6-7 Aralık tarihinde yapılan TBB 38. Genel Kurulu toplantısına İstanbul delegesi olarak katıldım. TBB faaliyetleriyle ilgili söz alarak Kurul’da ilk konuşmayı yaptım. Bu konuşmayı ayrıca yazılı olarak meslektaşlarımın bilgisine sunacağım. Öncelikle 38. TBB Genel Kurulu hakkındaki gözlemlerimi aktarmak istiyorum.

Esen Rüzgar

Büyük kısmı baro başkanı, önceki baro başkanları olan delegelerin birbirlerine başkanım, başkanım diye hitap ettiği ortam bana nedense biraz komik geliyor. Bununla beraber toplantı tabii ki Türkiye hukuk tarihi açısından çok önemli bir ana işaret ediyordu. 4 yıl görev yapacak yeni TBB organları seçilecekti.

TBB başkanı Erinç Sağkan yeniden adaydı. Güçlü konumu nedeniyle karşısına ciddi bir aday çıkması beklenmiyordu. Tüm dikkatler Sağkan listesine girme çabalarına giremeyenlerin ise ne yapacaklarına yoğunlaşmıştı. Organlarda görev almak isteyen kişiler veya bölge temsilcileri Sağkan veya yardımcısı  konumundaki meslektaşlarımızla son ana kadar sürekli görüşmeler yapıyordu.

Sağkan ve ekibi Feyzioğlu dönemine son veren önceki seçimde Eskişehir Mutabakatı’nı ön plana çıkarıyor; bu mutabakata göre listesini yönetim ve diğer kurullar adı altında ikiye ayırıp, her bölüme İstanbul, Ankara, İzmir barolarından birer aday, her coğrafi bölgeden bir aday olmak üzere 10+10=20 aday biçiminde şekillendirmeye çalışıyordu.

Listede yer almadığını öğrenen kişiler whatsapp grupları kurup demokratik hak çerçevesinde adaylıklarını açıklıyor, destek talep ediyorlardı. 355 delegenin oy kullanacağı düşünülürse listeyi delerek girmek çok zordu. Ayrıca belirtmek gerekiyor ki, Marmara bölge baroları dışındaki diğer bölge barolarının kendi aralarında toplantı yaparak Sağkan’a önerecekleri bölge adayı tespit görüşmeleri de  başarılı olamamış, her çoğrafi bölgede birden fazla aday belirmişti. İstanbul Delegasyonu’ndan bir kişi de delegasyon kararına ve kendisine kimsenin oy vermemesine rağmen şahsen aday olacağını ifade etmişti.

Özellikle İç Anadolu ve Karadeniz bölge baroları delege çoğunluğunun kendi aralarında anlaşıp 2-3 yönetim adayına blok oy kullanarak Sağkan listesini delmeye çalışsa da seçim sonuçları bu hamlenin başaralı olamadığını göstermiştir. Sağkan listesi seçimden blok halinde onay almıştır. Diğer iki TBB başkan adayı oy kullanmaya katılan 350 delegenin 10’ar oyuyla yetinmek zorunda kalmıştır.

Bazı Önyargılar, Şahsi Tutumlar   

Bu toplantıya damgasını vuran an herkesin ilk kez buradan duyacağı, kürsüde konuşmam esnasında, tam tüm organlarda kadın-erkek eşitliği gereğini vurgulayıp örnekler verirken, taleplerde bulunurken iki erkek delegenin kendi aralarında “Bak işte eşbaşkanlık talep ediyorlar,” demesi… Bunu onların önünde oturan ve geriye dönerek; “Eşbaşkanlık değil, kadın-erkek eşitliği talep ediyor”  ikisi çok farklı konu diye düzelten meslektaşım anlattı.

Mesleki ve politik olgunluk derecesine ilişkin bir bilgiyi de, Marmara Bölgesi dışında kalan diğer bölge barolarının aday gösterme konusunda anlaşamamaları ve  her bölgede bir aday yerine çok aday belirleyip bölge adayımızı önerilenler arasından TBB Başkanı seçsin denilmesinden elde ediyoruz. Sanıyorum ki bu tutum, TBB Başkanı tarafından seçilecek o adayın yönetim kurulunda bağımsız davranamayacağı gerçeğinin ya da bölgede ön seçim yapma niteliğinin bulunmadığı itirafı anlamına geleceğini unutmaktan ya da akla getirmemekten kaynaklanıyordu.

Kafama takılan bir konu da, TBB yönetim kurulu üyeliklerine çoğunlukla neden baro başkanları seçilir? Baro başkanlığı yapmış zaten. Muhtemeler de birkaç dönem. Mesela diğer delegeler Yönetim Kurulu üyesi olsa. Başkanlık yapmamış delegelerin önü açılsa. Bir kurumda seçilme olasılığını artırmak o kurumun demokratikliğinin göstergesidir. TBB Yönetim Kurulu üyeliğinin eski baro başkanlarına ait bir makam olarak görülmesinin kendisi bizzati yanlış bir değerlendirmedir. TBB başkan adaylarına pratik bir kolaylık sağladığını elbette görüyoruz. Ama yanlış tercihler pragmatik gerekçelerle doğrulanamaz.

Ortamın Anti Demokratik Havası: İstanbul Barosu’na Yapılan Büyük Haksızlık!

Erinç Sağkan’ın listesi birkaç aydır bizzat yürüttüğü bölge görüşmeleri ve şahsi tercihler sonunda belirlenmişti. Bu kapsamda İstanbul ve Ankara’da İstanbul delegeleri olarak kendisi ve ekibiyle iki kez görüşme imkanımız olmuş ve  her iki toplantıda öncelikle, İstanbul Barosu’nun TBB nezdinde demokratik temsiliyeti ve kadın erkek eşitliği üzerinde durulmuştu.

Ancak üzülerek belirteyim ki, Genel Kurul’da “çoklu baro” düzenlemesi ve  İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük baroların Genel Kurul’da temsiliyeti konusunda yasa değişikliği sonunda ortaya çıkan adaletsizlikle ilgilenen kimse yoktu. Aslında bu konuyu konuşmayan, tartışmayan baro temsilcilerinin arasında gizli bir mutabakatın varlığından bile söz edilebilir. Toplam avukat sayısının yaklaşık %35’ini teşkil eden 65.000 avukat üyesi olan İstanbul Barosu’nun 355 delege içinde %4’e tekabül eden 15 delege ile temsil edilmesi yönetim katında da barolar nezdinde de önemli bir sorun olarak görülmemektedir. 2020 yılında Avukatlık Kanunu’nda yapılan değişiklikle, her baro üçer delege ile temsil ediliyor, her 5000 avukat üye için ise bir delege seçiliyor. 49 avukat üyesi bulunan Ardahan Barosu 3 delege ile 65.000 avukat üyesi olan İstanbul Barosu  Genel Kurul’da 15 delegeyle temsil ediliyor.

İzmir Barosu konuşmacıları ve benim dışımda yaklaşık 20 konuşmacıdan bu konuya ne değinen var, ne de sorun eden. Tüm delegeler mutlu mesut… Yaşasın TBB’nin demokratik yapısı.

Normal koşullarda TBB yönetiminde en az 3 üye ile temsil edilmesi gereken İstanbul Barosu bir yönetim kurulu üyesi aday gösteriyor ve neredeyse tüm barolardan bazı delegeler İstanbul Delegasyonu yönetim kurulu adayının üzerini çizmekte bir beis görmüyorlar. Sonra da hak hukuk, adalet diye ortalarda dolaşıyorlar… İstanbul Barosu Delegasyonu’nun gösterdiği adayın tüm Türkiye’ye yaydığı adalet nöbeti toplantıları, çalışmalarından rahatsızlık duyuluyor belli ki… Ancak çizme olayı sadece adaydan kaynaklanan bir olay değildi elbette. Arka planda ideolojik bir temel de vardı. İstanbul’a karşı eskiden beri devam eden tutum bizler küçük baroyuz, bizi eziyorsunuz; şimdi de bunun yanında gücümüz var çizeriz psikolojisinden besleniyor. Hatırlatmak isterim, önceki baro başkanlarından Turgut Kazan popülaritesinin en yüksek olduğu dönemde ve üstelik eski %30-35’lik delege sayımıza, Marmara, Ege bölge barolarının verdiği desteğe rağmen TBB başkanı seçilememişti. Bir diğer örnek de 2011 yılı TBB Genel Kurulu’nda İzmir Barosu başkanlarından Çetin Turan’ın TBB başkanı seçilme projesi de akim kalmıştı. Hep aynı kaynaklardan beslenen psikoloji-sosyoloji-ideoloji yüzünden…

Şüpheye düşüyorum bunları görünce: Biz bu toplantıda insan haklarına dayanan laik bir hukuk devleti tesisindeki rolümüzü artırmak ve mesleki sorunlarımızın çözümü için bir araya gelmemiş miydik? En büyük ortak paydamız bu değil miydi? Bu konuda en büyük çabayı İstanbul Barosu göstermiyor mu?

Bir araya gelen delegelerin sohbet konusu esas itibariyle yönetim, disiplin, denetlemeye aday olan kişiler ve aday olmak isteyenler meselesi etrafında şekilleniyordu. Üstelik yönetim adayları dahil hiçbir aday Genel Kurul’da konuşup neden aday olduğunu, düşüncelerinin, hedefinin ne olduğunu söylemeye bile gerek görmüyordu! Diyebilirim ki, Türkiye derin bir hukuk krizi yaşarken yapılan konuşmalar ve konuşmaların niteliği itibariyle çok sönük bir TBB Genel Kurulu gerçekleşmiştir.

Kapalı kapılar ardında ellerinde listeyi alıp şunu çizelim yerine bunu yazalımcılar; ya kendi şahsi hırslarının ya da ideolojik yanılgılarının kurbanı adaylar olarak görünüyor gözüme… Dedim ya, TBB’ye insan haklarına dayanan laik hukuk için en yetkin, mesleki sorunlara vakıf avukatları seçmeyecek miydik?

Bazıları da çizdikleri, çizilmesi ve yerine kendi adını yazılması için epey mesai harcayıp, çizdikleri aday kazanınca yanına gidip evet sizi çizenler var, benim de kulağıma gelmişti mealinde konuşmalar yapabiliyor. En azından bir tanesine şahidim… Denilebilir ki, Türkiye’de hangi kurumda tersi vaki ki? Ama insan bu kurumun adı TBB olunca gerçekten üzülüyor. Ya da ben o üzülen insanlar sınıfına giriyorum…

Bu seçimde bir şey daha öğrendim. Yaptığımız toplantılarda adayınız kim diye sıkıştıran arkadaşlara neden acele ediyorsunuz, henüz değerlendirme aşamasındayız dediğimizde ki ısrar, meğerse çizilecek aday için önceden kulis yapma çabasıyla ilgiliymiş. Böylesini, ki kendimi deneyimli sayarım, ben bile beklemiyordum. Oysa biz Marmara Bölgesi’nin iki adayını firesiz desteklemiş bulunuyorduk. Hak-hukuk-adalet adı altında bir bölge ruhu yaratabiliriz belki diye düşünüyordum çünkü… Bu düşüncemden elbette vaz geçmedim hâlâ. Bu nedenle çoğunluğu temsil etmese bile, arkadaşlarım böyle bir davranışta nasıl bulunurlar diye daha da üzülüyorum. Demokratik olgunluktan o kadar uzağız ki…

Yine ifade etmek isterim ki, İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Özden Kaboğlu Genel Kurul’da  Avukatlık Mesleği Üzerine Avrupa Konseyi Sözleşmesi çalışmalarından bahsederek dikkatimizi yoğunlaştırmamız gereken önemli bir konuya işaret etmiştir.

Şu Baroculuk Denen Şey!

Bir baroculuktur tutturulmuş gidiyor. Baroculuk denirken, bunun siyasal bilinç düzeyinde kibarca söyleyeyim “geleneksel toplum” yapısına uygun bir davranış olduğu anımsanmıyor. Baroculuk bir meslek olmuş. Barocular var her yerde, her yere ya adaylar ya da adayları belirlemeye çalışıyorlar. Baro seçimlerinde aktör olma arzusuyla temayüz ediyorlar. Bunda kısmen yadırganacak bir durum yok. Ancak bu arzu ve çaba sürekli hâle, baroculuk adı altında avukatlık dışında ayrı bir meslek haline gelince insan düşünüyor. TBB’de parası olanlar, duruşma defteri olmayanlar görev yapabilirmiş sözlerini maalesef duydu bu kulaklarım… Oysa bu görevler amatör ruhla yapılır, yapılmalıdır. Bir iki dönem görev yaptıktan sonra gençlerin, diğer adayların önü açılır. Aksi insanı “barocu” yapar. Baroculuk da tek başına insana değer katan bir davranış değildir. Bu arkadaşlar Bul 150 kişiyi değiştir listeyi mealinde yakın gördüklerine, tanıdıklarına yaklaşıyorlar… Onlar için en büyük tehlike “Kral çıplak” denilmesi. Bu duyulmadığı sürece herkes baroculuktan da memnun. Bir kimlik, aidiyet verdiğinden mi, görevleri sıçrama tahtası olarak kullanma isteğinden mi, kendini eleştirme gücünden yoksunluktan mı bilemiyorum… 150 kişi bulunamadı ama Sağkan listesinin yönetim kurulunda bir-iki kişi hariç, çizik yiyen üyelere bakınca; ortalama her adayın 50-100 çizik aldığı görülüyor. Yine de bu çizme davranışını “otokratik” davranışlara tepki ve haklı olarak  değerlendiriyorum yaptığım onca eleştiriye rağmen. Bana göre bu tepkideki tek problem;  tepkinin gerekçesinin ortaya konulmaması, kürsüden dile getirilmemesi, faaliyetlere mi neye tepki gösterildiğinin açıklanmaması, gerekçesinin ortaya konulmaması. Bir hukuk politikasına dayanmaması…

Baroculuk denen şeyi “meslekçi zihniyet” olarak adlandırmış, 40 yıldır da bunu eleştirmeye, yazmaya çalışmış biri olarak bu söylem bana zaman makinesi ile “geçmişe yolculuk” anlamına geliyor. Hem kendi yazdıklarıma hem de bu zihniyetin sahibi 19.yy. öncesi toplumlara yolculuk anlamında…

Baroculuk söylemi avukatlara “kendi menfaatleri” için yaptıkları her davranışı, her talebi olumlama imkanı veriyor. Tıpkı mavi kanlı aristokratlar gibi her türlü imtiyazı hak ettiklerini düşünüyorlar. Her zaman savunmanın “kutsallığından” bahsedenler buradan çıkıyor. Oysa ortada bir kutsallık yok! Güç, makam, çıkar peşinde koşmak da bu kutsallık örtüsü altında pek yadırganmıyor. Her şey kutsal savunma mesleği için… Öyle ki aynı barodan eski başkan ve yeni başkan arasında sorun çıkabiliyor, birbirleriyle kıyasıya mücadeleye girebiliyorlar herhangi bir politik-hukuki-mesleki perspektif farklılığı olmadan; olay sen ben tartışmasına dönüşebiliyor.

Örneğin TBB 38. Genel Kurulu’nda dar anlamda tüm hukuk ve meslek sorunlarına avukatlık mesleği penceresinden bakılan konuşmalar yapılıyor. İş alanının yaratılması, yoksulluk, maruz kalınan zorluklar vd. Elbette bunlar önemli konular ama sadece İzmir Barosu konuşmacıları gibi az sayıdaki delege arkadaşımız meslekçi bakışın dışına çıkabiliyor. Ne hazin, neoliberalizm ve mesleki-hukuki sorunlar arasındaki bağlantıya değinilmiyor. İçinde bulunduğumuz yoksunluk hâlimizin iktidar dışında küresel gelişmelerle bağı kurulmuyor. Herhangi bir hukuk-politik perspektif görünmüyor.

Hayat felsefem, nitelikli adayların kendisini önermesi değil çevresi tarafından önerilmesidir. Kendisinin de bu öneriye aday olduğunu belirterek katılmasıdır. Neyse ki bu Genel Kurulda bu niteliğe sahip bir iki meslektaşımı tanıma fırsatı buldum. Diğer adayların nasıl seçildiğini bilmediğim için o konuda yorum yapamam elbette.

Ama sonuç olarak belirtmeliyim ki, “gerçekleri” söyleme gibi adeti olan kişilerin buralarda bulunması, organlarda görev yapması hakikaten çok zor.

TBB’nin 2022-2024 Dönemi Faaliyetlerinin Değerlendirilmesi

Toplantı için Ankara’ya gitmeden önce 511 sayfalık Yönetim Kurulu Çalışma Raporunu, Hesap Raporu’nu inceledim.

Benim için üç değerlendirme kriteri vardı: İlki insan haklarına dayanan sosyal, laik bir hukuk devleti temelinde yapılanlar diğeri avukatlık mesleği için yapılanlar ve nihayet bunları yaparken demokratik yönetim ilkelerinin hayata geçirilip geçirilmediği.

27 Nisan 2024 tarihinde yapılan Büyük Savunma Mitingi Türk savunma tarihi açısından örneği nadir  çok önemli bir etkinliktir. Bu toplantıyı baskı karşısında yok olmaya yüz tutmuş savunma refleksinin TBB ve baroların işbirliğiyle en üst düzeyden ortaya konulma çabası olarak değerlendiriyorum.

Milletvekili Şerafettin Can Atalay’ın hukuki durumuyla ilgili Üçüncü Taraf Görüşünün (Amicus Curiae) Anayasa Mahkemesi’ne sunulması altı çizilmesi gereken bir davranıştır. Osman Kavala’nın AİHM’deki dosyasına Üçüncü Taraf Görüşü sunmak üzere girişimde bulunulması ve AİHM tarafından talebin kabul edilerek kayda alınması da diğer örnek. TBB’nin gerek Anayasa Mahkemesi gerekse AİHM karşısındaki bu tarafsız konumu elde etmesi, Üçüncü Taraf Görüşü iletmesi veya ondan Üçüncü Taraf Görüşü talep edilmesi TBB’nin tarafsız, bağımsız bir adalet organı kimliğini yükselterek bizleri gururlandıran çok önemli bir aşamayı işaret etmektedir.

Faaliyet Raporu’nda bunların dışında hukuka aykırı olaylara sessiz kalınmadığını, etkin bir kurum olarak bu tür olaylara müdahale edildiğini; yönetmelik, tarife, tebliğ iptalleri için sayısız davalar açıldığını, önemli toplumsal davalarda müdahale çabalarından geri durulmadığını; yasama, yürütme ve yargı organ temsilcileriyle hukuk-adalet-meslek için kazanımlar elde etmeye yönelik sayısız temas kurulduğunu görüyoruz.

İkinci olarak avukatlık mesleği için yapılan çalışmaların da geniş bir yelpazeye yayıldığını görüyoruz. Adli yardım büro gelirlerinde, ülke çapında toplanan bazı harçlar ve para cezalarının önceki %2’lik payının %3’e çıkartıldığını görüyoruz. Birikmiş adli yardım ödemelerinin yapılmasının sağlandığını- yakında ödeneceğini öğreniyoruz. Asgari ücret tarifelerindeki sağlanan artışlardan, tarifeye eklenen yeni dilimden, CMK tarifesinin düzeltilmesi çabalarından, avukatlara büro kuruluşunda finansman desteğinden, hukuk fakültelerinin açılması konusunda TBB’nin akreditasyon kurumu olarak kabul edilmesi gayretlerinden, Adalet Akademisi’nin faaliyete geçmesini an meselesi olmasından, mesleki sınav konusundaki tavizsiz tutumdan, avukatlık kanununa aykırı hareket eden kişi ve danışmanlık şirketlerinden, avukatlara sosyal yardım limitlerinin artırılmasından, avukat eğitimi ve staj eğitim merkezi eğitmenlerinin eğitimine, staj portalına, TAKPAS’ın yeniden açılmasına, meslek kurallarında yapılan değişikliklere, stajyer avukatlara sağlanan imkanlara, çeşitli baroların hizmet binaları yapımına  kadar çabaların çok geniş bir alana yayılması mesleğimiz adına gurur verici çalışmalardır.

TBB Yönetim tarzına gelince; bu konuda  yeterli olmayan fakat küçümsenemeyecek çabalar olduğunu izliyoruz. Öncelikle ya mali genel kurul olarak ya da 4 yılda bir seçimli genel olmak üzere toplanan TBB Genel Kurulu’nun 6 ayda bir toplanma geleneğinin ilk defa Erinç Sağkan döneminde başlatılması, beraber yönetme anlayışının şimdilik simgesel bile olsa önemli bir göstergesidir. Genelde her kurumda ortaya çıkan muktedirlerin iktidarını başkalarıyla paylaşması kültürü bu topraklarda fazla yaygın değildir.

Milletvekili Şerafettin Can Atalay ile ilgili olarak YK, Disiplin Kurulu, Denetleme kurulunun birlikte değerlendirme toplantısı yapılması ise “şimdilerde” yeni İstanbul Barosu yönetiminin uyguladığı bir yönetme tarzının işaret fişeğidir. Birlikte yönetim için önemli konularda tüm organların toplanması güzel bir örnektir. Ayrıca baro başkanlar kurulunun her konuda bilgisine başvurulacak bir danışma kurulu olarak periyodik toplantıları demokratik yönetim açısından önemli bir davranıştır.

Deprem Felaketi’nde TBB’nin gösterdiği davranış ve uygulamaları ise eşi emsali görülmemiş büyüklükte ve değerdedir. 6 Şubat 2023 yılında meydana gelen Kahramanmaraş depreminde Hatay, Osmaniye, Adıyaman, Diyarbakır, Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis, Adana, Mardin, Elazığ şehirlerinde etkisi hissedilen resmi açıklamalara göre 53.537 kişi ile 18 stajyer avukat ve 122 avukatın hayatını kaybettiği büyük faciada TBB’nin çabası olağan üstü değere sahiptir. Depremin 3.günü bölgeye intikal eden TBB’nin iki ay boyunca bölgede kaldığını, bölgede öncelikle felaketzede avukatlara yeme, içme, giyim, ulaşım, barınma temel ihtiyaçlarının karşılandığını, 1073 kişinin aileleriyle birlikte evinin kapısını açan meslektaşlarımızın evlerinde kalmasının temin edildiğini, 863 kişiye ise TBB misafirhanesi ve diğer misafirhanelerde barınma imkanı sunulduğunu öğreniyoruz. Deprem bölgesinde 4061 meslektaşımızla doğrudan temas kurularak acil ihtiyaçları karşılanmış, ayni ve nakdi yardımlar sağlanmıştır. Hatay’da 7 ay içinde hizmet binası yapılması, sadece meslektaşlarımızın faaliyetlerini yürütebilmesi için değil, bölge halkına da  çeşitli ihtiyaç malzemesi gönderilmesi yüz akı işler olarak ortaya çıkıyor. Yapılanlar elbette bunlarla sınırlı değil.

Büyük Eksiklik: Faaliyet Kitabında Demokratik Avukatlık Yasası İçin Bir Bölüm Başlığı ve Çalışmaları Görmüyoruz.

Faaliyet Raporu’nda mesleğimizle, meslektaşlarımızla ilgili yapılan bir çok çalışmayı görmekle birlikte Avukatlık Kanunu kapsamında “bütünleşik bir çalışma” yer almıyor. Oysa Avukatlık Kanunu’nda hunharca yapılan 2020 yılı değişikleriyle iki temel konuda antidemokratik bir düzenleme yapılmıştı. İlki Çoklu Baro uygulaması, ikincisi büyük baroların TBB Genel Kurulu’nda temsiliyeti konusunda.

Çoklu baro uygulaması hukuka aykırılığın ötesinde iktidara tabi barolar yaratarak yüzlerce yıllık baro tarihine, baroların bağımsızlığı ilkesine aykırıydı. TBB Genel Kurulu’nda İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük baroların temsiliyetini asgariye indirmek ise demokratik temsiliyete, Anayasa’ya açıkça aykırı bir uygulamaydı. 49 üyeli Ardahan Barosu’na 3 delege. 65.000 üyeli İstanbul Barosu’na 15 delege… Ardahan Barosu 3 delege ile temsil edilsin, sorun burada değil. Ama İstanbul Barosu’na, 7 delege ile Ankara Barosu’na, 5 delege ile İzmir Barosu’na reva görülen kabul edilemez.

TBB’nin bu konuda bir kurultay, çalıştay veya bir etkinlik düzenlediğini görmüyoruz. Hatta 56.Baro Başkanları toplantısı sonuç bildirgesinde de bu konuda tek bir cümle yoktur[i]. 38. Genel Kurul toplantısında bu konuda ve Çoklu Baro düzenlemesiyle ilgili  özel gündem maddesi olması gerekirken maalesef bundan kaçınıldığını görüyoruz.

Faaliyet Raporu’nun en büyük eksikliği demokratik bir avukatlık yasası için yapılan çalışmaların ve  faaliyet raporunda buna ilişkin ciddi bir bölümün, faaliyetinin olmamasıdır.

İstanbul Barosu Delegasyonu’nun Değerlendirmesi

Esasen TBB Başkanı Erinç Sağkan’ın neredeyse hukuka aykırı her olayda, şiddete, haksızlığa maruz kalan her avukatın yanında şahsen yer aldığını izliyor ve biliyorduk. Herkesi samimiyetle dinleyen, haksız bir eleştiri bile olsa, küçümsemeden, yukarıdan bakmadan her zaman somut cevap vererek o konu hakkında yapılanları sakince anlatan kendi alanına hakim bir birlik başkanı görüyorduk. Elbette yukarıda değindiğim ve konuşmamda ön plana çıkardığım altı konuda İstanbul Delegasyonu olarak eksiklik tespitlerimiz, eleştirilerimiz ve taleplerimiz vardı. Fakat genel çerçeve, duruş itibariyle son iki yıllık TBB faaliyetlerinin “İnsan Haklarına Dayanan Hukukun” savunulması anlamında önemli çabalar içermesi ve ilaveten başkana eş değerde başka bir aday çıkmaması karşısında delegasyon olarak kendisini destekleme kararı aldık.

İstanbul Barosu’ndan 1 YK üyesi, 1 DK üyesi ile Marmara Bölgesi’nin de 1 YK, 1 DK üyeliği olmak üzere bölgemizin 2 YK üyesi, 2 DK üyesiyle temsil edilmesini asgari düzeyde ve sadece bu seçimle sınırlı olarak, gelecek delegasyonları bağlayıcı bir karar almadan uygun gördük. Ayrıca TBB başkan yardımcısı olarak bir kadın meslektaşımızın önünü açtık. Seçim sonunda bu arzumuz gerçekleşti.

Avukatların %50’sini temsil eden Marmara Bölgesi’nin %25 oranıyla TBB yönetiminde temsili bizler için yeterli olmasa da mevcut Marmara Bölgesi’nin yaklaşık 60 delegesiyle aritmetik olarak farklı bir davranış içine girilmesini mümkün görmedik. Bunun için Avukatlık Kanunu’ndaki değişiklik öncesi, avukat sayısına göre temsiliyet esasının yeniden benimsenmesi ve yasa değişikliği gereklidir.

Erinç Sağkan listesinin desteklenmesini eleştirenlere gelince; bir dönemin, bir başkanın eleştirilmesi ile karşısına yeniden aday çıkarılması arasındaki farkın üzerinde durulmamasından kaynaklanıyor bu eleştirilerin çoğu. Elbette yapılanları eksik bulmak, eleştirmek hakkımız. Ancak eleştirenlerin çoğu  TBB Faaliyet Raporu’nu okumadan, değerlendirmeden, karar nisabındaki aritmetik hesapları görmeden karşısına aday çıkartılması gerektiğini söyleyebilecek kadar gerçek dışı bir konuma sürüklenebiliyor. Öncelikle Sağkan’ın desteklenmesi kararımız sübjektif değil yukarıda belirttiğimiz TBB faaliyetlerinin objektif değerlendirilmesi sonucu oluşmuştur. Gerçekleştireceği demokratik çabaları överek, beğenmediklerimizi eleştirmeye devam edeceğiz elbette.  

Ayrıca yeni seçilmiş bir delegasyon baro seçimlerinden 1 ay sonra TBB organ seçimlerine katılmaktadır. 1 ay içinde ne seçim çalışması yapma imkanı vardır ne de mevcut aritmetiğe göre yeni bir aday çıkarma imkanı. Buna rağmen 1 aylık süre zarfında kendi iç toplantılarımızı saymazsak 4 toplantı yaptık. Marmara Bölgesi baroları olarak tutumumuzu birleştirdik. Maalesef İzmir ve Ege bölge baroları dahil bölge barolarıyla ön toplantılar gerçekleştirmeye vaktimiz kalmadı.

Yine belirtmek gerekiyor ki;  Önce İlke Grubu’nun önceki dönem aday gösterememesinden dolayı İstanbul Barosu 4 yıldır TBB’de temsil edilmiyordu ve Değişim İçin Avukatlar Grubu olarak İstanbul Barosu’nun TBB yönetiminde temsilini sağlayacağız diye sözümüz vardı.  Delegasyonumuz bu önemli vaadi yerine getirmiştir. Şimdi ikinci aşamada, TBB merkez ve komisyonlarında görev alarak temsiliyeti yükseltme konusunda çaba göstermek bir görev olarak karşımıza çıkıyor.

Diğer İki TBB Başkan Adayı

Diğer iki TBB başkan adayı mesleki birikimlerini gösteren akıllarda kalan bir konuşma yapamadı. Her iki aday, 5.gündem maddesinde söz alarak faaliyet raporunu eleştirmeli, eksikliklerini belirtmeli, kendi programını ortaya koymalı ve farkını anlatarak neden aday olduğunu açıklamalıydı. Ama söz almadılar. Bir iki konuda eleştiride bulunmak TBB gibi bir kurumun başkan adaylığı için yeterli bir kıstas olabilir mi? Kaldı ki eleştirilerinin de bütünlüğü yoktu. Bu iki aday ne faaliyetlerin değerlendirildiği 5.maddede söz aldılar ne de başkan adayı olarak yaptıkları konuşmalarda böyle bir çaba gösterdiler. Akılda kalan tek şey ben adayım cümlesi. Tabii esas sorun; “insan haklarına dayanan hukuk” ile mesleğimizin ve ülkemizin hukuk-yargı sorunları konusunda bir perspektif de sunmamaları. Daha da önemlisi  bir yönetim kadrosu oluşturabilecek kadar bile bir  çalışma yapmamış/yapamamış olmaları… Yönetim kim olursa olsun ama başkan adayı olmak istiyorum cümlesinin bir kıymeti olabilir mi? TBB başkanlığına bu şekilde bir adaylık nasıl düşünülebilir?

Konuşmam

Öngördüğüm 5-10 dakikalık konuşma süresinde neyi anlatmalıyım diye düşünmüştüm kendi kendime. Avukatların yoksulluğunu, mesleğin niteliksizleştirilmesinin, “toplumsal değer”den arındırılması, serbest mesleklerin  sadece hizmete dönüşümünü;  avukatların (ve tabii diğer serbest mesleklerin) hukuk teknisyenliğine dönüştürülmesi post modern düşüncenin-dünyanın sonuçları üzerinden politik bir değerlendirmeye girsem muhtemelen çok alkış alabilecektim ama konuşmadan sonra geriye hiçbir şey kalmayacaktı hafızalarda.

Bu nedenle sadece “TBB’nin En Geniş Anlamda Demokratik Yönetimi” konusu üzerinde yoğunlaşarak, hamasetten uzak somut bir alanda konuşmanın ve bir eylem planı sunmanın daha doğru olacağını düşünmüş, konuşmamı yazılı olarak sadece bu amaca yönelik olarak hazırlamıştım.

Bu tek konuyu 6 başlık altında düzenlemiştim:

i)TBB’de Demokratik Yönetim anlayışı sağlanması

ii) Avukatların görevlerini ifa ederken karşılaştıkları suçlamalar ve haklarında açılan soruşturma ve davaların takibi,

iii)Anayasa ve AİHM kararlarını uygulamayan, AİHS’ne uymayan davaları-kararları ve  toplumsal davaları izleme kurulu oluşturulması,

iv)Probono uygulamaları alt yapısının oluşturulması,

v)Demokratik Avukatlık Kanunu taslağı hazırlanması,

vi)Bütünleşik Adli Yardım Kurumu oluşturulması için perspektif hazırlanması.

Elbette bunların alt başlıkları da vardı. Konuşmamı yaptıktan sonra hem konuşmamın yazılı halini bu altı konuya ilişkin Eylem Planı Taslağını TBB yeni yönetimine iletilmek üzere Genel Kurul Divan Başkanlığı’na ilettim. TBB Başkanı konuşmasında adıma iki kez yer verme inceliğini göstererek bu konularda yapılmaya başlananların bir kaçına değindi, düşünceleri katkı olarak göreceklerini belirtti. Divan başkanı yazılı dilekçemin başlıklarını yeniden okuyarak tutanağa geçirdi ve yeni YK’ya iletileceğini belirtti. 13 dakika içinde tamamladığım sloganlardan uzak  konuşmamı ve talebimi yazılı olarak ileterek kürsüden indim.

Konuşmamda altını çizdiğim bir hususu burada da belirtmek isterim: TBB organlarında kadın-erkek eşitsizliği meselesi. TBB Yönetim Kurulu, askeri komuta merkezini andırır ölçüde erkek üye ağırlığına sahip. 10 üyenin sadece 2’si kadın. Delegeler arasında da kadın sayısı çok az. Oysa avukatların yarısı kadın… Bir yerde erkek başkan varsa mutlaka yardımcısı olarak bir kadın seçilmeli. Ama önce kadınların delege seçilmesi konusunda tüm barolara görev düşüyor. Bu konuda pozitif ayrımcılık yapılması gereği ortada. Mazeret kabul etmeyen bir konudur kadın erkek eşitliği meselesi. Hak, adalet, hakkaniyet peşinde koşan avukatların örgütlerindeki temsiliyette eşitliğin sağlanması ve hakim olan eril dilin kırılması acil bir konu olarak ortada duruyor. Nitekim seçimlerden sonra da üç organa seçilen 20 kişi içinde kadın sayısı sadece 6. Son seçimde kadın başkan yardımcımız ile nihayet bir eşiği aşmış bulunuyoruz. Sıra kadın TBB başkanı seçmekte…

Genel Kurul Sonuç Belgesi

Kürsüden inmeden önce bir talepte daha bulundum. Hukuk, meslek, yargı gibi hayati konularda bunalım döneminden geçtiğimiz günlerde, böylesine önemli bir toplantıda mutlaka sonuç belgesi olmalıydı. Ülkemizin hukuk, yargı ve meslek  alanları sistemsel bir krizden geçerken böyle bir sonuç belgesinin, var olan durumu tespit mahiyetinde olacağını, TBB’nin çığlığını kamuya duyurulması için önem taşıdığını  düşündüğümüzden; Delegasyonumuz adına  önceden taslağını hazırladığımız Genel Kurul Sonuç Belgesi Taslağını Divan’a sundum. İzmir Barosu Delegasyonu da bizden sonra benzeri bir talebi önerge halinde sundu. Ama gündemde olmayan bir konuda karar alınamayacağı gerekçesiyle bu talep geri çekildi ve İzmir Delegasyonu da bizim talebimize katılarak  Sonuç Belgesi’nin iki önerinin dikkate alınarak Divan tarafından hazırlanması düşüncesine katıldığını belirtti.

Talebimizin Divan’da tedirginlik yarattığını görmemiz üzerine, İzmir Delegasyonu’ndan Özkan Yücel İstanbul Delegasyonu’ndan Ufuk Tekin ve ben söz alarak sonuç bildirgesinin Divan tarafından oluşturulması için bir karara ihtiyaç olmadığını, Genel Kurul’da konuşulanların bir özeti olduğunu ve kamunun burada konuşulanları bilme hakkı olduğunu belirterek talebimizi yeniledik. O ana kadar genel kurulu çok iyi yöneten Divan Başkanımız Av. Mustafa Köroğlu öneriler dikkate alınarak böyle bir sonuç belgesinin hazırlanacağı söylenerek toplantıyı bitirdi. Lakin, bu yazı yayımlanıncaya kadar Genel Kurul Divanımız bir sonuç bildirgesi yayınlanmadı.

Eğer yayımlanmazsa yeni döneme ilişkin TBB hakkında ilk olumsuz intibamız oluşmuş olacak. Hukuk krizinin derinleştiği bir dönemde sonuç bildirgesi olmayan bir TBB Genel Kurulu olarak tarihe geçeceğiz ve delegasyonumuz tüm çabasına karşın bunu gerçekleştirememenin üzüntüsünü taşıyacak. Oysa İstanbul Delegasyonu’nun önerdiği metin genel kurulumuzda her görüşten avukat olduğunu düşünülerek çok titiz ve ortak payda hedeflenerek hazırlanmış hukuk temelinde çok sade bir metindi…  Ne yalan söyleyeyim, sonuç bildirgesi için bir heyet kurulacağı ve hazırlanan metnin kamuoyuna duyurulacağı konusunda en ufak bir tereddüdüm yoktu…

Diğer baro delegasyonları mı? Önerimize İzmir dışında kimse destek vermedi… Marmara Bölgesi bile… Aleyhe bile kimse konuşmadı… 65.000 avukat adına 16 adet oyumuz ve İzmir Delegasyonu’nun  5 oyu maalesef eski günlerde olduğu gibi  “aritmetik açısından” çok güçlü değil. Ben yine de sessizliği başka bir girişim olursa destek verebiliriz anlamında yorumluyorum…

Yeni dönemde Ege Bölgesi, Marmara Bölgesi baroları ve diğer bölge barolarıyla toplantılar yaparak daha nitelikli TBB genel kurulları için, hatta başarabiliyorsak eksik kalan konuların konuşulacağı olağan üstü bir genel kurul için şimdiden çalışmaya başlamamız gerektiği ortada… Önümüzdeki genel kurulda delege olup olmayacağımız belli olmasa bile bu çalışmalara şimdiden başlayarak, neticeyi gelecek baro yönetimine ve delegelerine bırakmamız gerekiyor…

Bir aykırı fikri daha belirteceğim. Her dönem önceki delegasyondan hangi gruptan olursa olsun birkaç kişiyi yeni delegasyona almak bir diğer deyişle müşterek delege belirleme ve geçmiş pratiği sonraki döneme taşıma düşüncesini geliştirmek gerekiyor. Elbette bu müşterek delegelerin hayatı boyunca sadece kendileri için bir şeyler isteyen baroculardan olmaması gerekiyor. Bu konuda da Değişim İçin Avukatlar Grubuna çok iş düşüyor.

Ben kendi adıma bahsettiğim görevi bu yazıyla peşinen yerine getiriyorum. Yararı olması dileğiyle

[i] https://www.istanbulbarosu.org.tr/HaberDetay.aspx?ID=19231&Desc=56.-Baro-Ba%C5%9Fkanlar%C4%B1-Toplant%C4%B1s%C4%B1-Ankara%E2%80%99da-Ger%C3%A7ekle%C5%9Ftirildi