Çocuk Müvekkilinin Hakkını Arayan Avukatın Gardiyanlar Tarafından Dövülmesi

Savunma Mesleğinin Yontma Taş Dönemine Terfii

Avukat meslektaşımız, arkadaşımız Günay Dağ, dün Maltepe Cezaevi’nde, bir çocuk müvekkilinin işkence gördüğü gerekçesi ile cezaevi yöneticileriyle görüşmek istemiş ancak hapishane müdürünün bizzat verdiği emirle gardiyanlar tarafından dövülmüştür. Kafasına vurulmuş, parmağı kırılmış, zorla dışarı atılmış özetle ağır bir şiddete maruz kalmıştır. Cezaevinden bir diğer deyişle “kamusal faaliyet” kapsamında gittiği görev alanından ağır şiddet uygulanarak dışarıya atılmış bir avukattan bahsediyoruz. Tarihi not düşmekte fayda var: 12.10.2016.

Avukatların hedef gösterilmesi, şiddete maruz kalması, öldürülmesi yeni bir olay değil. Yani bu konuyu sadece OHAL ile açıklayamayız. Maruz kalınan olay, iktidardan güç alan kamu görevlilerinin vatandaşa, hatta diğer kamu görevlilerine karşı şiddet uygulamaktaki pervasızlık düzeyinin arttığını ve savunma mesleğine saldırının geldiği aşamayı göstermektedir sadece.

Savunma terimi, savunma mesleği sadece teknik olarak açıklanamaz, kavranamaz. Terim iktidar kavramıyla doğrudan ilgilidir. Savunma/Savunma mesleği, demokratik bir toplumda iktidar alanında yer alan partilerin, sivil toplum örgütlerinin birbirlerine karşı yürüttükleri demokratik mücadele alanının, politik toplum/sivil toplum çatışmasının ortasında yer alır. Bir devletin rejim tipini tespit için, sanık haklarını/savunma haklarını, savunma mesleğinin durumunu değerlendirmemiz yeterlidir. Ya da konuya tersinden bakarsak, bir ülkedeki iktidar mücadelesinde “hak ve özgürlük” yanlılarının yenilgiye uğramasının sonuçları, ilk önce savunma alanında görülür. Mücadelenin ezilen ve yönetilenlerin lehine geliştiği dönemlerde, sanık hakları, savunma mesleği güvenceleri gelişir. Tersi durumda, iktidarın otoriterleşme, totaliterleşme eğilimleri artar. İlk önce sanık hakları, müdafi hakları budanır, giderek etkisiz hale getirilir. Belirtilmelidir ki; bir ülkede sanık haklarına, savunma mesleğine saldırı varsa orada ne özgürlükten ne de hukuktan bahsedilebilir.

Ne hazindir ki; ülkemizde sanık haklarına, savunmaya saldırının köklü bir geleneği vardır. Bunu aşamalara ayırarak tespit etmeye çalışırsak, ilk aşama, Cumhuriyet boyunca sanık haklarına, savunmaya kanunlarda olduğu ilkel haliyle bile tahammül edilememesidir.

img-20161012-wa0006

Cumhuriyet boyunca, engizisyon dönemini hatırlatırcasına ‘savunmaya’ değer verilmemesi, sanık haklarının fuzuli görülmesidir. Bu zihniyeti bir cümle ile özetlersek: ‘İnsanlar hiçbir savunma yapmadan polisin iddialarını paşa paşa kabullenseler, ne iyi olacak. Kendilerine gereksiz yere işkence yaptırıyorlar.’”i

Savunmaya saldırının ikinci aşaması; iktidarın otoritesinin gelişmesini engelleyen veya bu konuda şüphe uyandıran kişilere savunma yardımı yapan avukatları sindirme şeklinde ortaya çıkar. İlk elde akla gelenler: duruşma disiplini, inzibatı kapsamında avukatların azarlanması, duruşma salonunda çıkartılması, sözlerinin kesilmesi, kısa süreli hapis cezası verilmesi, savunmanın sınırlanması, temyiz haklarının kısıtlanması, görevini yapan avukata sınırlarını aştığı iddiasıyla davalar açılması vb.

Üçüncü aşamada avukatlara karşı yürütülen toplu soruşturma ve davalar yoluyla avukatların sindirilmesiydi. Avukatların savundukları müvekkilleriyle özdeşleştirilerek, aynı suçtan suçlandıklarını hatta aynı davaya dâhil edildiklerini de gördük, görmeye devam ediyoruz.

Dördüncü aşama ise avukatların demokratik örgütlerine karşı yürütülen soruşturma ve davalarla kendini göstermişti.

Son dönemde ise, ifade ettiklerimizin derinleştiğini, demokratik bir devlette akla bile getirilemeyecek olayların yaygınlaştığını görmeye başladık. Basın açıklaması yapan avukatların adliyelerde kolluk güçlerinin saldırısına maruz kalması, yerlerde sürüklenmesi; isnat edilen suç ifade bile edilmeksizin eziyet olsun diye hukuksuz biçimde gözaltına alınmaları emniyet, adli tabipliklerde dolaştırılmaları, bürolarının usulsüz aranması, isnat edilen suçla ilgisi olmayan dosyaların götürülmesi vb olaylar yaygınlık kazanıyordu. Bir diğer deyişle avukatlara yönelik saldırı kılıktan kılığa girerek ama daha görünür hale gelerek her gün karşımıza çıkmaya başlamıştır. En son Avukat Günay Dağ’ın yaşadığı darp ve saldırı, diğer örneklerin yanında, artık savunma görevi üstlenen avukatların fiziki tehdit altında görev yaptıklarını da açık biçimde göstermesi açısından önemlidir. “Savunmayı etkisizleştirmek için avukatlara fiziki olarak da saldır, savunmayı fiilen işlevsiz kıl.”

Ülkemiz olağanüstü günlerden geçiyor. 3500 civarında hâkim ve savcı silahlı bir örgütün üyesi olmakla itham ediliyorlar; çoğu tutuklu. Elbette herkes suçlanabilir. Suçu varsa bir yargıç-savcı da cezasını çekmelidir. Bahse konu olan, hangi örgüt mensubu olursa olsun her suçlunun adil yargılanma hakkından yararlanmasıdır. Zaten Ceza Muhakemesi Kanunu’nun varlık sebebi bu değil midir? İlginç olan, bu hâkim ve savcıların, yukarıda belirttiğimiz, savunmaya saldırının bütün aşamalarında yer almış kişiler olmasıdır. Şimdi, başta masumiyet karinesi olmak üzere, yargıçlık görevi yaptıklarını, bu şekilde bir uygulamaya muhatap edilemeyeceklerini ileri sürmektedirler. Bir diğer deyişle daha kısa süre önce savunmaya saldırının her türüne icazet vermiş, bizzat uygulamış savcı ve hâkimler “savunmaya, müdafiye muhtaç” durumdadırlar. Eğer bugünleri düşünme imkânları olsaydı aynı davranışları sergilerler miydi? Şüphemiz olmakla birlikte savunma konusunda biraz daha dikkatli davranabileceklerini öngörebiliriz…

Şimdi ikinci sorumuzu soralım: Bu gardiyanlar cezaevi savcıları ve hâkimler tarafından korunmayacaklarını bilseler, bu şekilde hem cezai hem de meslekten atılma sonucu doğurabilecek bir davranışı kolayca yapabilirler mi? Bu memurların görev yapan bir avukata saldırmaları mümkün olabilir mi? O halde sorun sadece kendini bilmez bir cezaevi müdürü veya iki üç gardiyan işi olarak görülemez.

Yine hatırlamakta yarar var. Avukat Günay Dağ müvekkili olan bir çocuk tutuklunun işkence gördüğü iddiasını incelemek üzere cezaevine gitmişti. O halde savunma mesleğine yapılan bu saldırı aynı zamanda “çocuk hakları”na da yapılmış bir saldırıdır. Şiddetin bu düzeye tırmanması, avukata saldırılması, çocuk tutukluya işkence yapıldığı iddiasının da ciddiyetini göstermektedir.

img-20161012-wa0004

Hâsılı, idarenin “ücretli memurları” görevlerini yaparken, kendi maaşlarını ödeyen vatandaşlarına, çocuklara, avukatlara ama her şeyden önce “hak ve hukuka” saldırıda bir beis görmüyorlar.

Hatırlamak açısından ifade edelim: Sanık haklarına, savunma haklarına saygının olmadığı bir yerde, “yaşam hakkı” tehlikededir. Hani şu dört insan hakları sözleşmesinde hiçbir gerekçeyle “özüne dokunulamayacağı” kabul edilerek mutlak hak payesine çıkartılan “yaşam hakkı…”

BM’nin neredeyse bütün metinlerinde temel insan hakkı olarak kabul gören, bizi hayata bağlayan biricik hakkın “yaşam hakkı”nın kendisi büyük bir tehlike altındadır.

Gazetecilerin susturulduğu, eleştiri hakkını kullananların içeri tıkıldığı, savunma mesleğini yürüten avukatların savunma görevinin her aşamasında yaygın baskıya maruz kaldığı nihayet fiziki olarak saldırıya uğradığı günümüzde, toplumu bir arada tutan eklemler atmak üzeredir. Hukukun uygulanmadığı bir ülkede herkesin kendi hukukunu aramaya kalkma ihtimali bile ürkütücü değil midir? O halde avukatlar olarak son ana kadar başta iktidar olmak üzere herkesi hukuka davet etmekten ve darbımeseli tekrar etmekten başka çaremiz yoktur: Hukuk bir gün herkese lazım olacaktır. Bu nedenle yarın herkesin ihtiyaç duyacağı sanık haklarına, savunma mesleğine sahip çıkalım, demekten bıkmayacağız. Bangalore Yargı Etiği Kuralları’nı, Budapeşte Savcılık Mesleği İlkeleri’ni, insan hakları sözleşmelerini anlatmaya devam edeceğiz. Diyeceğiz ki, mücadele ile yazılmış, insanlık tarihinin yüz akı bu metinler ve içinde yer alan kurallar aslında sizleri de koruyan kurallardır.

Geçmiş olsun Günay. Senin kafanda ve ellerinde gördüğümüz yaralar, sadece mesleğimizde değil aynı zamanda uzunca süredir vicdanımızda açılmakta olan hukuksuzluk- adaletsizlik yarasını umuyoruz kangrene dönüştürmez. Bu son olsun diye, umuyoruz, başta İstanbul Barosu olmak üzere tüm avukatlar çocuk müvekkilinin avukatlığını üstlenecek ve cezaevi yönetimine, sizin namusunuza emanet edilmiş olan çocuk müvekkilimize işkence iddiaları için huzurunuzdayız; meslektaşımıza yaptıklarınızın hesabını ise hukuk önünde er geç vereceksiniz, diyecektir.

i Savunmaya saldırının birinci aşamasıyla ilgili ayrıntılı bir değerlendirme için bkz: Haluk İnanıcı, “Örfi İdare Yargısından Yeni Devlet Güvenlik Mahkemelerine Sanık Hakları,” Parçalanmış Adalet, İletişim Yayınları, 2012, s.13; Ayrıca bkz. Haluk İnanıcı, Türk Savunma Tarihine Bir Not.

KAYNAK: HUKUK POLİTİK