Avukatlık
Staj sonrasında Ercan Kanar’ın sıkıyönetim mahkemelerinden başlayarak, Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) ve Özel Yetkili Mahkemeler’e uzanan avukatlık serüveni başlıyor. Bu serüven içerisinde farklı birçok sol örgüte mensup bireylerin savunmanlığını yaptı. Legal ve illegal sol içerisinde avukatlığını üstlenmediği örgüt, parti, neredeyse yok denecek kadar az. Onun kadar geniş bir alana yayılmış bir avukatlık tecrübesi ile karşılaşmak çok zor. İllegal sol içerisinde yer alan partilerin genel sekreterlerinin neredeyse tamamı onun müvekkili oldu. Bunlar arasında PKK’den Abdullah Öcalan, THKO’dan Teslim Töre, TKP/ML’den Cafer Cangöz, Kurtuluş’dan İlhami Aras gibi birçok isim ve TİKB, Dev-Sol, MLKP, MLSP gibi birçok örgüt var. Sıkıyönetim döneminde bildiğim kadarıyla yalnızca TKP ve Aydınlık Davaları’nda avukatlık yapmadı.
Baskının çok sert olduğu 12 Eylül askeri döneminde aynı zamanda devrimci sosyalistlerin avukatlığını yapmak, iktidar baskısı ile daha fazla karşı karşıya kalmayı beraberinde getirdi. 30 günlük, 90 günlük gözaltı işlemlerinin yapıldığı ve avukatların bu süreçte müvekkilleriyle görüşemediği bir dönem 12 Eylül. Avukatlar hakkında mahkemede yaptıkları savunmalar nedeniyle davalar açıldı, evlerine bürolarına baskınlar yapıldı. Mahpuslara tek tip elbise dayatıldı, sanıklar asker kişi sayıldı ve duruşmalarda savaş hali hükümleri uygulandı. İstanbul Barosu başkanı Orhan Apaydın tutuklandı… zor bir dönem. Elbette Kanar da, müvekkil listesine bakıldığında bu baskı ortamından çokça nasibini aldı. Fakat yine de Kanar, HukukPolitik’te yayımlanan “Türkiye’de 90’lardan Bugüne Avukatların Durumu” yazısında 12 Eylül ile AKP dönemini karşılaştırıyor ve askeri darbe döneminde bile bugünkü kadar çok sayıda avukatın tutuklanmadığını belirtiyor. 1990-2002 arasında avukatların durumunu karşılaştırmalı tahlil eden bu yazıyı da okumanızı tavsiye ederim. Kanar bu yazısında şöyle bir dönemleme yapıyor:
-
- 1980-1990 arası (12 Eylül faşist askeri darbe koşullarının yürürlükte olduğu dönem)
- 1990-2002 arası (Yargıda Kemalist-Şoven dönem)
- 2002-2016 arası (Fettullahçı savcı ve hakimlerin egemen olduğu dönem)
- 2016-içinde bulunduğumuz dönem (AKP’li ve MHP’li savcı ve yargıçların egemen olduğu şoven ve fundemantalist dönem)
Yine uzun yıllar Gündem Gazetesi, Kurtuluş Sosyalist Dergisi, Halkın Yolu, Kızılbayrak, Odak dergileri gibi birçok sosyalist gazete ve derginin avukatlığını yaptı, bunlar hatırladıklarım. Avukatlığın yanı sıra bu gazete ve dergilerde yazılar da yazdı. Gündem Gazetesi’nde yayımlanan “Emret Komutanım” başlıklı yazısından üç ayrı ceza aldı.

Bunların dışında İsmail Beşikçi’nin İstanbul’da görülen dosyalarının tamamında Serhat Bucak’la beraber avukatlığını üstlendi. Vedat Aydın’ın Ankara’da Kürtçe konuşması sebebiyle açılan davada da 1993’te 25 Kürt avukatın (Diyarbakır Barosu eski başkanı Tahir Elçi de bu avukatlar arasındaydı) günlerce süren işkenceli gözaltılarından sonra Diyarbakır DGM tarafından tutuklandığı davada da avukat olarak yer aldı.
Tabii yine bahsi geçmişken iki kişiye de değinmek gerekiyor. Bunlar Vedat Aydın ve İsmail Beşikçi. Her ikisi de Ercan Kanar’ın yaşamında önemli iki isim:
Vedat Aydın, Kürt siyasi hareketinin ilk yasal partisi Halkın Emek Partisi’nin (HEP) Diyarbakır İl Başkanı. Aynı zamanda da Diyarbakır İHD’nın kurucularından olup başkanlığını yaptı. 1991’de kendini polis olarak tanıtan kişilerce evinden alındı ve yargısız bir şekilde infaz edildi. 90’ların ilk faili meçhulü oldu. Cenazesinde 12 Eylül sonrasındaki en büyük kalabalık toplandı, 100 binlerce insan uğurladı. Vedat Aydın, 90’lı yıllarda Ankara’da, İnsan Hakları Derneği’nde yaptığı Kürtçe konuşması sebebiyle de yargılanmış ve tutuklanmıştı. Duruşmada Türkçe konuşmayı reddetti, iki ay tutuklu kaldı.
İsmail Beşikçi (doğ.1939) bir Türk sosyolog olarak “Doğu Mitinglerinin Analizi-1967”, “Doğu Anadolu’nun Düzeni-1969” kitaplarıyla Kürt tabusunun kırılmasında büyük rol oynadı. İzleyen kırk yıl boyunca da, bu konudaki kitapları nedeniyle sürekli hakkında davalar açıldı, 17 yıldan fazla yazdıkları sebebiyle hapis yattı. Türkiye’de düşünce özgürlüğü üzerindeki baskının timsali oldu. Beşikçi çalışmalarında sınıfsal analizin Doğu Anadolu’yu anlamaya yetmediğini, “etnik farklılaşmayı” hesaba katmanın kaçınılmaz olduğunu vurgulayıp, devrimci aydınları “ırkçı faşist şartlanmalardan uzaklaşarak etnik farkın gerçekliğini tanıyan bir “hakların eşitliği” anlayışını benimsemeye çağırdı. (1969)
70’li yıllarda DDKO davasında da sanık olarak yargılandı. (Daha ayrıntılı bilgi için Ruşen Aslan’ın “Ömrü Kısa Etkisi Büyük Kürt Örgütlenmesi” başlıklı kitabına bir göz atabilirsiniz.) Beşikçi bu davalarda “milli kimlik savunusunda mahcubiyeti bırakmak gerektiğini telkin etti. Davada siyasi savunma yapıldı. Davada Türkçe bilmeyen sanıkların tercüman aracılığıyla alınan savunmaları zapta “sanığın anladığı dil” ifadesi ile geçirildi. Savunma metni 1973’te “Sen Faşist Savcı İyi Dinle! Dünyada Kürt vardır” başlığı ile yayımlandı.
90’lar dönemi özellikle yargısız infazların arttığı bir dönem oldu. Bu dönemde de Ercan Kanar hem avukat hem de insan hakları savunucusu olarak aktif bir rol aldı. Savunma hattındaki keskinleşmenin de görüldüğü yıllar bu yıllar. Bir örnek vereyim: Tuzla Katliamı olarak anılan sosyalist 5 gencin polisin açtığı ateş sonucu öldürülmesi ile sonuçlanan yargısız bir infaz yaşandı. Kanar da bu davada ailelerin avukatı olarak bulundu. Sanık polislerin eski mit mensubu avukatı “Ben bu solcuların ağababalarının hepsini 12 Mart’ta kulağından tutarak sorguladım” şeklinde beyanlarda bulundu. Müdahil avukatların taleplerine rağmen hakim sanık avukatına müdahale etmedi. Bunun üzerine Ercan Kanar söz alarak” Sanık avukatı Nazi Almanyası’ndaki Nazi Savcıları gibi konuşuyor” şeklinde beyanda bulundu. Bu sözlerinden dolayı hakkında hakaret davası açıldı, 6 ay hapis cezası aldı.

Yine İstanbul’da Avukat Mihriban Kırdök ile beraber takip ettikleri çok sanıklı bir davada, duruşma devam ederken müvekkillerinin askerler tarafından hakimlerin gözü önünde dövülmeleri ve hakimlerin olaya seyirci kalmalarının üzerine askerlerin ellerini tuttuklarından dolayı haklarında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde ‘’görevliye mukavemet’ ’ten dava açıldı. Yine Ercan Kanar hakkında DGM’de girmiş olduğu bir davada tanık olarak dinlenen işkenceci polise ‘’Bunun tanıklığı muteber değildir, bu işkencecidir.’’ dediği için hakkında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde ‘’görevli memura hakaret’’ten dava açıldı. İtirafçılık yasası’na ‘’Bu ahlaki olmayan bir yasadır, devlet bu yasa ile ahlaksızlık yapmaktadır.’’ dediği için de hakkında Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı.
Aslında bu tip trajediye uzanan ve “hukuk neydi?” sorusunu tekrar tekrar sorduran davalar ve beyanlar daha sonrasında Kanar’ın takip ettiği KCK, Devrimci Karargâh, Abdullah Öcalan, Beşiktaş ve Güngören Patlama davaları gibi birçok davada tekrar ve tekrar karşısına çıktı.

Avukat olarak bulunduğu davaların birçoğu dönemi içerisinde fark edilmese de bugünden baktığımızda köşe taşları olan davalar olduğu görülüyor. Vedat Aydın davası mesela, bir anadil sorunu. İsmail Beşikçi davaları, ifade özgürlüğünün en net görüldüğü davalardan biri. KCK davaları, anadilde savunma yapabilme hakkı. Özellikle anadil hakkı, Kürt olmamasına rağmen, Ercan Kanar’ın tüm yaşamı boyunca kıskanç bir titizlikle savunduğu bir hak. Bu anadil vurgusu için de KCK davalarından kısa bir anekdot anlatalım:
KCK davalarını hatırlayalım. Özellikle anadilde savunma yapılabilmesi için mevzuat değişikliğini zorlamış ve kabul ettirmişti. Meşruluk alanının teknik hukuk çemberine sıkışmadığı ve özgürlük talebinin mevzuat değişikliğini zorunlu kıldığı, tarihsel öneme sahip davalar dizisiydi. Kanar bu davalarda da avukat olarak yer aldı. “Tamam yalnızca Kürtçe bilenler tercüman yardımıyla Kürtçe savunma yapmalı. Fakat Türkçe bilenlerin Kürtçe savunma yapmak istemesinde ısrar etmelerini anlamıyoruz” şeklindeki itirazlarına ilişkin dile getirdiği karşı duruş ve cevapla da ekol vurgusuna destekleyecek bir çizgiydi. Kanar, Albert Camus’un “Vatanım Fransa değil, Fransızcadır” sözünü hatırlatarak yargılamanın her aşamasında anadilde konuşma hakkını savundu.
Tabii bu saydığımız, savunmanlığını yaptığı davaların yanında aynı zamanda çokça sanık sandalyesine oturduğu, hakkında açılan davalar var. Elbette bunların büyük bir çoğunluğu savunman kimliği yanında insan hakları aktivisti olduğu İnsan Hakları Derneği (İHD) dönemine ait. İHD döneminde yaklaşık 30- 40 kez hakim önüne çıktı..
Yargısız infazlarla ilgili yaptığı tüm basın açıklamalarından dolayı sanık sandalyesine oturdu. Bunun yanında Gündem gazetesinde yazdığı yazılar da dava konusu oldu. “Emret Komutanım Cumhuriyeti” başlıklı yazısından dolayı yargılanıp ceza aldı. Cumhuriyet tarihinde ilk kez Genelkurmay Başkanı hakkında suç duyurusunda bulunanlar arasında yer aldı.
1996 tarihinde Güçlükonak Katliamı yaşandı. Ercan Kanar 15 kişilik bir ekiple Şırnak’a, olayın yaşandığı yere gitti. Genelkurmay tüm basını olay yerine daha önce götürmüş ve örgütün katliamı yaptığına dair beyanatta bulunmuştu. Kanar’ın arasında bulunduğu ekip, köye gidip köylülerle görüştü, köylülerin hepsi korucu, “biz pkk’ya karşıyız ama bu onların işi değil” dediler. Olay yerinde incelemeler yapıldı. Döner dönmez 15 kişilik ekipten yalnızca 3 kişinin (Şanar Yurdatapan, Münir Ceylan ve Ercan Kanar) imzasıyla Genelkurmay Başkanı hakkında suç duyurusu yapıldı. Elbette hemen bu üç kişi hakkında TCK 159’dan dava açıldı. Üç kişi de ceza aldı. Yargıtay, dilekçe ile aleniyet oluşmaz diyerek kararı bozdu, sonrasında da mahkeme beraat kararı verdi.

Yıllar sonra Ercan Kanar, dönemin CHP’li bakanı ile bir programa katıldı ve katliamdan bahsetti. Eski Bakan, “olayın üzerine gitmek istedik, olayın anlatıldığı gibi olmadığı, dönemin kolluk kuvvetlerinin rolü olduğunu anladık fakat bir şey yapamadık, koalisyon partisiyle (DYP) ilişkilerin bozulmasını göze alamadık.” şeklinde açıklamalar ve itiraflarda bulundu. Bunun üzerine tekrar Şanar Yurdatapan, Münir Ceylan ve Ercan Kanar suç duyurusunda bulundu. Bu kez haklarında dava açılmadı ama kimse hakkında da suçlamaya ilişkin soruşturma başlatılmadı…
devam ediyor…






















































