Mahkemeden kimse soykırım kararı vermesini belki beklemiyor ya da ummuyor diyelim ama İsrail’in üzerinde dolaşmaya başlayan “soykırım davası hayaleti” hiç de işlerin İsrail ve müttefikleri için umdukları gibi kolay olmayacağını gösteriyor.  Avrupa Parlamentosu’nda (AP) konuşan İrlandalı vekil, İsrail’e açık destek veren ABD Başkanı Joe Biden’ın İrlandalı atalarından bahseden beyanatlarına Biden’ın soykırıma destek verdiğini vurgulayarak  “Adımızı ağzına alma” şeklinde tepki gösteriyor; binlerce protestocu, içeride İsrailli yetkililer savunma yaparken Lahey’de bir ağızdan “Yalan söylüyor!” diye bağırıyorlar. Tüm bunlara kapı aralayan ve hayaleti çağıran elbette Güney Afrika’nın İsrail’i soykırımla suçlayıp, Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) başvurması oldu.

Mahkemenin karar vermesi uzun yıllar alabilir ama ateşkes, su ve ilaç tedarikinin sağlanması vb. geçici tedbirler alınmasına dair taleplere ilişkin daha hızlı karar verebilir. En azından Myanmar Davası’nda böyle olmuştu. Elbette geçici tedbir taleplerinin kabul edilmesi önemli ama davanın açılması ve soykırım iddialarının tartışılması bile dünya sahnesinde şimdiden İsrail’i terletmeye başladı. Her ne kadar İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, “Ne Lahey ne de şer ekseni bizi durdurabilecek” açıklaması yapsa da dünya sahnesinde itibar kaybının kaçınılmaz olduğu görülüyor.

Gambiya’nın Açtığı Kapı

Savaşa dahil olmayan ve doğrudan zarar görmeyen bir devletin müdahalesi son derece nadir olsa da ilk değil. Hatırlarsınız; bu emsal 2019 yılında Myanmar’ı Rohingyalara karşı soykırım yapmakla suçlayarak olayı UAD’ye  götüren Gambiya tarafından yaratılmıştı. Mahkeme iki yıllık bir yargılamanın sonrasında geçici tedbirler uygulanmasına karar verdi. Fakat bu dava ile geçici tedbirler dışında uluslararası hukuk açısından en önemli virajlardan biri denebilecek önemli bir karar alındı: “Gambiya’nın tarafı olmadığı bir olayı mahkeme önüne getirmesi soykırım sözleşmesi tarafından belirlenen yükümlülük kapsamında bireysel bir devletin bir bütün olarak uluslararası topluluğa karşı bir görevidir.” İşte bu karar ile açılan kapıdan bugün Güney Afrika girdi ve İsrail’i soykırım sözleşmesini ihlal etmekle suçlayarak mahkemeye verdi.

UAD, kurulduğu günden bugüne hiçbir devlet hakkında soykırım işlemekten sorumlu olduğuna dair karar vermedi. 2007 yılında, Sırbistan’ın, 1995 yılında Bosna-Hersek’teki Srebrenica’da yaşanan soykırımı önleme konusunda başarısız olduğuna dair tespitlerde bulundu ama yine de sorumluluk konusunda geri durdu. Ukrayna’nın Rusya’ya karşı Şubat 2022’de açtığı dava ise hala sürüyor.

Elbette geçici kurulmuş eski Yugoslavya ve Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemeleri‘nde soykırım mahkumiyetleri verildi ama bunlar bireysel başvurular ve ne yazık ki soykırımı önleyemeyen, acıların azaltılmasına yönelik kararlardı. Halbuki 1948’de İkinci Dünya Savaşı ve Holokost’un ardından, BM genel kurulunun Paris’te kabul ettiği “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair  Sözleşmesi”’nin ardındaki amaç soykırımın önlenmesi  değil miydi? Güney Afrika bu temel amacı ve ilkeyi bir kez daha açtıkları dava ile hem UAD hakimlerine hem de dünya kamuoyuna hatırlattı.

“İnsan Hakları Konularında Büyük Söz Sahibi Olan Küçük Ülke”

Hazır 1948’e gitmiş ve sözleşmeden bahsetmişken, bu sözleşmede ciddi emeği olan Polonyalı Yahudi avukat Raphael Lemkin’i de anmadan geçmeyelim. 1944’te Winston Churchill’in “isimsiz suç” olarak adlandırdığı olay için “soykırım” terimini icat etti ve sonrasında da BM’de tek başına lobi kampanyası yürüttü. Elbette ABD’nin muhalefeti ve bunun kendisini, yerlilerin yok edilmesi ve ayrımcılık uygulanması gibi konularda savunmasız bırakacağı korkusundan kaynaklı engellerine rağmen. Bu engellemeler Lemkin için ciddi bir hayal kırıklığıydı çünkü ona göre sözleşmeyi uygulayacak ve küresel bir norm haline getirebilecek tek güç ABD’ydi. Halbuki 2019 ve 2024 yıllarını görseydi herhalde o da ABD’nin tek güç olmadığını görüp bizle beraber Afrika ülkeleri Gambiya ve Güney Afrika’ya kapalı tribünden tezahüratı eksik etmezdi.

Soykırım Sözleşmesini Onaylanması (Raphael Lemkin, ayakta, sağdan birinci)

Afrika ülkelerinin bizzat tarafı olmadığı soykırım ve insan haklarıyla ilgili olaylarda inisiyatif almaları, bizi uzunca bir süredir sıkıştığımız Avrupa ve ABD kıskacı ve “..miş” gibi yapan ülkelerin sanal gerçekliği dışında düşünebilme imkanı da yarattı ve başka alternatiflerin mümkünatını hatırlattı. Hatırlarsınız; 1994’te İnsan Hakları İzleme Örgütü çeşitli hükümetler ile görüşüp onları Kürtlerin toplu katliamı nedeniyle Irak’ı mahkemeye vermeye ikna etmeye çalışmıştı. Fakat görüşülen her hükümet Avrupalı ​​bir gücün liderliği ele geçirmesini istiyordu ama hiçbir Avrupa devleti de buna istekli olmadı ve başvuru yapılamadı. Afrika ülkelerinin başvuruları ve inisiyatif almaları, bu dar alan kısa paslaşmalarına mecburiyet durumunu da bir anlamda ortadan kaldırma imkânı yaratıyor. Tek bir yöne bakmadan çeşitli alternatifleri ve başka yöndeki aktörleri de görebilmek ve beklentiyi çoğaltmak içinde bulunduğumuz sinizmi de dağıtabilir belki. Tam da yeri gelmişken sözü Gambiya’nın başkan yardımcısı olan Isatou Toura’ya bırakalım, bakın ülkesini nasıl tanımlıyor: “İnsan hakları konularında büyük söz sahibi olan küçük bir ülke“.

Mahkemenin İşi Zor Ama İmkansız Değil!

Şimdi gelelim mahkemeye, işi zor. İlk adımda bu zorluk soykırım kavramının tespitinin karmaşıklığıyla ilgili. Tamam, kavramın tanımı basit (Ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi suretiyle girişilen eylemler) ama belirlenmesi çok karmaşık ve sorumluluk konusunda da eşik bir hayli yüksek. Diğer tarafta da mahkemenin bugüne kadar herhangi bir ülke ile ilgili verilmiş soykırım sorumluluğuna dair kararı yok, yani ilk olmanın da baskısı olabilir.

İkinci zorluk, İsrail’in müttefikleri ve bunların yapacağı lobinin baskısı. Fakat bu müttefiklik konusunda da tam bir birlik olduğunu söylemek mümkün değil. Her ne kadar Almanya ve ABD açık bir şekilde desteklerini açıklamış olsalar da AB düzeyinde toplu bir tavır yok. Bunda özellikle Belçika, İspanya ve İrlanda’nın açık bir şekilde Güney Afrika yanında tavır almasının da etkisi büyük. Filistin lehine bu tavır, Ukranya savaşı sonrasında oluşan AB’nin bütünlüğünde de şimdiden çatlak yaratmış gibi görünüyor.

Avrupa basınına baktığımızda ise The Guardian gibi birkaç gazete haricinde davaya ilişkin genel bir duyarsızlık ya da İsrail  lehinde bir tutum alma olduğu görülüyor. İtalyan Corriere Della Serra gazetesi davayı Yahudilere yönelik bir öfke dalgasını tetikleyecek “sinsi bir zehir olarak” tanımladı. Avusturya’dan Der Standart ise Güney Afrika’yı soykırım gibi önemli bir kavramı alelade siyasi bir suçlamaya dönüştürmekle suçlarken Alman gazete Tagesspiegel ise Güney Afrika’yı asılsız iddialarda bulunmakta itham edip, Almanya’nın gecikmeksizin İsrail’in yanında yer alması gerektiğini yazdı. Bu destek çağrıları cevapsız bırakılmadı ve Alman hükümeti İsrail’e açık bir şekilde desteğini açıkladı. Bu desteğe karşı dikkat çekici bir eleştiri de BM Sağlık Hakkı Raportörü Tlaleng Mofokeng’den geldi,” Tarihinde birden fazla soykırım işlemiş bir devlet (Almanya), sömürgecilik ve apartheid kurbanı bir ülkenin (Güney Afrika) başka bir soykırımı, işgalci nükleer gücü (İsrail) önleme çabalarının altını oyuyor. Almanya, sen gerçek misin? Umarız daha iyisini yapabilirsin.

Bunlar olurken Güney Afrika’yı desteklemek için mahkemeye çıkan kişiler arasında  üç kez Fransa cumhurbaşkanı adayı olan Jean-Luc Mélenchon ve Birleşik Krallık İşçi Partisi’nin eski lideri Jeremy Corbyn’in de olduğunu söyleyelim. Ayrıca Arap Birliği ve 57 üyeli İslam İşbirliği Teşkilatı da Güney Afrika’ya desteklerini açıkladılar. Elbette destek açıklamasında bulunmak dışında neden Arap ülkelerinin Güney Afrika’nın yaptığını yapmadığını ya da yapamadığını düşünmeyi ve sorgulamayı bırakmamak lazım.

Bu arada her ne kadar Batı hükümetleri ve medyasında çoğunluk olarak açık bir şekilde tavır almama durumu söz konusu olsa da  halkın kendisinde durum farklı. İngiltere’de yapılan yürüyüşe on binlerce kişi katıldı, “The Palestine Festival of Literature” isimli YouTube sitesinde dünyaca ünlü oyuncular 6 bölüm halinde Güney Afrika’nın iddialarını okudular. Vicdan zorbalığa karşı, hayaletin kendisi de bu zaten. Evet, mahkemenin iş zor ama imkansız değil.

 

“Her sözün sonuçları vardır. Her sessizliğin de.”

Güney Afrika’nın iddiaları karşısında İsrail’in acil tepkisi sunulan kanıtlara itiraz etmek değil Güney Afrika’yı “Hamas’ın yasal kanadı” olarak suçlamak oldu. Halbuki Güney Afrika’nın başvurusunda cevap verilmesi gereken birçok delil vardı, “Hamas’ın basın kolu” olarak suçladığı gazetecilerin haberlerinde getirilen iddialarda olduğu gibi. İsrail, bu iddialara cevap vermediği gibi “Hamas’ın basın kolu” savunmasıyla Gazze’de çok sayıda gazeteciyi öldürmekle suçlanıyor. Sınır Tanımayan Gazeteciler bu konuda Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvurdu ve mahkeme savcısı halihazırda Filistin ile ilgili devam eden soruşturmaya Gazze’de öldürülen gazetecileri de dahil ettiğini duyurdu.

Filistin yetkililerine göre bombalamalar 24 bine yakın insanın ölümüne yol açtı. Güney Afrikalı hukuk ekibi, bu bombalamalarla birlikte hayat kurtaracak yardımların engellediğine dair de mahkeme önünde birçok kanıt ileri sürdü. Ayrıca başvurularında İsrail Başbakanı Netanyahu ve diğer yetkililerin açıklamalarına dikkat çekerek, bu açıklamalarda niyete dair açık kanıtların bulunduğunu belirttiler. Niyete ilişkin o kadar çok açıklama var ki 84 sayfalık başvuru dosyasının dokuz sayfası tamamen bunlara ayrılmış.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu iki kez “Amalek”’in tamamen yok edilmesiyle ilgili İncil’deki hikayeye başvurarak şunları söylemiş: “Amalek’in sana ne yaptığını hatırlamalısın ve hatırlıyoruz. Kutsal Kitap’ın daha sonraki bir pasajı yoruma açık hiçbir şüpheye yer bırakmıyor: Şimdi git ve Amalek’i vur, sahip oldukları her şeyi tamamen yok et ve onları esirgeme.” Netanyahu bu konuşmasının ardından askerlere yazdığı mektupta da bir kez “Amalek”e gönderme yapmış.

İsrail Devlet Başkanı Isaac Herzog ise sivillerle militanlar arasında ayrım yapılmayacağına dair şu ifadelerde bulunmuş: “Sorumlu olan bütün bir ulustur. Sivillerin farkında olmadığı, olaya karışmadığı yönündeki bu söylem doğru değil. Kesinlikle doğru değil.”  Savunma Bakanı Yoav Gallant çıtayı daha da yükseltmiş: Gazze Şeridi tamamen kuşatma altına alındı. Elektrik olmayacak, yiyecek olmayacak, yakıt olmayacak, her şey kapalı. Biz insan hayvanlarla savaşıyoruz ve buna göre hareket ediyoruz.” Ayrıca Gallant’ın İsrail güçlerine yönelik tüm kısıtlamaları kaldırdıklarına dair beyanatlarını da unutmayalım, her şey serbest!

Bitmedi, Dışişleri Bakanı Israel Katz ile devamı geliyor: “Gazze’deki tüm sivil nüfusun derhal bölgeyi terk etmesi emrediliyor. Biz kazanacağız. Dünyayı terk edene kadar onlara bir damla su, bir tek pil bile alamayacaklar.”  Miras Bakanı Amihai Eliyahu da “ilişkisiz sivil diye bir şey olmadığını”  söyleyerek Isaac Herzog’dan aldığı eli Gazze’ye nükleer silah atılmasını önererek yükseltmiş.

Son örnek Tümgenarel Ghassan Alian’dan. Alian, Hamas’a destek veren vatandaşları kınayıp bir video hazırlayıp şu sözleri söylemiş: “İnsan hayvanlarına da buna göre davranılıyor. Tam bir abluka var, elektrik yok, su yok, sadece hasar var. Cehennemi istedin, cehenneme gideceksin.

Bunlar Güney Afrika’nın dosyasında yer alanlardan yalnızca birkaçı. Sonrasında da dosyaya girebilecek yakın zamanlı onlarca daha beyanat ve açıklamalar var. Netenyahu’nun, bakanlarını açıklama yaparken dikkatli ve duyarlı olmaları konusunda uyardığı söyleniyor ancak belli ki bu bile fayda etmiyor, her geçen gün daha fazla soykırım niyeti ve kışkırtma örneği ortaya çıkıyor.  Bu açık ifadelere rağmen sessizlikleriyle özellikle batı ülkelerinin, katliama katkı sunduğu bir gerçek. Tam da yeri gelmişken sözü Jean-Paul Sartre bırakalım: “Her sözün sonuçları vardır. Her sessizliğin de.

Sözün suçu demişken, sözün sahibi İsrailli yetkililerin niyetlerini bu kadar açık bir şekilde ifade etmeleri de herhalde alışılmış bir durum olmasa gerek, gizleme gereksinimi bile duyulmuyor.  Savunmalarında İsrail’li avukatların sıklıkla söylediği üzere tek gerekçe: Hamas saldırıları karşısında meşru müdafaa. Ancak Güney Afrika’nın açıkça belirttiği gibi, meşru müdafaa asla soykırıma varan bir eylemi meşrulaştıramaz.

Bu arada, Güney Afrika’nın ayrıca Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve diğer İsrailli liderler için “soykırım niyeti beyanları” ve diğer savaş suçları iddiaları nedeniyle tutuklama emri çıkartılması  çağrısında bulunduğunu da hatırlatalım.

Güney Afrika 84 sayfalık yazılı başvurusunda İsrail’in eylemlerinin soykırım niteliğinde olduğunu ve soykırımın önlenmesi için acil bir şekilde geçici tedbirlerin uygulanması gerektiğini belirtti. Bu tespitlerin siyahlara karşı uygulanan apartheid rejimini yakından tecrübe etmiş bir ülkeden gelmesi ayrı bir önem taşıyor.

Güney Afrikalı hukuk ekibi davanın ilk günü iddialarını anlatıp, bunlara ilişkin delillerini mahkemeye sundu. Mahkemenin kendi sitesi dışında Türkiye’de de birçok kanal mahkemenin ilk gününü canlı olarak yayınladı. Aşağıdaki Güney Afrika iddialarının tümünü Türkçe çevirisi ile izleyebileceğiniz videoyu paylaşıyoruz.

 

“İsrail’e Karşı Soykırım Yapıldı”

İsrail, Güney Afrika’yı çarpık görüşler ileri sürmekle suçluyor. İsrail adına mahkeme önünde konuşan dışişleri bakanlığının hukuk danışmanı Tal Becker, açılış konuşmasında şunları söyledi, “Başvuru sahibi ne yazık ki mahkemenin önüne ciddi biçimde çarpıtılmış bir olgusal ve hukuki tablo sunmuştur. Bu davanın tamamı, mevcut düşmanlıkların gerçekliğinin kasıtlı olarak seçilmiş, bağlamdan arındırılmış ve manipülatif bir tanımına dayanıyor.”

Becker, Güney Afrika’nın mahkemeye ateşkes emrini veren geçici tedbirler alması yönündeki taleplerini ise “İsrail’in doğuştan gelen kendini savunma hakkını engelleyen mantıksız bir talep” olduğunu söyledi ve devam etti, “İsraillilerin karşı karşıya olduğu tehdidin doğasını takdir etmeden Gazze’deki silahlı çatışmayı anlamak imkansızdır”. Şimdi en sürreal olan gelsin, “Soykırım eylemleri varsa, bunlar İsrail’e karşı yapılmıştır.”

Becker’in sonrasında İsrail adına söz alan Dr Omri Sander, İsrail’in Gazze’deki insani durumu iyileştirmek için “olağanüstü çabalar” gösterdiğini ancak bunun Hamas tarafından engellendiğini söylerken, Dr. Galit Raguam ise şunları söyledi: “Hastaneler bombalanmadı. Bunun yerine IDF, askeri altyapıyı araştırmak ve sökmek için asker gönderdi, böylece hasar ve aksama azaltıldı.” İsrailli hukuk ekibi savunmalarının genelinde şu noktanın altını çizerek vurguladı ve tekrarladı: “Geçici tedbirler Hamas’a avantaj sağlar, tüm tedbir talepleri reddedilmelidir.

İnanılmaz bir gerekçe bu, bir tarafa avantaj oluşturmaması için soykırıma devam edilmesine izin verilmesinin kabulü, bu mümkün olamaz, olmamalı!

Güney Afrikalı hukuk ekibinin İsrail’in bu iddialarına ilişkin birden çok kez mahkeme önünde tekrarladığı sözlerini biz de bir kez daha hatırlatalım: “Filistin ve Gazze grubundaki bazı kişiler ne yapmış olursa olsun ve İsrail vatandaşlarına yönelik tehdit ne kadar büyük olursa olsun, Gazze’nin tamamına yönelik, onları yok etme amaçlı soykırım saldırılarını haklı kılmaz

Leve Palestina

Her iki taraf iddialarını, savunmalarını ve delillerini mahkeme önünde dile getirdi. Şimdi mahkeme Güney Afrika’nın talep ettiği geçici tedbir taleplerini müzakereye başladığını duyurdu. Neydi talep edilen tedbirler:

İsrail’in,

  • Gazze’deki askeri operasyonları derhal durdurması
  • Kontrolü altındaki herhangi bir grup tarafından, Gazze’deki herhangi bir askeri operasyonu ilerletecek adımlar atmaması,
  • Filistinlilere yönelik soykırımın önlemesi için gerekli tüm makul tedbirleri alması,
  • Soykırım Sözleşmesi’nin 2. maddesi kapsamına giren her türlü eylemden kaçınması,
  • Yerlerinden edilenlerin evlerine dönerek yeterli gıda, su, yakıt, tıbbi ve hijyen malzemeleri, barınak ve giysi dahil olmak üzere insani yardıma erişiminin sağlaması,
  • Soykırıma karışanların cezalandırılmaları için gerekli adımları atması,
  • Soykırımın delillerini muhafaza etmesine ve bu amaçla gelen uluslararası görevliler ve diğer yetkililerin Gazze’ye erişimini engellememesi,
  • Verilen tedbirleri uyguladığına ilişkin Divan’a düzenli rapor sunması, davayı zorlaştıracak veya uzatacak eylemlerden kaçınması​​​​​​​

Mahkemenin vereceği karar nihai, temyiz edilemiyor, icra yetkisi de yok. Örneğin UAD, Rusya’ya Ukrayna’yı işgal etmesini durdurma emrini verdi ama Rusya bu yönde bir adım atmadı. İsrail Başbakanı, Netanyahu da zaten açık bir şekilde mahkemenin kararının kendilerini engellemeyeceğini söyledi. Fakat ne olursa olsun mahkemenin vereceği kararların da İsrail üzerinde siyasi baskıyı arttıracağı bir gerçek.

Yazıyı Filistin için yazılmış en eski şarkılardan biri ile bitirelim: Kofia, “Leve Palestina” (Çok Yaşa Filistin)