Ercan Kanar’ın “Filozofça Hukuk Felsefesi-Marx ve Engels’in Hukuk Teorisi” başlıklı kitap için yazdığı önsöz metninin ikinci bölümünü yayınlıyoruz. “Filozofça Hukuk Felsefesi” başlıklı ilk bölümü okumak için aşağıdaki linke tıklayınız. 

Filozofça Hukuk Felsefesi

Suçlar bilimi (kriminoloji) suçların kökeninin toplumsal olduğunu kuşkuya yer vermeyecek şekilde saptamıştır. Suç olan eylemler kökünü toplum düzeninden alır. Ünlü cezacı Alfieri “Suçu toplum hazırlar, birey işler” demişti. Toplumsal düzendeki bozukluklar adaletsizlikler bireyi “suç” denen toplum karşıtlığına itmektedir. Toplumsal yapıda bunu sürekli üretmektedir.

Felsefi olarak insan hakları açısından suç, ceza, cezaevi kavram ve olgularını cesaretle tartışmalıyız. Suçlara karşı toplumsal savunma devletlerin iddia ettiği gibi ceza evinde mi yerine getirilir, yoksa cezaevi dışında her yerde mi? Devletin taş ve demirden yapılmış cezaevlerini mi çözüm göreceğiz, yoksa geleneksel ceza hukukunun yerine bireyi koruyan, dönüştüren bir toplumsal savunma hukukunu mu insan hakları açısından geliştireceğiz? Suça göre ceza mı yoksa bireye göre önlem mi?

İnsan hakları açsından amaç kamuyu savunmak mı olmalı yoksa suçluyu tanımayan ve tanımayı ret eden topluma karşı bireyi korumak toplumsallaşıncaya deyin bireyi iyileştirmek mi olmalı? Toplum suçluyu toplumdan dışlayarak mı korur, topluma yeniden döndürerek mi?

İnsan hakları açısından geleneksel ceza hukukunun yerine ondan daha geniş alanı kapsayan özerk ve bağımsız bir toplumsal savunma hukukunu koymak zamanı gelmemiş midir? Böylesi bir yaklaşım da nesnel nitelikteki zarar ya da tehlike ölçütüne dayanan suça dolayısıyla suçlu, sorumluluk ve ceza gibi yapay ve yüzeysel kavramlara yer yoktur. Buna karşılık “toplum yaşamına karşıtlık” öznel ve bilimsel değerlendirmeye dayanan bir kavramdır. Esas olan “toplum yaşamına karşıt” bireyin kişiliği çözümlenmeli, ona ceza değil kişiliğine uygun eza içermeyen toplumsal savunma önlemleri uygulanmalıdır.

Şu andaki egemen ceza hukuku anlayışına göre yasa yasakladığı eylemleri belirtmiş ve onları “suç” diye çeşitli kategorilerde değerlendirmiştir. Kim ki onları işler suçlu sayılır sorumlulukta eylem olarak suça yeni yol açılan zararın nitelik ve niceliğine göre oranlanmış bir ceza ile yaptırıma bağlanmıştır. Mevcut anlayış hukuk sisteminin odak noktası olarak özneyi değil, varlık ya da çıkarların nesnel korunmasını temel almaktadır. Devlet de cezalandırma hakkını buradan almaktadır. Oysa bu tür sorumluluk ve ceza anlayışını eleştirmeliyiz. Devletin cezalandırma hakkı olmamalıdır. Zarar ve tehlike ölçütünün yerini etkin öznenin kişiliğinin toplumsal ve aynı zamanda insancıl, doğacı değerlendirme anlayışı almalıdır. Böylece olaya bağlı cezai sorumluluk kavramını kaldırmak gerekmektedir. Çünkü insan ve toplum gerçekliğine bağlı ve çok daha geniş bir kavram oluşturmak gerekir ve bunlarda öznenin toplumsallığı ya da toplum yaşamına karşıtlık kavramlar olarak kabul edilebilir. Bu görüşün ısrarcı savunucusu Filippo Gramatica’ nın özellikle vurguladığı gibi “Toplum yaşamına öznel karşıtlık” zarara göre sorumluluk kavramının yerine geçince o zaman özneye uygulanacak olan yaptırımları karşılayan sistemi ve ölçütleri de değiştirmek gerekir. Yani cezanın yerine başka şeyler. Ceza teşkil etmeyen önlemler toplum savunması, insan ve toplumsal varlık olarak bireyde yoğunlaşınca ceza sonucuyla sınırlandırmaz o artık toplum savunmasıyla birlikte suç öznesinin iyileştirilmesine, topluma dönmesine ve özellikle bireyi topluma karşı kılmış olan nedenlerin önlenmesine yönelik olmalıdır. Cezai sorumluluğun yerini, toplum yaşamına özel karşıtlık alınca korkutucu ve ürkütücü araç olan cezanın yerini önleyici, iyileştirici, eğitici yeni toplumsal savunma ilkeleri almalıdır. Yani savunulması gerek her suça bir ceza değil ama her bireye uygun bir önlem olmalıdır.

Klasik ceza hukukuna karşı 1947 den buyana gelişen bu akıma göre, devlet toplum içinde yaşamak durumunda olan bireyin sıkıntılarını, tedirginliklerini ortadan kaldırmakla yükümlüdür. Yasaca ön görülen düzeni kurmak için devletin cezalandırma hakkı değil toplumsallaştırma görevi vardır. Toplumsallaştırma görevi ceza aracılığıyla değil tersine önleyici, eğitici ve iyileştirici nitelikteki toplumsal savunma önlemleriyle yerine getirilmelidir. Toplumsal savunma önlemi zarara göre sorumluluk değil kişiliğinin (toplum yaşamına karşıtlık) gerekliliklerini gözeterek her bireye uygun önlemler gözetmelidir. Toplumsal savunma yargılaması için öznenin toplumsal yaşama karşıtlığının nitelik ve derecesinin değerlendirilmesiyle başlar ve her zaman yargısal olarak nasıl hastanın iyileştirilmesi tedaviyle biterse önlemin uygulanması zorunluğunun bitmesiyle son bulur.

“Suç ve ceza” öğretisindeki bu yeni ve gelişen görüşe göre toplumsallık, toplumu oluşturan bireylerin doğal gereksinimlerine toplumun yanıtı olarak anlaşılmalıdır. Yani her bireyin özgürlüğünü sağlamak için herkesin iş birliği.

Tabi bu noktada şu sorularda yanıt aramalıdır. Toplum yaşamına karşı birey ne demektir? Kime göredir? Neyin ve kime karşı toplumun savunması? Bu ekolün bu soruları yanıtı şimdilik şöyledir; “Bir gün toplumun büyük uyuma kavuşacağı dileğiyle bütün toplumun savunması”. Bizimde bu noktada eklediğimiz husus toplumunda toplumsallaşması ve devletin azami minimalize edilmesi ve sönümlenme yönünde ciddi toplumsal adımlar atılmasıdır. Aksi halde bu ekol de amacına tam ulaşamaz.

İnsan hakları savunucuları ve hukukçuları suçunda cezanın da temelini tartışmak zorundadırlar. Ceza insan doğasına aykırıdır. Eğer ceza insana ve yakınlarına acı vermek ve onu toplumdan uzaklaştırma işlevi görüyorsa ve onun iyileştirilmesi ya da topluma uyarlanması için hiç bir işlev görmüyorsa korkmadan ceza ve hapishane olduğunu eleştirmek gerekir. Cezanın yerini insan doğasını gözeten, temel bir amacı olan farklı bir eylem almalıdır. Ceza ve hapishane bireyin ve dolaysıyla birey aracılığıyla toplumun bütününün iyileştirilmesi görevini asla yerine getirmem ektedir. Cezanın yapısında var olan acı, ürkütme, küçük düşürme bireyin kişiliğini tahrip eder.

İnsan haklarına uygun hukukun evrimi gerçek öznenin değerlendirilmesine başvurmak için nesneden uzaklaşmaya dönük sürekli çabayı göstermek durumundadır. Özet olarak mevcut suç ve ceza hukuku hapishane infazının insana aykırı olduğu açıktır. Çünkü bu hukuk, bireyleri eylem ya da zarar olarak suça bağlı sorumluluk kavramı aracıyla ve dolayısıyla kişinin öznel gereksinimlerine ve durumuna yabancı hatta çoğu kez karşıt öğeye dayanarak değerlendirmektedir.

Bizimde katıldığımız görüşe göre toplumun, bireyi yaptığı bir eyleme karşılık vermeye çağırmasının yararlı ve uygulamaya ilişkin bir gerekçesi yoktur. Ancak onun, bireyin ortaya koyduğu toplum yaşamına karşıtlığın önlenebileceği ve ne olursa olsun son amacı bireyi iyileştirme ya da toplumsallaştırma olan bu etkinliği sayesinde toplum yaşamına karşıtlığın bir daha ortaya çıkmayacağı konusunda kendi üyelerine güvence vermek gibi işlevsel bir hükümlülüğü bulunmaktadır. Kendisini savunan toplum için, onun yaptığı hukuk, yapılan suçtan doğmaz. O geçmişe değil failin geleceğine, gelecekte ne olacağına yönelik bir hukuktur. Her şeyden önce bireyin toplumsallaştırılması yükümlülüğü ile bağımlı kılınmıştır. Bu nedenle de, bireyi toplumsal yargılamanın karşısında gören bireysel hareketten ayrı ve bağımsız bir hukuktur.

Topluma karşı davranış ile ceza arasında zorunlu bir bağ olmasını savunanların kökeninde intikamcı anlayışın tortularını bulunduran ve suçu zorunlu olarak kusura bağlayan ve cezaiyi de bunun sonucu olarak gören klasik cezacı anlayıştan henüz kendilerini kurtaramamışlardır.  Yeni akıma göre suçluyu  yaratan ceza normudur.

Toplumsal savunma kavramının ilk yandaşlarından Prof. Mergen “Toplum kendi kurallarını koyup mahkum ederken aslında kendini mahkum etmektedir, farkında olmaksızın” demişti.

İnsan hakları savunucularının ve hukuk felsefecilerinin birçok konuda olduğu gibi suç, ceza, ceza hukuku, ceza evleri kavramlarında zihinlerde ihtilal yaparak yeni bakışlar, öneriler getirmesi gerektiğini ve konuları özgürce tartışmaları gerektiğini düşünüyorum. Michel Foucault söylediği gibi devletlerin insanları delileştirme aracı olan hapishaneleri ne kadar daha çözüm olarak görmeye devam edeceğiz?

Toplumsal savunma ilklerinin açılımlamaya ihtiyaç olan eksikleri de vardır. Fert iyileştirilirken toplumda toplumsallaştırılmalı iyileştirilmeli devlet alabildiğince küçülmelidir. Yoksa bu karşılıklı diyalektik etkileşim olamadan amaca ulaşamaz.

DEVAM EDECEK