Aşağıda okuyacağınız yazı, Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) avukatlarının 2013 yılında yargılandıkları davada okudukları “Kollektif Savunma” metninden alınmıştır. 225 sayfadan oluşan “Kollektif Savunma” başlıklı  metnin tamamının okunması üç gün sürmüş, sonrasında da günlerce savunma metni gündemin ilk sırasına yerleşmiştir. Davaya ilişkin daha fazla ayrıntı için sitemizde yayınlanan “Avukatlar  Oradaydı”https://www.hukukpolitik.com.tr/2016/02/05/avukatlar-oradaydi-chd-davasi/ başlıklı yazıyı okumanızı tavsiye ederiz

Hukuk Devleti’ne niye inanmadığımızı anlattık. Şimdi de neden hak mücadelesinin hiçbir türüne burun kıvırmadığımızı anlatalım.
Samarra’da sandalcılarla rekabet eden ceberut bir bezirgânın işi insanları rehin almaya kadar vardırmasına kızan Lenin, Yerel Mahkeme (Belediye Meclisi) önünde bir dava yürütüp, ısrarla takip ederek adamı mahkûm ettirmişti. Elizarov’dan aktaran Pashukanis anlatıyor:1

“Çarlık mahkemelerine başvurulabilir miydi? Bu mümkün müydü? Tabiî ki Ortodoks entelektüel kafa, çarlık mahkemelerine başvurarak devrimcilerin temiz imajlarının kirletilmesinden duyulan korku, genel olarak mahkemeler karşısındaki müşkülpesent, anarşist tavır ve hepsinden öte yasalar karşısındaki genel cehalet ve neyin nasıl yapılması gerektiği konusundaki bilgisizlik, tüm bunlar, bu tür bir eylem şeklinin karşısına sıralanmıştı. Lenin bu açık ve gizli nedenlerin hepsini hararetle eleştirmişti: ‘…ben mahkemeye başvurmaktan yanayım. Artistlik yapmanın gereği yok. Duygusallık yapmak affedilemez bir tutum olacaktır. Sosyalistler hiçbir şekilde kraliyet mahkemelerine karşı değildir. Biz kanunların uygulanmasından yanayız. Marx ve Bebel sosyalist muhaliflerine karşı dahi mahkemeye başvurmuşlardı. Bunun nasıl yapılacağını bilmek ve gerektiğinde bunu yapmak elzemdir…”

Dikkat ederseniz müvekkilimizin talimatıyla ve vekâletini ibraz ederek Ankara İdare Mahkemesi’ne dava açıp kazanan, onun vekaletiyle ceza dosyalarına müdahil olan, adli/idari başvurular yapan biziz; bunları ‘yasadışı silâhlı örgütten talimat almışsınız’ diye tutuklama sebebi yapan sizsiniz. Kim hukuk devletini ciddiye alıp çalıştırıyor, kim ‘artistlik yapıyor’ diye bir düşünmelisiniz.
Polis Hukuk Devleti’ne inanmaz, biz de inanmıyoruz. Aramızdaki fark, bizim aynı müvekkilimiz gibi, hak mücadelesinin her türüne ve yöntemine başvurulması gerektiğine inanıyor olmamız. Size gelince; neye inandığınızı ve nasıl davrandığınızı zaman gösterecek.
Durumunuz ünlü hikâyedeki yargıca benziyor: Bir caminin karşısına meyhane açılmış. Adamın kendi arazisi üzerine, usulüne uygun yaptığı binaya hukuken el atamayan cemaat, her vakit namazından sonra beddua edermiş camiden: “Ya rabbim yık şu binayı!” diye. Fırtınalı bir gün, arka arkaya düşen yıldırımlarla meyhane yıkılmış. Sahibi cemaati dava etmiş: “Bunlar beddua ederek sonunda yıkılmasına neden oldu dükkânımın, zararımı ödesinler” diye. Cemaat mahkemede “Hiç öyle şey olur mu? Beddua ile bina yıkılır mı? Bunun inşaat tekniği var, paratoneri var, bizim ne sorumluluğumuz olacak?” diye davanın reddini talep etmiş.
Yargıç tarif edivermiş durumu: “Zor bir dava. Tanrıya ve onun dualar ile bedduaları kabul edeceğine inanan bir meyhane sahibiyle, hiç birine inanmayıp sorumluluk kabul etmeyen bir cami cemaati arasındayız!”  Öyleyse ey ‘hukuk devleti’ camiinin cemaati, her gün beş vakit tesbih ettiklerinize biraz inanmaya çalışın, hiç değilse dava bitinceye kadar.
Bizim açımızdan sorunun üzerine oturduğu zemin daha renklidir. Monique–Roland Weyl’in öğretici karikatürleştirmesiyle2, Marksist solda hukuk hep kabaca iki genel eğilimle tartışılmıştır. Bunlardan biri sol sapma olarak adlandırılan Sekterizm, diğeri sağ sapma olarak adlandırılan Oportunizm’dir.
Sekterler, hukuk ve mücadele kavramlarını birbirine karşıt olarak görür ve her türlü kanundan adalet talebinin burjuva niteliğini ileri sürerler. Her şey kitlelerin eylemine bağlıdır, o halde hukukla ilgili olan her şey ‘taşınması ağır bir yüktür’. Hukuk, “sınıfların zıtlığını gözden saklamada burjuvazinin yararlandığı bir aldatma aracı ve burjuva silâhıdır” derler.
Weyl, bunların bir ihtilafı halletmek için protestolar düzenleyeceğini, bakanlığa tazyik delegasyonları göndereceğini, basın kampanyaları açacaklarını ama zamanaşımı süresi dolmadan aralarından bir idari dava açmayı akıl edecek kimsenin çıkmayacağını söyleyerek eğlenir.
Buna karşıt olarak Oportünistler, durmadan avukata danışan, falanca metni zorlamak, filânca metni de göz önüne almak, virgüller üzerinde oynamak suretiyle falanca işin mümkün olup olamayacağını sorup duran sendika sorumlusu; ya da bir sendika şubesinin hukuk bürosunda çalışan ve işçilerin haklarını savunmak için tüm yaptığı ‘işi avukata havale etmek’ olan kimselerdir.
Yine Weyl’in renkli anlatımıyla, dava kaybettikleri mahkemelerin önünde “Bu karar yasalara aykırıdır!”, “Nasıl bizi haksız çıkarırsınız!” diye bağırıp çağıranlar bunlardır. Ama yasal olduğuna kesin kanaat getirmeden sokağa çıkamayacakları için, kararı protesto için bir gösteri yürüyüşü yapmaya bile cesaret edemeyeceklerdir.
Biz Devrimci Avukatlar açısından her iki sapmanın diyalektik birliği çok açık, ikisinden de değiliz. Avukatlık; burjuva mülkiyet, iş ve ceza adalet sistemleri tamamen çözülünceye kadar, yoksulların ve ezilenlerin haklarını savunmak ve imkânlarını genişletmek üzere tarihsel rolünü oynayacak.
Bu, bizlerin yeri geldiğinde mahkemeleri boykot edemeyeceğimiz anlamına gelmez. İster siyasal taleplerimiz ve değerlendirmemizi doğrudan ortaya koyarak, ister yürürlükte bulunan bir temel hakkımıza veya lehimize kabul ettirmiş olduğumuz düzenlemeye dayanarak, mahkemenizi yok saymak doğru bir seçenek olabilirdi. Siyasal imkânımız zaten sınırsız olmakla birlikte, hukuksal imkânımızın bulunmadığı da düşünülmemelidir. Yargıç Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun son derece isabetle tespit ettiği meşruiyet sorununuz hukukun içerisinde de asılı durmaktadır:

“‘Avukatlık yasasının 38/f maddesinde ‘Avukat, görmesi istenilen iş TBB tarafından tespit edilen mesleki dayanışma ve düzen gereklerine uygun değilse teklifi reddetme zorunluluğundadır’ denilmektedir. Bu madde daha nerede ve nasıl uygulanacaktır? Bu ‘sözde mahkemelerde’ savunma hiçbir biçimde etkin olamıyor, kolluk işleri denetlenmeyip, bu işlemler mahkeme hükmü diye sunuluyorsa, o halde yargılama görüntüsü altında avukatların bu yapılanmalarda savunma yapmalarına neden seyirci kalınıp, bu mahkemeler neden meşru birimler gibi savunulmaktadır.’… Bu törensel görüntü, görüntü kirliliğinden öte bir anlam taşımamıştır…” 3

Sizi tanımaktan, konuşmaya devam etmekten, ciddiye almaktan vazgeçtiğimiz gün yoksunuz veya kolluğun bir mütemmim cüzü olarak ait olduğunuz idari şemaya döneceksiniz. Tek Boynuzlu At’ın Alice’e söylediği gibi; “Eh artık birbirimizi gördüğümüze göre” dedi Tek Boynuzlu At, “sen bana inanırsan ben de sana inanırım, anlaştık mı?”
Bizim varlığımızı kabul etmeden bize varlığınızı kabul ettirme şansınız yok. Avukatların varlığını kabul etmeyen bir ‘şeye’ nasıl mahkeme denemezse, politik avukatların varlığını kabul etmeyen bir ‘politik mahkeme’ de olamaz. Bu durum sizin veya bizim ya da polisin değiştirme gücünün ötesindedir. Sadece hukuktan konuşarak, hukukun bile meşruiyeti hakkında fikir sahibi olmanın imkânsızlığını herkes kabul edecektir.
O nedenle gözünüzü büyük toplumsal ve siyasal binadan ayırmadan düşünmelisiniz. Elbette en parlak hukukçu bile toplumsal binayı, hatta hukukun kendisi de dâhil olmak üzere, hukukçuların yapmadığını bilir: “Şimdi hemen bütün el kitaplarında okuyabileceğimiz, hukukun hukukçular tarafından geliştirildiği yolundaki meşhur iddia ancak teferruat oyunlarında doğrudur. Temeli atmak, yani binayı sağlam bir şekilde kurmak bu hukukçuların elinden gelmez. Ancak bina bittikten, sütunlar binayı taşımaya başladıktan sonra hukukçular, kargalar gibi, binlerce gelirler, binanın her köşesinde yuvalarını yaparlar ve taşların sınırlarını ve büyüklüklerini milimetresine kadar ölçerler, bu asil binayı resimler, kabartmalarla donatırlar, öyle ki hükümdar ve millet bu binanın kendilerinin yaptıkları bina olduğunu anlayamazlar bile…”
 
KAYNAK:
Haz: Barkın Timtik, Savunmalar: Kendi Adımıza Asaleten Ezilenler Yoksullar Adına Vekaleten, Boran Yayınları, Temmuz 2015, İstanbul
DİPNOTLAR:
1 Pashukanis, Evgeny, Genel Hukuk Teorisi ve Marksizm, Birikim Yayınları, 3. Baskı Kasım 2013, İstanbul.
2 Weyl, Monique–Roland, Gerçekte ve Eylemde Hukukun Payı, Çev.:Şiar Yalçın, Konuk Yayınları, Mart 1975.
3 Yargıçlar Sendikası Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun 2013–2014 Adli Yılının Başlaması Nedeniyle Yapmış olduğu Yazılı Basın Açıklaması,02.09.2013, Birgün Gazetesi.