Son yıllarda teknolojik gelişmeler ve sosyal medyanın da etkin kullanımı nedeniyle “Hakaret”, “Cumhurbaşkanına Hakaret”, “Terör Örgütü Propagandası Yapmak” vb. “ifade özgürlüğüne” ilişkin dava sayısında ciddi artış olduğunu gözlemlemek mümkündür. Gerek yargılama sırasında destansı savunmalara konu olan gerek basında gerekse sosyal medyada tartışılagelen hatta tartışmalar sırasında dahi yeni davaların açıldığı “ifade özgürlüğü” nedir gerçekten ya da ne değildir!?

Yazılan bir yazı ya da bir twitter paylaşımının ardından en yakın arkadaşınız, eşiniz, dostunuz ya da aile bireylerinizden biri -hiç hakları olmadığı halde- sizi arayıp “Yine mi X konusunda ya da X kişiyle ilgili paylaşım yaptın?” “Sil onu sil!” diyorsa, birileri sizin için kaygılanıyorsa ve en vahimi bu kaygılar yersiz de değilse o zaman “ifade özgürlüğünün” dış dünyaya yansıdığı aşamada bu özgürlüğü kullanan kişi yönünden “tehlike çanları” çalıyor demektir.

Kişilerin özellikle politik gündeme, yargısal işleyişe ya da ekonomik sorunlara ilişkin yapmış olduğu eleştirilerinin ardından “alın bunu alın!”lar, “şu tarihte … konulu bir paylaşım yapmışsınız, bu size mi ait?”ler ya da şartları oluşmayan “tutuklama”lar, mahkumiyetine”ler başladıysa; sorgulamaların, yargılamaların ardı arkası kesilmiyor, ne zaman kesileceğini de hiç kimse kestiremiyor, bu belirsizlik ve güvensizlik hali kesintisiz bir şekilde sürüyorsa eğer, işte o zaman artık bu seslerin duyulduğu bir ülkede “ifade özgürlüğünün” varlığından bahsedebilmek mümkün olmasa gerek. Bir başka ifadeyle artık kişilerin ifade özgürlükleri yönünden “tehlike çanlarından” değil; “kırmızı alarmdan” bahsetmek mümkündür.

Hemen her gün bir sosyal medya paylaşımının son tuşuna basmadan önce en az 15 saniye düşünülürken ya da bir yazı olası “sakıncaları” nedeniyle defalarca gözden geçirilirken aslında ne olmadığı deneyimlenen ve nihayet anlaşılan “ifade özgürlüğü” nedir öyle ise? Nedir kişileri -tıpkı üç harfliler gibi- belli isimleri anmaktan alıkoyan hissin ya da bazı paylaşımlardan kaçma ve kaçınma duygusunun nedeni? Korku. Zira insan doğası, amigdalası gereği kendisine yönelik bir tehdit, bir saldırı ihtimali olduğunda korkar ve korktuğunda ya donar ya da kaçar… Tüm baskılara ve müdahalelere  rağmen yaşanan toplumsal sessizliğin ve tepkisizliğin nedeni de bu olsa gerek.

İfade Özgürlüğünün Hukuki Dayanakları

Anayasanın 26. maddesinin 1. fıkrasına göre: “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.”

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. Maddesinde ise ifade
özgürlüğü şöyle düzenlemektedir:
“Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve
sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.”

Ulusal ve uluslararası koruma mekanizmaları ile garanti altına alınan ifade özgürlüğü esasında en yalın haliyle düşünebilen, konuşabilen ve sosyal bir varlık olan “insanın” var oluş biçimi ya da varlığının dışa vurumu, yansımasıdır. Öyle ise ifade özgürlüğüne yönelik her türlü müdahalenin aslında insanın varlığına yönelik bir müdahale ve tehdit olduğunu belirtmek mümkündür.

Anayasa Mahkemesinin Zübeyde Füsun Üstel vd. B.No: 2018/17635, 26.07.2019 T. p.99-100 Kararında kapsamlı bir ifade özgürlüğü tanımı yapılarak hakkın özüne ilişkin temel kriterler belirlenmiştir.

“İfade özgürlüğü; kişinin düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması, bunları çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelmektedir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin başvuruya konu bildiri gibi veya başka her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve bu konuda başkalarını ikna etme çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir (Bekir Coşkun, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın, §§ 42, 43; Abdullah Öcalan, § 74; Tansel Çölaşan, §§ 35-38).

“Herhangi bir düşünce açıklamasının algı yaratılmaya çalışıldığından bahisle terör örgütünün propagandası olarak kabul edilmesi hukuksal bir değerlendirme olarak kabul edilemez. Bildiride, terörle mücadele eden güvenlik güçlerinin bazı uygulamalarının kabul edilemez olduğu ifade edilmiş ve kamu kurumlarına suçlamalar yöneltilmiştir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi pek çok kararında, ifade özgürlüğünün yalnızca lehte olduğu kabul edilen ya da zararsız veya önemsiz görülen bilgi veya fikirler için değil aynı zamanda devletin veya toplumun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız edenler için de geçerli olduğunu belirten AİHM kararındaki (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49) görüşlere de atıf yapmıştır. Anayasa Mahkemesi, bu tür düşüncelerin demokratik bir toplum için şart olan çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirliliğin gereklerinden olduğunu teyit etmiştir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 78; Fatih Taş [GK], B. No: 2013/1461, 12/11/2014, § 94; Bejdar Ro Amed, B. No: 2013/7363, 16/4/2015, § 63; Abdullah Öcalan, § 95).”

Benzer şekilde ifade özgürlüğüne ilişkin görülmekte olan davalarda savunma argümanlarını güçlendirebilecek diğer karar ise Yargıtay 16.CD. 2015/2742 E., 2015/2316 K. 13.07.2015 tarihli kararıdır:

“Hükümet politikalarına, siyasetçilere veya kamu görevlilerine ağır eleştiri niteliğindeki söz, yazı ve davranışlar propaganda suçu olarak değerlendirilemez. İfade özgürlüğü, sadece memnuniyetle karşılanan zararsız veya önemsiz sayılan insanların kayıtsız kalabileceği bilgi ve fikirler için değil, aynı zamanda demokratik toplumu şekillendiren çoğulculuğun, hoşgörünün ve geniş fikirliliğin doğasında bulunan bir gereklilik olarak saldırgan, şok eden, rahatsızlık veren veya ayrılık yaratabilen fikirler için de uygulanır.”

Nitekim Yargıtay 16. CD., E. 2015/2742 K. 2015/2316 T. 13.7.2015 tarihli kararında  ise aşağıdaki ilkeler benimsenmiştir:

“…mesajın şiddete çağrı, tahrik ve teşvik edici ya da silahlı direnişe ve isyana davet şeklinde veya insanda saldırgan duygular oluşturacak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun bir ortamı kışkırtacak nefret söylemi olup olmadığı değerlendirilmeli, doğrudan veya dolaylı şiddete çağrı var ise sanığın kimliği, konumu, konuşulan yer ve zamanı gibi açık ve yakın tehlike testi bakımından analize tabi tutulmalıdır…” (Benzer yönde; AYM, Ayşe Çelik B.No: 2019/36722, 09.05.2019.)

Aynı şekilde, yargısal makamlar tarafından ifade özgürlüğünün kapsamı ya da sınırları belirlenirken birtakım kriterlerin gözetilmesi ve somut olay yönünden denetlenmesi gerektiği Yargıtay 16. CD., E. 2016/1297 K. 2016/4872 29.9.2016 Tarihli kararında da açıkça hükme bağlanmıştır.

İfade Özgürlüğüne Müdahale Kavramı

İfade özgürlüğüne yönelik müdahalenin, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygunluğunun denetlenmesi gerekmektedir. Aksi halde kamu otoriteleri tarafından yapılan her türlü müdahale Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Temel hak ve hürriyetler, … yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, … demokratik toplum düzeninin … gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. Maddesinde düzenlenen; kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

Kanunilik ölçütü, sınırlamaya ilişkin kuralın:

  • Erişilebilirliği
  • Öngörülebilirliği ile kesinliğini ifade eden
  • Belirliliğini garanti altına alır. Böylece hukuk güvenliği sağlanarak kamu gücünü kullanan organların keyfî davranışlarının önüne geçilmesi hedeflenir. (AYM, Ahmet Aslan B.No: 2021/23949, 06.10.2022.)

Sonuç olarak, ifade özgürlüğü kimi zaman bir kaya oyuntusunda, kimi zaman bir hiyeroglifte, bir vazonun motifinde, bir mimari yapıda, bir halının deseninde, mağara duvarına atılan bir çeltikte ya da bir resimde kısacası insanlık var olduğundan beri bir şekilde ya da bir yöntem ile tezahür etmiş, belirginleşmiş ve görünür olmuştur. Diğer bir ifadeyle, ifade özgürlüğü bilinen insanlık tarihi kadar eski; belki de ezelidir… İfade özgürlüğünün insanın varoluşunun en önemli emaresi, bu sebeple de insanın vazgeçilmez haklarından biri olduğunun kabulü gerekir. Dolayısıyla ifade özgürlüğe yönelik her türlü haksız müdahalenin, insanlığa ve insanın varoluşuna karşı doğrudan yapılan bir saldırı olarak tanımlanması mümkündür. Öyle ise ifade özgürlüğünün hassasiyetle ve kollektif bir toplumsal bilinçle korunması gerekmektedir.

Kimi zaman hukuk dışı kimi zaman da trajikomik müdahalelerle şekillenen yargı ve demokrasi pratiğimizin sorunlu olduğu su götürmez bir gerçek olsa da yeni yılda; “enter” tuşuna basmadan önce birkaç saniye tereddüt edilmeyecek, yakınların uyarılarına gerek kalmayacak cesarette; resimlerin renklerinin solmadığı, karikatürlerin çizgilerinin belirginleşebildiği, kalem uçlarının titremediği, sözcüklerin bir kısmının yutulmadığı, insanların yutkunmadan konuşabildiği ve sözcüklerinin bedelinin ödenmediği özgürlükte günlere kavuşulması ve sözcükler gibi ifade özgürlüğünün de tılsımın korunması dileğiyle…