Giriş
Uluslararası toplum, yirminci yüzyılda I. ve II. Dünya Savaşlarına, birçok iç savaşa ve bunun sonucunda da milyonlarca insanın ölümüne tanık olmuştur. Özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra, uluslararası nitelikte olan savaşların sayısında kayda değer bir azalma görülmesine rağmen, iç savaşların sayısında büyük bir artış görülmüştür. Bu gerçekliğe paralel olarak, iç savaş ve diktatör rejimleri insanlığı çok derinden etkileyen “hayal bile edilemeyecek katliamlar” yapmış ve milyonlarca insan hayatını kaybetmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan 1996 yılına kadar geçen süre içerisinde, 220 iç savaş ve diktatör rejimlerinin ölümüne sebebiyet verdiği insan sayısı 86 milyonu aşmıştır.1 Özellikle yirminci yüzyılın sonlarına doğru, uluslararası toplum belki de tarihte görmediği iki büyük insanlık trajedisiyle karşılaşmıştır. Bunlardan bir tanesi Avrupa’nın ortasında eski Yugoslavya’nın dağılması sırasında, diğeri de Afrika’nın ortasında bulunan Ruanda’da gerçekleşmiştir. Bu iki bölgede insanlar soykırıma, işkenceye, bir savaş aracı olarak tecavüz ve cinsel şiddet suçlarına, etnik temizlemeye, sivillerin kötü muameleye tutulmasına, şahsi, tarihi ve kültürel varlıkların yok edilmesine, sivil halkın zorla ülkelerinden uzaklaştırılmalarına, okullara, hastanelere ve pazar yerlerine yöneltilen silahlı eylemlere maruz kalmışlardır. Bunun sonucu olarak, 1991-94 yılları arasında eski Yugoslavya’da 250.000 kişi ölmüş, 2 milyondan fazla kişi de ülkesinden uzaklaştırılmıştır.2 Yine benzer şekilde, Ruanda’da çıkan iç savaşta 6 Nisan 1994 tarihinden 18 Temmuz 1994 tarihine kadar geçen çok kısa bir süre zarfında 500.000’den fazla masum insan hayatını kaybetmiştir.3
Hiç şüphe yoktur ki, insanlığın maruz kaldığı bu tür uygulamalar hem insan haklarının hem de uluslararası ceza hukukunun ihlalini teşkil eder. Bilindiği gibi, insan hakları hukuku (international human rights law) ve uluslararası ceza hukuku (international criminal law, international humanitarian law, laws of war)4, uluslararası hukukun iki ayrı dallarıdır. Her ikisinin ortak yanı bireylerin haklarını korumasıdır. Fakat bu hukuk dalları arasında çok önemli farklılıklar vardır: Uluslararası ceza hukuku ya da savaş hukuku, tarihi olarak insan hakları hukukundan daha eski olup, örf-adet (gelenek) hukukundan doğmuştur ve ulusal mahkemeler ya da uluslararası mahkemeler aracılığıyla bireylerin cezaî sorumluluğunu tesis etmeyi en önemli işlevlerinden birisi olarak benimsemiştir. İnsan hakları hukuku ise, oldukça yeni bir uluslararası hukuk dalı olup, devletle, özellikle devletlere karşı haklarını arayan bireyler arasındaki ilişkileri düzenlemektedir.5
Nuremberg, Tokyo, Eski Yugoslavya ve Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemeleri ve Uluslararası Hukukta Bireysel Cezai Sorumluluk
Uluslararası hukukta devletlerin sorumluluğu yanında, bireylerin cezaî olarak sorumlu tutulabilmeleri ve işlemiş oldukları uluslararası suçlardan dolayı ulusal ya da uluslararası mahkemeler aracılığıyla cezalandırılmalarının sağlanması uluslararası ceza hukukunun en temel amaçlarından biri olmakla beraber, bireylerin sorumluluğu konusunun uluslararası alanda uygulanması oldukça yenidir. Devletlerin kendi vatandaşlarını uluslararası suç sebebiyle ulusal mahkemelerde yargılamak istememesi nedeniyle, uluslararası nitelikli cezaî kurumların kurulması kaçınılmazdır. Bundan dolayıdır ki, II. Dünya Savaşı’ndan sonra 1945 ve 1946 yıllarında, galip devletler tarafından Alman ve Japon savaş suçlularını yargılamak için, Nuremberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi (Nuremberg Mahkemesi) ve Tokyo Uzakdoğu Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi (Tokyo Mahkemesi) kurulmuştur.6 Nuremberg Mahkemesi’ni kuran Londra Andlaşması’nın eki Statüsünün 2. maddesi gereğince, Mahkeme galip devletlerce atanan ve her biri için de birer yedek olmak üzere dört hakimden oluşturulmuştur. Mahkemenin iddia makamı yani, savcılık görevini ise yine galip devletlerden atanan dört başsavcı yerine getirmiştir. Statüsünün 4. maddesine göre Mahkeme, kararlarını oy çokluğu ile alabilmekte ve oyların eşitliği durumunda ise Başkanın oyu belirleyici olmaktadır7. Nuremberg Mahkemesi 24 üst düzey Nazi Hükümet görevlisini yargılamış olup, bunlardan 11’i ölüm, 3’ü ömür boyu hapis, 7’si ağır hapis cezasına çarptırılmış olup, sadece 3 kişi beraat edebilmiştir8.
Tokyo Mahkemesi gerek hâkim gerekse savcıları bakımından 11 değişik ülkenin katkılarıyla oluşturulmuştur. Söz konusu ülkeler, ABD, SSCB, İngiltere, Çin, Fransa, Kanada, Avustralya, Hindistan, Hollanda, Yeni Zelanda ve Filipinler’dir. Her bir devletten birer tane olmak üzere hakim ve savcıların atanması Müttefik Devletler Uzakdoğu Başkomutanı ABD’li General Mc Arthur tarafından yapılmıştır. Statüsünün 4. maddesine göre, Mahkeme altı hâkimin hazır bulunması ile görev yapabilmekte olup, oyların eşitliği durumunda Başkanın oyu kararı belirleyici olmaktadır9. Tokyo Askeri Mahkemesince 25 kişi hakkında yargılama yapılmış olup, 7 kişi ölüm, 7 kişi ömür boyu hapis, diğerleri ise ağır hapis cezalarına çarptırılmıştır10.
Nuremberg ve Tokyo Mahkemelerinin uygulamaları, II. Dünya Savaşı’ndan önce uluslararası toplumun savaş hukukuna ilişkin olarak kabul ettiği antlaşma ve örf adet hukuku kurallarının uygulanması açısından önemli bir yer tutar. Ayrıca, bu mahkemelerin uygulamaları sonucunda, uluslararası toplum tarihte ilk defa uluslararası nitelikteki suçların, savaş suçları, barışa karşı işlenen suçlar ve insanlığa karşı işlenen suçlar olarak sınıflandırılmasına da tanık olmuştur.11 Fakat, Nuremberg ve Tokyo Mahkemeleri bazı yazarlarca galiplerin mahkemeleri (victors’ courts) olarak değerlendirilmiş ve tarafsız olmadıkları ileri sürülmüştür.12 Söz konusu mahkemeler nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin, uluslararası ceza hukuku açısından, uluslararası suçların kabul edilmesi ve bireylerin uluslararası nitelikli cezaî yargılama yetkisine sahip bir organ tarafından cezaî sorumluluklarının tescil edilmesi ve sürekli bir uluslararası ceza mahkemesinin kurulmasının sağlanması bakımından çok önemli bir yere sahip olduğu açıktır.
Nitekim 1993 ve 1994 yıllarında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin, Eski Yugoslavya ve Ruanda’daki insan hakları ve uluslararası ceza hukuku ihlalleri karşısında, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın VII. Bölümü çerçevesinde uluslararası barış ve güvenliğin korunması için kurmuş olduğu Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemelerinin düzenleme ve uygulamalarına Nuremberg ve Tokyo Mahkemeleri örnek teşkil etmiştir.13 Nuremberg ve Tokyo Mahkemelerinin aksine, Yugoslavya ve Ruanda Savaş Suçluları Mahkemeleri, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından uluslararası barış ve güvenliğin korunması ve yeniden tesis edilmesi amacıyla uluslararası toplumun tamamı adına kurulmuştur.14 Bu nedenledir ki, bu iki mahkeme, uluslararası toplumun uluslararası ceza ve insan hakları hukukunu ihlal eden bireylerin yargılanmalarını sağlamak açısından, insanlık tarihinde ilk defa uluslararası hukuk kurallarına tam anlamıyla uyularak kurulmuş uluslararası ceza mahkemeleri olarak kabul edilmektedir.15
Uluslararası Ceza Mahkemesi
Yukarıda kısaca değinilen gelişmeleri, 15 Haziran-17 Temmuz 1998 tarihinde Roma’da düzenlenen Uluslararası Ceza Mahkemesi Kurulmasına Dair Birleşmiş Milletler Diplomatik Konferansı ve bunun sonucunda, tarihte ilk defa uluslararası toplumca, Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün16 kabul edilmesi izlemiştir. Statü 120 devletin lehte (İngiltere, Fransa ve Rusya dahil), 7 devletin aleyhte (Amerika Birleşik Devletleri (ABD),17 Çin, Libya, Irak, İsrail, Katar ve Yemen), ve 21 devletin çekimser oy kullanması gibi büyük bir uluslararası toplum desteğiyle uluslararası hukukta yerini almıştır. Statünün 126. maddesine uygun olarak, 60 devletin Statüyü onaylaması şartının yerine gelmesiyle, Uluslararası Ceza Mahkemesi 1 Temmuz 2002 tarihi itibariyle görevine başlamış bulunmaktadır. 30 Aralık 2003 tarihi itibariyle Statüyü imzalayan devlet sayısı 139’a, Statüye taraf olan devlet sayısı ise 92’ye ulaşmıştır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yirminci yüzyıl sonuna kadar kurulamamasının en temel nedeni, devletlerin hükümranlık hakları konusundaki hassasiyetleridir. Uluslararası düzeyde bir ceza mahkemesinin kurulması, devletlerin hükümranlık haklarının en ciddi bir şekilde hissedildiği ceza yargılamasının sınırlanması anlamını taşıdığından, bağımsız devletler tarafından böyle bir kurumun oluşturulması uzun bir süre kabul görmemiştir.18 Hiç şüphe yoktur ki, uluslararası toplumun bu aşamaya gelmesinde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından Yugoslavya ve Ruanda Savaş Suçluları Mahkemelerinin kurulmaları ve bu mahkemelerin başarılı uygulamaları en önemli rolü oynamıştır. Bu gelişmelere uygun olarak denilebilir ki, uluslararası ceza hukuku, Eski Yugoslavya’da katliamların başlamasından itibaren öyle bir gelişme göstermiştir ki, bu gelişme 12 Ağustos 1949 tarihli Savaşta Sivillerin Korunmasına Dair Cenevre Antlaşması’nın kabulü ve Nuremberg Mahkemelerinden bu yana kırk beş yılda görülen gelişmelerden daha fazla ve daha hızlı olmuştur.19
Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü hükümleri çerçevesinde Mahkemenin en önemli özellikleri şu şekilde belirtilebilir:
1- Uluslararası Kişilik
Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüye göre, sürekli bir organ olup20 uluslararası kişiliğe sahiptir.21 Mahkeme üç temel organdan oluşmaktadır. Bunlar: (a) Yargılama Makamı; Başkanlık, Temyiz Mahkemesi, Duruşma Öncesi Mahkemesi ve Duruşma Mahkemesi’ni içerir. (b) Savcılık Makamı ve (c) İdari Organ (Mahkeme Yazı İşleri de denebilir, “Registry”).22 Mahkemenin hâkim sayısının arttırılması mümkün olmakla birlikte, kuruluşta bu sayı 18 olarak belirlenmiştir23. Temyiz Mahkemesi bir başkan ve dört hâkimden oluşmakta, Duruşma Öncesi Mahkemesi ve Duruşma Mahkemesi en az altı hâkimden oluşmakta ve her davaya 3 hâkimle veya Duruşma Öncesi Mahkemesinin bir hakimle de bakabilmesi mümkün olabilmektedir24.
2- Bireyler ve Suçlar Bakımından Yargı Yetkisi
Uluslararası Ceza Mahkemesi sadece bireyler üzerinde uluslararası toplumu tümüyle derinden etkileyen çok ağır suçlar hakkında yargı yetkisine sahiptir. Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü aracılığıyla uluslararası toplum, soykırım,25 insanlık aleyhine işlenen suçlar,26 savaş suçları27 ve saldırı suçlarını28 işleyen kişilerin bir uluslararası ceza mahkemesi tarafından yargılanıp cezalandırılmaları, hiç bir sorumlunun adaletten kaçmamaları konusundaki isteğini çok net bir şekilde ortaya koymuştur.29
Uluslararası toplum, günümüz için artık birçok problemi aşarak, Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nü kabul etmiştir. Bunların başında maddi hukuka ilişkin olarak hangi suçlar üzerinde mahkemenin yargı yetkisine sahip olduğu, suçların tanımı ve kapsamı, ulusal ve uluslararası ceza mahkemesinin cezaî olarak yargı yetkisini paylaşımı, bu anlamda devletlerin hükümranlığı ilkesi ve cezaî yargı yetkisi, usul hukukuna ilişkin temel sorunlar gelmektedir. Dünya üzerinde her devletin hukuk sistemi ve uygulamalarının farklı olduğu dikkate alınırsa, uluslararası düzeyde bireyleri yargılayıp cezalandıracak bir mahkemenin oluşturulmasının pek de kolay bir iş olmadığı kolayca anlaşılabilir. Bilindiği gibi, Anglo-Sakson ya da common law olarak adlandırılan ve Amerika, İngiltere ve diğer Commonwealth ülkelerinde hâkim olan hukuk sistemi ile Kıta Avrupasında egemen olan Kara Avrupası Hukuk Sistemi iki ayrı, çoğu konularda da farklı uygulamaları olan sistemlerdir. Evrensel bir hukuk organı oluşturulurken, hiç şüphesiz her iki sistemi de bağdaştıran bir mekanizmanın kurulması kaçınılmazdır. Aksi takdirde, uluslararası nitelikli cezaî yargılama yetkisine sahip bir organının yaratılması olanaklı değildir. Uluslararası ceza organları tarafından uygulanacak maddi hukuk kuralları açısından bu iki sistem herhangi bir problemle karşılaşmaz. Çünkü, uluslararası toplum, Nuremberg ve Tokyo Mahkemelerinin uygulamalarından bu yana, uluslararası maddi ceza hukukunun kodifiye edilmesi ve geliştirilmesi konusunda büyük bir gelişme kaydetmiştir. Bunların en önemlileri 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi, 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri ve 1977 tarihli Cenevre Sözleşmelerine İlişkin Ek Protokol I ve II olarak ifade edilebilir.30
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin, devletler üzerinde veya devletlerin sorumluluğuna yönelik bir yargı yetkisi bulunmamaktadır. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin bireylerle ilgili yargı yetkisi dahilinde olan suçlar açıkça şu şekilde belirtilmiştir: (a) soykırım suçu, (b) insanlığa karşı işlenen suçlar, (c) savaş suçları ve (d) saldırı suçu.31 Yugoslavya ve Ruanda Savaş Suçluları Mahkemeleri’nin Statü ve uygulamalarından da bilindiği üzere, ilk üç suç kategorisi, her iki mahkemenin de maddi yargılama yetkisi altında bulunmakta ve uluslararası ceza hukukunda en ağır ihlaller olarak kabul edilmektedir.32 Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü ile Yugoslavya ve Ruanda Savaş Suçluları Mahkemeleri Statüleri arasındaki en önemli farklılık, Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün saldırı suçları hakkında da yargı yetkisini içermesidir. Uluslararası ceza hukuku bakımından, bu şekilde bir düzenlemenin yapılması, uluslararası toplumca büyük bir gelişme olarak kabul edilmelidir. Saldırı suçlarının Mahkemenin yargı yetkisinin dışında tutulması, en ağır uluslararası suçu (the supreme international crime) işleyen veya bu suçlardan dolayı cezai sorumluluğu olması gereken bireylere dokunulmazlık verilmiş olması anlamına gelirdi.33 Nuremberg Mahkemesi uygulamalarından günümüze kadar, bir savaşın başlatılması diğer bir ifadeyle bir saldırı suçunun işlenmesi uluslararası bir suç olarak tarif edilmiş, ulusal bir hak olarak görülmemiştir.34 Eğer saldırı suçu Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisi dışında tutulmuş olsaydı, uluslararası toplum uluslararası ceza hukuku uygulamalarından bir adım geriye gitmiş olurdu.35
Ne yazık ki, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin saldırı suçlarına yönelik olarak yargı yetkisine sahip olması Statünün madde 5 (2) hükmünde belirtilen koşulun gerçekleşmesine bağlanmıştır. Buna göre, Statünün 121 ve 123. maddelerine uygun olarak kabul edilecek, saldırı suçunu tanımlayan ve uygulanma koşullarını belirleyen bir hükmün Statüde yer alması gerekecektir. Söz konusu hükmün Birleşmiş Milletler Andlaşması’nın ilgili hükümleriyle uyum içerisinde olması aranacaktır. Bu düzenlemeden de kolaylıkla anlaşılacağı üzere, Uluslararası Ceza Mahkemesi saldırı suçu üzerinde, uluslararası toplumun suçun tanımı ve uygulanma koşulları konularında bir uzlaşmaya varması durumunda yargı yetkisine sahip olacaktır.36 Böyle bir koşulun var olmasının temel nedeni, bir devlet tarafından saldırı yapılıp yapılmadığını kararlaştırmaya tek yetkili organ olan Güvenlik Konseyi ile saldırı suçu arasındaki ilişkidir. Bundan dolayıdır ki, Statünün 2. maddesinde belirtildiği üzere, saldırı suçunun tanımlanması ve koşulları ile ilgili problemlerin çözülmesi için, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Güvenlik Konseyi arasındaki ilişkinin bir andlaşma çerçevesinde net bir şekilde düzenlenmesi gerekmektedir.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin maddi yargı yetkisi bir çok açıdan eleştirilebilmekle beraber, özellikle, nükleer silahların kullanımı veya kullanılma tehdidi, gözü kör edici lazer silahlarının kullanımı ve diğer kitle imha silahlarının kullanımının savaş suçları başlığı altında düzenlenmemiş olması ve Mahkemenin bu konularda yargı yetkisine sahip olmaması belirtilmelidir. Özellikle, nükleer silahların kullanımı konusunda Mahkemenin yargı yetkisinin olmaması, hukuk kurallarının uygulanması bakımından adil olmayan bazı sonuçların doğmasına neden olacaktır. Örneğin, bir kimse zehirli bir ok veya dom-dom kurşunu ile bir şahsı öldürdüğünde Uluslararası Ceza Mahkemesi savaş suçu adı altında yargılama yetkisine sahip olurken, nükleer silah kullanımı sonucu binlerce sivil halkın ölümüne yol açmak Mahkemenin yargı yetkisinin dışında kalmaktadır.37 Böyle bir durumun uluslararası ceza hukuku bakımından açıklanması mümkün değildir. Ancak, her ne olursa olsun Statünün bazı eksikliklerine rağmen, uluslararası toplumca atılan büyük bir adım olduğu ve zaman içerisinde bunların tek tek giderileceği unutulmamalıdır.
3- Ulusal Mahkemeleri Tamamlayıcı Nitelikli Yargı Yetkisi
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin en temel özelliklerinden bir tanesi de, yargı yetkisinin ulusal mahkemelerin yargı yetkisini tamamlayıcı nitelikte olmasıdır. Statüde yer alan düzenlemeye göre, eğer Statüde öngörülen bir suç yetkili devlette kovuşturma ya da soruşturma konusu yapılmış ise, ilgili devletin bunu devam ettirme istek ve yeteneği olmaması durumları hariç, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisi söz konusu olamamaktadır (non bis in idem).38 Başka bir deyişle, ulusal mahkemelerin Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne oranla bir önceliği vardır.39 Gerçeklikte böyle bir düzenlemenin olması, uluslararası hukukta yer alan devletlerin hükümranlığı ilkesinin doğal bir sonucudur. Çünkü, tarihsel olarak hükümranlık hakkı ve cezai yargı yetkisi birbiriyle yakından ilgilidir ve devletlerin bağımsızlığının ve hükümranlığının vazgeçilemez bir unsuru olarak kabul edilmektedir. Buna bağlı olarak, hiç bir devlet sahip olduğu cezai yargılama yetkisini başka bir devlete veya uluslararası bir mahkemeye veya organa devretmek istemez.40
Yugoslavya ve Ruanda Savaş Suçluları Mahkemelerinin uygulamalarına bakıldığında, her iki mahkemenin Statülerinde, yargı yetkilerinin ulusal mahkemelerin yargı yetkilerini tamamlayıcı nitelikte olduğu düzenlenmiştir. Ancak, ulusal mahkemelerin yargı yetkileri, Yugoslavya ve Ruanda Savaş Suçluları Mahkemelerinin öncelikli yargı yetkisiyle sınırlandırılmış bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle, Yugoslavya ve Ruanda Savaş Suçluları Mahkemelerinin, ister hazırlık aşaması isterse dava aşamasında olsun, ulusal mahkemelerin yargılama prosedürüne müdahale etme, davanın kendilerine iade edilmesini talep etme hakları bulunmaktadır41. Bu şekilde yapılan bir hukuki düzenlemeyle bir anlamda, devletlerle Uluslararası Mahkemeler arasında “dikey” bir ilişki kurulmuş bulunmaktadır. Sanıkların veya şüphelilerin Yugoslavya ve Ruanda Savaş Suçluları Mahkemelerine iade veya transfer edilmesinde bu ilişkiyi açıkça görmek mümkündür. Oysa, suçluların iadesine yönelik yerleşmiş olan uluslararası hukuk düzenlemesi, devletlerin yaptıkları ikili andlaşmalar çerçevesinde gerçekleşmekte olup, hukuken “yatay” bir ilişki kurulması yönündedir. Bunun da temel nedeni, devletlerin eşitliği ilkesidir. Yugoslavya ve Ruanda Savaş Suçluları Mahkemelerinin Güvenlik Konseyi’nin bağlayıcı bir kararıyla kurulmuş olması dolayısıyla, temel ilkeden ayrılınması söz konusu olmaktadır.42
4- Davaların, Bağımsız ve Tarafsız Olarak Siyasi Etkilerden Uzak Bir Şekilde Açılabilmesi
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin bir diğer özelliği, Mahkemenin bağımsız, adil, tarafsız, etkili, uluslararası ceza yargısını temsil edici ve her türlü siyasi nitelikli etkilerden uzak bir şekilde kurulmasıdır.43 Bu bağlamda, Uluslararası Ceza Mahkemesi ile Güvenlik Konseyi arasındaki ilişki büyük bir rol oynamaktadır. Bu durum Konferans süresince üzerinde en çok tartışılan temel konu olmuştur.44 Özellikle, ABD, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Güvenlik Konseyi ile çatışma halinde olmadan, işbirliği içerisinde çalışması gerektiğini belirterek, Mahkemenin Güvenlik Konseyi’nce kontrol edilmesini istemiştir.45 Uluslararası toplum, Uluslararası Ceza Mahkemesi veya Savcılık Makamı’nın Güvenlik Konseyi veya herhangi bir devlet gibi siyasi bir organın kontrolüne tabi olmasının, Mahkemenin güvenilirliğini ve uluslararası adalet duygusunu zedeleyeceği gerekçesiyle, ABD’nin görüşünü46 kabul etmemiştir.47 Gerçekte tartışmanın özü, Mahkemenin yargı yetkisini nasıl kullanacağı veya daha açık bir ifadeyle herhangi bir davanın hangi şekilde Mahkeme önüne getirilebileceği konusunda yatmaktadır. Statü 13. maddesinde Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne bir davanın ne şekilde getirilebileceğini açık bir şekilde düzenlemiştir. Buna göre, bir dava Mahkemeye, Mahkemenin yargı yetkisini kabul eden devlet tarafından, Savcılık makamının re’sen veya Güvenlik Konseyi’nin başvurusu üzerine getirilebilir.48
Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü hükümlerinden Savcılık makamının hazırlık soruşturması başlatması ve dava açması konularında bağımsızlığının tartışılabileceği tek düzenleme, Statünün 16. maddesi çerçevesinde, Güvenlik Konseyi’nin 12 ay ya da daha kısa bir süre için Savcılığın hazırlık soruşturması ya da iddianamenin Mahkemeye sunulmasının geriye bırakılması konusunda istekte bulunması halidir. İlk bakışta bu hüküm, bir siyasi organın bir yargı organına müdahalesine izin veriyormuş gibi algılanabilir. Fakat, bu hükmün yorumundan Güvenlik Konseyi’nin yetkilerinin sınırsız olmadığı ve Savcılıktan böyle bir talepte bulunulmasının bazı koşullara bağlı olduğu sonucu rahatlıkla çıkarılabilir. Güvenlik Konseyi’nin isteği ancak ve ancak Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın VII. Bölümüne ilişkin olarak alacağı bir karar doğrultusunda olabilir. Bu nedenle, Güvenlik Konseyi’nin sadece, açıkça soruşturmaya devam edilmesinin uluslararası barışı tehdit etmesi durumunda Savcılığın soruşturmayı ve iddianameyi geriye bırakmasını talep etmesi mümkündür. Şüphesiz ki, yukarıda gösterilen koşullara uygun bir taleple Savcılık bağlıdır. Statünün bütün hükümleri ve özellikle 16. maddede belirtilen ve yukarıda değinilen koşullar dikkate alındığında, Güvenlik Konseyi’nin siyasi nitelikli veya keyfi bir şekilde hareket edemeyeceği sonucuna varmak pek de yanlış olmasa gerektir.49
Sonuç
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yukarıda belirtilen özellikler çerçevesinde kurulmuş olması, uluslararası ceza ve insan hakları hukuku açısından büyük bir önem taşımaktadır. Şöyle ki:
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kuruluşu, “hukukun üstünlüğü ve evrensel insan haklarının gelişimi yönünde atılmış dev bir adım ve gelecek nesillere bir ümit kaynağı”50 olarak değerlendirilmelidir.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kuruluşu, uluslararası düzeyde bireylerin cezai olarak sorumlu tutulmasını ve insanlığın ve insan onurunun global adalete ulaşmasını sağlamak için dokunulmazlıklara bir son getirmesi dolayısıyla, uluslararası hukukta tartışma konusu olan cezai müeyyide veya yaptırım olmaması şeklindeki eleştirileri ve boşlukları da doldurucu nitelik taşır.51
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kuruluşu, ümit edilir ki, gerek uluslararası gerekse ulusal nitelikli silahlı çatışmaların son bulmasına ve uluslararası toplumun 20. yüzyılın sonlarında tanık olduğu Bosna-Hersek ve Ruanda gibi insanlık dramlarının tekrar sahnelenmesinin önlenmesine neden olacaktır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin ulusal mahkemelerle olan ilişkilerinde devletlerin hükümranlık haklarının bir sonucu olarak tamamlayıcı bir nitelikte kurulması sonucu, uluslararası toplum, ulusal hukuk sistemleri düzeylerinde tüm insanlığı ilgilendiren uluslararası suçların sorumlularının yargılanması ve cezalandırılmaları konularında gerekli iç hukuk düzenlemelerinin yapılmasına tanık olacaktır. Ulusal hukuk uygulamalarının yetersiz veya isteksiz olması durumunda Uluslararası Ceza Mahkemesi devreye girecek ve sorumlular uluslararası düzeyde yargılanacaklardır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin 120 devletin lehte ve sadece 7 devletin aleyhte kullandığı oy sonucu kurulmuş olması, Yeni Dünya Düzeni’nin dünyanın geriye kalan tek süper gücünün kontrolü altında olmayacağını, uluslararası toplumu evrensel bir adalet anlayışına ulaştırmanın tek yolunun hukukun üstünlüğü olduğunu göstermesi açısından da kayda değer bulmak gereklidir.