Ne zaman “işçi avukatlık” dense  top devamlı taca atılıyor. Her ne kadar sitemizde bu konuya ilişkin çokça yazıya yer versek de hala tam teşekküllü bir tartışmayla karşılaşmış değiliz, buna vesile olmayı da beceremedik. Fakat ısrarcıyız ve bu konuyu ilişkin yazıları sizlerle paylaşmaya ve gücümüz oranında bu konuya dikkat çekmeye devam ediyoruz ve edeceğiz. Şimdi iç sahadan işçi avukat Şafak Aki’nin  yazdığı üç bölümlük yazıyı dikkatinize sunuyor ve bugün yazının ilk bölümü olan ” İşçi Avukatlık”ı sizlerle paylaşıyoruz.  

AVUKATLIK MESLEĞİNİN NEOLİBERAL ÇAĞDA ALMAYA BAŞLADIĞI BİÇİM: İŞÇİ AVUKATLIK

Keskin ve çetin bir dil kullandığımı kabul ediyorum. Hayatım ve sürdürdüğüm mücadele de hep keskin ve çetindi. Fakat bu dil dürüst ve açık yüreklidir. Meselelerin adını doğru koymak âdetimdir. (Georgi Dimitrov)[1]

Avukatlık mesleğinin ortaya çıkışına dair tartışmalar eski Yunan medeniyetine kadar uzanır. Avukatlık mesleğine benzeyen; ancak ücretsiz bir şekilde yapılan bir nevi dilekçe hizmeti mahiyetindeki hukuki yardım bildiğimiz kadarıyla ilk olarak eski Yunan’da karşımıza çıkar. Antik Yunan medeniyetinde ilk izlerine rastladığımız, Roma İmparatorluğu döneminde gelişen ve modern toplum ile tam anlamına kavuşan avukatlık mesleğinin tarihsel serüvenine ve ülkemiz özelinde geçirdiği aşamalara kısaca değindikten sonra bu mesleğin neoliberal çağda almaya başladığı biçim üzerinde duracağız.

1.AVUKATLIK MESLEĞİNİN ORTAYA ÇIKIŞI

“Avukat” sözcüğü eski Yunanca ’da üstün, ayrıcalıklı ve güzel konuşan anlamına gelen “Advo-Catus” sözcüğünden dilimize ve diğer dillere yerleşmiştir. [2]

Avukatlığın meslek olarak şekillenmesinden önce, yine eski Yunan’da özgür ve erkek kişiler arasından seçilen ve daha ziyade hizmet verdikleri kişilerin dost ve akrabaları olan, bu kişilerin mahkeme önündeki açıklamalarını, savunmalarını, iddia ve taleplerini tamamlayan ve Yunanca ‘synagore’ olarak isimlendirilen kişileri avukatlık mesleğinin ilk temsilcileri olarak sayabiliriz. [3]

Avukatlık mesleğinin ilk temsilcilerinin ortaya çıktığı antik yunan toplumlarının siyasal ve sosyal yapısı hakkında fikir yürütürken şu tespit bize doğru bir başlangıç cümlesi verir:

“Bu toplumlardaki siyasi/hukuki varsayımlar uyarınca köle, efendisi tarafından hareket ettirilen, dolayısıyla aklı ya da ruhu efendisine ait olan bir madde, efendisi için yaşayan bir araç ya da Yunanlıların pek sevdikleri tabirle “iki ayaklı bir hayvan” olarak adlandırılır.” [4]

Köle emeği üzerinde yükselen bu toplumlarda demokrasi ancak mülkiyet sahibi, yetişkin ve erkek yurttaşların sahip olduğu bir ayrıcalıktı. Tarihsel ve toplumsal bir olgu olan köleliğin analizini bütünsel bir çerçeveye yerleştiren Friedrich Engels şöyle yazar:

Kölelik olmasaydı Yunan devleti, Yunan sanat ve bilimi olmazdı. Kölelik olmasaydı Roma İmparatorluğu olmazdı. Helenizm ve Roma İmparatorluğu temeli olmaksızın da modern Avrupa olmazdı. Bizim bütün ekonomik, kültürel ve entelektüel evrimimizin kölelik aşamasından geçtiğini unutmamalıyız. Bu anlamda pekâlâ şöyle de diyebiliriz; çağdışı kölelik olmasaydı, çağdaş sosyalizm de olmazdı. [5]

Bütün bir üretim ve hizmet döngüsünü, refah ve uygarlığını köle emeğine borçlu olan eski Yunan toplumunda ilk izlerini gördüğümüz ve Roma İmparatorluğu döneminde bazı düzenlemelere tabi tutulan avukatlık kurumu çağdaş anlamına modern toplum ile kavuşacaktır.

“Savunma mesleğinin tarihi genelde eski Yunan’a kadar götürülür. Oysa savunma görevinin ücret karşılığında yapılması Roma İmparatorluğu’nda ortaya çıkmıştır. İmparator Trajan ücretin ancak hükümden sonra alınabileceğini düzenlemiş ve avukatlık ücretinin azami sınırını tespit etmiştir.” [6]

Avukatlık mesleği için modern toplumu beklememiz gerektiğine dair Max Weber, “…avukatların ancak akıllı dava usullerinin uygulanmaya başladığı devirlerde ortaya çıktıklarını… Sadece belli formüller söylemekle görevli ‘sözcü’ ile tam hukuk tekniği bilgisini davalı ya da davacının savunmasına tahsis eden ‘avukat’ arasında fark olduğunu…” söylemiştir…” [7]

2.ROMA İMPARATORLUĞU DÖNEMİ

Roma Hukuku Engels’in tanımıyla; Mal (meta) üreten bir toplumun ilk evrensel hukukunu oluşturan ve basit mal sahipleri arasındaki başlıca hukuki ilişkileri (alım-satım, alacak-borç, senet vb..) eşsiz bir açıklıkla düzenlemiş bir disiplindi. Avrupa’nın idari ve hukuksal açıdan temellerinin atıldığı Roma İmparatorluğu döneminde avukatlık mesleği ile ilgili birtakım yasal düzenlemelerin olduğunu görürüz. Sadece özgür erkeklerin yapabildiği avukatlık mesleğinin akla gelen ilk isimleri ise hitabet sanatının ustası Cicero, şair Ovidius ve Roma İmparatoru Jül Sezar’dır.

“Roma’da çıkarılan Cincia Yasası (Avukatlık hizmeti karşılığı ücret alınmasını yasaklayan yasa), Claudius tarafından yapılan düzenlemeler (ücret alma yasağının kaldırılması) ve İmparator Justin tarafından yapılan düzenlemeler (avukatların örgütlenmesi) sayesinde avukatlık, kök salan bir meslek haline gelmiştir.” [8]

“Bu dönemde çıkarılan bir “praetor ferman namesine” göre, yargılamada temsilcisi olmayan tarafa bir temsilci ya da “avukat” sağlanmaktadır. M.S. 5. yüzyılda ise Romalı avukatların beş yıllık bir hukuk okulunu bitirmeleri ve meslek birliklerine üye olmaları zorunlu hale gelmiştir. Ortaçağ boyunca avukatlık mesleği, lonca örgütlenmesi içerisindedir. 13. yüzyıla gelindiğinde, Fransa’da ilk defa avukatlık yemininin ihdas edildiği görülür. Ortaçağ boyunca benzer icra tarzı ile yürüyen avukatlık mesleği, ticaretin gelişmesi ile 18 yy.’da lonca örgütlenmesinden çıktı ve avukatlık mesleği giderek serbest bir niteliğe kavuştu.” [9]

3. FRANSIZ DEVRİMİ VE MODERN TOPLUMUN YARATTIĞI AKTÖR: AVUKAT

“Esasen kapitalizm öncesindeki geleneksel toplumlarda tüm mesleki örgütlenmeler lonca düzeni içinde gerçekleşiyordu. Hiyerarşik bir yapıya sahip olan lonca sistemi, toplumsal örgütlenmenin bir şekli olarak düzenlenmiş bir yapıydı. Cemaat ve erken dönemdeki dinsel kurum örgütlenmelerine benzeyen bu yapı, mesleğe girişten yükselmeye ve meslekten ayrılışa kadar olan her aşamayı en ince ayrıntısına kadar düzenleyen ve kurallara bağlayan bir örgütlenme şekliydi. Son derece disiplinli ve kendi dışına kapalı olan bu yapı içinde haklardan daha çok görevler, yükümlülükler ve sorumluluklar vardı. Lonca içinde çıraklıkla başlayan hiyerarşik süreç, kişiyi başarısına ve yeteneğine bağlı olarak lonca içinde en yüksek statü olan ustalığa kadar taşıyordu. Sistemin kendisi toplumsal bir faaliyet üretmekten daha çok, sisteme dâhil olanları toplum içinde gelir ve meslek sahibi ve buna bağlı olarak ayrıcalıklı yapan bir özellikteydi. Lonca sisteminin bireyi kendi içinde eriterek yok eden hiyerarşik yapısı, her şeyden önce avukatlık mesleğinin bağımsız olması gerektiği fikriyle ve avukatın halkın içinde olması anlayışıyla çatışıyordu. O nedenle, avukatlık mesleği lonca sisteminin hâkim olduğu süreçte çok fazla bir gelişme ve ilerleme olanağı bulamadı.” [10]

Avukatlık mesleğinin lonca tipi örgütlenmeyle bağlarını koparması Fransız İhtilali ile olmuştur. Özgürlük, kardeşlik, eşitlik temelinden yola çıkan Fransız İhtilali tüm geleneksel kurumları dağıttığı gibi lonca kurumunu da yıkmıştı. Çünkü lonca tipi kurumlar ayrıcalıklı üst sınıfların oluşmasına sebep oluyordu. [11]

Fransız İhtilali ile birlikte “Eski Rejim” yıkılırken, o rejime ait tüm kurumlar da tarih sahnesinden bir bir çekildiler. Loncalar 1791’de D’allerde Kanunu ile sona erdirilmiştir. Aynı yıl Le Chapelier Kanunu ile her türlü mesleki eylemler yasaklanmış ancak eyleme dönüşmeme koşuluyla dernek şeklindeki örgütlere pek dokunulmamıştır. Artık tarih sahnesine yeni bir örgütlenme biçimi, devletten bağımsız dernek şeklinde örgütlenme tipleri ortaya çıkmaktadır. Toplum loncalar, ayrıcalıklar yerine “özgür insan” temeline dönüşmektedir.[12]

Böylesi bir olgu, insanlık tarihinde unutulmazdır, çünkü o, insanın doğasında gelişmeye değil öylesi bir elverişliliği, öylesi bir yeteneği ortaya çıkarmıştır ki, hiçbir siyasa, tüm inceliklerine karşın, olayların daha önceki gelişiminden onu çıkaramazdı: Salt, insan ırkında birleşmiş olan doğa ve özgürlük, adaletin içsel ilkelerini izleyerek, bu gelişmeyi ilan edecek durumdaydı, olsa olsa belirsiz bir şekilde ve tali bir olay olarak. Ancak, bu olayın hedefine henüz varılmamış olunsa veya bir halkın Anayasasının devrimi veya reformu sonuçta başarısızlığa uğrasa, ya da hatta, belirli bir zaman sonra, (bugün bazı siyasetçilerin iddia ettiği gibi) her şey eskisine dönse bile, bu felsefi kehanet gücünden hiçbir şey kaybetmeyecektir. Çünkü bu olay, elverişli koşullar kendini gösterdiğinde, halkların hafızasına yeniden sokulmamak ve bu tipteki yeni girişimlerde yeniden hatırlatılmamak için fazlasıyla önemli, insanlığın çıkarlarıyla fazlasıyla iç içe geçmiş ve dünyanın tüm bölgeleri üzerinde etkisi fazlasıyla büyüktür. [13]

Mutlak monarşi ile yönetilen on sekizinci yüzyıl Fransa’sı dâhil olduğu Amerikan Bağımsızlık Savaşı ile içine düştüğü mali bunalıma bir çare bulamamış, köylülerin ayaklanması ile beraber sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik açıdan radikal bir dönüşüm geçirmeye başlamıştı. Eski rejimin üretmeyen, vergi toplama hakkı ile çeşitli imtiyazları bulunan ve toplumun en varlıklı kesimini oluşturan ruhban-soylu ittifakı parçalanmış, aristokratik unvanlar ortadan kalkarken “yurttaşlık” düşüncesi hâkim olmaya başlamıştı. Eski rejimden köklü bir kopuşu ifade eden bu kitlesel başkaldırı ile İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi Fransız Ulusal Meclisi tarafından kabul edilmiş, “hukuk önünde eşitlik”, “kuvvetler ayrılığı”, “fikir ve ifade özgürlüğü” gibi kavramlar toplumsal ve siyasal yaşamda geçerlilik kazanmaya başlamıştı. 1804 yılında imparatorluk ilan edilmiş olmasına rağmen Fransız Devrimi; yüzyıla yayılan sosyal, sınıfsal ve siyasal mücadeleleri ile cumhuriyetçi siyasal sistemlerin kurulması noktasında artık geriye dönüşün söz konusu olamayacağı bir turnikeyi ifade ediyordu. Çünkü bir önceki paragrafta yer alan açıklamanın yazarı Immanuel Kant’ın ifade ettiği gibi Fransız Devrimi’nin ortaya çıkardığı değerler insanlığın çıkarlarıyla fazlasıyla iç içe geçmişti.

Avukatlık mesleği böyle bir sosyal ve siyasal iklimde ortaya çıktı. Lonca sistemi içerisinde kökleşme olanağı bulamayan ve modern toplumu bekleyen avukatlık kurumu modernleşme sürecine paralel gelişme gösterebilmiştir. Hukuk eğitimine bağlanan zorunluluk, diploma ve baroya kayıt gibi asgari unsurları taşıyan avukatlık mesleği modernleşme sürecini takip etmiş, tanımlanmış, kuralları tarif edilmiş ve bildiğimiz anlamda klasik modeli – serbest ve bağımsız avukatlık – ortaya çıkmıştır.

4.AVUKATLIK KURUMUNUN ÜLKEMİZDEKİ GELİŞİMİ

Ülkemizde batıdan “kurum” ve “düşünce”  ithal etme süreci 19. yüzyılda hızlanmaya başladığından modern hukuk kurumları da ancak bu dönemde ortaya çıkabilmiştir. Tabi avukatlık mesleği de.

Osmanlı Devleti ilk serbest ticaret anlaşmasını – Osmanlı’nın iflasına neden olan – 1838 tarihinde İngiltere ile imzaladı. İngiltere’nin yoğun baskısı ile 1839 yılında Tanzimat Fermanı, 1856 yılında Islahat Fermanı ilan edilmiş; 30 Mart 1856 tarihinde imzalanan Paris Anlaşması ile Osmanlı, Avrupa Devletler Sistemine dâhil olmuş ve diğer idari reformlar hukuksal alanda köklü bir dönüşümü de sağlamıştı. Osmanlı devletinde adli, idari ve belediye hizmetlerini yerine getiren kadılık kurumu uzun bir süre boyunca hukuki işlemleri tek başına tesis etmiştir. II. Mahmut ve Tanzimat döneminde yapılan idari ve adli reformlar kadıların önemini azaltmış ve kadıların belediye, idare ve güvenlik ile ilgili görevlerine son verilmiştir.

“Osmanlı Devleti’nde kadı, kaza adı verilen yerleşim yerlerinde, belirli bir süreliğine mülki idare amiri, yerel yönetici ve emniyet müdürlüğü görevlerini yerine getirmek için merkezi yönetim tarafından atanan, şer’i ve idari yargıdan tek başına sorumlu olan bir kamu görevlisidir. Belediye ve mülki görevleri için merkezi yönetimin desteğini alarak halka hizmet götüren kadı, bu hizmetler yerine getirilirken, koordinasyonu sağlayan bir görevli gibi hareket etmiştir.” [14]

“Şer’i mahkemelerden sonra kadılık kurumunun da ortadan kaldırılması çok uzun sürmemiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra 1924 yılında kabul edilen 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu ile medreselerin kapatılması sonucu kadı yetiştirilebilecek bir eğitim kurumu kalmamıştır. Bununla birlikte aynı yıl kabul edilen 469 sayılı Mehakimi Şer’iyenin İlgasına ve Mehakim Teşkilâtına Ait Ahkâmı Muaddil Kanun’la kadılık kurumu, Türk idari ve adli teşkilatından tamamen kaldırılmıştır.” [15]

1875 yılında doğrudan dava vekilliği hakkındaki ilk düzenleme olan, Mehakim-i Nizamiye Dava Vekilleri Hakkında Nizamname kabul edilmiştir. Bu Nizamname ile avukatlık mesleğine kabul, avukatların görev ve sorumlulukları, vekâlet ücreti ve meslek örgütünün kurulması gibi konular düzenlenmektedir. [16]

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonraki avukatlık mesleğine dair ilk kanun 460 sayılı “Muhamât Kanunu” olup, bu Kanun 03.04.1924 tarihinde TBMM tarafından kabul edilmiştir. 06.01.1926 tarihinde de bu kanunda yapılan değişiklikle “mahami” kelimesi kaldırılıp “avukat” kelimesi kullanılmıştır. Böylece ilk defa resmi hukuk literatürüne avukat kelimesi girmiştir. [17]

5.NEOLİBERAL KÜRESELLEŞME ve LİBERAL KARŞI-REFORM

Neoliberal kapitalist toplum tasarımı, kısa bir süre için yaşanan göreceli refaha rağmen, artık daha büyük oranda insanın daha büyük ölçüde yoksullaşması ve yoksunlaşması anlamına gelmektedir. Üstelik bu gerçek, tam da zamanın ruhuna uygun düşecek şekilde ‘küresel’ bir gerçek olarak yaşanmaktadır. Uzak Asya’dan Kuzey Amerika’ya, Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya kadar farklı ülke ve toplumlar, 1980’lerle birlikte genişlediğini düşündüğümüz orta sınıfın işçileşme, yoksunlaşma ve yoksullaşma eğilimleri ile bunun doğurduğu çarpıcı sonuçları deneyimlemektedir. [18]

1970’ler ile başlayan ve etkisini ekonomi, siyaset, hukuk gibi birçok alanda gösteren neo-liberal küresel dönüşüm “siyasi iktidarın frenlenmesi ve denetlenmesi” fonksiyonunu üstlenen yargı kurumunu da derinden etkiledi. Bu dönüşümün avukatlık mesleği üzerindeki etkilerine – yazımızın esas değinmek istediği konuya –  geçmeden önce küresel ölçekte işleyen bu sürece yakından bakalım:

1980, dünya ve Türkiye emekçileri için 20. yüzyılın en uğursuz dönüm noktalarından biridir. Dünya Sağ’ı ve sermayedarları 1973 bunalımının faturasını emekçilere kesen bir yeni bir sermaye birikim stratejisi benimsediler. Bu stratejinin özü sermaye hareketlerini sınırlayan ve emekçileri bir ölçüde koruyan, var olan bütün iktisadi kuralların kaldırılması, yerine kuralsızlığın geçirilmesiydi. Artık sermayedarlar devlete vergi yerine borç verecek, devlet işletmeleri özelleşecek, işçiler sendikasızlaştırılacak; sermaye, ücretlerin en düşük, faizlerin en yüksek olduğu ülkelere hiçbir kural, engel olmadan girip çıkabilecekti. Sanayinin örgütlenme yapısı da değişti. Üretim süreci parçalanarak, ücretlerin en düşük olduğu değişik ülkelerde taşeron firmalara yaptırılmaya başlandı. Ama asıl kârlı iş borsa spekülasyonu yapmak ve devlet borçlanma tahvillerini almaktı. Böylece yüksek faiz ve borsa spekülasyonu peşinde koşan finans sermayesi, egemen bir iktisadi ve siyasi güç haline gelirken, sanayiye yatırım yapan sermayedarlar da finans alanına girdiler. [19]

Çağdaş bireyin gelişimi için gerekli olan sosyal dayanışma kurumları (çalışma yasası, sosyal güvenlik, emeklilik, ücret statüsü, kamu hizmetleri) dünyayı acımasız bir rekabet cehennemine çevirmek isteyen liberal karşı-reformlar tarafından ortadan kaldırılmak istenmektedir. Bireyi geliştireceğini iddia eden liberalizm aslında her bireyin gelişme koşulunun diğerlerini ezmek ve yok etmekten geçtiği, herkesin herkesle rekabet halinde olması için gereken egoizmin pompalandığı bir sistemdir. Her bireye sunulan yurttaşın özgürlüğü değil, birbirine benzeyen ürünler arasından dilediğini seçme hakkına sahip tüketicilerin özgürlüğüdür. Liberal ideologlar “bireysel değerin önemi ilkesi” riskini ortaya atmaktadırlar. Bu risk ve değer kültürü aslında ücretlerin, çalışma süresinin, (sağlık, yaşlılık, işsizlik karşısında) risklerin bireyselleştirilmesi, kolektif anlaşmaların ve ortak yasanın karşısına sözleşme ilişkilerinin bireyselleştirilmesinin çıkarılması, daha mükemmel bir mesleki kariyer bahanesiyle statülerin ortadan kaldırılmasıyla kimseye fark ettirmeden dayanışma politikalarının yıkımına hizmet etmektedir. [20]

1820 ve 1840’lı yıllar arasında, sadece Almanya’da değil, restorasyon dönemini yaşayan Fransa’da ve 1834 yasasıyla ünlü İngiltere’de de, yoksulların temel ihtiyaçlarını karşılamak için ortak mallardan yararlanmaları gibi olağan haklarına (odun ve tahıl toplama, serbest otlatma) saldıran bir dizi yasal önlem alınmıştır. Burada söz konusu olan köylüler ya da dindar çevreler arasındaki temel dayanışma bağlarını yıkmak ve köylüleri emeklerini doğmakta olan sanayiye satmaları amacıyla kentlere yönlendirmek için geleneksel ortak kaynakları (odun gibi) metaya dönüştürmektir. Bu uygulama, liberal karşı-reformun, günümüzde işçileri giderek kötüleşen ücretleri ve çalışma koşullarını kabul ettirmeye zorlamak amacıyla sosyal güvenlik sistemlerini ve iş hukukunu sistematik olarak dağıtmasına benzemektedir. [21]

1970’ler ile krize giren kapitalist dünya sistemi keynesyen iktisat politikalarının uygulandığı bir dönemin sonuna gelindiğine işaret ediyordu. Neoliberal küresel dönüşümün doğurduğu sonuçlar siyaseti, hukuku, modern devleti ve ekonomiyi radikal bir şekilde dönüştürürken yeni sermaye birikim modeline mali kuralsızlaştırma, esnek emek rejimi, borsa spekülasyonu eşlik etmektedir. Liberal karşı-reform, “piyasaya müdahale eden devlet” anlayışı yerine piyasanın temel belirleyen olduğu, devletin düzenleyici rolünün giderek daraldığı ve salt bir güvenlik aygıtına dönüştüğü bir toplumsal düzeni inşa edebilmiştir. Piyasanın ana aktör haline geldiği bu sürecin öncesinde yaşanan “refah döneminin” ise, siyasal bilimleri profesörü Ellen Meiksins Wood bazı özel tarihsel koşulların ürünü olduğuna dikkat çekmektedir:

Kapitalizmin, demokrasi gibi bir uzlaşma rejimine dönüştüğünü, buna kanıt olarak da Avrupa’da “refah devletlerinin” kurulmuş olduğunu iddia edenlere karşı Ellen Wood, 500 yıllık kapitalizm tarihinde toplumsal uzlaşma gibi görünen, çalışanlar lehine güdülen politikaların belirli tarihi koşullarda, az sayıda ülkede ve çok kısa dönemler için geçerli olduğunu söyler. (1850-1914 İngiltere; 1. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere ve Almanya; 2. Dünya Savaşı’nda sonra 1950-1975 arasında Batı Avrupa ve İskandinav ülkeleri.) Sermayedarlar ve kapitalist sistemin işleyiş mantığı açısından toplumsal iyileştirmeler ya da sosyal devlet uygulamalarına ancak belirli dönemlerde katlanıldığı ve ilk fırsatta kapitalistlerin kendi özlerine yani azami kâr için her yolun mübah olduğu, insanların büyük bir bölümü için ise baskı ve yoksulluk anlamına gelen, sınır tanımayan sömürü çarklarına geri döndükleri görülüyor. Yani bugün yaşadığımız, kapitalizmin ve emperyalizmin tam da kendisidir. [22]

Türkiye’de ise seksenli yıllar ile ithal ikameci birikim rejimi terk edilmeye başlanmış ve ihracat odaklı ekonomi modeline geçilmiştir:

Bu sermayeye özgürlük ve istikrar paketi ancak 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra tam olarak uygulamaya konabildi. 11 Temmuz 1989’da 32 sayılı kararla maliye bakanlığının hiçbir denetimi olmaksızın her türlü döviz işlemi serbest bırakıldı. Değerli iktisatçı Erdoğan Soral’a göre, eğer böyle bir karar, parasının değeri kararlılık gösteren ve gerçekten parası dış dünyada yabancı paralarla değiştirebilir olan bir ülke için alınsaydı fazla mesele olmayabilirdi, oysa Türkiye için para spekülasyonuna kapıların açılması anlamına gelmiştir. [23]

08.01.2002 tarih ve 4736 sayılı yasa ile idarelerin, sundukları tüm hizmetlerin paralı olması ve indirimli hizmet sunulamaması kuralı getirilmiştir. Tüm kamu hizmetlerinin paralı hâle getirilmesini zorunlu kılan bu yasaya göre, “idarece üretilen mal ve hizmet bedellerinde işletmecilik gereği yapılması gereken ticari indirimler hariç herhangi bir kişi veya kuruma ücretsiz indirimli tarife uygulanmaz”. Sadece toplu taşıma hizmetlerinde “malûl, yaşlı, öğrenci ve basın kimlik kartı sahiplerine” indirim uygulanabilir. Kanuna göre, idare hizmetlerini satmak zorundadır, bu satışta asla sosyal amaçlı indirim yapılamaz, ancak ticari indirim yapılabilir. Ticari indirim denilince akla toptan alımlarda indirim yapılması gelmektedir. Yine bu kanundan çıkan bir sonuç, idarenin mal ve hizmetten yararlananlardan isteyeceği paranın ticari olarak hesaplanmasının zorunlu olmasıdır. Devlet vatandaşla olan ilişkisini, mübadele ilişkilerinin hukukuna, özel hukuka taşımak için özel bir çaba sarf etmektedir. Bununla sermayenin sağlayacağı yarar, kamu hizmetleri alanının kendisi için kârlılık alanına dönüştürülmesidir. Bireylerin siyasal alan dolayımıyla elde edeceği özgürlük, piyasanın sözleşme kurma özgürlüğüne dönüşmektedir. Kamu hizmetleri alanının iktisadi ilişkileri, mübadele kurallarına tabi olduğu, hukuki biçimi özelleştiği oranda haklar mücadelesi bir tüketici hakları mücadelesine, sözleşme özgürlüğü ve sözleşme güvenliği mücadelesine dönüşmektedir.[24]

Eğitim, sağlık, ulaşım alanında verilen kamu hizmetlerinin salt gelir sağlamak amacıyla özelleştirilmesi, sistemli sendikasızlaştırma, toplu iş hukuku araçlarının (grev, toplu pazarlık v.s.) etkisizleştirilmesi, işçi ücretlerinin düşürülmesi, bireysel/özel emeklilik sisteminin hayata geçirilmesi, sosyal güvenlik sisteminde yapılan değişiklikler ile emekli maaş hesabındaki aylık bağlama oranının düşürülmesi, emeklilik yaşının yükseltilmesi gibi neoliberal iktisat politikaları ile sermayenin kârlılığı önündeki engellerin kaldırılması hedeflenirken; istihdam, gelir dağılımı, sosyal adalet gibi başlıkları uzun süre önce terk eden neoliberal çağın devleti çalışma hayatına; taşeron çalışma, çağrı üzerine çalışma, part-time çalışma gibi güvencesiz istihdam biçimlerini, özel istihdam bürolarını, kiralık işçilik yasası gibi düzenlemeleri dâhil etmiş ve her şeyin şirket gibi yönetildiği bir iş ontolojisini yerleştirmiştir.

Emekçilerin ikinci dünya savaşından sonra canı pahasına elde ettiği ekonomik, sosyal ve siyasal hakların ortadan kaldırılmasına hizmet eden neoliberal iktisat politikaları Sovyet tehdidinin ortadan kalkması ile daha saldırgan bir hal almış, adeta yirminci yüzyılın tüm ekonomik, sosyal, siyasal ve demokratik kazanımları, piyasanın kurtulması gereken yükler olarak tarif edilmiştir.

6. MESLEĞİN KAMUSAL YÖNÜ ve AVUKATIN BAĞIMSIZLIĞI

1136 Sayılı Avukatlık Kanunu’nun 1. Maddesinde avukatlığın kamu hizmeti ve serbest bir meslek olduğu ve avukatın yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil ettiği düzenlenmiştir. TBB Meslek Kurallarının 2. Maddesi avukatın bağımsızlığını bir yükümlülük olarak düzenlemiştir. Buna göre: “Mesleki çalışmasında avukat, bağımsızlığını korur; bu bağımsızlığı zedeleyecek iş kabulünden kaçınır.”

Avukatın modern toplumdaki pozisyonuna ilişkin yapılmış en meşhur tanımı tekrar edecek olursak:

“Görevimizi yaparken kimseye, ne müvekkile ne hâkime, hele ne de iktidara tabiyiz. Bizim aşağımızda kişilerin varlığı iddiasında değiliz. Fakat hiçbir hiyerarşik üst de tanımıyoruz. En kıdemsizin, en kıdemliden veya isim yapmış olandan farkı yoktur. Avukatlar tarih boyunca köle kullanmadılar ama hiçbir zaman efendileri de olmadı!”

Avukatlık Kanunu 38. Maddesinde “Kendisine yapılan teklifin yolsuz ve haksız olduğu kanaatine varan avukat teklifi reddetmek zorundadır.” denilerek avukatın kamusal sorumluluk bilinciyle hareket etmesi gerektiği vurgulanmıştır.

Avrupa Baroları ve Hukuk Birlikleri Konseyi’nin 28.10.1988 tarihli Genel Kurulu’nda kabul edilen Avrupa’da Avukatların Tabi Olduğu Meslek Kurallarının madde 2.1.2’deki hükmü, avukatın sırf kendini müvekkiline beğendirmek ve onun çıkarlarına hizmet etmek içi verdiği hizmeti “hiçbir değeri olmayan” bir hizmet olarak ele almıştır. [25]

Amerikalı Avukat Luis Land avukatı şöyle tarif ediyor:

Ben Avukatım.

Kaba gücün yerine merhameti, adaleti, hakkaniyeti koydum.

İnsanoğluna diğerlerinin hakkına, mülkiyetine, hürriyetine saygıyı;

Vicdan, ifade ve toplanma özgürlüğünü ben öğrettim.

Haklı davaların sözcüsü;

Yoksulun, mazlumun, dul ve yetimin savunucusuyum.

Çarşıda pazarda onuru sürdürürüm.

Modern toplumun ve aydınlanma düşüncesinin yarattığı “özel mülkiyete saygılı” bu modern aktörün; kamusal sorumluluk bilinciyle hareket eden, devletten bağımsızlığını korumaya çalışan, hak ve adaletin savunucusu olarak çağdaş toplumdaki rolünü kavrama açısından yukarıda yer verdiğimiz yasal düzenlemeler, meslek kuralları ve edebi ifadeler avukatlık mesleğinin klasik dönemine uygun düşmektedir. Ancak avukatlık mesleğinin yüzyıllar içerisinde oluşmuş ilkeleri ve belirlenmiş kuralları piyasanın yıkıcı ve dönüştürücü etkisi altında giderek aşınmaktadır. Avukat Hakları Grubu (Ankara) tarafından yapılan anket çalışması işçi avukatların çalışma koşullarına dair çarpıcı bilgiler vermektedir. 2020 yılının Kasım ayında yapılan anket çalışmasının işçi avukatların maruz kaldığı sömürünün sadece küçük bir kısmı olduğu akıldan çıkarılmazsa tablo daha net anlaşılacaktır. Çalışmanın sonuçları özet olarak şu şekildedir:

  • 858 kişi tarafından cevaplanan soruya verilen yanıtlara göre her 100 işçi avukattan 7’si kayıt dışı çalıştığını ifade etti. Verilen cevaplara göre, 371 katılımcı 3.000 liranın altında aylık kazanç sağlarken, 128 kişinin ise düzenli bir geliri bulunmuyor.
  • Bir diğer soruya katılım sağlayan 762 kişinin yüzde 71’i, aylık ücretinin patron avukat tarafından vaktinde ve bütün olarak verildiğini ifade ederken; yüzde 29’u ise, ücretlerinin vaktinde ve bütün olarak ödenmediğini ifade etti.
  • Patron avukat tarafından yatırılan SGK primlerinin gerçek ücret üzerinden mi yoksa asgari ücret üzerinden mi yatırıldığına ilişkin soruları yanıtlayan 678 katılımcının sadece yüzde 36’sı primlerinin gerçek ücret üzerinden yatırıldığını ifade etti.
  • Toplam 675 katılımcının verdiği cevaplara göre, işçi avukat tarafından hazırlanan dilekçeye telif ücreti veren patron avukatların oranı sadece yüzde 3.
  • Patron avukatın mesleki eğitimlere veya baro kurullarına katılıma izin verip vermediğine ilişkin soru ise başka bir problemi daha ortaya koydu. İlgili soruya toplam 633 kişi cevap verirken, cevaplayanların yüzde 42’si, mesleki eğitim veya baro kurullarına katılmasına patron avukatça izin verilmediğini ifade etti.
  • İşçi avukatların şahsî olarak aldığı işlerden elde edilen kazancın kime ait olduğuna ilişkin soruya 697 kişi katılırken, katılımcıların sadece yüzde 33’ü bu gelirlerin kendisine ait olduğunu belirtti. Katılımcıların yüzde 5’i bu gelirin patron avukata, yüzde 40’ı ise kısmen patron avukata ait olduğunu söylerken; katılımcıların yüzde 22’si ise şahsi iş almasının yasak olduğunu belirtti.

Küresel düzeyde işleyen neoliberal dönüşüm ile ilgili Dr. Kasım Akbaş; avukatlık mesleğinin toplumsal bir dönüşüme bağlı olarak sınıfsal bir zemine oturduğunu ve sadece avukatlık mesleğinde değil, tüm meslek gruplarında, özellikle de beyaz yakalı olarak tabir edilen orta sınıflarda, neo-liberalizmin getirdiği bir proleterleşme dalgasının yaşandığını ifade ediyor. Neoliberal küresel dönüşüme eşlik eden esnek emek rejimi serbest avukatlık modelinin üzerinde icra edileceği zemini hızla ortadan kaldırmaktadır

Yazı “ Avukat İşçi Olur mu” başlıklı ikinci bölümü ile devam edecek..

 

Dipnotlar:

[1] (Leipzig Duruşması, Ernst Peter Fischer, s. 184)

[2] (Genç Hukukçular Hukuk Okumaları Dergisi, s. 487)

[3] (Avukatlık Mesleğinin ve Baroların Tarihsel Gelişimi, Ankara Barosu Dergisi s.245-246)

[4] (Düşmanı Yargılamak, Ozan Değer 2020, s. 38-39)

[5] (Marx/Engels Devlet ve Hukuk Üzerinde, Çağdaş Hukukçular Derneği, s.15)

[6] (Hak Öznesi Olarak Avukat: Klasik Avukatlığın Doğuşu, Av. Haluk İnanıcı)

[7] (F. Erem’den nakleden T.Ergül-Antalya,1995, Avukatlık Mesleği Sempozyumu)

[8] (Avukatlık Mesleğinin Tarihçesine Bir Bakış Av. H. Argun Bozkurt-Ankara Barosu Dergisi 2018/4 s.213-214)

[9] (İşçi Avukatlık, Av. Nilgün Şahinkaya s,37)

[10] (Avukatlık Mesleğinin ve Baroların Tarihsel Gelişimi, Av. Vedat Ahsen Coşar)

[11] (Avukatlık Mesleğinin Tarihçesi, s.3 Av. Orhan Seyfi Güner)

[12] (Aydınlanmanın “Kamu Sözcüsü”nden Post Modern Dünyanın İnsan Hakları Aktivistine, Av. Haluk İnanıcı)

[13] (Daniel Bensaid, Köstebek ve Lokomotif, s. 55)

[14] (Osmanlı Adli ve İdari Sisteminde Kadılık: Kurumsal Bir Değerlendirme, s. 1)

[15] (Osmanlı Adli ve İdari Sisteminde Kadılık: Kurumsal Bir Değerlendirme, s. 16)

[16] (İşçi Avukatlık, Av. Nilgün Şahinkaya s.39)

[17] (İşçi Avukatlık, Av. Nilgün Şahinkaya s.15)

[18] (Kasım Akbaş, Avukatlık Mesleğinin Ekonomi Politiği s.16)

[19] (Sermaye birikirken, Oya Köymen, s.126-127)

[20] (Marx Kullanım Kılavuzu – Daniel Bensaid s.64)

[21] (Marx Kullanım Kılavuzu – Daniel Bensaid s. 42)

[22] (Sermaye birikirken, Oya Köymen s. 61-62)

[23] (Sermaye birikirken, Oya Köymen s. 127)

[24] (Marksizm ve Hukuk – Diyalektik Hukuk Bilimi – Onur Karahanoğulları s.255)

[25] (İşçi Avukatlık, Av. Nilgün Şahinkaya s. 90)