Polis kurşunuyla öldürüldüğünde 12 yaşını henüz doldurmuştu Nihat.

Cizre’de uzunca bir süreden beri devam eden provokatif ortamın son bulması ve çözüm sürecine uygun hareket edilmesi için farklı Sivil toplum örgütlerinden bir heyet gelmişti. Toplumda ciddi bir heyecan ve sevinçle karşılanan bu heyet tam da olayların son bulması için çağrı yaparken kendi evinin hemen önünde diğer “çocuk” arkadaşlarıyla oynarken başından vuruldu.

Güvenlik güçlerinin silahından çıkan kurşunlarla öldürülen ilk çocuk değildi; tüm çabalarımıza rağmen son da olmayacaktı…

Benzer durumlardaki siyasal refleks beklendiği üzere bu olayda da kendini gösterdi. Herkesin gözü önünde işlenen bu cinayeti örtbas etmek için sanki tüm resmi kurumlar kolektif bir çaba içindeydiler. Tıpkı geçmişte Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz, Yahya Menekşe ve daha yüzlerce çocuğun öldürülmesi olayında olduğu gibi… 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın okul önlüğüyle çatışmaya girdiği, arkadaşlarının gözü önünde panzer altında ezilen Yahya Menekşe’nin de arkadaşlarının atmış olduğu taş neticesinde kafasının ezildiğini söylüyordu resmi makamlar ve malum medya.

Önce Emniyet Müdürlüğünden açıklama geldi. Sonra Şırnak Valiliği benzer bir açıklamayla hiçbir polis biriminin olay yerinde bulunmadığını belirtti. Aynı akşam İçişleri Bakanı Efkan Ala “Provokasyonun çok açık bir şekliyle karşı karşıyayız. Bugün hem Vali’yi hem oradaki yetkilileri aradım. Orada polis hiçbir biçimde – bana verilen bilgi- silah kullanmamıştır, gaz kullanmamıştır bugün. Akşamüstü vefat etmiş, yaralanmış hastaneye götürüldükten sonra vefat etti. Bir takım sitelerde ‘polisin silahıyla veya gaz bombasının parçasıyla vefat ettiği’ söyleniyor. Bu kesinlikle doğru değil. Zaman zaman orada polise karşı silah kullanılıyor, polis silahla karşılık veriyor. Terör bölgesi, terörün olduğu yerde bu tür çatışmalar da olabiliyor. Toplumsal olaylar oluyor gaz kullanılıyor. Ama bugün bu yok. Bugün herhangi bir polis müdahalesi, silahla ya da gazla olmamış” diyerek olayı yalanlıyordu. Nihayetinde dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu yapmış olduğu açıklamada ‘Burada net olarak ifade etmek istiyorum; bunun, herhangi bir şekilde emniyet görevlilerimizin kurşunlarıyla öldürülmesi söz konusu değil. Orada ne fiili bir müdahale ne de gaz kullanımı söz konusu oldu ” diyebilmişlerdir.

Hatta bu söylemlerin altını doldurmak ve kafa karışıklığı yaratmak için malum medya tarafından Nihat’a isabet eden kurşunun çıktığı silahın emniyet envanterinde bulunmadığı, dolayısıyla muhtemelen ve yüksek bir ihtimalle 6-7 Ekim olaylarında yaşanan yağma esnasında av bayilerinin yağmalanması neticesinde “birileri” tarafından alınmış ve bu cinayetin işlenmiş olabileceğine dair kuvvetle muhtemel iddialar dile getiriliyordu.

Barış çağrılarının yüksek sesle dile getirildiği böylesi bir dönemde meydana gelen bu provokatif olay ve akabinde yapılan açıklamalar toplumda ciddi bir infial yaratmıştı.

Tam da bu olayın da diğer yüzlerce çocuğumuzun ölümüne sebebiyet veren faillerin cezasız kalmasıyla sonuçlanacağı zannı uyanmışken “bir yerlerden” olayın görüntüleri servis edildi.Bu görüntülerde net bir şekilde polislerin hedef gözeterek çocukların üzerine toplumsal olaylarda kullanımı yasak olan silahla ateş açtığı görülüyordu.

Ellerinde çekirdeklerle kendi aralarında şakalaşırlarken görünen polisler birdenbire yaşları 10-13 arasında değişen çocuklara karşı “tahrik” olmuş ve ulvi ve milli bir bilinçle kullanımı yasak olan bir silahla ateş açabiliyordu. Gerek özel harekat yönetmeliğinde gerekse hizmet içi eğitimlerde dile getirildiği üzere kullanımı yasak olan bu silahı her nedense beraberlerinde getirmişlerdi.

12 yaşındaki bir çocuk… Tüm Türkiye’nin gözü önünde İçişleri Bakanı ve Başbakan “polisler kesinlikle o esnada olay yerinde değillerdi” dedikten 1 gün sonra ortaya çıkan görüntülerle sabit olduğu üzere güvenlik görevlilerince öldürüldü. Buna ilişkin ne bir açıklama yapıldı, ne bir özür dilendi ne de kendilerine yalan beyanlarda bulunan görevliler hakkında adli ya da idari bir soruşturma başlatıldı.

Ve bizler olayın ayrıntılarını tutuklandıktan sonra cezaevinden mektup yazan bir sanığın beyanından anlıyoruz. Buna göre olaydan hemen sonra tüm güvenlik görevlileri amirleriyle beraber toplanarak bu olayı ne şekilde örtbas edebileceklerine ilişkin ciddi bir çalışma içine girmişler ve sorumluluğu bir polis memuruna yükleyerek diğerleri suçtan kurtulmaya çalışmışlardı. Zira bu sanık mektubunda dile getirdiği üzere “tutuklanmayacağımızı düşünüyorduk” demiştir. Esasında bu söylem ve güvenlik görevlilerinde oluşan bu algı bugüne kadar benzer şekilde öldürülen ve failleri açığa çıkarıl(a)mayan yüzlerce çocuğa ilişkin cezasızlık politikasını da gözler önüne seriyor.

Yasadaki görevlerine istinaden canımızı, malımızı ve namusumuzu korumakla mükellef olan güvenlik güçleri kendi aralarında öldürmüş oldukları 12 yaşındaki bir çocuğun ölümünü nasıl gizleyebileceklerini ve bu olayın benzer diğer olaylar gibi ne şekilde cezasız kalabileceğine dair çalışma başlatmışlardı.

Soruşturma süresince gerçek faillerin ortaya çıkarılması için olabildiğince sağlıklı bir çalışma yapılması gereğini dile getirmemize rağmen eksikliklerle beraber yargılama aşamasına geçildi. Ankara Barosu ve Diyarbakır Barosu Çocuk Hakları Komisyonlarının öncülüğünde Türkiye’nin her yerinden onlarca Baro dosyaya müdahillik talebinde bulundu ve bu talepler Mahkemece kabul edildi.

Türkiye’nin dört bir yanından onlarca avukat, sivil toplum örgütü, insan hakları aktivistleri dosyayı takip etti. Zira bu dosyanın da benzer dosyalar gibi akamete uğratılmaması ve gerçek faillerin ortaya çıkarılması konusunda ciddi bir talep ve heyecan vardı. Çünkü bu olay münferit bir olay değildi. Nihat Kazanhan cinayeti tek bir güvenlik görevlisinin tahrik altında işlediği bir cinayet değildi. Zira bu olayın planlı bir şekilde işlendiğine dair kuvvetli veriler vardı;

  • Olay günü STÖ’lerden oluşan bir heyetin barış çağrıları yaparak çözüm sürecine uygun hareket edilmesi çağrısı yapması

  • Kullanımı ve bulundurması yasak olan bir silahın her nedense kullanılmak üzere zırhlı araca alınması, ortada hiçbir olay veya hareketlilik yokken çocukların üzerine hedef gözeterek ateş açılması ve akabinde alelacele toplanılıp suçun ve faillerin gizlenmeye çalışılması

  • Olay sonrasında alelacele olay yerinden ayrılmaları ve Nihat’ın hastaneye yetiştirilmesi için çaba sarfedilmemesi

  • Tüm resmi makamlarca aynı anda 24 saat güvenlik görevlilerinin bulunduğu bir alanda “olay yerinde hiçbir güvenlik görevsinin olmadığına” dair açıklamalarda bulunulması ve bu açıklamaların kaynağını oluşturan raporları hazırlayanlar hakkında hiçbir adli-idari işlem yapılmaması

  • Özel harekat birimlerinden alınan silah ve mühimmatların eksik teslim edilmesine rağmen eksiksiz teslim edildiğine dair tutanak tutulması(görevli personeller hakkında resmi evrakta sahtecilik suçundan dava devam ediyor)

ve benzer onlarca şüpheli durum bu olayın münferiden değil kolektif bir çalışma sonucu esas olarak çözüm sürecini akamete uğratmak ve provokatif bir sürecin başlangıcını oluşturma gayesiyle hareket edildiği şüphesini bizde uyandırıyordu.

Biri tutuklu beş polisin yargılandığı Nihat Kazanhan cinayeti davasında Cizre 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklu Mehmet Nur Baki Göçmez’e müebbet hapis cezası verildi. Ancak Mahkeme cezayı önce “haksız tahrik”ten 16 yıla, sonra “iyi hal”den 13 yıl 4 ay’a indirdi. Tutuksuz yargılanan dört sanık polise ise kamu personeline suçu bildirmemekten 52er ay hapis cezası verildi ve hükmün açıklanması ertelendi.

Yazımın başında dile getirdiğim üzere esas amacımız bölgede hak ihlallerinin son bulması ve bu hak ihlallerinin yaşanması neticesinde güvenlik güçlerinin faili olduğu dosyalarda süregelen cezasızlık geleneğinin bozulmasıydı. İlk defa net bir şekilde görüntüler ortaya çıkmış ve inkar edilemez bir olay açığa çıkmıştı. İlk defa gerçek faillerin ortaya çıkabileceğine dair bir umut belirmişti. Bu umut, sonrasında yaşanan çatışmalı süreçlerde öldürülen ve failleri cezasız kalan çocuklarla beraber yokoldu.

7 Haziran 2015’ten bu yana başta 3 aylık Miray bebek olmak üzere 134 çocuk öldürüldü. Failleri bulun(a)madı. Gerçi bulunsa da bunları ulvi ve milli duygularla işlemişlerdi. Bu ulvi ve milli duygularını kaşıyan, bu duygularını “tahrik” eden olursa onların hakkı ölüm olduğu için değişen bir şey olmayacaktı.

Çünkü yıllarca vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü gibi klişelerle bu ülkede hırsızlık ve yolsuzluğa bulaşanlar, faili meçhul cinayetleri işleyenler hep “milli” bir bilinçle hareket ediyorlardı.

Onlara göre çocuk da olsa kadın da olsa bu bilince karşı gelenlerin hakkı buydu. Bu nedenle sadece taş attığı için yıllarca cezaevlerinde tutuldu çocuklar. Türlü işkencelerden geçirildiler. Sincan’da şiddete uğrayıp işkence gördüler, Pozantı’da onlarca “görevlinin” tecavüzüne uğradılar, Şırnak’ta banyo yapamadıkları için hastalık kapıp karantinaya alındılar, bedenlerini ateşe verdiler ve tüm bunlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda bu suçları işleyenler değil bu suçları işleyenlerin yargı önüne çıkması için mücadele verenler yargılandı.

Tıpkı şimdi çocuk tecavüzcülerinin aklanmaya çalışılması gibi…

Tıpkı Nihat Kazanhan dosyası gibi onlarca çocuğun dosyasını başından sonuna kadar takip eden, çocuk alanında çalışan ve emek veren Gündem Çocuk Derneği gibi derneklerin sebepsiz ve gerekçesiz kapatılması gibi…

Nazımın dediği gibi “ siz de böyle koşmuştunuz bir zaman, çocuklara kıymayın efendiler”.

KAYNAK: HUKUK POLİTİK