Aydın; genellikle öğrenim görmüş, çok okumuş, kültürlü, bilgili, görgülü, ileri ve açık düşünceli, kendisi aydınlanmış olduğu için çevresini de aydınlatabilecek nitelikte olan kimse olarak tanımlanıyor. Köleci ve feodal toplumda bilimlerin denetimi rahiplerin elindeydi. Bruno, evrenin sonsuz ve eş dağılımlı olduğunu dünyadan başka birçok gezegenin olduğunu savunduğu için engizisyon mahkemesi tarafından sapkın ilan edildi. Çünkü orta çağ felsefesinin kabul ettiği gök ile yer ayrılığını ret ediyordu. Konuşmaması için yüzüne demir maske geçirilerek diri diri yakıldı. Ticaretin gelişmesi için kilisenin kabul etmediği dürüst fiyat ve tefecilik gibi faaliyetlerin yapılması gerekiyordu. Bu nedenle burjuvazi ruhban sınıfla çatışmaya girdi ve bilgi tekelini rahiplerin elinden aldı. Ticaret filoları mühendisi, muhasebe matematikçiyi ve sözleşmeler hukukçunun varlığını zorunlu kıldı. En güvenilir olan kendi çocuklarından pratik bilgi uzmanları yetiştirdi. Tefecilik krediye dönüştü. Tanrıya artık yeryüzünde ihtiyaç kalmadığından onu gökyüzüne yerleştirdi ve gizledi.
Pratik bilgi uzmanı açısından altın çağ geride kaldı
İktidarda olan burjuvazi ruhban sınıfın elinden aldığı bilgi tekelini kendi çıkarları için kullanırken bilgi uzmanı da tarafsızlığını yitirdi. Kendini doğuran burjuva sınıfının yanında kendi maddi çıkarının peşine düştü. Julien Bende bir asır önce aydınların hakikat duygusunun artık zayıfladığını ve maddi ihtirasların peşinde iktidarın muhalifi görünen sözcüleri oldukları tespitini yapmış. Gerçek aydın olarak tanımladıklarının şahsi çıkar peşinde koşmayacağını, ikbal ve mevki gayreti içinde olmadıklarını, siyasi iktidarın yakını olmak için el etek öpmediklerini, güçlünün uydusu değil zayıfın savunucusu olduklarını, hakikati bildikleri için iktidarın kusurlarını, otoriteyi kötüye kullanmasını kınayacaklarını ve bunu topluma haykırmalarını beklemiş. Sonuç olarak, siyasi iktidar tarafından kazığa bağlanıp yakılmak, sürgüne gönderilmek ve çarmıha gerilme riskini göze almak zorunda kalacakları için gerçek aydınların az olacağını yazmış. Aydınların İhaneti kitabında duyarlılığın gelişimini ise ahlaki nedenlere bağlamış.
Bugün pratik bilgi uzmanı, burjuvazinin kendi çocuklarından seçilmiyor
Pratik bilgi uzmanını atayan ve ne yapacağına karar veren sınıf burjuvazidir. Soğuk savaşın bitişiyle, kapitalizm rakipsiz kaldı. Serbest piyasanın her şeyi belirlediği bir döneme girildi. Kutsal devletin artık kötü olduğu, sağlığa eğitime destek vermemesi gerektiği savunuyor. Sözleşmelere sadık kalarak kazanılan paranın kazananın hakkı olduğu, başka kimsenin bu para üzerinde hakkı olmadığı seslendiriliyor. Toplumsal adaletin yerini süreç adaleti aldı. İsteyen yaşamını bilime isteyen de tamamen bencil bir yaşama adar. Bu iki insan arasında ahlaklı ya da ahlaksız diye bir ayrım yapılamaz. Tamamen kişilerin kendi tercihidir. Bireyin topluma borcu yoktur. “Başarı peşinde koşun zafer peşinde koşun böylece mutlu olacaksınız”. Birileri gariban ve yoksulsa bu onların ahmaklığıdır. Bireysel zaferinizle gurur duyun, toplum diye büyük bir bütün yoktur. Tek tek bireyler vardır. Artık bireylerin özgür olarak girdiği ilişkiler dönemindeyiz. Bilgi uzmanı için ahlaki değer yok. Geçerli olan daha çok kazanmak daha çok satın almak ve bunu göstermek. X ve Instagram gösterme halini çığırından çıkardı. Nurdan Gürbilek’in deyişiyle “birçok şeyin gösterildiği için ve göründüğü kadarıyla var olduğu, sergilendiği için seyredildiği kadarıyla değer kazandığı bir toplum ortaya çıkardı. Uzun süredir vitrinde yaşıyoruz.” Yapılan yapıldığı için değil gösterildiği kadar kıymetli.
Yeni mezun hukukçular açısından serbest avukatlık imkânsız hale geldi
Bir tarafta sözleşme mütercimliği yapanlar, diğer tarafta yevmiye usulü başkasının duruşmasına girip, haczine çıkanlar. Avukatlar eski sınıfsal konumlarını kaybettiler. İşin yapılış biçimi avukatları ücretli kesimlere dahil etti. Avukat yaptığı işin denetimini yitirmiş halde.
Düşük ücret avukatı daha da bağımlı hale getirebilir ya da bunu sorgulayarak toplumdaki yerinin ne olması gerektiğini sorgulamaya itebilir. En başta bitirdiği okullardan dolayı kendisinin sosyal ayrıcalıklı bir yer de olmadığını anlaması gerekir. Artık o bir işçidir. Uzmanlaşma adı altında bütüne yabancılaşmıştır. Durumu işçiden de kötüdür, maddi koşulları yetersiz de olsa toplumsal statüsü onu farklı konumlanmaya zorlamaktadır. Ama işçiden farklı olarak aldığı eğitimi de ayrıcalık olarak görmeden, sorgulama yaparak çok okuyarak, okuduğunu yaşamla sınayarak toplumu aydınlatabilecek niteliktedir.
Aldığı eğitim ve yetiştiği sosyal çevre çocukluğundan beri “ister yasalar önünde ister Allah katında olsun bütün inşaların eşit olduğuna” inanmıştır. Hümanizm adı altında ezilen kesimlerin varlığını yadsımış, eşitlik adı altında ırkçılığı fark etmemiştir. Tüm bunların dayanağı ister bilimsel yasalar olsun isterse tanrı kelamı sonuçta değiştirilemez yerleşmiş kurallar olduğu savunulur. Özgürlüğe parası olanların değil, herkesin sahip olduğunu sanır. Kadın değersizdir. Tersinden erkek değerlidir. Dünya sadece insanlar için vardır. O da beyaz ve erkektir.
Neye inanıyorsa inansın, tüm bilgi uzmanı için geçerli olan birinci ilke pratikliktir. İşkence gören zengin yoksul olmasından önce hakları ihlal edilendir. Sonuç işkence gördüğü gerçeğidir. Bilgi uzmanı olarak avukat için de kişinin zengin ya da yoksul olması değil insan olarak hakkının ihlal edildiği gerçeğidir. Yoksul hakkını arayacak ekonomik imkanları sahip olmadığı için hak ihlalinin peşine düşemeyecektir. Zengin ise maddi olanakları nedeniyle hak ihlalinin peşine düşebilecektir. Bu durumda uzmanın bilgisi ücretini ödeyebilen için aracı olmaktır.
Bilgi uzmanı çoğu zaman egemen ideolojiyi kabul eder ve onunla uzlaşır, apolitikleşir
İktidar da zor ve fiziksel baskı yoluyla bilgi uzmanını sorgulayıcı tavrından vazgeçirir. Sınırlı olarak egemen ideolojiyi içine sindiremez iktidara hizmet etmeyi reddeder. Edward Said’in metaforik tanımıyla, milliyetinden, dininden ve geleneğinden uzaklaşıp kendi yurdunda sürgünü yaşar. Çoğunluğun benimsediklerinden rahatsız olduğu için rahatsız edici tedirgin bir yabancıya dönüşür. Kendisi de rahatsızdır. Geçmişini, dilini, milliyetini yadsır. Basit, yavan ve ucuz keskinliklerden uzaklaşır. Marjinal olmayı yoksunluk olarak değil özgürlük olarak yaşar. Bunu da üstenci asık suratlı olarak yapmak zorunda değildir. Sürüden ayrılarak ayrıcalıklı olmadığını kabullenmeli, bildiklerini bilmeyenlere anlatmak için kıvrak zekasıyla ikna edici olmayı kabullenmelidir. Yoksa bu marjinallik hali sürekli kendi içinde kısır yaşama haline dönüşecektir. Somurtarak değil her şeye rağmen kahkahalarla hayata bakmalıdır. Bu da onu sorgulayan, genele tabi olmayan yapar. Kutsal sayılan ırkçılığı, cinsiyetçiliği, ikiyüzlülüğünü teşhir eder. Farklı düşüncelere tahammül edemeyen, kutsal metin gardiyanları ile mücadele eder.
Artık çoğunluğun “vatan haini” üstüne vazife olmayan işlerle uğraşan “terörist” olarak yaftalayarak etkisizleştirmeye çalıştığı kişi olmuştur…
DEVAMI GELECEK