Düşman Ceza Hukuku

Ercan Kanar, KCK İstanbul davasında düşman ceza hukuku tabirini kullandığı için salondan atıldı. Gelin görün ki avukatlık pratiğinin neredeyse tamamına yakını bu uygulamaya yakından tanıklık etmekle ve sağlamasını bizzat mahkeme salonlarında yapmakla geçmişti. “Düşman Ceza Hukuku” ifadesinin duruşma salonlarında kullanımının kendisi ile özdeşleştiğini söylesek abartı olmaz. Hatta popüler alana transferinde de emeği var.

Haluk İnanıcı’nın derlediği ve İletişim Yayınlarından çıkan “Türkiye’de Hukuku Yeniden Düşünmek” başlıklı kitapta yer alan “Siyasi Davalar Yargı Pratiği ve Dürüst Yargılanma Hakkı” yazısında bu kavramı kendi kişisel tecrübelerinden uygulamalı ve sağlamalı bir şekilde anlattı. Siyasi dava denen pratiğin sosyalistler ve Kürtler dışında diğer alanlara da sirayet etmesi ile bu kavram da daha sık kullanılır oldu. O kadar ki; Cumhuriyet Gazetesi Ergenekon ya da Cumhuriyet yargılamaları için “düşman ceza hukuku” tabirini manşetten kullanırken, Prof. Dr. Duygun Yarsuvat katıldığı panellerde mevcut yargılama pratiğini “düşman ceza hukuku” olarak tanımladı, bizzat duruşmalarda da kullandı. Düşman alanı genişledikçe kavramı kullananların çeşitliliği de arttı. Bu kavramın Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) salonlarından transferinde Ercan Kanar’ın emeğinin altını bir kez daha çizelim. Bu arada Ercan Kanar’ın ofisine yolunuz düştüyse, belki duvarda çerçeveletilmiş Cumhuriyet Gazetesi’nin “Düşman Ceza Hukuku” başlıklı manşetini görmüşsünüzdür. Gazetenin çerçevelenip duvara asılmasının hikayesini başka bir yazıya bırakalım ama bu manşet bugüne nasıl gelindiğini anlamamızda önemli basamaklardan biri, unutmayalım. Bu arada, kavramdan bu kadar bahsetmişken bilmeyenler için kısa bir bilgilendirme yapmadan da geçmeyelim:

“Düşman Ceza Hukuku” kavramı ilk defa 1985 yılında Günter Jakobs tarafından kullanıldı. Devlet düzenine karşı gelen insanların temel haklara sahip bir “yurttaş” olarak değil, ezilmesi ve yok edilmesi gereken bir “düşman” gibi görülmesi ve temel haklardan yoksun bir şekilde ceza hukukunun konusu haline getirme anlayışını tanımlamak için kullanıldı. (Daha ayrıntılı tarihsel bilgi için bkz. Günter Jakobs, Yurttaş Ceza Hukuku ve Düşman Ceza Hukuku, Çev. Cemil Ozansu, Güncel Ceza Hukuku Serisi 8, Seçkin Yayınları, Ankara  2008)

Hukuk Filozofu Heiner Bielefeldt’in “Düşman Ceza Hukuku” kavramını ortaya atan Günter Jakobs’a “Hukuk Devletinde İşkence Yasağı” başlıklı yazısında sorduğu: “Devlet kendi düşmanlarının kimler olduğunu hemen nereden ve nasıl biliyor? Olağan suçluların ya da suçsuzların bu düşman ceza hukukunun değirmen taşları arasına yanlışlıkla düşmeleri nasıl engellenecektir? Ne zaman yurttaş ceza hukukunun ve ne zaman düşman ceza hukukunun uygulanacağına kim hangi ölçütlere göre karar verecektir?” soruları uygulamanın keyfiliğine ve tehlikelerine işaret ediyordu.

Prof. Dr. Hayrettin Ökçesiz’in kavrama ilişkin tespitleri ile bitirelim: Bu düşman ceza hukukunda düşmanın normal durumda bir kişi olarak taşıyabileceği tüm haklar askıya alınacağı için ‘suçsuzluk karinesi’ de kendisine tanınmayacaktır. Hukuk devletinin böylesine önemli bir temel taşının bu olayda güya haklı olarak çekilip alınması sonunda devletin tüm hukuka ve yurttaşlara karşı terörüne yol açacaktır. Bu devlet terörü tüm hukuk devletini sonunda bir kaosa sürükleyecektir.” (Bkz: Hayrettin Ökçesiz, “Düşman Ceza Hukuku Düşüncesinin Eleştirisi”, Karşılaştırmalı Güncel Ceza Hukuku Serisi 8, Seçkin Yayınları, Ankara 2008)

Öcalan Davası

Yakın dönemin en önemli davalarından biriydi Abdullah Öcalan Davası. Ercan Kanar bu davada da, özellikle savunmanın teorik çerçevesinin oluşturulmasında, önemli bir rol aldı. Elbette tahmin edileceği üzere bu davada avukatlık yapmak kolay değildi, avukatlar ciddi engellemeler ile karşılaştı.

Dinlediklerimden aklıma ilk gelen örneklerden birisini paylaşayım: Öcalan İmralı’ya getirildiğinde Ankara’da hakkında açılmış ve devam eden dava ile birlikte gıyabında dört ayrı tutuklama kararı vardı. İlk duruşma Ankara’da oldu. Fakat Öcalan duruşmaya getirilmedi. Avukatlar kendi aralarında bir görev paylaşımı yaptılar. Ercan Kanar, genel savunmanın kaleme alınmasının yanında Genelkurmay’ın yargılama üzerindeki vesayetini anlatmayı, usulü hataları anlatmayı üstlendi. Duruşmalar başladı, avukatlar mahkemede yargılamanın Diyarbakır’da görülmesi gerektiğini dile getirip talepte bulundu. Bir anda salon karıştı, izleyiciler ellerinde ne varsa avukatlara fırlattı, küfürler edildi, heyet duruşmayı terk etti. Askerler avukatları koruma gerekçesiyle salondan çıkarıp eski bir askeri araca bindirdi, dördü kadın toplam yedi avukat vardı. Fakat aracın arkasında oturacak hiçbir yer yoktu. Avukatlar demirlere tutunarak ayakta durmaya çalıştı. Askeri araç Ankara’nın milliyetçi eğilimlerinin en yüksek olduğu ilçede durduruldu ve avukatlar zorla, dayak atılarak araçtan indirildi. Yedi düzgün giyimli kişi, askeri araçtan zorla dayak atılarak indiriliyor hem de milliyetçi eğilimin en yüksek olduğu bir ilçede. Ercan Kanar, bu durumun avukatlarda ciddi bir tedirginlik yarattığını anlatıyor. Yargılama boyunca buna benzer çokça basına yansımayan engellemeler oldu, bunları hazırladığımız Ercan Kanar biyografisi kitabında daha ayrıntılı anlatacağım, umarım yakın zamanda kitap sizlerle buluşur. Bu arada Kanar, Öcalan yargılamalarının ilk iki duruşmasına katıldı, sonrasında Yargıtay savunmasını üstlendi. Bu bölümü Öcalan yargılamalarını kısaca hatırlayarak bitirelim:

Öcalan yargılaması 31 Mayıs 1999 tarihinde İmralı Adası’nda başladı, 9 duruşma yapıldı ve 29 Haziran’da Abdullah Öcalan ölüm cezasına çarptırıldı. Yedinci duruşmada yasa değişikliği ile mahkemenin askeri üyesi yerine sivil üye atandı. Öcalan, 23 Şubat’ta, hakkındaki 3 gıyabi tutuklama müzekkeresi Ankara 2 No’lu DGM’nin üyesi Mehmet Maraş tarafından vicahiye çevrilerek, tutuklandı. Öcalan’ın, Türkiye genelindeki dosyaları, Ankara 2 No’lu DGM’de Türk Ceza Kanunu’nun “devlet hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırarak, başka bir devlet kurmaya matuf fiil işleme” suçunu düzenleyen ve “vatana ihanet” başlığını taşıyan 125. maddesine göre ölüm cezası istemiyle yargılandığı dava ile birleştirildi. İdam cezası kararı 25 Kasım 1999 yılında Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından onandı. 2002 yılında idam cezasının kaldırılması ile idam cezası ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrildi. 2005’te Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Öcalan davasının adil olmadığına hükmetti ve yeniden yargılama talebinde bulunuldu, yerel mahkeme bu talebi reddetti.

                                                                                                   devam edecek…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Düşman Ceza Hukuku

 

Ercan Kanar, KCK İstanbul davasında düşman ceza hukuku tabirini kullandığı için salondan atıldı. Gelin görün ki avukatlık pratiğinin neredeyse tamamına yakını bu uygulamaya yakından tanıklık etmekle ve sağlamasını bizzat mahkeme salonlarında yapmakla geçmişti. “Düşman Ceza Hukuku” ifadesinin duruşma salonlarında kullanımının kendisi ile özdeşleştiğini söylesek abartı olmaz. Hatta popüler alana transferinde de emeği var. Haluk İnanıcı’nın derlediği ve İletişim Yayınlarından çıkan “Türkiye’de Hukuku Yeniden Düşünmek” başlıklı kitapta yer alan “Siyasi Davalar Yargı Pratiği ve Dürüst Yargılanma Hakkı” yazısında bu kavramı kendi kişisel tecrübelerinden uygulamalı ve sağlamalı bir şekilde anlattı. Siyasi dava denen pratiğin sosyalistler ve Kürtler dışında diğer alanlara da sirayet etmesi ile bu kavram da daha sık kullanılır oldu. O kadar ki; Cumhuriyet Gazetesi Ergenekon ya da Cumhuriyet yargılamaları için “düşman ceza hukuku” tabirini manşetten kullanırken, Prof. Dr. Duygun Yarsuvat katıldığı panellerde mevcut yargılama pratiğini “düşman ceza hukuku” olarak tanımladı, bizzat duruşmalarda da kullandı. Düşman alanı genişledikçe kavramı kullananların çeşitliliği de arttı. Bu kavramın Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) salonlarından transferinde Ercan Kanar’ın emeğinin altını bir kez daha çizelim. Bu arada Ercan Kanar’ın ofisine yolunuz düştüyse, belki duvarda çerçeveletilmiş Cumhuriyet Gazetesi’nin “Düşman Ceza Hukuku” başlıklı manşetini görmüşsünüzdür. Gazetenin çerçevelenip duvara asılmasının hikayesini başka bir yazıya bırakalım ama bu manşet bugüne nasıl gelindiğini anlamamızda önemli basamaklardan biri, unutmayalım. Bu arada, kavramdan bu kadar bahsetmişken bilmeyenler için kısa bir bilgilendirme yapmadan da geçmeyelim:

 

“Düşman Ceza Hukuku” kavramı ilk defa 1985 yılında Günter Jakobs tarafından kullanıldı. Devlet düzenine karşı gelen insanların temel haklara sahip bir “yurttaş” olarak değil, ezilmesi ve yok edilmesi gereken bir “düşman” gibi görülmesi ve temel haklardan yoksun bir şekilde ceza hukukunun konusu haline getirme anlayışını tanımlamak için kullanıldı. (Daha ayrıntılı tarihsel bilgi için bkz. Günter Jakobs, Yurttaş Ceza Hukuku ve Düşman Ceza Hukuku, Çev. Cemil Ozansu, Güncel Ceza Hukuku Serisi 8, Seçkin Yayınları, Ankara  2008)

 

 

Hukuk Filozofu Heiner Bielefeldt’in “Düşman Ceza Hukuku” kavramını ortaya atan Günter Jakobs’a “Hukuk Devletinde İşkence Yasağı” başlıklı yazısında sorduğu: “Devlet kendi düşmanlarının kimler olduğunu hemen nereden ve nasıl biliyor? Olağan suçluların ya da suçsuzların bu düşman ceza hukukunun değirmen taşları arasına yanlışlıkla düşmeleri nasıl engellenecektir? Ne zaman yurttaş ceza hukukunun ve ne zaman düşman ceza hukukunun uygulanacağına kim hangi ölçütlere göre karar verecektir?” soruları uygulamanın keyfiliğine ve tehlikelerine işaret ediyordu.

 

Prof. Dr. Hayrettin Ökçesiz’in kavrama ilişkin tespitleri ile bitirelim: Bu düşman ceza hukukunda düşmanın normal durumda bir kişi olarak taşıyabileceği tüm haklar askıya alınacağı için ‘suçsuzluk karinesi’ de kendisine tanınmayacaktır. Hukuk devletinin böylesine önemli bir temel taşının bu olayda güya haklı olarak çekilip alınması sonunda devletin tüm hukuka ve yurttaşlara karşı terörüne yol açacaktır. Bu devlet terörü tüm hukuk devletini sonunda bir kaosa sürükleyecektir.” (Bkz: Hayrettin Ökçesiz, “Düşman Ceza Hukuku Düşüncesinin Eleştirisi”, Karşılaştırmalı Güncel Ceza Hukuku Serisi 8, Seçkin Yayınları, Ankara 2008)

 

Öcalan Davası

Yakın dönemin en önemli davalarından biriydi Abdullah Öcalan Davası. Ercan Kanar bu davada da, özellikle savunmanın teorik çerçevesinin oluşturulmasında, önemli bir rol aldı. Elbette tahmin edileceği üzere bu davada avukatlık yapmak kolay değildi, avukatlar ciddi engellemeler ile karşılaştı.

 

Dinlediklerimden aklıma ilk gelen örneklerden birisini paylaşayım: Öcalan İmralı’ya getirildiğinde Ankara’da hakkında açılmış ve devam eden dava ile birlikte gıyabında dört ayrı tutuklama kararı vardı. İlk duruşma Ankara’da oldu. Fakat Öcalan duruşmaya getirilmedi. Avukatlar kendi aralarında bir görev paylaşımı yaptılar. Ercan Kanar, genel savunmanın kaleme alınmasının yanında Genelkurmay’ın yargılama üzerindeki vesayetini anlatmayı, usulü hataları anlatmayı üstlendi. Duruşmalar başladı, avukatlar mahkemede yargılamanın Diyarbakır’da görülmesi gerektiğini dile getirip talepte bulundu. Bir anda salon karıştı, izleyiciler ellerinde ne varsa avukatlara fırlattı, küfürler edildi, heyet duruşmayı terk etti. Askerler avukatları koruma gerekçesiyle salondan çıkarıp eski bir askeri araca bindirdi, dördü kadın toplam yedi avukat vardı. Fakat aracın arkasında oturacak hiçbir yer yoktu. Avukatlar demirlere tutunarak ayakta durmaya çalıştı. Askeri araç Ankara’nın milliyetçi eğilimlerinin en yüksek olduğu ilçede durduruldu ve avukatlar zorla, dayak atılarak araçtan indirildi. Yedi düzgün giyimli kişi, askeri araçtan zorla dayak atılarak indiriliyor hem de milliyetçi eğilimin en yüksek olduğu bir ilçede. Ercan Kanar, bu durumun avukatlarda ciddi bir tedirginlik yarattığını anlatıyor. Yargılama boyunca buna benzer çokça basına yansımayan engellemeler oldu, bunları hazırladığımız Ercan Kanar biyografisi kitabında daha ayrıntılı anlatacağım, umarım yakın zamanda kitap sizlerle buluşur. Bu arada Kanar, Öcalan yargılamalarının ilk iki duruşmasına katıldı, sonrasında Yargıtay savunmasını üstlendi. Bu bölümü Öcalan yargılamalarını kısaca hatırlayarak bitirelim:

 

Öcalan yargılaması 31 Mayıs 1999 tarihinde İmralı Adası’nda başladı, 9 duruşma yapıldı ve 29 Haziran’da Abdullah Öcalan ölüm cezasına çarptırıldı. Yedinci duruşmada yasa değişikliği ile mahkemenin askeri üyesi yerine sivil üye atandı. Öcalan, 23 Şubat’ta, hakkındaki 3 gıyabi tutuklama müzekkeresi Ankara 2 No’lu DGM’nin üyesi Mehmet Maraş tarafından vicahiye çevrilerek, tutuklandı. Öcalan’ın, Türkiye genelindeki dosyaları, Ankara 2 No’lu DGM’de Türk Ceza Kanunu’nun “devlet hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırarak, başka bir devlet kurmaya matuf fiil işleme” suçunu düzenleyen ve “vatana ihanet” başlığını taşıyan 125. maddesine göre ölüm cezası istemiyle yargılandığı dava ile birleştirildi. İdam cezası kararı 25 Kasım 1999 yılında Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından onandı. 2002 yılında idam cezasının kaldırılması ile idam cezası ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrildi. 2005’te Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Öcalan davasının adil olmadığına hükmetti ve yeniden yargılama talebinde bulunuldu, yerel mahkeme bu talebi reddetti.

 

devam edecek…