Ercan Kanar’ın “Filozofça Hukuk Felsefesi-Marx ve Engels’in Hukuk Teorisi” başlıklı kitap için yazdığı önsöz metninin üçüncü ve son bölümünü yayınlıyoruz. “Filozofça Hukuk Felsefesi” başlıklı ilk bölümü ve “Özgürlükçü Felsefe Açısından Suç, Ceza, Hapishane” başlıklı ikinci bölümü aşağıdaki linklere  tıklayarak okuyabilirsiniz. 

Özgürlükçü Felsefe Açısından Suç, Ceza, Hapishane

Filozofça Hukuk Felsefesi

Hapishaneler Kapatılmalıdır

Gerek toplumsal savunma ilkelerinin gerekçeleri gerekse 16. Yüzyıldan bu yana hapishane uygulamaları hapishanenin artık insan doğasına aykırı çürümüş bir kurum olduğunu kanıtlamıştır. Orta çağda reform gibi çıkan hapishane kurumu savunanların tüm tezleriyle iflasla yüz yüzedir. (Islah, iyileştirme, topluma kazandırma tezleri asla yaşama geçmemiş çürümüş tezlerdir. İbretlik yeni suç önleme tezi de çürümüştür.) En önemlisi de insanı dört duvara kapamak insan doğasına aykırıdır. Hapishaneler ancak sosyalizm de kapanır tezi doğru değildir. Mevcut sistemde de ceza evleri kapatılabilir. Yeni önlemler, insancıl çözümler gündeme getirilebilir. Devletin giderek küçülmesi açısından da hapishanelerin kapatılmasında önemli yarar vardır. HAPİSHANELER KAPATILMALIDIR. Bunu cesaretle söylemeliyiz tartışmalıyız. Kapitalist sistemde de mücadele ile bu hedefe ulaşılabilir. En az devlet en çok toplum ve insan diyenler bu konuyu gündeme sokmalıdır. Hapishane, idam gibi iflas etmiş çürümüş bir kurumdur. Hele hele ölünceye kadar ağırlaştırılmış hapis cezaları için çok ciddi kampanyalar açılarak bu insanlık dışı cezanın mevzuattan çıkartılması için mücadele verilmelidir.

Bir Kez Daha Özgürlük Üzerine

Ansiklopedistler’ e göre insanlara düşen akıl sayesinde doğanın yasalarını bulmak ve toplumun bu yasalara uygun olarak yeniden kurmak amaçtı. Deneye dayalı maddeci bir olguculuğu savundular yine de akıl çağının en meşru ve devrimci temsilcileri onlardı (Fransız devriminin arifesinde).

Aydınlanma düşüncesinin eleştirel siması Jean Jacques Rousseau için mülkiyetin ortaya çıkması yani toprağın özel mülkiyete konu olması ile birlikte doğal durumun eşitlikçi düzeni geri dönülmez biçimde yıkılacaktır. Devletlerin ortaya çıkması ve savaşlar, özgürlüğün mutlak ihlali olarak kölelik mülkiyetiyle birlikte ortaya çıkan kötülükler olacaktır, insanlar için demişti.

Aydınlanma düşüncesinin başlangıcında özgürlük ya siyasal/hukuki bir kertenin kavramı olarak kalır ya da mübadele düzeyinde ekonomik ilişkiler çerçevesine yerleştirilebilir ancak. Yani üretim ilişkilerinin büteni içinde yer almaz. Bunun için 19. Yüzyılı Hegel’ i beklemek gerekir. Hegel’ in temel uğraşı soyut ama gene de karmaşık bir dille aydınlanma düşüncesinin tarihsel anlamını açığa çıkarmaktadır. Özgürlük yalnızca hukuk felsefesiyle sınırlı bir düzeyde ele alınmaz Hegel’ de bilinç, felsefesinin de kalbindedir. Hegel’ in öz bilinç olarak kavramlaştırdığı insani bilinç durumu ancak başka bir özgür birey tarafından tanındığında tanınan birey tarafından özgür bireyin bilinci olarak kabul edilebilir bu ise  Hegel’ i aydınlanmacılardan ayırır. Hegel’ de doğal durumdan toplum durumuna geçiş kaçınılmaz olarak efendilik ve kölelik ilişkisine geçmeyi gerektirir. Hegel’ e göre efendi durumundaki birey gerçek bir bilince ve özgürlüğe gerçekten kavuşmuş mudur? Onun istediği bir başka özgür birey tarafından tanınmaktı ama kavga sonucunda elde ettiği tanınma doğasına yenilen böylece köle konumunda kalmayı kabul eden bir ötekinin kendisini tanımasıdır.

Doğada kültüre geçememiş özgür olmayan biri tarafından özgür birey olarak tanınmak tam anlamıyla öz bilinci gerçekleştiren bir tanınma olmayacaktır. Şu halde insanlığın tarihsel olarak öz bilince ulaşma serüveninin bir ara uğrağı olabilir efendinin konumu.

Öyleyse köle diyalektiğinin son bulması gerekir. Marx’ ın kendi benzetmesiyle “Ayaklarının üzerine oturtmak ve karşıtı ucundan yakalamak” Marx’ a göre üretim süreci içinde sömürü ilişkilerini ortadan kaldırarak ve emek gücünün meta karakterine son verecek ve böylece gerçek ve maddi eşitliği üretim ilişkileri içinde gerçekleştirecek bir toplumsal devrim olmaksızın başka bir değişle kapitalist ilişkilerin yerini tüm sınıfsal eşitsizlikleri ortadan kaldıracak bir sosyalist düzenleme olmaksızın gerçek ve somut bir özgürlükten bahsedilemez. Marx’ a göre Komünist Manifesto Hegel’ in bir metaforu olarak insanlık tarihinin özgürlüğüne yönelik ilerlemesini anlatan efendilik-köle diyalektiğinin maddeci bir devamı olarak da değinilebilir. Yani köle kölelikten, yabancılaşmış burjuva toplumundaki efendilik kurumundan kurtulması gerekir.

Yani özgürleştirici sınıf mücadeleci salt proletaryanın kurtuluşunu değil, karşıtı olan burjuvazi de dahil tüm insanların kurtuluşunun biricik yolu olacaktır. Yani tüm insanlık özgürleşecektir.  Bunu da yine en güzel her bireyin özgürlüğü için herkesin işbirliği özdeyişi ifade etmektedir.

Özgürlükçü hukuk felsefesinin insan hakları mücadelesine katkısı hayatidir. Orta çağda insan haklarının kaynağı tanrı idi daha sonra seküler anlayışla akıl olduğu kabul edildi. Hegel ise kaynak olarak devleti gösterdi özgürlükçü bakış ise kaynak olarak insanın bizzat kendisinin bilinçli edimini gösterdi. Dolayısıyla burjuvazinin; “ Her insanın doğuştan değişmez, el konulmaz doğal hakları vardır” tezi çürüdü “İnsan haklarıyla insandır” tezi “İnsan haklarıyla insan olur” teziyle zenginleşti. Dolayısıyla tüm insanlar özgürleşinceye kadar; tüm yabancılaşma kurumları sönene kadar insanlar hakları mücadelesi her sistemde devam edecektir. Din, aile, devlet, sınıflar, hukuk kalkana kadar insan hakları mücadelesi iktidar mücadelesinden farklıdır iktidar alanlarının daraltılmasını hedef alır. Siyasi mücadele ise iktidarı ele alarak geçişi sağlamak sürecindedir. Devletli tüm toplumlarda insan hakları mücadelesine ve kurumların ihtiyaç vardır. Bu anlamda hukuku yok edecek hukuk mücadelesi insan hakları mücadelesiyle kucaklaşır.

Mehmet Akkaya başta da vurguladığımız gibi önemli bir çalışma yapmıştır. Hukukun aktif yansıma kurumu özelliğinin vurgulanması daha net olabilirdi. Hapishanelerin kaldırılması konusunda esnek ve elastiki bakış yerine mevcut sistemde de hapishanelerin kapatılması gerektiği vurgulanabilirdi.

Mehmet Akkaya’ nın çalışmasının olumlu tartışmalar açacağına inanıyorum. Yeni ürünler de vereceğine inanıyorum.

Önsözümüzü her bireyin özgürlüğü için herkesin iş birliği diye bitirelim.