Giriş
Diyalektik Hukukbilimi Notlarının giriş paragrafında şu saptamayı yapmıştık: “Hukuk kuramlarını/okullarını metafizik veya idealist olarak sınıflandırmak yerine, onlara bu niteliği veren eksiklik ve hatalarını saptamak teknik araçlarını ve kazanımlarını kullanmak gerekir.”[1] Hukuk bilgisinin teknik araçlarını metafizik/idealist hataya düşmeden kullanabilmek için metafizik niteliğini belirginleştirmek, tanınır kılmak gerekir.
Hukuk metafiziğinin temel savlarına hiçbir Türk hukukçusu yabancı değildir. Hukukçular eğitimlerinden meslek yaşamlarına hukuk metafiziğiyle yoğrulmuşlardır. Bundan rahatsız olan, sıkılan ya da yerleşik hukuk anlayışına karşı olanlar realist hukuk, eleştirel hukuk ve toplumbilimsel hukuk gibi yaklaşımlar benimseseler de soluk aldıkları havanın taşıdığı hukuk metafiziğindeki temel kabulleri bütünüyle ya da parçalı olarak taşırlar.
Hukuk metafiziğinin kaba, çelişkili ve yavan bir biçemle ancak tek doğru olduğu inancının verdiği özgüvenle anlatıldığı ve ne yazık ki öğrencilere okutulan “Hukuka Giriş”, “Hukuk Başlangıcı”, “Hukuk Felsefesi”, “Hukukta Yöntem” vb. adlarını taşıyan temel ders kitapları vardır. Eğitim yaşamlarında mutlaka bunlarla karşılaşmış okurlar için yazar adı vermek gereksiz. Hukukun metafizik anlayışı ne yazık ki toplum, devlet ve siyaset bilgisine en açık dallar olan Türk kamu hukukuna, anayasa hukukuna ve idare hukukuna da etki etmeye başladı.[2]
Kendinden öncekilerin en yalın ve en biçemsiz özetçileri olan metafizik hukuk anlayışının taşıyıcısı olan bu yapıtlar, dilden dile kolayca aktarılabilmelerinin skolastik gücü dışında hukuk gerçeğini anlaşılır kılabilmekten gelen bir güce sahip olmasalar da hukukçuların iş gördükleri paradigmayı oluşturmaktadır.
Hukuk Metafiziğinin Temel Savları
Hukuk metafiziğinin temel savları yaklaşık olarak şunlardan oluşmaktadır.[3]
- Hukuk normlardan oluşur.
- Normlar davranışa önseldir (a priori).
- Bilimsel yasalar ihlal edilemezken hukuk normları ihlal edilebilir.
- Hukuk, olanı değil, olması gerekeni düzenler.
- Hukuk nedensel değil, erekseldir.
- Hukukta zorunluluk değil, özgür irade vardır.
- Hukuk normatif bir bilimdir.
Bunlar birer mantıksal/matematiksel belit gibi kabul görmektedir. Hukuk normlardan yani devletçe konulmuş davranış kurallarından oluşur. Her hukuk kuralının bağlayıcılığının ve geçerliliğinin temelinde temel hukuk normunun geçerliliği varsayımı bulunduğundan hukuk kuralları, gerçekliğe önsel (a priori) niteliktedir. Bütün normların geçerliliği, fizikötesi (metafizik) nitelik taşır, bir koyuta (postülaya) dayanır.
Hukuk, gerçek olaylara uygulanan normlar sistemidir. Hukuk normlardan oluştuğuna göre uygulama için mutlaka uslamlama gerekir. Normatif kapsamlı (kurallayıcı) cümlelerden bağlayıcı sonuçlar çıkarılması uslamlama işidir. Hukuk sorunlarını çözmenin tek yolu yine hukuk normlarından hareket etmektir.
Devletin pozitif (konulmuş) hukuku, olması gereken değil, fakat fiilen var olan hukuktur. Anayasaya uygun olmak koşuluyla hukuk normları herhangi bir içerikte olabilir. Hukuk normları belli bir şeyin yapılması ya da yapılmaması emridir. Hukuk kuralı, olanı değil olması gerekeni açıklar/emreder; hiçbir biçimde gerçek bir ilişkiyi, nedensel ilişkiyi göstermez. Gerçekliğe önsel olan hukuk, gerçekliğe uslamlama ile sonradan uygulanır. Bu durumda hukuk ile gerçeklik ilişkisi mantıksal bir ilişkidir. Olan değil, olması gereken geçerlidir ve nedensellik değil, ereksekllik işler. Tekil duruma uygulandığında hukuk kuralının kural özelliği yitmez. Olaylar fizik yasasını doğrulamazsa ya da yanlışlarsa yeni bir hipotezle ve doğrulamayla yeni bir doğa yasasına ulaşılır. Oysa ihlal edilebilirlik hukuk kuralının temel özelliğidir.
Bu temel koyutlar metafizik hukuk düşüncesinin dışında yer aldığını düşünen ya da ileri sürenlerce de benimsenmektedir. Hukukun sınıf çatışmalarının bir yansıması, sınıf egemenliğinin aracı olduğunu, maddi altyapının üzerinde yüksekliğini savunanlar; feminist hukuk kuramı geliştirenler ya da eleştirel hukuk akımını benimseyenler de “olan – olması gereken” ayrımını, “hukuk normları ihlal edilebilirken bilimsel yasaların ihlal edilemeyeceğini”, “hukukun normatif bir bilim olduğunu”, “hukukta nedensellik değil, ereksellik olduğunu” ve diğer savları benimsemektedirler.
Hukuka yerleşik bu metafizik savlar Kant felsefesinin hukuka uydurulmasıyla oluşturulmuştur. Mantıkçı pozitivizmi savunan Yeni Kantçı Viyana Okulu’ndan hukuk için normativist pozitivist anlayış çıkmış ve 1960’lardan başlayarak eleştirel ve Marksist akımlarla sarsılsa da Kıta Avrupası’nda egemen olmuştur. Türk hukukundaki üstünlüğü ise bu görüşün dışında kalanların da Kantçı metafizik hukuk anlayışının temel savlarını sürdürüyor olmasıyla belirginleşmektedir.,
I. Hukukta Kant Metafiziği
Kant’ın dönemindeki bilimsel gelişmelerle, tüm diğer canlılar gibi insanın da doğa yasalarına bağlı olduğu ve bu yasalarla açıklanabileceği anlaşılmıştı. İnsana ilişkin bilgi dinsellikten kurtulup yercilleşmişti. Bu durumda din, ahlak ve hukuk kendi eylemlerden sorumlu olan insan öznesini kaybedebilirdi. Kant buna tepki olarak geliştirdi kuramını, doğa yasaları dışında yeni bir dünya kurdu.
On sekizinci yüzyılda İsveçli doğa bilimci Carl Linneaus, tıpkı Newton’un fizik yasalarını sistemleştirmesi gibi, biyolojiyi sistematik bir bilimsel disipline dönüştüren yapıtı Systema Naturae’yi (Doğa Sistemi) yazmış, insanı, homo troglodytes’in (orangutanın) yanında, homo sapiens adıyla memelilerin en üst kategorisi olan primatlar arasına koymuştur. Linneaus’a göre insanın böylesi bir öz farkındalıkta olması bilgeliğin en üst aşamasıdır.[4] Böylece bilgelik de maddileşmiş, varlığa aşkın bir durum olmaktan çıkmış bilimselleşmiştir.
Kantın iki dünyası: Görüngü dünyası – Öz dünya
Bilim, insanın tümüyle doğanın parçası olduğunu ve onlardan özgürleşme olanakları yaratsa da doğa yasalarına bağlı olduğunu ortaya koymuştur. Öte yandan sözleşmeci din, ahlak ve hukuk kurgusu için mutlak özgür bir özneye gereksinim vardır. İnsanların sonsuz nedensel ilişkilerin parçası olarak eylemde bulundukları kabul edilirse eylemler kişilere yüklenemez. Kant doğal nedensellik zinciri içinde insanın özgür olmadığını kabul ederek ona ayrı bir dünya, özdünya yaratmış ve iç özgürlük tanımıştır. Kant iki dünya kurarak sorunu çözer. İnsanın eylemlerinden sorumlu tutulabilmesi, eylemlerinin özgür iradesine atfedilebilmesi için görüngüler dünyası – özdünya ve görüngü insan – özinsan ayrımını kullanır.
Linneaus’un doğal sistem içinde homo sapiens olarak sınıflandırdığı insanı Kant homo phaenomenon (görüngü insanı) olarak nitelendirmiş, bu varoluşun karşısına kişi olarak homo noumenon (özinsanı) koymuştur. Özinsan, görüngü insanın dürtü ve isteklerinden bağımsız olarak ahlaki yasaya özgürce uyabilme yeteneğine sahiptir. Özinsan, görüngü insanı, özgürce aldığı kararlara uygun davranmaya zorlar.[5] Varlık, özler dünyasında olduğunda duyusal eğilimlere boyun eğmediği için özgürdür. Varlık, görüngüler dünyasında yer aldığında ise yalnızca hayvani güdülere sahiptir; duyularla, uyarıcılarla ve dürtülerle belirlenir, yalnızca doğa yasalarına göre hareket eder, özgür değildir.[6] Fizik kurallarına bağlı insan homo phaenomenon (görüngü insanı) ile özdünyada yer alan homo noumenon (özinsan) arasındaki ayrım insanın doğal nedenselliğin yarattığı zorunluluktan kurtulabilmesinin ve özgür iradesiyle yaptığı seçimlerden sorumlu olabilmesinin dayanağıdır.[7] Duyularla algılanabilen uzay-zamansal nesneler ve olaylar, görünür şeyler (görüngü, fenomen) doğal nedensel yasaya bağlıdır; tanrı ve ölümsüz ruh gibi uzay-zamansal olmayan ya da duyularla algılanamayan şeyler (öz, numen) ise doğal nedensel düzenin dışındadır. İnsan iradesi de uzay-zamansal olmayan, duyularla algılanamayan niteliktedir ve doğal belirlenimin dışındadır. Bu niteliğiyle insan iradesi, tanrıyla ve ölümsüz ruhla birlikte öz (noumenal) dünyadadır. Doğa dışında, uzam ve zaman dışında yer alan özdünyada, neden sonuç ilişkileri değil, farklı mantıksal ve kavramsal ilişkiler, farklı yasalar vardır.[8]
Özgür iradeli özinsan
Doğanın parçası olan görüngü insandan farklı olarak özinsan ahlaki yeteneğe, haklara ve yükümlülüklere sahip bir hukuk öznesidir. Bir aslanın bir ceylanı öldürmesi hukukla ilgili değildir; ancak bir insan diğerini öldürürse doğal yasaların zorunluluğuyla değil, özgür iradesiyle hareket eden insanın bu eylemi hukukla ilgili olur, hukuken ona yüklenir (isnat edilir).[9] İsnat (yükleme), Kantçı anlayışın temel kavramlarındandır.
Özgür irade, eylemin kişiye yüklenebilmesi için temel koşuldur. Bir eylemin o kişiye yüklenmesi bir başka öznenin, eylemin bir insanın özgür iradesinden kaynakladığı sonucuna vardığı mantıksal bir çıkarımdır, mantıksal yargıdır (hükümdür).[10] İnsanlar, eylemleri başka insanlara yükleyemezse onlarla ilişki kuramazlar. Kişi, bir eylemi başka bir insana yüklediğinde o insanı bir eşözne ve dolayısıyla bir kişi olarak görür.[11] Kant herhangi bir canlı olarak insan yerine kişiyi temel alır; ancak kişi olarak insanın haklar, ödevler ve ahlaki yeteneklere sahip olabileceğini kabul eder.[12]
Kant, görgül ve antropolojik temelleri reddederek kurallayıcı (normatif) ilkeleri temel alır. Temel normatif ilkeye göre her kişi kendi kendisinin efendisidir, hiç kimse bir başkasının seçimine uymak zorunda değildir.[13] Kant, kişiler arasındaki özgür ilişkiyi adaletin ve tüm hukuk sisteminin ahlaki temeli olarak kabul eder.[14] Kant’ın hukuk ve siyaset felsefesi yalın bir kavrama, kişinin başkasının seçimiyle bağlı olmaması anlamında özgürlük kavramına dayanır.[15]
Marx, Kant’ın irade özgürlüğüne ve ahlak ilkelerine ilişkin düşüncesinin tarihsel bağlamını Alman burjuvazisinin güçsüzlüğü ile açıklamaktadır. Marx, Kant’ın görüngü dünyası – özdünya ayrımını toplumsal çelişkilerin gerçekliğinden ve siyasal kavgadan kaçış olarak görür. Fransız Devrimi, feodal bağlılıkları siyasal şiddetle kırmış; üretim ilişkilerinin yarattığı zorunluluklara bağlılığı sürse de siyasal ve hukuksal olarak özgür kişiyi yaratmıştır. Alman burjuvazinin, çok sayıda kent ve prenslikteki siyasal bölünmüşlüğü, köylü savaşlarının anılarından oluşan siyasal şiddet korkusu ve genel güçsüzlüğü, onun düşünürlerinin, burjuva toplumun özgürlüğü için siyasal devrimi değil, düşsel bir özler dünyasında tek tek insanların özgür iradeye kavuşmalarının kurgusunu yapmasına neden olmuştur. Marx’a göre, “Kant’ın felsefesi Fransız Devriminin Alman teorisi olarak görülmelidir.”[16] 1842 yılındaki bu saptamasından üç yıl sonra Marx, Engels ile birlikte yazacakları Alman İdeolojisi’nde bu tezini alaycı bir dille geliştirir:
“Almanya’nın geçtiğimiz yüzyılın sonundaki durumu, Kant’ın ‘Pratik Usun Eleştirisi’ne olduğu gibi yansımaktadır. Fransız burjuvazisi, tarihin bugüne kadar tanık olduğu en muazzam devrim aracılığıyla iktidara yükselip Avrupa kıtasını ele geçirdiği sırada; politik kurtuluşunu zaten elde etmiş olan İngiliz burjuvazisi, sanayide devrimci bir atılım gerçekleştirdiği ve Hindistan’ı politik olarak, dünyanın geri kalanını da ticari bakımdan boyunduruğu altına aldığı sırada, aciz Alman kentlileri ‘iyi niyet’[17] göstermenin ötesine geçemedi. Kant, hiçbir sonuç vermese bile ‘iyi niyet’le teselli bul[du] ve bu iyi niyetin gerçekleştirilmesini, onunla bireylerin ihtiyaçları ve güdüleri arasındaki uyumu öteki dünyaya [ahiret anlamında değil, numen dünyası kastediliyor – OK] bırakıyordu. Kant’ın bu iyi niyeti tamı tamına, küçük çıkarlarını asla bir sınıfın ortak ulusal çıkarları düzeyine çıkartamayan ve bu yüzden de sürekli olarak diğer ulusların burjuvaları tarafından sömürülen Alman kentlilerinin acizliğine, ezikliğine, sefilliğine karşılık gelir. … Gerçek sınıf çıkarlarına dayalı Fransız liberalizminin Almanya’da aldığı karakteristik biçimi yine Kant’ta buluyoruz. Ne o, ne de onun yaldızlayarak sözcülüğünü yaptığı Alman [orta sınıfı -OK], burjuvazinin bu teorik düşüncelerinin temelinde maddi çıkarların ve maddi üretim ilişkileri tarafından belirlenen belli bir iradenin yattığını fark edebildi. Kant, bu yüzden bu teorik terimi, ifade ettiği çıkarlardan kopardı; Fransız burjuvazisinin iradesinin maddi saiklerce belirlenimlerini, ‘özgür iradenin’ kendinde ve kendisi için iradenin, insan iradesinin saf öz-belirlenimleri haline getirdi ve böylece onu tamamen ideolojik – kavramsal belirlenimlere ve ahlaki postulatlara dönüştürdü. … Alman küçük burjuvaları, bu enerjik burjuva liberalizminin hem Terör Döneminde hem de arsız burjuva kar elde etme sürecinde kendini gösteren pratiği karşısında dehşete kapıldı. … Gelişmiş bir burjuvaziye karşılık gelen politik biçimler, Almanlara dışarıdan dayatıldı. Ne var ki Almanya’daki ekonomik ilişkiler, bu politik biçimlere uygun bir gelişmişlik düzeyinden henüz çok uzak olduğundan, kentliler bu biçimleri yalnızca soyut fikirler olarak, kendinde ve kendisi için geçerli ilkeler, temiz yürekli dilekler ve söylemler olarak, iradenin ve insanın nasıl olması gerektiğine dair Kantçı öz-belirlenimler olarak benimsedi.”[18]
Saf, a priori ve metafizik
Kant, a priori saf ahlak metafiziği oluşturmaya çalışmıştır.[19] Ahlak mefaziği için yaptığı “saf”lık ve “önsellik (a priori)” nitelemesi, onun herhangi bir deneysel temel ya da kaynağa dayanmadığını göstermektedir.[20] Kant’ın hukuksal ve siyasal felsefesi, insan doğasına, kötülüğe, kusurlara ya da insanların içinde bulundukları koşullara hiçbir göndermede bulunmaz, gerçekliğe önsel bir sistem kurar. Öyle ki “eğer normatif bir gereklilik gerçekte olup bitenlere uygulanamazsa, bu durum dünyada bir şeylerin ters gittiğini gösterir. Normda herhangi bir kusur olduğunu göstermez.”[21] Kant, normları, zaman ve uzamın dışında olan özler (numenler) dünyasına yerleştirir. [22] Suç yasayı ihlal etse de yasanın varlığına etki etmez. Suçlu eylemiyle yasayı ihlal etmiş olsa da yasa, normatif olarak el değmemiş olarak kalır ve davranışları düzenlemeyi sürdürür. [23] Çünkü normlar olanı değil olması gerekeni düzenler. [24] Suçlunun eylemi bir görüngüdür, norm ise özdünyada yer alır.
Kant, sistemini olgusal olarak kanıtlamaya çalışmaz; geometride olduğu gibi sistemini belitlerle (aksiyomlarla) oluşturur. Kant pek çok yapıtında çalışmalarını koyut ve belitler kullanan Öklit geometrisine benzetmiştir. [25] Yalın bir varsayımla başlar, bu varsayıma göre tüm insanlar doğuştan gelen seçim özgürlüğüne sahiptir. Dışsal özgürlük beliti olarak adlandırdığı bu varsayımdan bir geometrici gibi yeni belitler, yani tanıtlamayı gerektirmeyecek kadar apaçık olduğu kabul edilen ilkeler oluşturur ve koyutlarla yani çıkarım yapabilmek için kanıtlanması gerekmeyen ancak kabul edilmesi gereken önsavlarla ilerler.[26] Kant’a göre, matematikte olduğu gibi bunların kanıtlanması da olanaksızdır.[27]
Hukukçuların Kant’ın “ahlakını alması”
Kant’ın gerçekliğe önsel fizik ötesi ahlak kurgusu hukukçularca hukukun açıklanması için kullanılmaktadır. Kant’ın gerçekliğe önsel kurallayıcılık (a priori normatiflik) kavramı da hukuka aktarılmıştır. Kant’ın normu ile hukuk normunun aynı şey olduğu kabulünün Kant’ta bir dayanağı bulunmamakla birlikte, Kant’ın özdünya için söyledikleri hukuku açıklamak için kullanılmaktadır. Hukukçular çekincesiz biçimde Kant’ın normlarını hukuktaki normlar ile eşlerler. Kant’ın norm için tanıdığı özellikleri hukuk kurallarında da ararlar, bulurlar.
Kelsen’in içinde yer aldığı Viyana Okulu’nun[28] pozitivizmi de bu temele dayanır. Kelsen’in hukuk anlayışı doğal ve toplumsal gerçekliğe önsel, fizikötesi, boş kural kalıplarından oluşan aşamalı yığının (normlar hiyerarşisinin) mantık kurallarıyla çalışılmasıdır. Yeni Kantçı hukukçular, “matematiksel mantığa dayanan saf pozitivist hukuk dogmatiği” aramaktadır. [29] Kant’tan farklı olarak Kelsen, değerler ile hukukun bağını bütünüyle kesmiştir.[30]
Kant, hukuktaki yasaları öznenin içsel dünyasından yola çıkarak oluşan ahlaktan ayırır.[31] Kant’ta hukukun yasaları kişinin dışsal ilişkiler alanındadır. Bununla birlikte, hukukçular, Kant’ın bu ayrımını görmezden gelerek onun ahlak kuramını hukuku açıklamada kullanırlar. Kant’ın ahlak kuramındaki yasa, norm, ilke vb. terim benzerlikleri hukukçuların Kant’tan yararlanmasını kolaylaştırmıştır.
Kant’ın düşüncesi pozitivist hukuk anlayışıyla uyumludur.
Kant’ın hukuk görüşü pozitivist değildir; bununla birlikte, devletin koyduğu hukuk kurallarına tanıdığı değer nedeniyle Kant, günümüz pozitivist hukuk anlayışıyla uyumsuz değildir.
Kant konulmuş kurallara yani pozitif hukuka uyulmasının sahip olduğumuz hakların gerçekleşmesinde önemli olduğunu kabul eder. Ona göre pozitif hukuk a priori ilkelerin gerçeklemesinin aracıdır. Örneğin devletin kayıtları, koyduğu kurallar (pozitif hukuk) ve koruması olmazsa mülkiyet boş bir ahlaki ilke olacaktır.[32] Görgül dünyadaki somut olaylar sözkonusu olduğunda Kant, özsel dünyadan ayrılır, pozitif hukuka (konulmuş kurallara) başvurur. Konulmuş hukuk, yasanın ne olması gerektiğine ilişkin önsel ilkeleri içerir ve onlara uygulama gücü vererek bu ilkeleri deneysel dünyaya aktarır.[33]
Konulmuş kurallara verdiği işleve karşın Kant, devletin koyacağı kuralların da hukukun temeli olan önsel idelerle çelişmemesi gerektiğini kabul eder.[34] Bununla birlikte çelişki durumunda ne olacağını belirsiz bırakır. Devletin koyduğu kuralların önsel ilkelere dayanması gerektiği mantıksal bir kabuldür, bu bir kez kabul edildikten sonra soyut mantık geride kalır, konulmuş kurallara uyulması zorunludur. Konulmuş kuralların önsel ilkelere uygun olmadığı durumlar yani deneysel gerçeklik, mantıksal kabulü ortadan kaldıramaz.
Devletin hukuk sistemine girip onu kabul ettiğimizde haklarımızı korumak için bireysel güç kullanmaktan vazgeçeriz ve bu işi devlete devrederiz. Bu vazgeçiş karşılığında devlet de haklarımızı güvence altına alma yükümlülüğüne girer.[35] Hakkın varlığı, hakkı savunmak için zorlama uygulama yetkisine bağlıdır, zor kullanabilecek yetke olmadan haktan söz edilemez.[36] Devlet, hukuk düzeniyle bunu sağlar. Ceza hukuku da pozitif hukuk düzeninin koruyucusudur, başkasının bireysel haklarını ihlal edenler devletçe cezalandırılır. [37]
Kant, insanın tüm davranışlarının nedensel bilimsel yasalarla açıklanabileceğine ilişkin görüşe karşı çıkarken özgür iradeyi temel alan kurgusuyla sözleşmeci siyasal düşünce için temel dayanağı oluşturmuştur.[38] Kant’a göre, bağımsız kişilerin eşit özgürlük temelinde ilişki kurabilmesi için bir siyasal gücün varolması gerekir. Siyasal güç özgürlüğün koşulu ve sınırıdır. Devlet kurumları insanları yalnızca eşit özgürlük sistemini sürdürmek için gerekli olduğu ölçüde zorlayabilir.[39]
Pozitif (konulmuş) hukuk Kant’ın sisteminde önemlidir. Kant’a göre hakların içeriği resmi olarak konulmuş kurallarla belirlenir. Hakların içeriğini belirlemek ve bunu yapabilmek için de yasal biçimler oluşturmak ve hakları başkasının iradesine bırakmamak için devletçe konulmuş hukuka gerek vardır.[40] Eğer hukuk uygulaması ahlaki doğruluğa duyarlı olsaydı hukuk, hakların içeriğini resmi olarak belirleme işlevini yerine getiremezdi.[41] Kant siyasal düzenlemelerin ve yasaların adaletsiz olabileceğini kabul eder; öte yandan, içeriklerinden bağımsız olarak varolan anayasa ve yasalara uymamız gerektiğini savunur.[42]
Nedensellik – ereksellik – mantıksal zorunluluk
Kant, insan etkinliğini, doğal nedensellikten kurtarır salt ereksel etkinliğe dönüştürür. Kant’a göre, nedensel ilişkiler zincirinin edilgenliğinden farklı olarak insanın özgür iradesi amaçlı insan etkinliğini yaratır. Amaçlı insan etkinliği, doğanın nedenselliğinden farklıdır. Doğal nedensellikte etki her zaman nedeni izler, amaçlı insan etkinliğinde ise etki, düşünsel olarak öznenin usunda önceden oluştuğu, temsil edildiği için kendi varoluşunun nedenidir.[43]
Kant’ın tüm çabası, doğa yasalarının zorunlu nedensel ilişkileri karşısında insanın özgür olduğunu ve dolayısıyla yaptıklarından sorumlu olduğunu kanıtlayabilmektir. Kant bunu yapabilmek için fiziksel dünyayı ve doğabilimlerini terk eder. Kant’a göre özgürlük, doğal nedensel yasaların dışında bulunur. Fiziksel dünyanın bir parçası olan insan, o dünyanın nedensellik yasalarına bağlıdır. Doğa bilimleri de doğal zorunluluğun bilgisini üretir; bu nedenle özgürlük, doğa bilimlerinin bilgisini üretebileceği bir olgu değildir.[44] Kant, insan etkinliğinin temeline “kategorik emperatif”i (“koşulsuz buyruk”u) ya da zaman zaman aynı anlama gelmek üzere kullandığı “ahlaki zorunluluk”u, “görev yasası”nı ya da “ahlak yasası”nı koyarak özgürlüğe ulaşır. Çünkü koşulsuz buyruk ya da ahlaki yasa, doğa yasalarının yaptığı gibi dünyayı betimlemez, bir şeyi emreder. [45] Kant’ın insan özgürlüğü sağlayan ahlak yasası fizik dünyanın dışındadır, metafiziktir.
Doğa biliminin yasaları dünyayı göründüğü gibi tanımlar. Bilimsel yasalar, doğal görüngüleri açıklamıyorsa yanlıştır. Mantık ve ahlak kuralları için böyle bir durum sözkonusu değildir. Mantık ve ahlak kurallarının görüngüler dünyasıyla uyumlu olması aranmaz. Bununla birlikte, mantık ve ahlakta da bir tür zorunluluk oluşur. Mantık kurallarına aykırı davranan kişi saçmalıyor ve ahlaki zorunluluğu ihlal eden kişi de adaletsiz, haksız veya yanlış davranıyor demektir. [46]
Koşulsuz buyruk, ondan türeyen ilkeler ve ahlak yasaları mantık gibi biçimseldir. “Evrensel bir yasa haline gelmesini isteyebileceğin bir ilke doğrultusunda davran” biçimindeki koşulsuz buyruğun somut bir içeriği yoktur. Koşulsuz buyruk ile çelişki yaratmaması koşuluyla ona herhangi bir içerik verilebilir.[47] Kategorik emrin yarattığı mantıksal zorunluluk, doğa yasalarının yarattığı zorunluluktan farklıdır. [48] Kant, doğa yasalarındaki “olan” (sein) ile özler dünyasının yasalarındaki “olması gereken” (sollen) arasında ayrım yapar. Koşulsuz buyruktan doğan yasalar “… olması gerekir” diyen yasalardır ve ancak bunlar özgürlüğün yasalarıdır.[49]
Hukukun/hakkın temeli, özgür iradeler arasındaki ilişkidir. Kant, iradeyi içerikten soyutlar. Özgür iradenin gerçekleştirdiği seçim, istenilen bir nesneyi bir başka nesne ile değiştirebilme olanağıdır.[50] Kant’tın kullandığı Wille ve Willkür kavramları Türkçe’de irade ve seçiş sözcükleriyle karşılanabilir.[51] Kant’ın sisteminde içerik yoktur, tutarlılık önemlidir. Örneğin Kant’a göre hak/hukuk, “bir kişinin özgür seçiminin, evrensel bir özgürlük yasasına uygun olarak bir diğerinin özgür seçimiyle birleştirilebileceği koşulların toplamıdır.”[52] Kişinin eylemlerinden sorumlu olabilmesi için fizikötesi (metafizik) bir gereklilik olarak insanın seçim yapabilme (willkür) yeteneği vardır. Sorumluluk için eylemin öznesi, eylemin mutlak kaynağı olmalıdır. Seçim, kişinin özgür seçim yeteneğidir.[53] İnsanın eylemleri özgür iradesinin bir sonucu değil de sonsuz doğal nedensellik zincirinin zorunlu bir parçası olsaydı, insan, eylemlerinden sorumlu olmazdı. [54]
Kant’ın hukuk kurgusu, herkesin doğuştan gelen ve us gereği önsel olan dışsal özgürlüğe sahip olduğu koyutuna dayanır. Bu koyut, mantıksal bir başlangıç sağlar Kant’a. Dışsal özgürlük kişinin bir başkasının zorlayıcı seçiminden bağımsız olması demektir. [55] Kant’a göre kendini belirleyen ve başka hiçbir şey tarafından belirlenmeyen, amaçlarını ve bunları gerçekleştirme yollarını dışsal etkiden bağımsız olarak seçen irade özgürdür.[56] “Genel yasa seçiş özgürlüğüdür, bir başkasının seçiş özgürlüğü ile uyumlu olan her eylem” hukuka uygundur, haklıdır. Genel yasa kişiye, “özgür seçiminin başkalarının özgürlüğü ile bir arada yaşayabileceği biçimde eylemde bulun” emri ve “bulunmak” hakkı verir. Yasal eşitlik, herkesin dış özgürlüğü ile uyumlu olabilecek kadar özgür olma hakkıdır.[57] Kant’ın dış özgürlük aksiyomu, fizik, maddi vb. eşitsizlikleri görmezden gelse de Kantçı düşünceye göre böyle yapmamanın alternatifi yasa önünde eşitsizliklerin kabul edilmesi, fiziksel olarak güçlülerin haklı olması olacaktır, aksiyom bu nedenle meşrudur.[58]
Marx’a göre, Kantçı özgürlük anlayışı, kapitalizm öncesi toplumların kişisel tabiiyet ve eşitsizliğini yıktığı için değerlidir. Ancak bu sözleşmeci özgürlük anlayışı ekonomik ilişkilerin yarattığı yeni bir zorlama biçimini görmezden gelir. Kişinin üzerinde bir başkasının doğrudan zorlaması olmadığı durumlarda bile sermayenin yeniden üretim devresinin yarattığı zorlama o kadar büyüktür ki, sözleşme yapan bireylerin sözleşmedeki rolleri onlara atanır; sözleşmenin tarafları, değerin yeniden üretiminde, piyasada önceden belirlenmiş olan kendi rollerinin taşıyıcılarıdır. Pazarlık avantajları, sözleşmelerinin amacı ve sonuçları, hepsi sermaye devresi tarafından onlar için belirlenir.[59]
Kant’ın görüngülerden oluşan fizik dünyanın dışında yer alan özdünya ve özinsanı için geliştirdiği metafizik sistem, kolektif insanın (insanlığın) cansız ve canlı varlıklara ve topluma ilişkin bilgi üretme olanaklarının sürekli güçlendiği çağımızda[60] ancak ideolojik işlev görebilir. Toplumsal gerçekliğin bir dolayımı olan hukuksal varoluşun bilgisinin üretilebilmesi için Kant metafiziğinin hukukbiliminden çıkartılması gerekir.
II. Hukuk Metafiziğinin Eleştirisi
Doğa yasası ve hukuk normu (bilimsel yasa ve hukuktaki yasa)
Hukuku norm ile tanımlamak ve normu da doğa yasası ile karşıtlamak metafizik hukuk görüşünün temel kabullerindendir.
Hukuk düzenli, uyumlu ve mantıksal bütünlüğü olan normlar sistemi olarak kabul edilip norm da olanı değil olması gerekeni içerdiğinden hukuk sistemi var olan gerçeklik ile bağını koparır.[61] Metafizik anlayışa göre hukuk, normdur ve hukuk normları da hiçbir biçimde gerçek ilişkiyi göstermez. Normatif önerme, olanı değil olması gerekeni içerir. Mantıksal önermenin doğruluk kurallarına uyduğu oranda hukuk kuralı doğrudur ve elbette herhangi bir çelişki ve çatışma taşımaz. Özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü durumun olanaksızlığı hukukun mantıksal yasalarıdır. Yasa, kendisidir, kendisinden başka bir şey değildir. Yasa hem kendisi hem de kendisinden başkası olamaz. Yasaya/sözleşmeye ya uyulmuştur ya ihlal edilmiştir, üçüncü durum olanaksızdır.
Normun içeriğinin taşıdığı toplumsal çelişki ve çatışmalar, normun hiçbir biçimde gerçek ilişkiyi göstermediği kabul edilince mantıksal doğruluk değeri ile ortadan kaldırılmış olur. Hukukun üstünlüğü, cennettir. Normun fiziksel/toplumsal gerçeklikle bağı koparılıp bir öznenin olması gerekene ilişkin emri sayılarak hukuk fizik ötesine, Kant’ın özdünyasına benzer ayrı bir dünyaya taşınır. Adı üstünde metafizik bir hukuk görüşüdür bu.
Hukuku norm (yasa, kural) ile eşitlemek hukuksal varoluşu tam olarak kavramaz. Hukuk, hukuksal biçimlerle taşınan ilişkiler ve oluş yığınıdır. Norm, hukuksal biçimlerden yalnızca biridir. Hukuksal biçimler, toplumsal ilişkilerin ve onunla bağlantılı fizik varlığın devletçe tanınması için oluşturulmuş kalıplardır, maskelerdir. Devlet, tanıdığı ilişkilere çatışma çözme güvencesi verir; bu kalıplar tarih boyunca devletçe çözülen çatışmaların biçimlerinden oluşmuştur. Örneğin Roma Hukukunda davalar başlarda yasalarda tanımlanmış ve sınırlı sayıdaki istem için düzenlemişti (legis actio). Toplumsal ilişkiler geliştikçe özellikle Roma yurttaşı olan çok sayıdaki zanaatçı, tüccar ve diğer yabancıların arasında doğan uyuşmazlıkları da dava edebilmek için birer yüksek yönetici olan praetor’lara (vali) olayı yargıya gönderme izni verme yetkisi tanındı. Roma yurttaşları praetor urbanus’a yabancılar ise praetor peregrinus’a başvurarak izin istiyor, praetor da izin verirse, izin belgesinde bir davanın görülüş biçimine ilişkin bir formula düzenleyerek işi yargıca gönderir.[62] Böylelikle praetor istemlere dava edilebilme olanağı vererek hukukun ne olduğunu söyler (ius dicere).[63] Dava edilebilir olanlar hukuktur. Yıllar içinde formulalarda dava edilebilir olduğu kabul edilen istemler resmi liste halinde yayımlanmıştır. Bu liste daha MS 130’da senato kararıyla Edictum Perpetuum olarak kabul edilmiştir.[64] Daimi Beyanname oluşturulduktan sonra hukukun açıklanması ve yorumlanması, digesta’lar, responsa’lar, definitiones, dententiae’ler ve institutiones’ler yazan hukukçuların temel uğraşı olmuştur.[65]
Normlar da hukuksal biçimlerden biridir. Çatışmalarda yenenlerin, karar vermiş olanların iradelerinin biçimidir. Sözleşme birden fazla iradenin hukuksal biçimi ise norm kolektif tarihsel öznenin iradesinin hukuksal biçimidir. Hukuk, yalnızca normlardan oluşmaz; devletin arkasına iradesini koyması için içine girilmesi zorunlu olan biçimlerden, kalıplardan oluşur. Hukuk biçimlerinin büyük bölümü normlardan önce varolmuşlardır.
Norm (hukuk kuralı) toplumsal gerçeğin soyutlamasıdır. Genellikle çok sayıdaki geçmiş uyuşmazlıktaki çözümlerin soyutlanmasıdır. Toplumsal çatışmaların çözümü ya da yenenlerin yeni istekleri hukuk kuralı biçiminde devletin iradesinden geçerek topluma kendini dayatır. Hukuk kuralları gerek varlıklarıyla ve gerekse içerikleriyle gerçektir. Mantık önermelerinde doğruluk değeri yeterlidir, gerçeklik aranmaz. Oysa hukuk normları, doğruluk değerleriyle birlikte toplumsal gerçeklik taşıyıcısıdır.
Norm (hukuk kuralı), çözülmüş çatışmaların anlatımı değil de çözülecek çelişki/çatışmalara ilişkin olduğunda ise bir toplumsal sınıfın ya da kesimin önerisidir.
Ayrıca toplumsal yaşamın tümü hukukla düzenlenmez. Mübadele ilişkilerinin dışında kalan alanlar, onunla bağlantısı kopmuş alanlar hukukla değil kullanım değerinin kurallarıyla, hukuk olmayan kurallarla düzenlenir. Buralardaki çatışma temel çelişkiden kaynaklanmayan ve devletin zor aygıtının desteğini gereksinmeyen çatışmalardır. Çatışmasız, çekişmesiz ilişkiler hukuksal biçim almaz. Hukuksal yaptırım yenenlerin örgütlü şiddetidir. Çatışmasız görünen ancak hukuksal biçim almış toplumsal ilişkiler olası çatışma kaynaklarına ya da çatışmayı çözecek verilere ilişkindir.
Gereksinimlerin, tatminlerin ve emeğin metalaştığı, kullanım değerinin ancak değişim değerinin gerçekleşmesiyle yaşam bulabildiği sınıflara bölünmüş toplumlarda hemen her noktada çatışma (uyuşmazlık) ürer. Toplumsal çelişkilerin sürekli ürettiği yeni ilişki biçimlerinin hukuksal kuruluşu gerçekleşir ya da gerçekleştirilir.
Hukuku yalnızca norm ile sınırlamak, hukuk uygulamasını da yalnızca normların uygulanması saymak hatasına götürür. Bir toplumsal olayın, oluşun hukuksal biçim kazanması ve hukuksal biçimlerin ilişkisine dönüşmesi zorunlu olarak bir normun uygulaması değildir. Kişiler, aralarında iktisadi ilişkiler kurarlar, amaçları hukuku uygulamak değildir. Hiç kimse borçlar yasasındaki alım-satım sözleşmesini uygulamak için araba almaz, satmaz. Yazılı ya da resmi biçime bağlı olmayan sözleşmeler iktisadi ilişkinin tarafları için görünür bile değildir; varlıkları ancak uyuşmazlık anında görünür olur. Bireyler arasındaki ilişkilerde hukuk normunun uygulanması ancak uyuşmazlık anında görünür olur ve gerçek niteliğini gösterir.[66]
Metafizik hukuk görüşünde, “hukuk” bilim midir hatalı ya da “hukukbilimi” olabilir mi doğru sorusuna da hukuk normunun niteliği değerlendirilerek yanıt verilir. Bu göre hukuk normu, olanı değil olması gerekeni içerdiğine, gerçekliğe önsel olduğuna, nedensellikle değil ereksellikle düzenlendiğine ve daha önemlisi ihlal edilebilir olduğuna göre, beklenileceği üzere hukuk bilim olamaz ya da hukukun bilimsel bilgisi üretilemez.
Hukukbiliminin bulduğu yasalar, hukuk normları değildir, bunlara ilişkindir. Normlar, hukukun varlığının ve oluşumunun yasaları değil, toplumsal yaşamın hukuksal kurgusunda iş gören kalıplardan, hukuksal biçimlerden biridir.
Metafizik hukuk görüşü, özgür iradeyi hukukun temeli yapabilmek için doğa yasası ile hukuktaki yasayı karşılaştırıp ikincisinin özelliğinin ihlal edilebilirlik olduğunu kabul eder. Doğa yasası yanlışlanabilir ancak ihlal edilemez; hukuk normu ise ihlal edilebilir. Bu karşılaştırmadan, hukukun bilimsel bilgisinin üretilemezliği sonucu çıkartılır.
Hukuktaki yasa ile bilimsel yasanın karşılaştırılmasına bir örnek verelim:
“Normları betimleyen nedensel bir bilim olamaz. … Nedensellik iki olgu arasındaki ilişkidir. Örneğin, suyu 100 °C’ye ısıtırsanız kaynar. Bu norm da iki olgu arasında ilişki kurar, ama öyle ki, eğer birincisi meydana gelirse ikincisi de ‘meydana gelmek’ zorundadır. [Hukuk normu ise farklıdır] Örneğin, birisi hırsızlık yaparsa hapisle cezalandırılmalıdır. … bu ilişki, ‘eğer A varsa, o zaman B de olmalıdır.’ biçimindedir. Kelsen bunu isnat olarak adlandırır. Nedensel ilişki doğa bilimleri tarafından betimlenebilirken isnat ilişkisi betimlenemez, yasa tarafından yaratılmıştır.” [67]
Bu saptamalarda bir çarpıtma var. Hırsızlığa ilişkin yasa kuralının, olguyu açıklamak için kullanılabilecek bir bilimsel kural olduğunu kimse savlamaz. Yasa kuralı (norm) hukukbiliminin inceleyeceği ve belki de bir kural üreteceği hukuksal biçimlerden biridir. Hukukun bilgisini üretmeye çalışanlar yasaları inceledikleri gerçekliğin bir parçası olarak kabul ederler, bilimsel yasa olarak değil. Ceza yasasında hırsızlık suçunun düzenlenmiş olması bilimsel bir yasa değildir. Hukukbiliminde özel mülkiyetin geliştiği toplumlarda malda irade dışı egemenlik kurma yaptırıma bağlanmıştır gibi genel bir yasa araştırılabileceği gibi tekil normun niteliğine, yorumuna, uygulanma biçimine, normun kapsamına girebilecek toplumsal gerçekliğin niteliğine, olgunun hukuksal kuruluşu ile normun orta terim aracılığıyla nasıl bağlanabileceğine, içtihadın gelişimine vb. ilişkin daha sonraki araştırmaları ve uygulamayı zenginleştirebilecek bilgi de üretilebilir.
“Hukuktaki yasalar veya genel olarak kurallar hukukun varlığının, oluşunun yasaları değildir. Hukuk düşüncesi ortada basitçe yasaları görünce, bunlarla yetinir ve hukukun oluş yasalarını araştırma zahmetine girmez. Hatta bunları alır düşüncenin yasalarına dönüştürür, bunları olgularda yeniden tanır ve bir aşamada olguların varlığını hukuka borçlu olduğu sonucuna varır. Mevzuat/içtihat görüngüsü hukukun tek gerçekliği değildir. Bunlar gerçekliğin çiftkat görüngüsüdür. Hukukun oluşum yasaları da hukuk görüngülerine içkindir. Doğal hukukçuların ve hukuksal idealizmin sandığı gibi hukuku dışarıdan yöneten bir güç değildir. Hukukun bilgisine erişmekte zorluk, görüngülerin çok sayıda dolayımlamasıyla ortaya çıkmasıdır.”[68]
Hukukun buyrukları, normlar ile bilimsel önermeleri karşılaştırmak bunların farklarını anlatmaya çalışmak anlamsızdır. Hiç kimse hukuktaki yasaların (normların) bilimsel yasalar olduğunu ileri sürmez, süremez. Kimse medeni kanun maddelerin bilimsel önermelerin bulunduğunu, medeni kanunun bir bilim kitabı olduğunu ileri sürmez. Kitabın bilimi de içerdiğini savunmak tanrıbilimcilerin işidir. Hukuk normlarının bilimsel yasalar ile karşılaştırılabileceğini kabul edersek hukuk dine, hukukçular da din adamlarına dönüşür.
Hukuktaki yasa/norm, hukuk bilgisinin ürettiği bir yasa değildir başka anlatımla hukukbiliminin bulduğu, bulmaya çalıştığı yasalar, hukuk yasaları değildir. Normlar, çoğul hukuksal biçimlerin bir türüdür ve diğerleri gibi bilimsel incelemenin konusu olabilir bilgisi üretilebilir. Bilimsel yasa ile hukuk yasanın tek ortak noktası adıdır. Yerçekimi yasası ile ceza yasasının aynı nitelikte olduğunu ileri sürülemez elbette. Peki bunları karşılaştırma gereksinimi nereden gelir? Nedensellik yasalarına bağlı olan insanların hukuk düzeni içine özgür iradeli özneler olarak taşınabilmesinin tek yolunun, devletin örgütlü şiddetiyle uygulanan hukuksal biçimlerin ve başta normların herhangi bir toplumsal nedensellik içermediğinin kanıtlanmasıdır. Üretim araçlarından yoksun olduğundan yaşamını sürdürebilmek için emek gücünü satmak zorunda olan kişi hukuk öznesi olarak özgürdür, ancak çalışmak, iş sözleşmesi kurmak zorundadır. Kişinin “hukuksal özgürlüğünü” kullanmak “zorunda” olup olmadığının fizik ötesindeki hukuk ve hukukçuyu ilgilendirmediği varsayılır.
Metafizik hukuk düşüncesi, görüngülerin değil özlerin yaşadığı fizik dünyanın ötesindeki özdünyayı temel alarak işgörür ancak gerçekliğin bu dünyaya sızması da kaçınılmazdır. Ne denli fizik ötesine geçildiği varsayılsa da hukuk ve hukukçu bu dünyada işgörür. Hukuk uzun bir süredir, fiziksel ve ekonomik olanlar öncelikli olmak üzere toplumsal nedensellikleri yapısına katmıştır. Meşru müdafaa, zorunluluk, beklenmeyen durum, zorlayıcı neden, hayatın olağan akışı ve eşyanın tabiatı[69] gibi fiziksel gerçekliğin, nedenselliğin hukukta işgördüğü durumlardır. Son dönemlerde bu temel kurumlara iktisadi gerçekliğin hukuka girmesini sağlayan sözleşmenin uyarlanması, sözleşme kurma zorunluluğu, sözleşmenin temelinden sarsılması vb. yeni hukuksal biçimler eklenmektedir.
Ereksel biçimde yazılmış olsa da normlar nedensel ilişkileri taşırlar
Hukuk normlarında bilimsel yasalardan farklı olarak ereksel önermeler bulunduğu için hukukun bilimsel bilgisinin üretilemeyeceği, metafizik hukuk görüşünün belirleyici kabullerindendir.
Bilinçli öznelerin ve örgütlerinin varlığı amaçlıdır (ereklidir). Bu özellik, doğal ve toplumsal zorunlu ilişkilerden, nedensel yasalardan bağışık olduklarını göstermez. Doğal zorunlulukların dışında, öznelerin eylemleri de birbirlerinin zorunluluklarını üretir. Ereklilik ile nedensellik ilişkisi bilinçli insan etkinliğinin özelliğidir.
Doğa bilimlerinde de ereksel bir dil kullanıldığına rastlanılır. Ereklilik, insan tarafından doğaya da yüklenir. Ancak bu bir yakıştırmadan başka bir şey değildir. Örneğin evrim kuramının aktarımında erekselliği çağrıştıran bir dil görülür. Milyonlarca yılda sayısız küçük değişikliklerle oluşmuş dirimsel parçalar, organlar, organizmalar bilimlerde belki de kolaylık gereği bütün bu geçmiş atlanarak varolan biçimleriyle anlatılır ve hatta işlevler de amaçlar olarak sunulur.
Hukuk kuralları da binlerce yılda çok sayıda küçük değişiklikle birikerek oluşmuştur. Gelişmesinin belli bir aşamasında, bir toplumsal öznenin göreli serbest seçimiyle konulan kurallar ve kurumlar ortaya çıkmıştır. Hukuk kuralları ve kurumları gerçekliği dönüştürmekte zayıf araçlar olmakla birlikte vardırlar. Kuralla gerçekliğe yapılan müdahalenin gerçek sonuçları gözlemle saptanabilecek olgulardır.
Hukuk kurallarını tek tek kişiler değil, toplumsal örgütlenmeler oluşturur. Hukuku öznelerden bağımsız varlık sayamayız. Amaçlı insan etkinliği, nedensellik kurallarından kopmaz, onlarla koşullanmış ve sınırlanmış olarak işler ancak nedenselliği kırma, istediğinde onun getirdiği zorunluluktan özgürleşme yetisi geliştirir. Yerçekimi yasası hükmünü sürdürür ancak insan yerçekimsiz ortam yaratabilir ya da karşıt güçler uygulayarak havalanabilir, dünyanın yerçekiminden kurtularak uzaya erişebilir. Nedensel yasa, ereksel insan etkinliğiyle “ihlal edilir”. Bilinçli insan etkinliği ile nedensel zorunlu ilişkilerden özgürleşme olanağı tarihsel olarak sınırlıdır, sürekli gelişir. İnsanlar hukuk kurallarını oluşturur, uygular ve onlara bağlı kalırken de doğal ve toplumsal nedensellik kurallarıyla sınırlıdır ve aynı zamanda bunlardan özgürleşme olanaklarıyla donanmışlardır. Zorunluluk – özgürlük dengesi tarihsel belirlenimlidir. Bilimsel gelişmeler doğanın, insanın ve toplumun gizemini çözüp işleyiş yasalarını ortaya çıkararak zorunlulukların bilincine varma ve bu zorunluluktan kurtulabilecek araçlar yaratma gücü vererek insanı özgürleştirmektedir. Doğa ve toplumun zorunlu nedensel ilişkileri bilgi ve araçlarla geriletilse de insan iradesi zorunlu nedensel ilişkilere bağlıdır. Doğal-toplumsal yasalar, özgürlüğü ortadan kaldırmaz; bilerek ve araç kullanarak elde edilen özgürlük de doğal-toplumsal yasaları ortadan kaldırmaz.
Hukuk kurallarının yazılma biçimleri ereksellik çağrıştırsa da nedensel birikimlerin hukuksal biçimleridir. Hukuk kuralları aracılığıyla toplumsal gerçekliğe amaçlı yön verme çabaları sözkonusu olduğunda da bunlar toplumsal gerçeklikle sınanır, onun zorunluluklarına bağlıdır. Doğanın gücü ile toplumsal örgütlenmenin gücü arasındaki fark toplumsal nedenselliği görmemizi engellememelidir.
Olan – Olması Gereken Ayrımı. “Olması gereken”in bilgisi üretilebilir
Olan ve olması gereken ayrımı, sorumluluk üstlenecek özgür özne gereksinimini karşılar. Hukukun, nedensellik yasasına bağlı insan davranışlarını düzenlediğini kabul etmek demek özgürlüğün ve dolayısıyla sorumluluğun olamayacağı sonucuna götürür. Bunu aşmak için hukukçular Kant’ın sollen – sein ayrımını kullanırlar (Sein: être, to be, being. Sollen: devoir, shall, should). Doğa olayları nedensellik yasasına uymak zorundayken insan olması gerekeni söyleyen yasaya uymak zorunda değildir.
Hukuk normu, olguya dayanmaz, çünkü olması gereken (sollen) ile olan (sein) ayrıdır, bağımsızdır. Bu nedenle hukuk normu varlığını zorunlu olarak kendisinden önce var olan bir postülaya borçludur.
Kant’ın us (akıl) ile olgular (madde) arasında kurduğu ilişkide us yerine hukuku koymak hukuku bilinemez kılar, içsel ödev konusu yapar. Salt usun duyarlılığın (maddenin) verilerinden alınmamış olan bir bilgiyi gerçekleştirdiği savında olduğu gibi hukuk, olgularla gerçeklerle bağını keser, önsel (a priori) bir nitelik kazanır. Hukuk, nesneler düzenini aşıp düşünce düzenine yükselir.
Olması gereken, ahlaki kuraldır ve önsel (a priori) olarak vardır. Hukuk kuralını ve oluşunu olması gereken saydığımızda hukukun varlığı, maddi yaşama, fiziksel dünyaya önsel nitelik kazanır. Hukuk, önsel bireşimsel (sentetik) yargıya/yargılara dönüştürülür. Böylece hukukun bilgisini üretmek yerine hukukun kendisi kesin ve bilimsel bilgiye dönüşür. Temel norm, hukukun önsel bireşimsel yargısını oluşturuyor. Hukukun görüngüsü (fenomeni) ile hukukun kendisi (numeni) ayrımı, usun hukukun kendisini bilemeyeceğini kabul eder. Temel norm, ona dayanan diğerleri ve hukukun temel biçimleri salt usun ürünü sayılır. Temel normun geçerliliği ve bağlayıcılığı Kant’ın ödevine dönüşüyor.
Kantçı ilkeler hukuka aktarılıp hukuk kategorik emperatife dönüştürülüyor. Hukuk metafiziğinin temel ilkeleri oluşturuyor. Kant’ın otonom bireyi hukukun özgür öznesi yapılıyor. Kantçılık altüst ediliyor ama hukuk, bilimsel bilginin ve bilinçli toplumsal etkinliğin saldırısından kurtarılıyor.
Kantçılık ile hukukçuların Kantçılığı uyumsuzdur. Hukukçular, hukukun bilinemezliğini sağlamak ve hukuku kaygısız uygulayabilmek için Kant’a başvururlar. Salt usun eleştirisindeki bilgileri bozarak hukuk normunu açıklamak için kullanırlar. Hukuk ile ahlakı karşılaştırırlar, hukukun ahlaktan farklı olduğunu söylerler sonra da Kant’ın törebilim için kurduğu sistemi, örgütlü toplumsal zorun en güçlüsünü kullanan hukuka aktarıp öznenin özgürlüğünü kabul ederler. Bir yandan hukukun heterenom olduğu kabul edilir öte yandan Kant’ın törebiliminden aktarım yapılır.
Zorunluluk alanı ile özgürlük alanı ayrımında hukuk özgürlük alanındadır. Çünkü bilen aklın değil, uygulayan aklın alanındadır. İnsan, artık us değil, iradedir.
Yeni Kantçılık, toplumbilimlerin doğa bilimleri gibi yasalı olamayacağını savunur. Görüngülerle yetinilmelidir. Hukukçu da hukuka ilişkin toplumsal etkinliklerin bilimsel yasalarla açıklanamayacağını kabul eder. Yasalar, görüngülerdir. Görüngüler, yasa olarak karşımızda durduğuna göre başka bilgi yasaları aranmasına da gerek yoktur. Hukukun yasasını, bilgisinin yasası yerine koyar.
Yeni Kantçı Hukukçu hukuksal varoluştaki düzenlilikleri, bilimsel yasaları, hukuk kuralları ile karıştırır. Hukukun varoluşunu düzenleyen yasaların bulunduğunu kabul etmez, belki de hiç düşünmez. Hukuk kuralı, ereksel olduğuna göre hukuk kuralında nedensellik bulunmadığına göre, hukukun varoluşunda da toplumsal etkinliğinde de nedensellik yoktur. Hukuk zaten olanı değil olması gerekeni, bir düşülkeyi düzenlemektedir, bilimsel bilgisi de üretilemez.
Genel kabule göre hukukbilimi olsa olsa normatif bir bilim olabilir. “Normatif bir bilim olarak hukukta, pozitif bilimlerde rastlanan deney ve gözlem yöntemlerine ve neden – sonuç mantığına yer verilmez.”[70] Kelsen hukukun normatif bilimine ayrıca saf bilim niteliği de tanımaktadır. [71] Saflık, nedensel ilişkiden kurtulup fizik ötesine çıkmış olmasından ve özdünyada[72], özgür iradeli özinsanlar arasındaki ilişkileri düzenliyor olmasından kaynaklanmaktadır.
Genel kabulü taşıyan bu önermenin bin değişik biçimine rastlanır hukuk kitaplarında. Bu kabul geçerli olduğunda, hukukçunun ve hukukbilgininin normlardan başka gerçeği yoktur; gerçeklik yok olur ve ancak hukuk dünyasında (Kant’ın özdünyasında) bir norm gerçeği olarak var olabilir.
Hukuk kuralının taşıdığı olması gereken de olandan çıkmıştır, ondan üremektedir. Gramsci, Kantçılık ve Yeni Kantçılığın pozitivist Marksist eğilimlerce de benimsenen olan – olması gereken ayrımını reddeder. Ona göre, olması gereken insanların isteklerini, umutlarını ve dileklerini dile getirir, olan kadar gerçektir.[73]
Hukukun bilimi ile uygulaması arasındaki, bilgi ile nesne arasındaki bağlantıyı doğru kuramayanlar “normatif bir bilim olarak hukuk” sonucuna varırlar. Hastalığın kendisi ve hastalığı iyileştirmek, evin kendisi ve ev yapmak bilim değildir, bu işleri yapanlar da bilimsel etkinlikte bulunmazlar. Öte yandan bilgi geliştirmeyenler ve bunları aktarıp biriktirmeyenler de bu işleri yapamazlar. İş yapıyor olmak bilgi gerektirir ancak bilgi üretiminin kendisinin bir iş olmasıyla bilim çıkar ortaya. Elbette tarımcıda yaptığı işin bilgisi vardır ancak tarımcı, tarımbilimci değildir. Hukuk bilgisi üretmeyi meslek olarak seçenlerin aynı zamanda avukatlık, bilirkişi, danışmanlık, dosyaya mütalaa sunma gibi etkinliklerde de bulunmaları hukuk uygulaması ile hukukbilimi göreli ayrımını gözardı etmelerinde etkendir.
Hukuk, doğmatitik/normatif hukuk ve hukukbilimi olarak ayrılır.[74] Buna göre, ancak normatif bilgisi üretilebilen dogmatik ve normatif hukukçuluğun iki temel uğraş alanı vardır. Birincisi yasa ve sözleşme hazırlamak gibi uğraşları olan uyuşmazlık önleyici hukukçuluk. İkincisi, uyuşmazlıklar hakkında rapor sunanlar ve karar verenlerin uğraşı hüküm hukukçuluğu. Uyuşmazlık önleyici hukuk uygulamasında tümevarım yöntemi kullanılırken hüküm hukukçuluğunda tümden gelim yöntemi kullanılır. Uyuşmazlık önleyici ve hüküm verici normatif-dogmatik hukuk uygulamasının karşısında deskriptif, ampirik ve pozitif nitelikteki, yani bilimsel bilgi üretebilen hukuk tarihi, hukuk antropolojisi, hukuk sosyolojisi, adli tıp ve karşılaştırmalı hukuk gibi uğraşlar vardır. “Bu alanlarda hukuk bilimcisi klasik, beylik bilimsel yöntemlerle çalışır; sınanabilir olgulara, somut verilere, gözlemlere, deneylere ve nedensellik mantığına dayanır.”[75]
Hukukun varlığı ile bilgisini bu denli kesin ayırmak, varlık ile bilgisi, nesne ile bilen özne arasındaki ilişkiyi koparmak hatalıdır. Hukuk uygulaması ile hukuk bilgisinin üretilmesini ayıranlara göre, hukuk uygulamasının bilgisi normatif ve dogmatiktir, bilimsel yöntemler değil, mantık kullanılır. Hukukun bilimi olmaz, hukuk tarihi, antropolojisi, sosyolojisi vb. olabilir. Buna göre borçlar hukuku ya da idare hukuku alanında bir bilim dalı olamaz. Olsa olsa idare hukuku tarihi ya da idare hukuku sosyolojisinden söz edilebilir. Hem üniversitelerde bilimdalı anabilimdalı tutmak, buralarda doktorluk, doçentlik ve profesörlük unvanlara sahip olmak hem de çalıştıkları alanın biliminin olamayacağını kabul etmek çelişkidir. Üniversitelerin piyasada birer hukuk uygulayıcısı olarak iş yapıp para kazanan hukuk hocalarının bilimden ve gerçekten bu denli uzak kalma çabası, uygulayıcı olabilmenin önkoşulu olarak değerlendirilebilir.
Olguların saptanması ve teknik olarak değerlendirilmesi her türlü yargılamanın neredeyse bütününü kapsamaktadır ve neredeyse bütünüyle bilimsel bir etkinliktir, normatif bir etkinlik değildir.
Biçimsel mantık içerikten kaçış olanağı yaratır
Viyana Okulu’nun mantıkçı/analitik pozitivizmiyle hukukun gerçekliğe kapılarını kapatmasında ya da dar bir aralık bırakmasında hukukun mantıksal nitelik taşıdığı kabulü önemli bir işlev görmektedir. Soyut (biçimsel, klasik) mantıkta temel kabul gözlem ve deney ile mantığın ilgisinin olmamasıdır. Hukukta biçimsel (mantıksal) doğruluk gerçekliğin yerini alır. Hukuk, gerçek ile değil, mantıksal (hukuksal) doğru ile işler. “Bir argümanın geçerliliği, öncüllerinin doğruluk değerlerinden bağımsız olduğu için mantık, diğer bilimler arasında eşsiz bir yere sahiptir. … Mantıkçı yalnızca önermeler arasındaki ilişkilerle ilgilenir, önermelerin gerçekte taşıdığı doğruluk değerleri ile değil.”[76] “Gerçeklik var olma halidir. Doğruluk ise var olan durum üzerine yargıda bulunma durumudur. Mantık bir önermenin nasıl doğru veya yanlış olduğuyla ilgilenmez.”[77] “Bir bilim olarak mantık, içeriksiz, yani formel bir dildir. Böyle bir dil sayesinde bir çıkarımın geçerli olup olmadığına matematik bir işlem yapar gibi karar vermek mümkündür”[78] Mantıkta “doğru önerme, dile getirdiği konuyu (nesneyi) gerçekliğe uygun olarak yansıtan önermedir…. Mantık, bir akıl yürütmede öncüllerin gerçekten de doğru olmalarını değil, bu öncüllerin doğru kabul edilmeleri halinde bu öncüllerden sonucun zorunlu olarak çıkıp çıkmadığını … gözetir…. Bir akıl yürütmede sonucun öncül veya öncüllerden zorunlu olarak çıkmasına geçerlilik denir. … Akıl yürütmede yer alan önermelerin doğruluk değerleri ile akıl yürütmenin geçerliliği arasında ilişki yoktur.”[79]
Hukuk etkinliği bilimsel bir etkinlik değildir tüm gerçeklik hukuk sistemine ve hukuk kurallarına uyumuyla değerlendirilir. Gerçekliğe önsel olan hukuk, gerçekliğe uslamlama ile sonradan uygulandığından hukuk ile gerçeklik ilişkisi mantıksal bir ilişkidir. Biçimsel tutarlılığı ile tanımlandığında akıl boş bir uyum ve sabitliktir, gerçeklikle bağını koparır. Gerçek değil, mantıksal doğruluk üstün gelir. Mantıksal çıkarımla gerçekliğe eziyet edilir.
Hukuk ile hukuk bilgisi ilişkisiz değilse de ayrıdır
Hukuk ile hukukbilimi, ilişkisiz değilse de ayrıdır. Varlık ile bilgisi ilişkisi koparılmamalıdır ancak ikisi aynı şey de değildir; bilgi varlığın kendisi değildir, bilginin tümü varlığın tümü değildir. İnsanın ve bilinç araçlarının varlığın tüm bilgisine erişmesi, sürekli oluş nedeniyle olanaksızdır, aradaki boşluk özellikle uygulamalı sonuçları bakımından gözardı edilebilir nitelikte olsa da varlık ile bilinçteki görüngüsü arasında ayrım yapmayı gerektirir. Düşüncenin araçlarıyla zenginleşen görüngüler, insanın bilgisi geliştikçe varlığa yakınsar, belki de anlık olarak ya da belli duraklarda tam bilgisine dönüşür.
Hukukun bilgisinin üretilmesi sözkonusu olduğunda varlık normlarla sınırlanınca temel sorunlar ortaya çıkar. Hukukçuların karşılaştığı en temel sorun, hukukun normatif (kurallayıcı) niteliği ile hukukbiliminin niteliğini karıştırmaktır. Hukuk kuralları değerler taşıyıcısıdır, olması gerekenleri gösterir; buna karşılık hukukun bilgisinin aynı nitelikte olması gerekmez.
Hukuk kuralının içeriğinin gereklilik (olması gereken) biçiminde yazılmış olması bilgisinin üretilemeyeceği anlamına gelmez. Kuralların bilgisinden oluşan bilgi kuralları, kuralların taşıdığı içerikten değil, kuralların varoluşundan gelir. Hukuk kurallarının, olması gereken emirler ve değerler taşıması, kuralların bilgisinin de bunları taşımasını gerektirmez. “Hukuk kuralı olması gerekeni içeriyor olabilir. Hukuk bilimi olması gerekeni söyleyen hukuk kuralını bir toplumsal gerçeklik olarak inceler.”[80]
Hukukun uygulanması ya da işlemesi yöntemi, bilimsel bilgi üretimi yöntemi ile aynı şey değildir; bu anlamıyla yöntem bir süreçtir, sistemdir, sistemin işleyişidir. İnsan bedenindeki dolaşım sisteminin işleyişi ile onun bilgisinin üretilmesi yöntemi aynı değildir. Canlının varoluşu ile biyolojinin bilgisi gibi. Hukuk ile hukukbilimi arasında ayrım ve ilişki, dirim (bio) ile dirimbilim (bioloji) arasındaki ilişki gibidir.
Hukuk ile hukukbilimini ayırmak gerekir. Kuramsal öneminin yanısıra böyle bir ayrımın uygulamalı yararı da vardır. Böylece hukukçu akademisyenlerin birer biliminsanı olmaktan çok yaşam uğraşı içindeki hukuk uygulayıcıları olduklarını da kolaylıkla görebiliriz.
Hukukun bilgisinin üretilmesi yöntemlidir. İdarecinin, avukatın, yargıcın, kuralkoyucunun, kullanıcının ve yönetilenin hukukun uygulamasında izlediği yol ise yöntem değil, işleyiştir. Hukuk uygulamasında, işleyişinde ortaya çıkan düzenlilikler, düzenekler, sistemler ve alt sistemler bir terim niteliği taşımaksızın yöntem olarak adlandırılabilir. Örneğin idare hukukunda yöntem kavramı, işlemin biçim öğesi incelenirken ve genel olarak idarenin işleyişi için konulan genel işleyiş kurallarını adlandırmak için kullanılır. İşlem yapılırken idarenin iradesinin oluşum ve açıklanma aşamalarını anlatmak için yöntem terimi kullanıldığı gibi, idarenin tüm işleyişi için geçerli olması öngörülen genel işleyiş kurallarını anlatmak üzere de genel idari usul (yöntem) kavramı kullanılmaktadır. Ayrıca, yargılama yöntemli bir etkinlik olarak idareden ayrılır ve idari yargılama yöntemi, yargılama işleyişini düzenleyen yasanın ve disiplinin adıdır. İdari yargılama hukuku, İdari Yargılama Usulü Kanununu temel alır. Bunlar ve benzerleri için yöntem sözcüğü kullanıldığında anlatılanın bilme yolu olmadığı, işleyiş yolu, yöntemi olduğu akılda tutulmalıdır.
Uygulayan özne de bilme etkinliğinde bulunur. Bununla birlikte uygulayan öznenin bilme etkinliği genellikle ayırdında olmadan gerçekleşir; uygulama sırasında ortaya çıkan yeni bilgi “tuhaflık, ilginçlik” ve genellikle işi geciktiren bir sorun olarak görülür. Uygulayıcı için gerekli ve önemli olan işleyişin sürmesidir. İşleyiş yolunda karşısına çıkan sapmalar ve aykırılıklar, işini uzattığından bunların birer yenilik, yeni bir bilgi olup olmayacağını düşünmez, biran önce onlardan kurtulmak ister, çoğunlukla da onları görmezden gelir.
Uygulayıcı, büyük çoğunlukla, bilgi edinme yöntemiyle ilgilenmez, işleyiş yolunun tanınması ve daha önemlisi bu yolda kestirmelerin, dolanmaların, gizli geçitlerin bilinmesi daha önemlidir.
Hukukun bilgisini üretenlerin aracı, bilgi yöntemidir. Bununla birlikte hukukun bilgisini üretenler neredeyse bütünüyle üniversitede görev yaptıklarından ve yine büyük oranda zamanlarının önemli bölümünü danışman ve avukat olarak hukuk uygulamasında geçirdiklerinden hukukbiliminin yönteminin ne olduğundan çok işleyiş yollarıyla, kurallarıyla ilgilenirler. Bilgi üretme yöntemine hemen hemen hiç kafa yormayan ve zaman içinde sabitlenmiş hukuk bilgilerini kuşaktan kuşağa aktaran üniversite hukukçuları, hukukçuların genel özgüvenine de tam olarak sahiptirler. Hukuktaki yasaların bir bölümü toplumun yasalarıdır. Daha açık anlatımla, toplumda yasalaşmış ilişkilerin büyük bir bölümü devletin koyduğu yasalar olarak hukuksal biçim almıştır. Hukuk fakültesi eğitiminden geçenler, toplumsal yaşamın neredeyse tümüne ilişkin hukuksal yapıyı öğrendikleri ya da gördükleri için onlar da toplumun bilgisine sahip oldukları sanısı oluşur; toplumsal yaşamın hukuksal dolayımından uslarında kalanların toplumsal yaşamın kendisi olduğunu, her olayı açıklayabileceklerini sanırlar. Ne de olsa “[hukuk] bu dünyanın genel teorisi, onun ansiklopedik özetidir.”[81] Hukuk, toplumsal yaşamı anlamak için bir yöntem olduğuna göre, hukuku anlamak için yönteme ne gerek var diye düşünürler.
Sözleşmedeki devlet
Metafizik kabullerden biri de norm ile müeyyide bağlantısıdır. Buna göre, hukuk olması için norm olması, norm olması için de yaptırım olması gerekir. Yaptırım, hukuksal biçimi diğer toplumsal ilişkilerden ayırır ancak norm tek hukuksal biçim değildir. Devletin tanıdığı, arkasına örgütlü şiddetini koyduğu biçimler hukuktur, normlar bunlardan biridir. Normlar devlet iktidarını arkasına aldığı gibi sözleşmeler de devlet iktidarını arkasına alır. İrade özgürlüğüne dayanan sözleşme de siyasaldır. Sözleşme devlet iktidarıdır. Sözleşme yapmak devlet iktidarına başvurmayı kabul etmektir.[82] Uyuşmazlık dışında devlet iktidarına başvurmayı kabul etmek dışında sözleşmeler hukukun değil olsa olsa işletme biliminin konusu olur.
Hukuktaki yaptırım yalnızca normların güvencesi değildir; sözleşmelerin gerisindeki uygulama gücüdür, idari uygulamaların da güvencesidir.
Hukukta yaptırım ya da hukukun yaptırımı devlet iktidarından başka bir şey değildir. Milyonlarca yaptırım uygulaması devlet iktidarının somutlayıcısı ve oluşturucusudur. Devlet iktidarının incelenmesine ilişkin bilgiler hukuksal yaptırımın anlaşılmasında da kullanılabilir, tersi de geçerlidir. Devletin örgütlü şiddeti hukuksal yaptırımdır.
Dogmatizm ve “de lege lata – de lege ferenda”
Hukuk metafiziğinde olan – olması gereken ayrımına bir de yürürlükte olan “lata” ve önerilen “ferenda” ayrımı eklenir. Hukuk olması gerekenleri söyleyen konulmuş normlardan oluşur, konulmuş normlar “de lege lata”dır, konulmuş normların eleştirilmesi, önerilerde bulunulması ise “de lege ferenda”dır.
Hukuk metafiziğine göre pozitif hukuk (konulmuş) dogmadır. Dogma eleştirilmez, bilimsel olarak incelenemez. Dogmaya inanılır, dogmaya inanmayan, onu eleştiren bir başka dogmaya inanmakta, bir başka ideal kurmaktadır. Pozitif hukukun eleştirisi doğal hukuktur, ideal hukuk ya da olması gereken hukuktur.[83] Bu hatalı kabul ile pozitif hukuka ilişkin, bu hukuk teknikleri ve araç gereçleri ile kendini sınırlamayan tüm eleştiri doğal hukuk, olması gereken hukuk olarak nitelendirilir; eleştiriyi yapan ve bilgisi, yürürlükteki hukuku korumak için sonsuz bir çabayla pozitif hukukçular arasından dışlanır.
Hukukun metafizik anlayışında olan – olması gereken ayrımı kullanılıp hukuk kuralına olması gereken nitelemesi yapılır, olması gereken emirleri taşıyan normlar eleştirilince de “olan bu, eleştiri ise olması gereken” denilir. Hukuk metafiziğinde hukukun varlığı fizik ötesi bir yerde, Kant’ın özdünyasındaydı. Eleştiriler de olması gereken olarak değerlendirilerek hukukun varlığı gibi eleştirilmesi de öte dünyaya gönderilir.
Dogmatizm, ileri sürenin yetkesine dayanarak ileri sürüleni kanıt aramaksızın bilgi saymaktır. Devletçe konulan kuralların, devletin gücü/yetkesi nedeniyle hukuk sayıldığında ortaya çıkan hukuk, dogmatik hukuktur. Devletçe konulan kuralları geçerliliğine ilişkin bir kanıt aramaksızın hukuk sayabiliriz ancak bunları devlet tarafından konulmuş/kabul edilmiş olması dışında başkaca bir kanıt aramaksızın hukukun bilgisi sayamayız.
Metafizik öğretilerin tümü dogmatiktir çünkü, fizikötesidirler ve fizikötesinin uygulama ile sınanması ve doğrulanması olanaksızdır. Dogmatik hukuk öğretisi, metafizik bir öğretidir, pratikle doğrulanmak ve tanıtlanmak istemez, tersine aksiyomlarının fizikötesi (metafizik) olduğunu gururla kabul eder. Hukuk kurallarını dogma olarak ele almak hukukçu ile din adamını yakınlaştırır. İman etmeden iyi hukukçu olunamaz.
Öte yandan fizikötesi, önsel aksiyomlara dayandığı kabul edilen hukuk, en kolay gözlemlenebilir toplumsal olaylardandır. Bu nedenle hukuk dogmatiği, nesnenin niteliğinin dayattığı bir özellik değil, öznenin seçimidir. Dogmatik hukuk, uygulamadan/bilinçli insan etkinliğinden gelebilecek belirlemelere engel olmak için vardır. Oluş, hukuk dogmatiğine yabancıdır.
Sonuç
Yaşamın hukuksal kurgusunun temeli olan özgür iradeli özneyi oluşturabilmek için metafizik bir dünya kurulmuş insan aklı hukuk dogmasına mahkum edilmiştir. Hukukçular ve hukukbilginleri görüngüler dünyasını bir yana bırakmışlar, Kant’ın özdünyasında, özinsanın yapıp ettikleriyle uğraşmaktadırlar. İki dünyalı hukuk anlayışı terk edilmelidir.
Hukukbilimi, toplumsal ilişkilerin özgül bir biçimini inceler. Siyasal zor ile dayatılan toplumsal ilişki biçimleri hukuku oluşturur ve hukukbiliminin özgül konusudur.
Hukuk, bilim değildir, toplumsal etkinliktir. Hukuk, normatif bir toplumsal etkinlik değildir, toplumsal ilişkilerin, özellikle mübadele ilişkilerinin devletçe tanınmış biçimidir. Hukukun ihlali ya da normun ihlali, hukukun oluşudur, kendisidir. Metafizik dogmatik hukuk çelişkiyi yalnızca davada bulur. Davadaki çelişki durağandır, mantıksaldır. Hukuk çekişmeden doğar, hukukun ihlali geliştirici çelişkidir.
Hukuk, biçimi ve taşıdığı içeriğiyle değişmez ve gelişmez değildir. Doğa gibi sürekli gelişir ve değişir. Bunun bilgisini üretecek yöntemin, gelişme ve değişmeyi kavrayacak araçlara sahip olması gerekir. Bilimler doğayı değiştirmek için inceler. Hukukbilimi de hukuku değiştirmek için inceler. Hukukbiliminin etkinliği hukuksal biçim kazanmış toplumsal gerçekliğe hukuk dolayımlı bir müdahaledir.
Hukukbiliminde bir konu incelenirken hukukun gerçek yaşamın dolayımı olduğu akılda tutulmalı, metafizik dünyanın maddi gerçeklik ile bağını kurmak için şu sorulara yanıt aranmalıdır. İncelediğimiz olayda hangi hukuksal biçim kullanılmaktadır? Bu hukuksal biçim hangi maddi içeriği taşımaktadır? Maddi içerik hukuksal biçimde nasıl yer almaktadır, hangi hukuksal içerik sözkonusudur? Öncelikle maddi içerik konusunda ve daha sonra hukuksal içerik ve biçim konusunda benim değer yargım, seçişim nedir? Konunun hukuksal rejimi/kuralları nedir? Maddi içeriğin hukuksal biçimi ve hukuksal içeriğine uygulanacak hukuksal rejim saptanırken bir farklılık ortaya çıkmışsa, bunu nasıl nitelemeliyim, bu bir ihlal midir yoksa bir yenilik midir? İhlalin sonucunu nasıl belirleyebilirim ya da yeniliği nasıl kavramsallaştırabilirim. Varacağım sonucun hukuksal yapı ile uyumu nasıl kurulabilir, uyumsuzluk varsa nasıl giderebilirim, hukuk bilgisine yeni ilkeler eklenebilir mi? Hukukbilginleri, hukuk öğrencileri ve hukuk uygulamacıları, metafizik özdünyadan yaşama dönmeli; özinsanların değil, gerçek insanların yaşamına ilişkin çalıştıklarını, karar verdiklerini uslarından çıkarmamalı ve her bir olaya ilişkin bu sorulara yanıt arayarak maddi gerçeklik (canlı ve cansız varlıklar, yaşam), değer yargıları ve hukuk (biçimler ve kurallar) arasında akışlı bir çalışma gerçekleştirmelidir.
DİPNOTLAR:
[1] Onur Karahanoğulları, “Diyalektik Hukukbilimi Notları”, in Marksizm ve Hukuk, Diyalektik Hukuk Bilimi, 2.B., Yordam Yayınları, 2023, s. 103
[2] Kemal Gözler, Anayasa Hukukunun Metedolojisi, 2. B., Ekin Kitabevi Yayınları, 1999. Yazarın bu kitabında ortaya koyduğu saf pozitivist hukuk yaklaşımı anayasa hukuku ve idare hukukuna ilişkin tüm kitaplarında da kullanılmakta ve kamu hukuku öğretisine etki etmektedir. Yazarın talihsizliği, sahip olduğu hukuk anlayışının hukuksal gerçekliği açıklayamadığını itiraf etmek zorunda kalmış olmasıdır. 2014 yılında paralel devlet yapılanmasına üye oldukları ve yasa dışı dinleme yaptıkları savıyla çok sayıda polis gözaltına alınmış ve yeni kurulan sulh ceza hakimliklerince tutuklanmışlardı. Sahur vakti ev baskınları yapıldığı için olay “Sahur Operasyonu” olarak adlandırılmıştı. Yazarın saf pozitivist hukuk anlayışına göre bu sulh ceza hakimliklerini kurulması yasakoyucunun tercihiyle çıkarılmış bir norm ve gözaltılar, tutuklamalar normun uygulaması olmalıydı, “ötesi” ise hukuku ve hukukçuyu ilgilendirmemeliydi. Buna karşılık yazar tüm kitaplarında ve makalelerinde kurmuş olduğu, tüm kamu hukukçularına karşı sert biçimde savunduğu hukuk anlayışını terk ederek bir makale yazmıştır (Kemal Gözler, “Sulh Ceza Hâkimlikleri Ve Tabiî Hâkim İlkesi, ‘Sahur Operasyonu’ Hakkında Bir Açıklama”, Güncel Hukuk, Ekim 2014, s.46-49). Yazı şöyle başlıyor: “Ben sahip olduğum hukuk anlayışı gereğince güncel siyasal olaylar karşısında susmayı ilke edinmiş bir anayasa hukukçusuyum. Geçmişte birkaç olayda, bu ilkem, beni ahlâken rahatsız etti ve sessizliğimi bozup … açıklamalar yapmak zorunda kaldım…. Bugün de bu ilkemden ayrılarak sulh ceza hâkimlikleri konusunda bir açıklama yapmak gereğini hissediyorum. Zira mevcut durum karşısında susmayı artık içime sindiremiyorum.” Yazar fizikötesinden fizik dünyaya döndükten sonra normu da üst normla değerlendirmekten vazgeçiyor: “Ben sahip olduğum hukuk anlayışı gereği, kanun koyucunun güttüğü amaçların hukuken değerlendirilmesinin kural olarak mümkün olmadığını ve yine yargı organlarının da prensip olarak kanun koyucunun güttüğü amacı denetleyemeyeceğini savundum. … Ancak yukarıda özetle vermeye çalıştığım gelişmeleri gözlemledikçe … bu Kanunu çıkaran kanun koyucunun, adalet hizmetinin daha iyi işlemesi amacıyla değil, birtakım art niyetli düşüncelerle sulh ceza mahkemelerini kaldırdığını ve yerlerine sulh ceza hâkimliklerini kurduğu düşünmeye başladım.”
[3] Adnan Güriz, Hukuk Felsefesi, İmaj Yayınları, Ankara, 1999 kitabından özetlenmiştir.
[4] B. Sharon Byrd, Joachim Hruschka, Kant’s Doctrine of Right, A Commentary, Cambridge University Press, 2010, s.279
[5] Ibid., s.293
[6] Alexandre Travessoni Gomes Trivisonno, “Kant’s Republicanism”, in in Kant’s Theory of Law, Ed. Jean-Christophe Merle, Alexandre Travessoni Gomes Trivisonno, Verlag, Stuttgart 2015, s.125
[7] Byrd, Joachim, Kant’s Doctrine of Right, s.280
[8] Jennifer K. Uleman, An Introduction to Kant’s Moral Philosophy, Cambridge University Press, New York, 2010, s.11
[9] Byrd, Hruschka, Kant’s Doctrine of Right …”, s.290
[10] Ibid., s.290
[11] Ibid., s.292
[12] Ibid., s.279
[13] Arthur Ripstein, Force and freedom: Kant’s legal and political philosophy, Harvard University Press, London, 2009, s.13
[14] Colomer, “Kant’s Theory of Law and the Principle of Freedom”, in Kant’s Theory of Law, Ed. Jean-Christophe Merle, Alexandre Travessoni Gomes Trivisonno, Verlag, Stuttgart 2015, s.24
[15] Ripstein, Force and freedom …, s.29
[16] Karl Marx, “The Philosophical Manifesto of the Historical School of Law”, Rheiniche Zeitung, 1842 sy. 221
[17] Buradaki “iyi niyet” özgür iradedir. Bkz. Orhan Hançerlioğlu, Düşünce Tarihi, 5. B, Remzi Kitabevi, s.287
[18] Karl Marx, Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, Çev. Tonguç Ok, Olcay Geridönmez, 2. B, Evrensel Basım Yayım, 2013, s.165-166 (Marx, Engels, The German Ideology, Critique of Modern German Philosophy According to Its Representatives Feuerbach, B. Bauer and Stirner, 1845-1846, c.I, b.II, A)
[19] Dieter Schönecker, “The Transition from Common Rational Moral”, in Kant’s Moral and Legal Philosophy, ed. Karl Ameriks, Otfried Höffe, Cambridge University Press 2009, s.95
[20] Ibid., s.97
[21] Ripstein, Force and freedom …, s.323
[22] Ibid., s.314
[23] Ibid., s.306
[24] Ibid., s.314
[25] Byrd, Hruschka, Kant’s Doctrine of Right, s.9-10
[26] B. Sharon Byrd and Joachim Hruschka, “Introduction”, in Kant and Law, edited by B. Sharon Byrd and Joachim Hruschka, Routledge, 2016, s.xii
[27] Ibid., s.xxix, dpn.33
[28] Kelsen’in Viyana Üniversitesinde oluşturduğu hukuk ekolü, yine aynı üniversitede yaklaşık aynı yıllarda oluşmuş bulunan mantıkçı pozitivizmi benimseyen, Viyana Çevresi ya da Viyana Ekolü olarak adlandırılan ve başlıca temsilcisi Karl Popper olan akım içinde yer alır. Alexandre Viala, “Le positivisme juridique: Kelsen et l’héritage kantien”, Revue interdisciplinaire d’études juridiques, 2011, c.2, s.110
[29] Sadrina Pina, “Kelsen et l’École viennoise de théorie du droit”, Revue historique de droit français et étranger, Janvier-Mars 2014, c.92, sy.1, s.134
[30] Raymond Wacks, Understanding Jurisprudence, An Introduction to Legal Theory, Oxford University Press, 2009, s.127
[31] Ernest J. Weinrib, “Law as a Kantian Idea of Reason”, in Kant and Law, ed. B. Sharon Byrd and Joachim Hruschka, Routledge, 2016, s.18
[32] Byrd, Hruschka, Kant’s Doctrine of Right, s.35
[33] Ibid., s.39
[34] Ibid., s.36; Byrd ve Hruschka tüm bu bilgileri Kant’ın pozitivist hukuk anlayışına sahip olmadığını, onun bir doğal hukukçu olduğunu kanıtlamak için vermektedir ancak aktarılanlar Kant’ın devletçe konulmuş olan kuralların a priori ilkelere aykırı olsa da geçerli olduğunu kabul ettiğini göstermektedir.
[35] Ibid., s.265
[36] Ibid., s.264
[37] Ibid., s.261
[38] William James Booth, “The Limits of Autonomy: Karl Marx’s Kant Critique”, in Kant and Political Philosophy, The Contemporary Legacy, Ed. Ronald Beiner and William James Booth, Yale University Press, 1996, s.245; Bu çalışmada yazar, Kant’ın irade özgürlüğü tezini alaya almış olsa da Marx’ın görüşlerinin Kant ile bağdaşabileceğine kanıtlamaya çalışmış.
[39] Martin J. Stone, “Kant’s Apparent Positivism”, in Freedom and Force, Essays on Kant’s Legal Philosophy, Ed. Sari Kisilevsky and Martin J Stone, Hart Publishing, 2017, s.165; Ayrıca bkz. Jeremy Waldron, “Kant’s Legal Positivism,” Harvard Law Review, 1996, c. 109, s. 1535
[40] Stone, “Kant’s Apparent Positivism”, s.169
[41] Ibid., s.178
[42] Thomas W. Pogge, “Kant’s Theory Of Justice”, in Kant and law, ed. B. Sharon Byrd, Joachim Hruschka, Routledge, 2016, s.57
[43] Joachim Hruschka, “Kant and Human Dignity”, in Kant and Law, ed. B. Sharon Byrd and Joachim Hruschka, Routledge, 2016, s.13
[44] Ibid., s.72
[45] Ibid., s.73
[46] Ibid., s.75
[47] Ibid., s.73
[48] Ibid., s.75
[49] Ludwig Siep,” What Is the Purpose of a Metaphysics of Morals? Some Observations on the Preface to the Groundwork of the Metaphysics of Morals”, in Kant’s Moral and Legal Philosophy, ed. Karl Ameriks, Otfried Höffe, Cambridge University Press, 2009, s.81
[50] Weinrib, “Law as a Kantian Idea of Reason”, s.20
[51] Henry E. Alison, Kant’s Theory of Freedom, Cambridge University Press, 1990, s.129. Ayrımın ayrıntılı açıklaması için bkz. 129 – 135
[52] Weinrib, “Law as a Kantian Idea of Reason”, s.18
[53] Uleman, An Introduction to Kant’s Moral Philosophy, s.14
[54] Ibid., s.64
[55] Byrd, Hruschka, Kant’s Doctrine of Right …”, s.77
[56] Uleman, An Introduction to Kant’s Moral Philosophy, s.9
[57] Byrd, Hruschka, Kant’s Doctrine of Right …”, s.79
[58] Byrd, Hruschka, Kant’s Doctrine of Right …”, s.79
[59] William James Booth, “The Limits of Autonomy: Karl Marx’s Kant Critique”, in Kant and Political Philosophy, The Contemporary Legacy, Ed. Ronald Beiner and William James Booth, Yale University Press, 1996, s.265
[60] Çok önce, 1880 yılında Engels, Hegel’den alıntı yaparak Kant’ın iki dünyasını ve varlığın bilinemezliği anlayışını şöyle eleştirmişti: “…Yeni-Kantçı bilinemezci ortaya çıkıp diyor ki : bir nesnenin niteliklerini doğru olarak algılayabiliriz, ama nesnenin kendisini hiç bir duyusal ya da zihni yolla kavrayamayız. Bu kendinde-varlık, kavrayışımızın ötesindedir. Hegel, buna çok önceleri şu cevabı vermişti: Bir nesnenin bütün niteliklerini biliyorsanız, nesnenin kendisini de biliyorsunuz demektir; geriye, sözkonusu nesnenin bizim dışımızda varolmasından başka hiçbir şey kalmaz; ve duyularınız size bu olguyu öğrettiği zaman, kendinde-varlığın, Kant’ın o ünlü Ding an sich bilinmezinin üst yanını da kavramış olursunuz. Buna şunu eklemek gerekir: Kant’ın çağında, doğal nesneler konusundaki bilgimiz gerçekten öylesine bölük pörçüktü ki, onların her biri üstüne bildiğimiz az bir şeyin ötesinde esrarlı bir ‘kendinde-varlık’ bulunduğu pekala sanılabilirdi. Ama bu kavranamaz nesneler, bilimin dev adımlarıyla ilerlemesi sırasında kavrandılar, çözümlendiler, üstelik yeniden üretildiler; üretebildiğimiz şeyin bilinemez olduğunu elbette düşünemeyiz.” Friedrich Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, 10. B., Çev. Öner Ünalan, Sol Yayınları, 2008, s.29
[61] Michel Miaille, Une introduction critique au droit, François Maspero, Paris, 1976, s.98
[62] Bülent Tahiroğlu, Belgin Erdoğmuş, Roma Hukuku Dersleri, Der Yayınların, 10. B., 2014, s.240
[63] Peter Stein, Roman Law in European History, Cambridge University Press, 2000, s. 9
[64] Tahiroğlu, Erdoğmuş, Roma Hukuku Dersleri, s.64
[65] Ibid., s.69
[66] Tarafların üzerinde tasarrufta bulunamayacağı konuları düzenleyen – ki bu konular devlet iktidarının kuruluş ve kullanımına ilişkin olabileceği gibi bireyler arası ilişkilerde de sözkonusu olabilir – kamu hukukunda ise normlar büyük çoğunlukla üretilmekte olan mal ve hizmete ilişkin bilimsel yasaların ve teknik ilkelerin hukuksal ifadelerinden oluştuğundan norm uygulaması, genel durumdur.
[67] Michel Troper, Hukuk Felsefesi, Çev. Işık Ergüden, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2003, s.67
[68] Karahanoğulları, “Diyalektik Hukukbilimi Notları”, s.124
[69] Poulantzas, maddi dünya ile hukuksal dünya arasında geçişliliği sağlayan “eşyanın tabiatı” kavramını inceleyerek hukuksal pozitivizmi aşmaya çalışmıştır. Nicos Poulantzas, Nature des choses et droit, LGDJ, Paris, 1965
[70] Rona Serozan, Hukukta Yöntem, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2015, s.3
[71] Miaille, Une introduction critique au droit, s.351
[72] Kelsen’in hukuk anlayışı Türkçe’de genellikle “saf hukuk kuramı” olarak karşılanmakla birlikte Hirş’in kitabının güncel Türkçeye uyarlanmasında, kuramın dayanaklarını daha iyi yansıtır biçimde “öz hukuk bilimi” olarak karşılanmaktadır. Ernest Hirş, Hukuk Felsefesi ve Hukuk Sosyolojisi Dersleri, Güncel Dile Uyarlayan: Selçuk Baran Veziroğlu, 2.B., Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, 1996, s.31
[73] Leszek Kolakowski, Main Currents of Marxism, 3, Breakdown, Oxford University Press, 1978, s.234
[74] Serozan, Hukukta Yöntem, s.3
[75] Ibid., s.4
[76] Tracy Bowell, Gary Kemp, Eleştirel Düşünme Kılavuzu, Çev. Bilge Tanrıseven, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, 2018, s.82
[77] A. Kadir Çüçen, Klasik Mantık, Asa Kitabevi, 2.B., 2004, s.33
[78] Şafak Ural, Temel Mantık, 2.B., Çantay Kitabevi, 1995, s.145
[79] Doğan Özlem, Mantık, 9. B., İnkılap, 2007, s.33-35
[80] Miaille, Une introduction critique au droit, s.98
[81] Marx bunu din için söylemişti, yaptırım gücü dışında aynı nitelikte bir dolayım olan hukuk için de söylenebilir. Karl Marx, Friedrich Engels, Din Üzerine, Çev. Kaya Güvenç, 2.B.Sol Yayınları, 1995, s.35
[82] Örgütlü işçinin toplu sözleşme ile özgür iradeyi ortadan kaldırması, çalışma ilişkisini statü ilişkisine dönüştürmesi ayrı bir konudur.
[83] Olan (Sein) – olması gereken (sollen) ayrımını doğal hukuk için de kullanan ve doğal hukukun normlarının yani doğal olması gerekenlerin, insanın sürekli gelişen doğal varoluşundan yani olandan (sein) türediğini savunan görüş için bkz. Jean Dabin, Théorie general du Droit, Dalloz, Paris, 1969, 323
KAYNAKÇA:
Kadir Çüçen, Klasik Mantık, Asa Kitabevi, 2.B., 2004
Adnan Güriz, Hukuk Felsefesi, İmaj Yayınları, Ankara, 1999
Alexandre Travessoni Gomes Trivisonno, “Kant’s Republicanism”, in in Kant’s Theory of Law, Ed. Jean-Christophe Merle, Alexandre Travessoni Gomes Trivisonno, Verlag, Stuttgart 2015, s.119-138
Alexandre Viala, “Le positivisme juridique: Kelsen et l’héritage kantien”, Revue interdisciplinaire d’études juridiques, 2011, c.2, s.95-117
Arthur Ripstein, Force and freedom : Kant’s legal and political philosophy, Harvard University Press, London, 2009
Sharon Byrd, Joachim Hruschka, Kant’s Doctrine of Right, A Commentary, Cambridge University Press, 2010
Bülent Tahiroğlu, Belgin Erdoğmuş, Roma Hukuku Dersleri, Der Yayınların, 10. B., 2014
Colomer, “Kant’s Theory of Law and the Principle of Freedom”, in Kant’s Theory of Law, Ed. Jean-Christophe Merle, Alexandre Travessoni Gomes Trivisonno, Verlag, Stuttgart 2015
Dieter Schönecker, “The Transition from Common Rational Moral”, in Kant’s Moral and Legal Philosophy, ed. Karl Ameriks, Otfried Höffe, Cambridge University Press 2009, s.95
Doğan Özlem, Mantık, 9. B., İnkılap, 2007
Ernest Hirş, Hukuk Felsefesi ve Hukuk Sosyolojisi Dersleri, Güncel Dile Uyarlayan: Selçuk Baran Veziroğlu, 2.B., Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, 1996
Ernest J. Weinrib, “Law as a Kantian Idea of Reason”, in Kant and Law, ed. B. Sharon Byrd and Joachim Hruschka, Routledge, 2016
Friedrich Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, 10. B., Çev. Öner Ünalan, Sol Yayınları, 2008
Henry E. Alison, Kant’s Theory of Freedom, Cambridge University Press, 1990
Jean Dabin, Théorie general du Droit, Dalloz, Paris, 1969
Jennifer K. Uleman, An Introduction to Kant’s Moral Philosophy, Cambridge University Press, New York, 2010
Jeremy Waldron, “Kant’s Legal Positivism,” Harvard Law Review, 1996, c. 109, s.1535-1566
Joachim Hruschka, “Kant and Human Dignity”, in Kant and Law, ed. B. Sharon Byrd and Joachim Hruschka, Routledge, 2016
Karl Marx, “The Philosophical Manifesto of the Historical School of Law”, Rheiniche Zeitung, 1842 sy. 221
Karl Marx, Friedrich Engels, Din Üzerine, Çev. Kaya Güvenç, 2.B.Sol Yayınları, 1995
Karl Marx, Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, Çev. Tonguç Ok, Olcay Geridönmez, 2. B, Evrensel Basım Yayım, 2013
Kemal Gözler, “Sulh Ceza Hâkimlikleri Ve Tabiî Hâkim İlkesi, ‘Sahur Operasyonu’ Hakkında Bir Açıklama”, Güncel Hukuk, Ekim 2014, s.46-49
Kemal Gözler, Anayasa Hukukunun Metedolojisi, 2. B., Ekin Kitabevi Yayınları, 1999
Leszek Kolakowski, Main Currents of Marxism, 3, Breakdown, Oxford University Press, 1978
Ludwig Siep,” What Is the Purpose of a Metaphysics of Morals? Some Observations on the Preface to the Groundwork of the Metaphysics of Morals”, in Kant’s Moral and Legal Philosophy, ed. Karl Ameriks, Otfried Höffe, Cambridge University Press, 2009
Martin J. Stone, “Kant’s Apparent Positivism”, in Freedom and Force, Essays on Kant’s Legal Philosophy, Ed. Sari Kisilevsky and Martin J Stone, Hart Publishing, 2017
Michel Miaille, Une introduction critique au droit, François Maspero, Paris, 1976
Michel Troper, Hukuk Felsefesi, Çev. Işık Ergüden, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2003
Nicos Poulantzas, Nature des choses et droit, LGDJ, Paris, 1965
Onur Karahanoğulları, “Diyalektik Hukukbilimi Notları”, in Marksizm ve Hukuk, Diyalektik Hukuk Bilimi, 2.B., Yordam Yayınları, 2023
Orhan Hançerlioğlu, Düşünce Tarihi, 5. B, Remzi Kitabevi
Peter Stein, Roman Law in European History, Cambridge University Press, 2000
Raymond Wacks, Understanding Jurisprudence, An Introduction to Legal Theory, Oxford University Press, 2009
Rona Serozan, Hukukta Yöntem, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2015
Sadrina Pina, “Kelsen et l’École viennoise de théorie du droit”, Revue historique de droit français et étranger, Janvier-Mars 2014, c.92, sy.1, s.131-138
Şafak Ural, Temel Mantık, 2.B., Çantay Kitabevi, 1995
Thomas W. Pogge, “Kant’s Theory Of Justice”, in Kant and law, ed. B. Sharon Byrd, Joachim Hruschka, Routledge, 2016
Tracy Bowell, Gary Kemp, Eleştirel Düşünme Kılavuzu, Çev. Bilge Tanrıseven, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, 2018
William James Booth, “The Limits of Autonomy: Karl Marx’s Kant Critique”, in Kant and Political Philosophy, The Contemporary Legacy, Ed. Ronald Beiner and William James Booth, Yale University Press, 1996