Bir siyasi toplulukta, yönetici makamlarına seçimle gelinebiliyorsa, makamla kişiler arasında özdeşlik kurulmamışsa, orada görev süresinden bahsetmek mümkün olur. Irsi bir öğe içermedikçe, bu görev süresinin ömür boyu olarak tanımlanması da mümkündür. Ancak tarihsel olarak bakıldığında, ağırlıklı olarak bunun kısa dönemlerle sınırlandırıldığı, genelde seçimden seçime tekrarının kabul edildiği açıktır. Günümüzde demokratik yönetimlerde makamlara belli bir süre için gelinmesi (pro tempore) esastır; otoriter yönetimlerde bu sürelerin kaldırılması (contra tempore) eğilimi gözlenir. Görev süresi kısıtlamaları; bir kişinin kaç dönem ve hangi sıralamalarla görev yapabileceğini düzenler. Makamı işgal edecek yöneticilerin belli aralıklarla rotasyonunu öngörür.

Tarihsel Örnekler

Görev süresi kısıtlamaların ilk örneğine M.Ö. 7. yüzyılda Girit’te Dresos şehir devletinde bulunan bir yazıtta rastlıyoruz. Buna göre, bir kişinin “kosmos” ismi verilen makama yeniden gelmesi için 10 yıl geçmesi gerekiyordui. Buna uymayanın cezalandırılacağı belirtiyordu. Kosmos’un ne tür bir makam olduğu bilinmiyor fakat tirana dönüşmesi önlenmeye çalışılan bir yöneticilik olduğunu düşünebiliriz.

Rotasyon sisteminin en klasik örneği antik Atina şehir devletinin “boule” isimli konseyi. Buradaki 500 üye yalnızca kurayla belirlenmez, aynı zamanda görev süreleri çok kısadır (2 yıl) ve artık ömürleri boyunca tekrar edilemez. Başka organlar için de oldukça kısıtlayıcı düzenlemeler konulmuştur. Diğer antik Yunan şehir devletlerinde de benzerleri bulunurii. Aristoteles’de bu işleyiş şekli, vatandaşın –sırayla- hem yönetici hem de yönetilen şeklinde katılımını sağladığı için desteklenir. Daha sonraları, Cicero “Bugün itaat eden yarın hükmedebileceğini ummalı, bugün hükmeden kısa bir süre sonra itaat edecek konumda olacağını düşünmeli” derken, zaten Roma Cumhuriyeti’nde çok yaygın olan rotasyon işleyişini öne çıkarmaktadıriii.

Tarihsel akış, Rönesans’ta Floransa ve Venedik şehir devletlerinde konsey üyeleri ve yöneticilere konulan kısıtlarla akıyor. 16. Yüzyıldan itibaren daha kuzeye, Hollanda Cumhuriyetçileri ve İngiliz radikal Whig geleneğine kayıyor. Bunlar arasında, ileride ABD Anayasası’nda çok etkisi olacak James Harrington’un ütopik Commonwealth of Oceana (1656) eseri özellikle belirtilmeliiv. Seçimsiz rotasyonun ya da rotasyonsuz seçimin ideal olmayacağını savunan Harrington, rotasyonu farklı çıkarlar arasında bir denge aracı olarak görüyordu. Uzun süre görevde kalan kimse kamu yararını bir kenara bırakıp kişisel çıkarlarını ön plana alır, rotasyon olmazsa tiranlık ve baskı kaçınılmazdır. Bu fikrin güçlü muhalifleri de vardır. Örneğin David Hume, rotasyon fikrini, ülkenin yetiştirdiği tecrübeli ve yetenekli yöneticileri safdışı bırakacağı için reddeder; bunun sonucunu ancak istikrarsızlık olarak değerlendirirv. Rotasyon savunucuları, bu sonuçları olası görmekle beraber, daha büyük tiranlık tehlikesini altedeceği için yine de faydalı ve gerekli saymaktadır.

Rotasyon fikri, İngiliz yazarları eliyle yeni kıtaya geçti. Amerika’da kurulan ilk devletlerin anayasalarına, monarşi ve aristokrasi tehlikesini önlemek için, görev süresi kısıtlamaları konmuştu. İçlerinde en radikali olan Pensilvanya Anayasası’nda (1776) hem yasama hem de yürütme için kısıtlamalar vardı. Thomas Paine, zamanının hayli popüler Common Sense (1776) kitabında, yöneticilerin, kendi yaptıkları yasalar uyarınca gelecekte yönetilenlerin arasına mutlak döneceklerinin bilmeleri sağlanmalıdır, diyordu. Yönetici ve yönetilenler arasındaki sirkülasyon mümkün olduğunca sık olmalıydı.

Bu denli popüler olduğu halde, rotasyon ABD Anayasası’nda yer almadı. Kurucu Babalar arasında Alexander Hamilton gibi federalist, güçlü yürütme yanlılarının da etkin olduğu ve görev süresi kısıtlamalarına karşı oldukları doğru. Ancak Anayasa’da yer almamasının asıl sebebinin, rotasyon ilkesinin açıktan reddedilişi olmadığı; diğer mevcut bazı güvencelerin bulunuşu (seçimlerin sıklığı, kuvvetler ayrılığı vb.) nedeniyle görev süresi kısıtlaması getirmenin gereksizliğinin düşünüldüğü de savunulmaktavi. Gerçekten de neredeyse tüm 19. yüzyıl boyunca sistem, gönüllü emeklilik şeklinde, iktidarın tekelleşmesine neden olmadan işledi. George Washington ikinci başkanlık döneminden sonra aday olmayarak, yazılı olmayan bir teamül geliştirdi. Kongre üyeliği ise o dönemde fazla cazip olmadığından, uzun süreler boyunca makamda oturanlar görece azdı. Başkan Andrew Jackson (1829-1837) döneminde, rotasyon sistemi, seçilmişlerin etrafındaki bürokratları da kapsayacak şekilde (spoils system – ganimet sistemi) genişledi.

Amerikan deneyimi dışında ilk örnekler, 1795 ve 1799 Fransız Devrimi anayasalarında yürütme organları için konulan kısıtlamalardır. Bunları, daha sonra, bağımsızlığına kavuşup başkanlık sistemini benimseyen Latin Amerika devletleri anayasaları izledi. “¡No reeleccionismo!” diyebileceğimiz yeniden seçilememe ilkesinin bu ülkelerde uzun bir uygulama geçmişi bulunmaktavii. Bunlar arasında en çok tanınanı “sexenio” olarak bilinen, Meksika başkanı ile eyalet başkanlarının tek bir seferliğine altı yıl için seçilebilmesi kuralıdır. Tekrar seçilememe, ülkenin siyasal kültürüne neredeyse yerleşmiştir: Anayasanın 59. maddesi, Kongre üyelerinin de tekrar seçilmesini engeller. Bazı bürokrat ve yerel yöneticiler için de bu geçerlidir. Meksika’nın bu özgünlüğünün gerekçesi devrim öncesi devirlerdeki iktidar kavgalarını önlemek olsa da, kurucu partisi (PRI) kendi siyasal otoritesini muhafaza için bunu kullanmıştır.

20. ve 21. Yüzyıllar

Yakın dönemdeki en önemli gelişme 1951’de ABD’de anayasa değişikliği ile (22nd Amendment) başkanlık makamının en fazla iki döneme bağlanması oldu. Bunun nedeni, Franklin D. Roosevelt’in 1945’te ölümüne dek, G. Washington’un başlattığı teamülün dışına çıkarak, peş peşe dört dönem başkanlık yapmasının doğurduğu tepkiydi. ABD başkanları bugüne değin bu maddeyi değiştirmek, yeniden aday olmak gibi bir girişim içinde bulunmadılar. İki dönem kuralına muhalifler var olsa da, bunlar oldukça cılız; anayasayı tekrar değiştirmeye çalışmak gibi oldukça geniş bir destek alması gereken bir tabana sahip değiller. Kuralın olumsuz sonuçlar yarattığı iddiasının esas konusu, “lame duck effect” (topal ördek) denilen, son dönemindeki siyasetçinin bir daha seçilmeyeceği kesin olduğu için (bize uyarlarsak, bir ayağı çukurda olmak, gidici olmak diyelim), bu durumun vereceği kararlara etkisi. Kimileri bunun yöneticiyi değişik güç odaklarına karşı zayıflattığını, sıkıntıya soktuğunu savunuyor. Ayrıca yöneticilerin kararlarının daha kısa görüşlü, daha tezcanlı, daha maceracı, daha kişisel vb. olabileceği savunuluyorviii. Bu kararların ekonomi, maliye, dış politika (savaş gibi) vb. alanlarda önemli etkileri olabilir. Bu etkilerden kurtulmak için, başkanlığın yalnızca bir dönem fakat altı yıl olmasını önerenler var.

ABD dışına baktığımızda, 1960’larda sömürge sonrası bağımsızlığını kazanan Afrika devletlerinden bazılarının başkanlık rejimini benimsediğini görüyoruz. Başkanlık veya yarı-başkanlık rejimini benimseyen en son dalga ülkeler, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ortaya çıkan devletler oldu. Genel olarak bakıldığında 90’ı aşkın ülkenin çoğunda farklı türlerde görev süresi kısıtlamaları uygulanmaktadırix. Kısıtlama bulunmayan ülkeler arasında, yakın zamanlarda özellikle Afrika’da bunları gevşetmiş ya da kaldırmış olanlar dikkat çekiyorx. Bu kurallar zaten temel bir siyasi mücadele alanı; birçok kriz nedeninin de bu kısıtlamalar üzerinden doğduğunu görüyoruz.

İktidarı bırakmak istemeyen liderler, kısıtlamaları kaldırmak için anayasayı değiştirmeye çalışıyorlar. Örneğin 1948’de kısıtlamalardan yana olan Juan Peron, yalnızca bir yıl sonra, partisinin halkın iradesi olduğunu savunarak bunları kaldırmak istemişti. 2000 yılında Peru’da Fujimori beş yıl önce kendi genişlettiği iki dönem kuralını tanımayarak iktidarda kalmaya çalışmıştı. Arjantin’de Menem (1997), Brezilya’da Cardoso (1997), Kolombiya’da Uribe (2005), Venezuela’da Chavez (2009), Ekvador’da Correa (2015), Honduras’ta Zaleya (2009), Bolivya’da Morales (2009, 2016) başarılı ya da başarısız hep bu kısıtlamalarla uğraştı. Eski Sovyet Cumhuriyetleri’ndeki anayasaların tamamı liderler lehine değiştirildi. Türkmenistan başkanı Niyazov kendini hayat boyu başkan seçtirdi. Rusya lideri Putin, iki dönem kuralını değiştirmediyse de süreyi dört yıldan altı yıla çıkardı; boşluğunu bir süre kuklasıyla doldurup sonrasında makamına geri döndü. Afrika’da, iktidarda kalmak için anayasaları değiştiren ya da iktidardan inmemekte direnen liderleri de göz önüne aldığımızda, görev süresi kısıtlamalarının popülerliğinin gerilediği düşünülebilir. Bir taraftan, serbest seçimlerin yapıldığı “demokratik” ülkeler başkanlığa yakın rejimleri giderek daha fazla seçiyorxi; aynı zamanda bu başkanlık rejimleri, tepedeki yöneticinin koltukta daha fazla kalabileceği şekilde kurumsal değişikliklere yöneliyor.

Yasamada Kısıtlama

Yasama organlarına görev süresi kısıtlaması getirmek çağdaş demokrasilerde nadir gözlenen bir durum. En bilineni Kosta Rika’da 1949 Anayasası ile getirilen peş peşe seçilememe kuralıxii. Bu kural, yaşanan kısa süreli iç savaşın ardından, üzerinde pek de fazla tartışılmadan getirildi. Amaç, önceki dönemlerde yolsuzluk ve yozlaşma içinde olduğu düşünülen siyasetçilerin kariyerine sınır getirmekti. Beklenileceği üzere, “kariyer yasamacılığı” diyebileceğimiz bir olguyu etkin olarak önledi. Yaklaşık elli yıllık bir sürede, ikinci dönemine seçilenlerin oranı %11, üçüncü döneme ise yalnızca %3 oldu. Fakat bunu kariyerizmin sonu olarak değerlendiremiyoruz. Çünkü bazı siyasetçiler, başka mecralarda kariyer yapmaya devam edebildi (diplomasi, bürokrasi, başkana yakın görevler gibi).

Yasamada kısıtlamalar için asıl üzerinde durmamız gereken gelişme, ABD’de 1980’ler sonu itibariyle yayılan “term limits” hareketi oldu. 1990’lı yıllarda çeşitli başarılar elde eden bu hareket, ABD siyasal tarihinde kısmen sonuca ulaşmayı başarabilmiş birkaç taban hareketinden biri sayılmakta. Hareket, her ne kadar, genelde partilerüstü bir platform şeklinde işlemiş ve yaygın siyasetçi-karşıtı Amerikan siyasal kültürden beslenmişse de, asıl desteğini Cumhuriyetçilerden, bazı bağımsızlardan ve Liberterlerden aldıxiii. Bu yıllarda, Kongre’nin iki kanadında da Demokratların on yıllardır süregelen hakimiyeti, bunda etkili oldu. Halen bu harekette Cumhuriyetçilerin ve son yıllardaki popülist Tea Party hareketinin ağırlığı olduğu söylenebilir. 1990’larda birbiri ardına eyalette kısıtlama referandumları yapıldı. 1995’te 23 eyalette bu tür yasalar çıkmıştı. O yıl, Anayasa Mahkemesi (U.S. Term Limits, Inc. v. Thornton kararı ile), federal organlar için bu türden kısıtlamaları eyaletlerin kendisinin koyamayacağını belirterek, bu düzenlemeleri Kongre için anayasa aykırı bularak iptal etti (4’e karşı 5 oyla). Eyalet ve yerel düzeydeki kısıtlamalar ise korundu. Hali hazırda 15 eyalette bu tür yasalar geçerlixiv. Kamuoyu araştırmaları halkın çoğunluğunun halen kısıtlamalara olumlu baktığını gösteriyor. Örgütsel hareket ise hız kesmiş durumda ve gündemde değilxv.

Kısıtlama taraftarlarının argümanlarına baktığımızda, bunu yöneticilerin makama yapışması, siyaseti bir kariyere dönüştürüp halktan kopmaları, lobilerin, çıkar gruplarının etkisi altına girmeleri gerekçeleriyle istediklerini görüyoruz. Siyasetçiler vazgeçilmez değildir. Pekala, tecrübelerini ve yeteneklerini başka yerlerde de ülke yararına sürdürebilirler. Görev süresini kısıtlamak, siyaseti kişisel ikbal kapısı olmaktan çıkartabilir. Siyasette tekelleşme önlenebilir. Günümüz siyasetinde, koltukta oturup seçime giren adayların (incumbent) rekabette haksız bir konumda olması, yapılan seçimlerin çoğunu iktidardakilerin kazanması, kapalı bir yönetici sınıfı oluşturmaktadır. Kısıtlama, “kariyer siyasetçisi” tipi yerine halkın içinden gelen, daha amatör fakat halkı daha çok temsil eden ve onların arasına geri dönecek yeni bir siyasetçi tipini doğuracaktır. Belki ideal olarak zihinde, çiftliğini bırakıp Roma’ya iki defa diktatör olup, hizmetinden sonra tekrar çiftliğine dönen Lucius Cincinnatus’un hayali bulunmaktadır. İktidardaki süresi belli olduğundan, lobilerle içli dışlı olacak kadar fazla zaman geçirmediğinden, lobiler tarafından daha zor teslim alınacağı düşünülmektedir.

Karşı çıkanlar ise, asıl tecrübesiz yasamacıların çıkar gruplarının oyuncağı olacağını savunur. Bunların etki altına alınması daha kolaydır. Sürelerin belli olması, son dönem seçimlerinin üstlerinde baskı yaratmaması, yolsuzluğa davetiye çıkaran asıl etken olacaktır. Seçilme baskısını üzerinde hissetmeyen yönetici, hesap verebilirlikten uzaklaşır; kamu yararı yerine daha sorumsuzca karar verir. Ayrıca kısıtlamalar, yasamanın gücünü yürütme aleyhine zayıflatırxvi.

Siyaset bilimciler, ilk dönemlerde, görev süresi kısıtlamalarının yöneticiler ve politikalar üzerinde ne şekilde etki edeceğini oyun teorisi, simulasyonlar vb. araçlarla öngörmeye çalışmışlardı. Ancak burada insan doğası, davranışı, karar verme aşaması üzerine ön kabuller farklı olabildiğinden, birbirine uymayan, lehte ya da aleyhte sonuçlara ulaştılar. Kısıtlamalar ampirik düzeyde meyvelerini vermeye başladığında bile, çelişik çıkarımların yapıldığını görüyoruz. Ancak bazı genellemelere de gidebiliriz: En başta, doğal olarak yenilenme oranları artmıştır. Kısıtlama taraftarlarının, halkın içinden, halktan siyasetçi tipi beklentisi gerçekleşmedi. Kariyer siyasetçiliği şekil değiştirerek devam etti. Daha az temsil edilmiş grupların temsilinde belirgin bir farklılık yaratmadı. ABD yasamasındaki, uzmanlık gerektiren komite sistemi, tecrübesiz yasamacıları yürütme/bürokrasi karşısında zayıflattı, onlara olan bağımlılığı arttırdıxvii.

Türkiye Üzerine Düşünceler

1961 Anayasası “Bir kimse arka arkaya iki defa Cumhurbaşkanı seçilemez” diyordu. 1982 Anayasası’nda “Bir kimse, iki defa Cumhurbaşkanı seçilemez” denilmekte idi. 2007’deki değişiklik sonrası “Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir” olmuştur. Yeni anayasa değişikliği kanununda bu madde korunduğu halde; “Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir” eklemesiyle üçüncü bir dönemin kapısı aralanmıştır.

Türkiye 1982 Anayasası’nın da yardımıyla bir yürütme organı diktası altındadır. Siyaset birkaç parti liderinin sultası altında şekillenmekte, onlar da patronaj ilişkileri sayesinde iktidarlarını yıllarca sürdürmektedir. Türkiye’de siyaset beş on siyasetçinin ağzından çıkanlar etrafında dönmektedir. Bu kişileri bu kadar merkezi, vazgeçilmez kılan nedir? Kendi ideolojik çevrelerinde bu kişiler, kendi ayarlarında başka fikirdaşlar ve lider adayları çıkaramazlar mı? Neden makamları zimmetli malları olarak görüp bunu demokrasi diye bize satabiliyorlar? Bunu yalnızca Recep Tayyip Erdoğan özelinde düşünülmemeli. Kendisini ömür boyu başkan ilan eden Tito, koltuğu bırakmayan Castro ve daha başka pek çokları için de geçerli olmalıxviii.

Fikrimce, gönüllü emeklilik, prestijli akıl hocalığı, danışmanlık, daha pasif veya alt makamlarda çalışmak gibi rollerle bir kenara çekilmiyorlarsa bunu kurumsal düzenlemelerle dayatmak, demokrasiye karşı bir adım sayılamamalıdır. Bu, demokrasi idealinin gerçekleştirilmesi için bir güvence olarak tesis edilmeli ve korunmalı. Doğrudan demokrasi, geri çağırma, kura gibi araçları kullanamıyorsak; en azından bu tür görev süresi kısıtlamalarını yaratmak , varolanlara riayet edilmesini sağlamak durumundayız.

Ancak kendi başına bu kısıtlamalar her olumsuzluğu karşı mucizeler yaratacak kurallar değiller. Kaldı ki, öngörülemeyen sonuçları da olabilirxix. Başka kurumsal tedbirlerle ya da değişik siyaset biçimleriyle desteklenmedikçe amaçlanan etkisi azalacaktır. Ancak asgari düzeyde de olsa bir güvence sayılabilirler; en önemlisi sembolik olarak yöneticiye makamda geçici olduğunu hatırlatması olabilir. Hatta bunu TBMM milletvekilleri için düzenlenmesi gerekir. Aslında Türkiye’de Meclis’in yenilenme oranı yüksek sayılır. Aynı zamanda, milletvekilleri, ABD’deki muadillerinin aksine, kanun yapımında neredeyse hiçbir rolü olmayan, pek az profesyonellik gerektiren, parti bağlarından sapmayan kişilerdir. Asıl kritik olanlar, yürütme ve yasama gruplarındaki birkaç demirbaş milletvekilidirxx. Parti ile milletvekilliği arasındaki bağ pek bağımsızlaşmayabilir; çünkü partilerin millletvekilleri üzerinde kontrolü sağlamalarının diğer yollarını da kullanacakları tahmin edilebilir. Milletvekilliğine dönem kısıtlaması getirmenin pek az yararı olacağı savunulabilir. Belki doğrudur; kariyer projeksiyonlarını, çıkar grupları ile ilişkileri, karar almaları pek az değişecektir. Bu öneri kulağa biraz da, beğenmediği, işine gelmeyen iktidarı alt etmek için öne sürülen bir argüman gibi gelmektedir. Ancak, kısıtlamaları, farklı zaman ve konjektürde hangi gruba hizmet ederse etsin; en başta prensip olarak kabul edebileceğimizi öne sürüyorumxxi. Kağıt üzerinde de olsa herhangi bir görüşten yöneticinin makamlarına yapışmasını en azından bu yolla bir nebze önleyebiliriz. Bunu yerel yönetimler için düşündüğümüzde, önerinin makul olduğu daha açık olacaktır. Böylece bu yolla hiç kimse bu “ben seçimle geliyorum” diyerek yirmi küsur yıl bir beldenin yerel yöneticiliğini yapamaz. Sonuç olarak tüm seçimle doldurulan makamlar prensip olarak bir ya da iki dönemden fazla aynı kişi tarafından işgal edilmemelidir.

iJ.D. Lewis (2007) Early Greek Lawgivers, Londra: Bloomsbury, s.19
iiB.M. Dulani (2011) “Personal Rule and Presidential Term Limits in Africa” Doktora tezi, Michigan State University, Siyaset Bilimi Bölümü https://etd.lib.msu.edu/islandora/object/etd%3A1526/datastream/OBJ/view
iiiM.P. Petracca (1996) “A History of Rotation in Office” B. Grofman (der.) Legislative Term Limits: Public Choice Perspectives, Londra: Kluwer Academics, s.249
ivG. Claeys & L.T. Sargent (der.) The Utopia Reader, New York: New York University Press, s.137
vD. Hume (1754) Idea of a Perfect Commonwealth, http://www.constitution.org/dh/perfcomw.htm
viPetracca, a.g.e., s.259
viiJ.M. Carey (2003) “The Reelection Debate in Latin America” Latin American Politics & Society, 45(1)
viiiBaşka bakış açılarından, çoğunluğun baskısından kaçınma fırsatı olarak da değerlendirilebilir: Alexis de Tocqueville gibi düşünürsek, yöneticinin temel motivasyonu yeniden seçilmektir. Bunu kısıtladığımızda, Tocqueville’in temel tehlike olarak gördüğü çoğunluk baskısından kendini kurtarabilir. Democracy in America, Vol.1, Chp.8 “Re-election of the President” https://www.marxists.org/reference/archive/de-tocqueville/democracy-america/ch08.htm
ixEn yaygın uygulama türü en fazla peş peşe iki dönem kuralı. Bir dönemle sınırlandıran ülkeler: Kosta Rika, El Salvador, Guetamala, Honduras, Meksika, Paraguay, Filipinler, Güney Kore. Daha nadir olmakla beraber, peş peşe olmamak koşuluyla üçüncü döneme izin veren ülkeler de bulunuyor.
xNijer, Cezayir, Kamerun, Çad, Gabon, Gine, Namibya, Togo, Tunus, Uganda, Belarus, Kazakistan, Tacikistan, Özbekistan, Azerbaycan. bak. Tom Ginsburg, vd. (2010) “On the Evasion of Executive Term Limits” University of Chicago Law School, Public Law and Legal Theory Working Paper, No.328
xiD. Samuels & M.S. Shugart (der.) (2010) Presidents, Parties and Prime Ministers, Cambridge: Cambridge University Press, s.6
xiiFarklı dönemlerde buna benzer uygulamaları olan diğer ülkeler ise Meksika, Ekvador ve Filipinler. Bak. J.M. Carey (1998) Term Limits and Legislative Representation, Cambrdige: Cambridge University Press
xiiiB. Grofman (der.) (1996) Legislative Term Limits: Public Choice Perspectives, Londra: Kluwer Academics
xivArizona, Arkansas, California, Colorado, Florida, Louisiana, Maine, Michigan, Missouri, Montana, Nebraska, Nevada, Ohio, Oklahoma, South Dakota. Buradaki kısıtlamalar, dönem sayısı, birbirini takip etme ya da ömür boyu yasaklanma kriterleri açısından birçok farklılıklar barındırıyor. Diğer altı eyalette kısıtlamalar ya kabul edilmedi ya da sonradan kaldırıldı.
xvÜmitlerini yeni başkan Donald Trump’ın konuyu gündeme almasına bağlamışlar. Ayrıca Anayasa Mahkemesi üyelerinin ömür boyu göreve seçilmelerinin günümüz şartlarıyla uyuşmadığı belirtilerek, bunun da değiştirilmesi için çaba gösteriliyor. bak. “Will Trump’s backing revive moribund term-limits movement?” http://www.pewresearch.org/fact-tank/2016/12/01/will-trumps-backing-revive-moribund-term-limits-movement/
xviABD özelindeki tartışmaların bir kısmının dökümü için bak. Ş. Sitembölükbaşı (2006) “Yasama Üyelerinin Görev Sürelerinin Sınırlanması ve Yaratabileceği Sonuçlar: ABD Örneği” C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 7(1)
xviiT. Kousser (2005) Term Limits and Distmantling of State Legislative Professionalism, Cambridge: Cambridge University Press. M. Sarbaugh-Thompson vd. (2004) The Political and Institutional Effects of Term Limits, New York: Palgrave Macmillan. K.A. Depalo (2015) The Failure of Term Limits in Florida, Gainsville: University of Florida Press
xviii“Karizmatik” liderden kendi isteği ile iktidarı devretmesini istemek belki realist bulunmayacaktır. Bu, kendini bir davaya adamış, Max Weber’in deyişiyle siyaseti kendisine meslek ya da hayat meşgalesi bellemiş tiptir (Politics as a Vocation). Yönetilenlerin, en başta, iktidarı temerküz ettiren bu tür eğilimlere karşı güvenceleri olmalıdır. Gücün uzun sürelerce tek elde toplanmasının önü alınmalıdır. Gücü tek kişiye vermek yerine, Çin’deki gibi bir rotasyon uygulamak her türden aşırılığı dengeler.
xixUluslararası karşılaştırmalarda, görev kısıtlamalarının etkileri araştırılırken daha çok aktör bazlı değişkenler, farklı denge modellerinde devreye sokuluyor. Fakat bunlar bağlamları ve farklı tarihsel süreçlerin birikimini, kültürel, yapısal farklılığı vs. ele almadığından çıkan sonuçların başka durumlara aktarılmasının mümkün olmadığını düşünüyorum.
xxF. Bilir (2008) “Adaylık ve Meclis’te Yenilenme” Yasama Dergisi, 9. E. Massicard (2005) “Differences in role orientation among Turkish MPs” European Journal of Turkish Studies, 3
xxiBugün yükselişte olduğu söylenen bazı popülist akımların gündeminde de buna benzer adımlar olduğunu görmek kimseyi şaşırtmamalı. Örneğin İtalya’daki Movimento 5 Stelle hareketinin ileri sürdüğü noktaların birisi de siyasetinin kariyer olmaktan çıkarılması gerektiği hususu.
KAYNAK: HUKUK POLİTİK