Değişim, sadece mevcudun yerini başkasının alması anlamında anlaşıldığında, üretilen malı başka mal ya da parayla değiş tokuş anlamındaki ekonomik tanımdır. Değişimin temel anlamı süreç içindeki dönüşümün tamamıdır. Dönüşüm ise hep birlikte sağlanır. Birlik süreci ortaklaştırarak güçlendirir. Ekonomik anlamdaki değişim malın değiş tokuşuyla bir anda gerçekleşebilirken, asıl değişim ise gelişen olaylar karşısında eylemler dizisi ile gerçekleşir. Bu nedenle statü sahibi yürürlükte olanın değişmesini istemez. Statü sahibi değişimin onu yerinden etmesinden korkar. Değişim bu nedenle ona göre modadır, gelip geçicidir. Fikrin yerini ilkeler, bizin yerini ben, eylemin yerini atıllık alır. Mücadele etmek itiraz etmek ona yabancıdır. Otoriteye, otorite olmadığı sürece karşıdır. Mevkiyi, hak hukuk için değil kendi ayrıcalıklarının devam etmesi için ister. Üstencidir. Hep birlikte yapmak ona uzaktır. Tercih edenin aklıyla tercih etmesine hitap etmez, kısa vadede sorunların çözüleceği beklentisine oynar. Tercih edilmek değiş tokuştur. Bu nedenle projeleri, verecekleri vardır. Seçildiklerinde vaatler unutulur. Vaatle koltuk trampa edilmiştir.
Fikir
Nesnel gerçeğe, gelişen olayları gözleyerek ve araştırma sonucu öğrenilen bilgiyle ulaşılır. Hakikat yolculuğu süreklidir. Her şey sürekli değişim ve gelişim halindedir. Her yeni gözlem araştırma sonucu elde edilen bilgi, değişimi zorunlu kılar. Bu akış sürekli yenilenmeyi gerektirir. Düşünmek hayal etmektir. Ulaşılmaz olanı ulaşılır kılmak, olanaksız denileni oldurmaktır. Gözlem ve araştırma bittiği anda değişim durur. Statü sahibi için gözlem ve araştırma sonucu elde edilen gerçek yoktur. Bir kere bellediği tek doğru vardır.
İçtihat, Yargıtay’daki beş kişinin kararıdır. Avukat ise o içtihadı değiştirendir. Dolayısıyla içtihada yargıç sarılır. Avukat ise o içtihadı değiştirmeye çalışır. İçtihat mevcuttur, avukat halk yararına değiştirendir. İçtihattan bilgi bankası olmaz, bilgiye gözlem ve araştırmayla ulaşılır. Mevcudu değiştirmek isteyen gözlem ve araştırma olanaklarını kütüphaneyle sağlar. Kütüphanede rafları doldurmak için eskimiş yürürlükten kalkmış şerhler yoktur. Bilgisayarla bir tıkla girilen dünyanın dört bir yanındaki dijital kaynaklar, kitaplar, ve tezler vardır. Baro, avukata bilgiye ücretsiz ulaşım olanağı sağlar. Bilgiyi satın alınabilir bir meta olmaktan çıkarır. Her an değişen ‘’nesnel’’ bilgiyi ulaşılır kılar. Kendi hukuk akademilerini kurar, bilgi tekelini otoritenin ve serbest piyasanın ürünü olmaktan çıkarır. İlkeler ise içtihatlar gibidir.
Yargıç içtihatla hareket eder, statükocudur. Avukat statükoyu değiştirendir. Bu nedenle değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Değişim korkutucudur. Statüko sarsılır, düzen yıkılır. Ayaklar baş olur. O nedenle ayakların hep yere yakın, başın ise yukarda olması istenir. Onun için gençlik değişimin temsilcisidir. Yaş alarak tutuculaşılmaz. Değişime ve dönüşüme kapalı akıl yaşlanır. Mevcudu korumaya çalışır. Her şey yukardan aşağı düzenlenir. Yaftacıdır. Fısıltı gazetesiyle sonuç almaya çalışır. Çoğunluğun benimsediklerini kabul eder. Rahatsız edici fikirlere kapalıdır. Fikir özgürlüğünü görünürde savunur. Rahatsız edici olan fikirler ise küçümsenir, suskunlukla yaftalanarak geçiştirilir. Bu nedenle tedirgin değil mutludur. Kutsal sayılan ırkçılık, cinsiyetçilik ve türcülük ikiyüzlülüğünü teşhir edemez. Farklı düşüncelere tahammül edemeyen, kutsal metin gardiyanıdır.
Dayanışma
Toplumsal adalet yerini süreç adaletine bıraktı. Duyguda düşünce de ortaklık dayanışmak serbest, piyasaya yabancı. Serbest piyasaya rekabet hâkim. Statü ‘kazanılan parayla’ elde ediliyor. ‘Başka kimsenin bu para üzerinde hakkı yok.’ “Başarı Peşinde Koş- Zafer Peşinde Koş- Mutlu Ol” “Birileri Gariban ve Yoksulsa Bu Onların Ahmaklığı” “Bireysel Zaferinle Gurur Duy” “Toplum Diye Büyük Bir Bütün Yok- Tek Tek Bireyler Var” Ortak akıl dayanışma ona yabancıdır. Alttakilere kendini yönetme hakkı verilmez. Özerklik değil yukardan belirleyendir. Kendi dışındakine karar hakkı vermez.
Jean-Paul–Sartre, “muhalif olan bilgi uzmanın mecburen insani olmayan kazanç için çalışacağını, sorgulamanın bilimsel düşüncenin zorunlu bir sonucu olduğunu, ezilenlerin gerçeklerine karşı savaşmakla görevli olduğunu” söylüyor. Ayrıca bu muhalif bilgi uzmanlarının “başkaları özgürleşmedikçe kendisinin de özgürleşmeyeceğinin ayırdına varacağını, kendi çelişkisinin toplumun çelişkisinin tekil ifadesi olduğunu anlayacağını, çelişkiye karşı savaşanların sadece yanında olmakla değil, onların baktığı yerden baktığı sürece onları anlayabileceği” tespitini yapıyor. Bunun için milliyetçilik sadece hakikati örtmek için kullanılan bir örtüden ibaret. Kimin daha çok ulusunu sevdiğini ölçen bir barometre yok. Muhaliflik itiraz ile önce kendini inkâr ile başlıyor. Otoriteyle uzlaşanın itirazı da olmaz muhalifliği de olmaz. Muhalif, onu kimse görevlendirmediği halde yalnız olmadığını, kendisinin de milyonlar içinde aynı sorunları yaşayan tekil bir örneğin yansımasından başka bir şey olmadığının farkına vardığı anda özgürleşecektir. Kurtarıcı beklemeden, ben değil bizin çağrısına kulak verdiğinde yalnızlığından kurtulacak. Bireysel kurtuluşun yerini dayanışarak kollektif kurtuluş alacak.
Eylem
Fikirle donanmış söz, hep birlikte dayanışarak sese ve eyleme dönüştüğünde değişim süreci başlar. Değişimi sağlayacak eylemin bir parçası olarak bu eylemin içine, Jean-Paul Sartre’nin tarif ettiği şekilde, sınıfsal özelliğini kabul ederek girmelidir. Sınıfsal konumda ısrarcılık onun çabalarını durmadan bozabilir. Sartre iki çözüm öneriyor: “Sürekli özeleştirel olmak ve ilelebet evrenselin bekçisi olduğu yanılsamasına düşmemek” ve “milliyetçiliğin ve emperyalizmin yanı başında olduğunu unutmamak”
Sartre, aydın üzerine de şu tespitlerde bulunuyor: “Ben küçük burjuvayım -artık büyük oranda (işçidir) proleterdir- kendi çelişkimi çözebilmek için ezilenlerin yanındayım. Ezilenlerin eylemlerine somut ve koşulsuz katılım sağlayarak, aydın olarak ise rolü eylemi başlamadan yargılayarak, eylemin başlamasında etkili olmak ya da bu eylemin aşamalarını belirlemek değildir. Aydın eyleme fiziksel olarak katılmalı, eylemin içine sızmasına ve onu sürüklemesine izin vermeli. Sadece gerekli olduğunun bilincine vardığı zaman eylemin anlamı ve olanakları hakkında açıklamalarda bulunmalıdır.” Sartre’nin bu tespitleri üzerine şunu söyleyebiliriz: Sonat icrası için senfoni orkestrası zorunludur.
Orkestrada birden çok sayıda üflemeli, telli, yaylı ve vurmalı enstrüman vardır. Kusursuz dinleti her enstrümanın uyumuyla icra edilir. Dinleyen keyif alır. Solistiniz tenör Andrea Bocelli’de olsa senfoni orkestrasız konser eksik kalır. Üçgen zilin, davulun, vibrafonun, ksilofonun, zilin yeri geldiğinde tek bir vuruşun dahi eserin icrasında rolü vardır. Artık detone solo şarkılar dinlemek istemiyoruz. Hep birlikte senfoni orkestrasının parçası olmak, motorları maviliklere süreceğimiz gemi de yer almak istiyoruz.