1940’lar, 2. Dünya Savaşı’ndan çıkış yılları. Ateist bir baba, agnostik bir anne ve dinine bağlı bir anneanne. İşte böyle bir hoşgörü ortamı, Şirin Tekeli’nin serüveninin başlangıcı. Sonrasında Ankara, Füsun Akatlı ile aynı başlangıçtan yola çıkışlar, Varlık Yayınları, edebiyat severler kulübünde ortaklaşmalar ve feminizmin başlangıcını oluşturan o küçük gruplaşmalar, dertleşmeler: “Sartre’yi çeviriyorlar, Camus da var ama neden Simone yok.”  Cinsiyetçilikle ilk karşılaşmalar.

Sonrasında Fransa, Paris serüveni. Tam da sinemada Yeni Dalga’nın ve sanatın hakim olduğu yıllar. Fakat bir taraftan da Cezayir Savaşı ve tam bir keşmekeş durum var. Hukuk okumak için gelinen Paris’te sanatın çekiciliğine rağmen çok fazla kalabilmek mümkün değil. Lozan’da alınıyor soluk. Hukuk zaten çok sevilmemiş, bölüm değiştiriliyor ve siyaset bilimi okumaya başlıyor. Huzurlu yıllar olarak bahsediliyor Lozan’lı yıllardan. 40 yıl birlikte bir ömür geçireceği Ahmet Tekeli, Paris’ten, hukuk son fakültesi öğrencisi. Hayat yoldaşı Ahmet Tekeli onu Ecevitçi yapan kişi ama sonrasında o ayrılıyor soldan, Şirin Tekeli ise en sola kayıyor hem de mevcut solun bile kabul etmediği bir köşeye, feministliğe.

Bu kayış arasında fark ne kadar açılsa da hayat tarzı, birliktelik, değişmeden aynı şekilde devam ediyor. Şirin, katıldığı toplantılardan “Ahmet bekler” deyip hep erken ayrılıyor. Elbette bu erken ayrılışlar, hem de eşini gerekçe göstererek, eleştirileri beraberinde getiriyor. Fakat gerekçe yalnızca Ahmet değil, hem uzun toplantılardan sıkılma, hem rakının yanına meze hazırlama hem de annesinin genç yaşta annesini kaybetmiş Ahmet Tekeli’yi oğlu olarak benimsemesi. Yani birden fazla denklem var ama her halükârda düşüncenin ve farklılıkların evlilik üzerinde baskılaması yok.

1968’le beraber Türkiye’de iktisat fakültesinde çalışmaya başlıyor. Marksizmin yükseldiği yıllar. Fakat bu yükseliş Avrupa’dan farklı olarak Türkiye’ye özgürlükçülükten daha çok seküler taraftan etki ediyor. Tam da bu yıllarda Tekeli, Asistan Kadınlar Derneği’ni arkadaşlarıyla beraber kuruyor. Bu dernek ve komisyonda kadın sorunları, eşit haklar konuşuluyor ve tartışılıyor. Feminizmin tohumların atıldığı ilk dönemler. Şirin Tekeli’nin deyimiyle “mahçup feministlik” dönemi.

Bu dönemde yazıyor doçentlik tezini Şirin Tekeli: “Kadınlar ve Siyasal Toplumsal Hayat”  Alaylı gülümsemelerle karşılanıyor tez konusu. Tek bir istisna, Bülent Tanör. Destekliyor tezi herkese rağmen. Bu destekte hem Tanör’ün özgürlükçü bakışının hem de daha önce atıldığı üniversiteden İsviçre’ye gitmesi ve feminizmin yükselişine bizzat tanıklık etmiş olmasının etkisi var.

 

Bu alaycı ve yok sayan gülüşlerle beraber ayrılıyor Şirin Tekeli üniversiteden. Artık daha somut ve sahada bir mücadele, kadın mücadelesi ve feminizm. Bilinç yükseltme grupları oluşturuluyor, kitap çevirileri (Kadınlık Durumu) yapılıyor, “Somut Dergisi” çıkarılıyor. Derginin yayın hayatı uzun olmasa da etkisi büyük, ikinci kuşak feministler bu etkiyle doğuyor. Onlar da “Feminist”, “Kaktüs” gibi dergileri çıkarıyor, bilinç yükseltme grupları oluşturuyorlar.

Sonrası, feminizmin sokağa inişi. Yargıtay Kararlar Dergisi’nde, Filiz Kerestecioğlu rastlıyor, sokağa inmeye sebep olacak o karara. Hamile bir kadın sürekli şiddet görüyor kocasından, kadın boşanmak istiyor ama hakim reddediyor bu talebi. Gerekçe; kadının sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksin.

Artık, sokağa inme vakti. Geç kadınlar alıyor bayrağı, örgütleniyorlar. Şirin Tekeli’yi de valilik izni ön şartını yerine getirerek ikna ediyorlar. Bu yürüyüşle beraber feminizm de artık yalnızca entelektüel bir uğraş değil aynı zamanda da politik bir sokak hareketi biçimine dönüşmenin ilk adımını atıyor. Tabi ki de bu başlangıcın, ilk sokağa çıkışın temel sloganı da, o günden bu güne gelen bir Filiz Kerestecioğlu bestesi oluyor: Kadınlar Vardır!

Sonrasında sokağa inişle beraber kampanyalar ve eylemler devam ediyor. Fakat 90’larda yeni bir aşamaya geliniyor, yalnızca sorunları dile getirmek değil aynı zamanda çözümler üretmek dönemi, İşte böyle bir dönemde yine Şirin Tekeli’nin yol açmasıyla, kadınların tarihine sahip çıkmak için “Kadın Eserleri Kütüphanesi” kuruluyor.

Ve mücadeleyi sürüyor, daha geniş kesimlere yayılıyor. Daha çok kadın kendisine kadın gözüyle bakıyor ama birçok yeni sorunlar da ekleniyor. Türkiye burası, yani kadınlar açısından çok zor, ataerkil düşüncenin patriyarkal düşüncenin çok köklü olduğu bir toplum, yani feminist mücadelenin kolay kolay bitmeyeceği bir coğrafya.

2017’de, sohbetlerde geçen o güzel diyarlara gitti  Şirin Tekeli, bedenini tıp öğrencileri için İstanbul Üniversitesi’nde bırakarak. Uğurlamada mor renk ve kadınlar vardı. Bedeni teslim alacak öğrencilere “lütfen onu inceleyecek öğrencilere kim olduğunu ve nasıl bir kadın olduğunu anlatın” diye bitirdi sözlerini Şebnem Korur Fincancı. “Mahçup bir feministin” harbi bir uğurlanışıydı.

Döngüsel bir hareketin, feminizmin, bir kerteriziydi Şirin Tekeli. Mücadeleyi her yeni gelen kuşağın devralacağına emindi: “feminist hareket, belki bir dönem geri çekilecek, köşesinde kabuğunda kalacak ama ondan sonra yeniden verilecektir. Her kuşak feminist, içinde yaşadığı konjonktüre, öne çıkan sorunlara göre kendini yeniden tanımlayacaktır. Daha yapılacak çok şey var. Yılmak yok. Top artık beşinci ve altıncı kuşak feministlerdedir.”

Umuduyla, inancıyla, güler yüzüyle, rehberliğiyle, bu dünyadan bir Şirin Tekeli geçti, unutmayın!