sadece elli altısı açık cezaevidir. Kırk üç Avrupa ülkesi içinde en çok hapishane Türkiye’dedir.

Zaten hiçbir zaman asgari standartlara ulaşmamış hijyen, beslenme, tıbbi bakım, iletişim, havalandırma, yatak sorunları bugün cezaevlerinde en sefil dönemini yaşamaktadır.

Şu anda tüm dünya insanlığı bilim insanlarının da vurguladığı gibi yaşam hakkına yönelik, 2. Dünya Savaşından sonraki en büyük tehlike ve tehdidi yaşamaktadır. COVİD-19 virüsü insanlık için son 75 yılın en büyük tehdididir. Kabul etmek gerekir ki, tüm insanlık için büyük tehdit olan bu küresel bela koşulların kötülüğü nedeniyle en çokta özgürlüğünden yoksun olan cezaevindeki insanların yaşam hakkını tehdit etmektedir.

Yaşam hakkını korumak; suç, suçlu ayrımı yapmadan; dil, cins, ırk, ideoloji, siyasi görüş ayrımı yapmadan devletin birinci görevidir. Bu görev böylesine olağanüstü kriz dönemlerinde daha da hayati bir zarurettir. Böylesi olağanüstü felaketler gündeme geldiğinde yaşam hakkını korumak için olağanüstü özgürlükçü çözümler şarttır. Görevdir. İnsanlar için haktır. Örneğin 1591 yılında İstanbul’da veba salgını çıktığında Padişah 3. Murat dahi tüm hapishaneleri boşaltmıştı.

Başlıkta iktidarın infaz düzenleme tasarısını ayrımcılık yaptığı için gayri insani olarak ifade ettik. Yaşam hakkı tüm hakların temelidir. Yaşam hakkında hele böylesi süreçlerde asla ayrım yapılamaz. İktidarın tasarısı başta siyasi suçlar olmak üzere bazı suç tiplerini infaz düzenlemesinin dışında tutan tasarıdır. Faşizan bir bakış açısıyla hazırlanmıştır. Kaldı ki, siyasi suçlu denenlerin hemen hemen hepsi dürüst olmayan yargılamalarla özgürlüğünden yoksun bırakılmış, düşüncelerinden, kanaatlerinden dolayı, demokratik eleştiri haklarını kullandıklarından dolayı tutuklanmış kişilerdir. Diğer suç tiplerinin ise nedensel kökeninde sosyo-ekonomik sistemin, eğitim sisteminin bozukluğu yapmaktadır.

İktidarın ayrımcı tasarısı Anayasaya, İHEB, BM Kişisel Ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesine, BM Cezaevlerine İlişkin Asgari Standart Kurallara, AİHS’e, infaz kanununa, Avrupa Cezaevi Kurallarına, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Tavsiye Kararlarına, BM Tıbbi Etik İlkelerine, Anayasa Mahkemesi’nin geçmişte benzeri konulardaki kararlarına tamamen aykırıdır.

Bağlayıcı belgelerin içeriğine geçmeden önce infaz hukukunun evrensel ilkelerine kısaca değinelim. Yasaların başta gelen nitelikleri; eşitlik, objektiflik ve genelliktir. İnfazda suç ve suç türleri değil ceza esas alınır. Çünkü cezadan sonra artık suç ile devletin ilişkisi bitmiştir. Sadece kişiden ceza alacağı ilişkisi vardır. Ceza devlet ile vatandaş arasındaki ilişkiyi ifade eder. Af veya şartlı salıverme indirimi ise devlet ile suç işleyen vatandaş arasındaki ceza ilişkisini düzenleyen kurumlardır. Bu kurumlar suçu değil cezayı ortadan kaldırır. Bu kurumlar uygulanırken kriminolojide yeri olmayan ayrımlar yapılmaz.

Olağanüstü buhran dönemlerinden geçilirken af ve benzeri indirim kurumları kamu yararı için, toplumsal barış için gündeme getirilir. Hele hele yaşam hakkı önünde bir felaket var ise bu kurumların işletilmesi hayati ihtiyaçtır. Ünlü ceza hukuku filozofu Jering’e göre “Af hukukun emniyet sibobudur”, normale dönüş aracıdır. Bu uygulamalardan siyasi suçlular asla dışlanamaz. İlk çağda ve orta çağda siyasi suçlu toplum düşmanı olarak kabul ediliyordu. Daha sonra infaz hukukunda bu anlayış değişti. Ünlü düşünür Durkheim “Siyasi suç sosyal gelişme için yararlıdır” demişti. Siyasi suçlu gerçekte bir suçlu değil siyasi mücadelede şimdilik yenik düşmüş kişidir. Muhafazakar Prof. Ali Fuat Başgil de “Siyasi suçlarda bir ahlaki yoksunluk yoktur” demişti. Yani siyasi suçlu kanaatinden dolayı bugün için suçludur, yarın durum değişebilir demiştir. Dolayısıyla mevcut iktidar tasarısı ilk çağ ve orta çağdaki siyasi suçluyu düşman gören bir anlayışla düzenlenmiştir.

İnfaz hukukunda; infazda eşitlik evrensel bir ilkedir. Nitekim infaz kanununun infazda temel ilkeyi düzenleyen 2. maddesi şöyle diyor; “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar, hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefi inanç, milli veya sosyal köken ve siyasi veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçler ve diğer toplumsal konumları yönünden ayrım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır.

“Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.” Şimdi iktidar bu yasayı çiğniyor. Ötelediği suç tipleri için, insanlık dışı, zalimane, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranış gösteriyor.

Bu tasarı İHEB’in “Hiç kimseye, işkence, zalimane, gayriinsani, haysiyet kırıcı cezalara ve muamelelere tabi tutulamaz” ilkesini de ihlal ediyor.

Bu tasarı ayrım yaptığı için BM KSHU sözleşmesinin insanlık dışı muameleyi yasaklayan 7. maddesine, keza yaşam hakkını vurgulayan 6. maddesine, kişi özgürlüğü ve güvenliğini teminat altına alan 9. maddesine, ayrımcılık yasağını düzenleyen 26. maddesine de aykırıdır. Bu sözleşmeye göre; “Hiçbir istisnai durum, ne harp hali, ne de bir harp tehdidi, dahili siyasi istikrarsızlık veya her hangi başka bir olağanüstü hal işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez”. Tasarıdaki ayrım bir anlamda işkencedir.

Tasarının ayrımcılığı AHİS’in yaşam hakkını düzenleyen 2. maddesine, özgürlük ve güvenlik hakkını teminat altına alan 5. maddesine, ayrımcılık yasağını düzenleyen 14.maddesine de tamamen aykırıdır.

Tasarının bakış açısı ve ayrımcılığı; “insan haklarına dayalı demokratik hukuk devletini” vaaz eden Anayasanın 2. maddesine, eşitlik ilkesini düzenleyen 10. maddesine, temel hakların korunmasını düzenleyen 12. maddesine, yaşam hakkını teminat altına alan 17. maddesine, kişi özgürlüğü ve güvenliğini düzenleyen 19. maddesine, herkesin sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını düzenleyen 58/2 maddesine de tamamen aykırıdır.

Anayasa Mahkemesinin bir kararına da atıf yapalım; “Bir tek kişiye veya bir takım topluluklara aynı durumda bulunan yurttaşlardan daha veya daha geniş hak ve yetkiler tanımak yolu ile kanun karşısında eşitlik ilkesinin çiğnenmesini anayasamız yasak etmiştir.” (29.11.1966,966/11-44 K.)

Tasarı BM Tıbbi Etik İlkelerine de aykırıdır. Bu ilkelerde ne diyor; “tutuklu ve hükümlülere sağlık hizmeti açısından tutuklu bulunmayan kişilere yapılan bakımla aynı hizmet verilmelidir”. Kuşkusuz bu da devletin görevidir.

Yine BM Asgari Standart Kurallarına göre de sağlık hizmeti açısından asla bir ayrımcılık olamaz.

Türkiye’de iktidarlar hak ve özgürlükler açısından hep çifte standart, ayrımcı politikalar üretmişlerdir. Hak ve özgürlükleri kendi yandaşları için düşünmüşler, siyasi muhalifler için ise faşizan politikalar uygulamışlardır. İktidarların ötekileştirici kültürü maalesef topluma ve hatta bazı muhalif kurumlara da yansımıştır. Bugün tasarı başta siyasi suçlular olmak üzere bazı suç tiplerini dışlarken, bazı kurum ve kesimler de kendi çifte standartlarını yaratarak ayrımcı öneriler yapmaktadırlar. Oysa içinde bulunduğumuz olağanüstü küresel virüs tehlikesi sürecinde virüs ayrımsız davranıyor. Bu yönüyle belki ayrımcılara örnek ders veriyor.

Ayrımsız bir genel af veya tutukluların tutuksuz yargılanmak üzere derhal serbest bırakılması, hükümlülerin de ayrımsız bir şekilde denetimli serbestlikle serbest bırakılması, İmralı da dahil olmak üzere bütün hapishanelerin boşaltılması; bilimin, aklın, tıbbi zaruretin, insan haklarına dayalı hukukun ve insani vicdanın gereğidir.

Kaynak: demokrathaber.org