Italo Calvino, [*** "Mindesthonorar 50 Euro. Gilt auch fîr die ausschlieñlich digitale Nutzung jeglicher Art, maximale Laufzeit Internet: 1 Jahr. Keine Nutzung als PR-Bild" ****** "Minimum fee 50 euros. Fee also applies for digital use only, of all kinds. Maximum duration for use in Internet: 1 year. Image not for use in PR" ***] (Bildtechnik: Farbraum AdobeRGB, Bildgr∑ñe: 9.34 MByte vorhanden)

Cemal Bali Akal’a

Italo Calvino’nun “Jaguar-Güneşin Altında” kitabı, Calvino’nun ölmeden önce beş duyu üzerine yazmaya düşündüğü ancak yalnızca üçünü (koklamak, tatmak, duymak) tamamlayabildiği öykülerden oluşmakta. Bu öyküler üzerine yazmak isteme sebebim öncelikle öykülerin edebiyat-hukuk-siyasetin içiçeliğini göstermek adına çok yerinde olması. Hemen altını çizmekte fayda var ki bu üç öyküden oluşan kitap, toplumsal gerçekçi veya ideolojiler doğrultusunda yazılmış ya da herhangi didaktik görev üstlenmiş bir eser de değil. Bunlardan çok uzak bir noktada siyaset-hukuk-edebiyat üçlüsünün biraradalığı söz konusu kitapta. “Siyasi İktidar Nedir?” sorusu; kutsal/kutsal olmayan, otorite/güç, yasa/uygulama gibi çerçevelerde ele alınabilir.1 Bu yazıda, Calvino’nun sözü geçen kitabındaki öykülerini, “Siyasi İktidar Nedir?” sorusuna kutsal/kutsal olmayan ayrımı bağlamına değinerek ele almaya çalışacağım.

Hukuk, edebiyat, siyaset, sanat, felsefe, antropoloji, psikoloji gibi disiplinler sosyalliğe, toplumsallığa ilişkindir. En temelde bu noktada birbirleri ile bağlanırlar. Bu sebeple her birini birbirinden ayrı olarak ele almak hele ki sosyallikten soyutlamak anlaşılmalarını ve anlamlandırmalarını imkânsıza yakın hale getirir. Bu sebeple hukukun bütün bu diğer saydıklarımdan ayrıksı olarak ele alınmaması gerekli. Hukuku tanımlarken farkı disiplinlerin farklı yaklaşımları söz konusudur. Ancak ben belki de aldığım eğitim ve eğitmenlerim sebebi ile tek bir hukuk olmadığını, toplumlara göre farklılaşacak hukukiliklerin olduğunu bu göreceliliğin ortak modelle aşılabileceği düsturuna daha yakınım. Yasa ve uygulamanın olduğu her toplumda hukukiliğin olduğu düşüncesi ile hukukun yalnızca modern devlet ile sınırlandırılmadığı ve tek bir irade ile özdeş olmadığı yaklaşımı bana hem daha kapsayıcı hem de çok daha akla yakın geldiği için de olabilir bu durum. Ancak bu başlı başına başka bir yazının konusu.

Calvino, edebiyatın siyasete etkisini “…Edebiyat her şeyden önce sessiz olan ses verdiğinde, henüz bir adı olmayana, özellikle de siyasal dilin dışladığına ya da dışlamaya çalıştığında bir ad verdiğinde gereklidir siyaset için. Edebiyat siyasetin işittiği dilin ötesini duyabilen bir kulak gibidir; siyasetin algıladığı renk skalasının ötesini görebilen bir göz gibidir. Edebiyatın daha amaçlı bir başka etkisi: Dil, görü, imgelem, zihinsel çalışma, oldular arası bağlantı modellerini kabul etme yetisi, kısacası hem estetik hem etik her eylem projesinde, özellikle siyasal yaşamda vazgeçilmez türden modeller yaratma.”2 şeklinde açıklar.

Jaguar-Güneşin Altında” kitabının girişinde, Calvino kendi edebiyat anlayışından bahsederken kendisinin yeni olanı ele geçirme ile elden yiten arasında bağ kurma itkisine değinerek duyuların yitirildiğinden bahseder. Devamında kitaptaki öykülerde ilkel toplumlara değinmesinin bu toplumları övmek için olmadığını ancak kendi edebiyat anlayışı doğrultusunda buna değindiğini ifade eder. İlkel toplumların yaşayışları, mitosları bugüne dair olanı ve belki yeni bir şeyler söylemek isterken anlam ve ilişkiler yumağı içerisinde elden/gözden kaçırabileceklerimizi bize çok daha basit bir şekilde sunmaya elverişlidir. Toplumlar karmaşıklaştıkça gizemli niteliğe bürünen hukukilik, ilkel toplumlarda mitosların incelenmesi sonucu çok daha anlaşılır bir hal alır ve mutlak bir iradeye bağlanılmayacağını bize gösterir.3 Hukuk da mitoslar da var olan güç ilişkilerini saklarken gösterirler.

Hukuk Nedir?” sorusu eğer ki antropolojik, tarihi ve kısmi iradenin benimsendiği bir yöntemle cevaplanmaya çalışılıyorsa güç ilişkilerini bir kenara koymak söz konusu olmayacaktır. “Hukuk Nedir?” sorusunu cevaplamamız için bu güç ilişkilerinin de göz önüne alınması gerekecektir. Bu noktada “Hukuk Nedir?” sorusunun “Siyasi İktidar Nedir?” sorusu ile kesişmemesi söz konusu değildir.

Yukarıdaki açıklamaları takiben şimdi; Calvino’nun “Jaguar-Güneşin Altında” kitabındaki özellikle tat alma ve duymaya ilişkin öyküleri üzerinden yazı derinleştirilebilir.

1-Yamyamlığa Dair

Kitaba adını veren öykü “Jaguar-Güneşin Altında” tat alma duyusu üzerine. Bir çiftin Meksika yolculuğunu konu alıyor. Burada turist rehberi eşliğinde tapınakları gezen çift insanların kurban edilmesine ilişkin törenleri de rehberden dinliyor. Bunu takiben çiftimizin kadın karakteri Olivia kurbanların bedenlerinin akıbeti hakkında meraklanıyor. Çünkü aslında kurban olan kutsaldır. Kutsal olanın çürümeye bırakılması gibi bir durum söz konusu olamayacağı için Olivia bu soruda ısrarcı oluyor ancak sorusu turist rehberini oldukça rahatsız ediyor ve sorusuna cevap alamıyor. Daha sonra Olivia, bu soruyu denk geldikleri bir tanıdıklarına sorarak adamın rahatsız bir şekilde de olsa anlattıkları sayesinde cevabını kapalı olarak alıyor. Cevap, beklendik yine de ürkütücü cinsten. Rahiplerin bu kurbanları yiyiyor olabileceği ancak açık olarak bunun bilinemediği…

Cemal Bali Akal’ın vazgeçilmez başucu eseri “İktidarın Üç Yüzü” kitabında “Siyasi İktidar Nedir?” sorusunu ele aldığı kısımdaki bölümlerden biri Yamyamların Sofra Adabı’dır. İlkel toplumlarda yamyamlık yaygın olarak görülür. Mesele gücü kuvveti yerinde bir erkek öldüğünde kutsallığın anlaşılmaz darbesi karşısında dehşete düşen toplum ölen kişinin çocuklarından birini, hemen her zaman da kız çocuğunu yer.4 Dediğimiz gibi yamyamlık ilkel toplumlarda yaygın görülse de her toplumda farklılaşıyor bazı toplumlarda mesele ensest yasağı kapsamında anne baba çocuğu, çocuk anne babayı, kardeşler birbirini yemiyor.5 Akal, Emile Benveniste’ye atıfla Toplum Kurucu Kurbanlar başlığı altında yamyamlık olgusunu başka bir boyuta taşıyor. Benveniste, Latincede sacer (kutsal) ve sacrifacare (kurban etmek) arasındaki ilişkinin, kutsallık ve kurban töreni arasındaki bağı açıkça ortaya koyduğunu ifade edip, kurban etmenin ilk adımının kutsallaştımak olduğunu aynı sözcüğün öldürme anlamını da geldiğini ancak kurban etmek dendiğinde bir kutsallık ve törenselliğin söz konusu olduğunu belirtir. Kurban törenleri ile kutsal/kutsal olmayan arası bağ ve ilişki tesis edilir. Bu ilişkiyi tesis etmek kurbana yani bir araca yüklenir. Kurban, bu dünya ve öteki dünya, kutsal olan/olmayan arasında bir köprüdür ve bu köprü dikkatlice geçilmelidir.6

Calvino’nun öyküsüne yeniden dönecek olursak çiftin Meksika’da seyahat ettiğini ve buradaki tapınakları gezdiğini ifade etmiştik. Aztekler tarihteki en karmaşık kurban törenlerine sahiptirler. Çok sayıda kurban verdikleri bilinen bir durumdur. Kurban’ın yenilmesi de yine söz konusudur. Ancak kurban insan ya da hayvan öylesine yenilmez, kurbanın yenilmesi kutsal ve sosyal bir işlemdir toplum.7

Yine aynı öykü üzerinden Uygarlık/Barbarlık ikililiğine değinebiliriz. İlkel toplumların yamyamlık düsturu onların yaşayışları ve sosyalliği için olağan, vazgeçilmez ve belirlenim/zorunlulukları dahilindeyken uygar toplum için rahatsız edici, konuşulmaması gereken bir olgu olarak düşünülebilir. Özellikle bu ikililikte uygarlığın tarafında olduğundan son derece emin kimseler için… Bu durumu öyküdeki turist rehberi üzerinden çok net bir şekilde görürüz. Hatta Olivia’ya sorusunun cevabını veren çiftin tanıdıkları kişi dahi ikircikli bir şekilde cevabı yarım yamalak verir. Yazının devamında Calvino’nun aynı kitabındaki diğer bir öyküsünde ele alacağımız hususlara da bir başlangıç olması açısından, siyasi iktidar ilişkileri tanımlanırken kutsal/kutsal olmayan ayrımı üzerinden sosyal yapılanmayı üç ana başlığa bölerek farklılıkları bu şekilde ele alan sayısı oldukça fazla olan düşünürlere de bu noktada değinelim. Jean Jacques Rousseau’nun “Tabii Hal-İnsanlığın Gençlik Dönemi-Sivil Halk”, Lewis Henry Morgan’ın “Yabanıllık-Barbarlık-Uygarlık”, Deleuze ve Guattari’nin “Vahşilik-Barbarlık-Uygarlık” eserleri bunlara örnek verilebilir.8

Yine uygarlık bağlamında devam edersek kutsal ve kurbana ilişkin ifade edilenler ışığında Sigmund Freud’un “Uygarlığa Dair Hoşnutsuzluğumuz” eserindeki tespitine de değinmek faydalı olabilir. Kutsal/kutsal olmayan ayrımı bizi dinlere de götüren bir olgudur. Freud, kaderin katı bir dinsel açıdan tanrısal ifade olarak görülmesi halinde anlamlı olduğunu ifade ederek, İsrail halkının kendini tanrının seçilmiş çocuğu olarak gördüğünü, bütün yaşadıkları talihsizliklere rağmen bu ilişkiyi sorgulamayıp kendine yeni peygamberler (bir manada kutsallar) yarattığını, ilkellerin şaşkınlık ve hayranlık verici bir şekilde kendini değil, görevini açıkça yerine getirmemiş fetişini suçladığını ve kendi yerine fetişini dövdüğünü söyler.9 Kurban ve kutsalın dönüşümlü hali pek hala bu belirleme de kendini göstermektedir.

Kutsal/kurban, uygarlık/barbarlık ikililerin çerçevelediği bu öykünün âşık bir çiftin üzerinden anlatılıyor olması da son derece hoş bir detay. Freud için uygarlık Aşk (Eros) ve Ananke (Gereklilik)’in çocuğudur.

Karşılıklı olarak birbirimizi yutma hazzı üzerine yoğunlaşmış birer yılandık, bizi de, her aşk ilişkisine kendi damgasını vuran ve bedenlerimiz ile sopa de fijoles, huachinango a la vera cruzana, enchiladas arasında sınırları yok eden evrensel yamyamlığın yutma ve sindirme süreci içinde kesintisiz olarak hepimizi sindirip özümseyen yılanın yuttuğunu biliyorduk.”10

2-Krallara Layık

Calvino’nun aynı kitaptaki “Kulak kesilmiş Bir Kral” öyküsü tahtına sarayına, krallığa hapsolmuş gönülsüz kralın durumunu ele almak için elverişli. Bu öyküyle modern anlamda monarşinin zorlayıcı güçle bezenmiş kralından çok kutsallaştırılmış haliyle kurbana dönük önder/kralın durumunu ele almak istediğim. Monarşinin biricik kralına hüzünlenilmesi, duygudaşlık hissedilmesi gibi bir saik söz konusu değil.

Kısacası, bir kez tacını giyip hükümdar olduktan sonra, hiç haraket etmeden, gece gündüz tahtta oturman kendi yararınadır… Tahtan indirileceğin anı, tahtı, asayı, tacı, kelleni yitireceğin anı beklemekten başka.”11

Siyasi İktidar Nedir?” sorusu antropolojik, tarihi perspektif bir yana koyulmaksızın cevaplanmak istendiğinde karşımıza ilkel toplumlar çıkacaktır. Bu soruyu cevaplarken ele alınacak parametrelerden biri daha önce değindiğimiz gibi kutsal/kutsal olmayan ayrımıdır. Yukarıda farklı düşünürlerin bu ayrım üzerinden üçlü bir ana yapılanmayı belirleyerek sosyalliğe ve farklılıklara değindiğini ifade etmiştik. Farklı olarak ele alınsa da ayrımın gruplandığı üç başlık : 1-Öndersiz toplumlar, 2-Önderli Toplumlar 3- Zorlayıcı güç.12 Öykü bağlamında bizi daha çok önderli toplumlar ve zorlayıcı güç başlıkları meşgul edecek.

Önderli toplumlarda kral/önderin zorlayıcı gücü olmadığında kral/önder yalnızca Yasa’yı söyleme işlevine haizdir. Hatta bu durum o kadar etkisizdir ki kral/önder Yasa’yı söyledikten sonra, tek tek toplumdaki her aileye bunu duymamışlar gibi bilgiyi tekrarlamak durumundadır.13 Sözde yönetim söz konusu olup aslında yönetmek gibi bir durumun varlığından söz edilmesi mümkün değildir. Önderli toplumlarda kutsal olan kralın doğrudan bedenidir. Bu onu dokunulmaz olduğu kadar dokunmaz yapar. Bedenin kutsal olmayandan kutsala geçişi ile kral/önder toplumdan dışlanır. Eline kılıcı alamaz; yani gücü. Zorlayıcı güç eklendiğinde, Yasa’yı söyleyen ile Yasa’yı uygulayanın birleşmesi durumunda ise kutsal önder/kral, fiziksel güçle kendine dışa vurabilir.14

İlkel krallıklarda hükümdar yalnızca uyrukları için yaşar ancak görevinin yükümlülüklerini yerine getirdiği, doğanın gidişatını halkının hayrına düzenleyebildiği sürece hayatı değer taşır. Bunları yerine getiremediği takdirde ona karşı olan ihtimam, bağlılık ve saygı, kin ve nefrete dönüşür. Bu durum sonucu hayatta kalırsa kendini mutlu saymalıdır. Toplum burada gayet tutarlıdır çünkü dediğimiz gibi kralın kendi bedeni kutsal ise yani tanrılar ile bir mevkideyse beklentileri karşılayamıyorsa yerini başkasına bırakmalıdır. Böyle bir kral, seremoni ve tören sistemi içine hapsedilmiş şekilde yaşar. Bu şartlar onun zevk sefa sürmesini bir yana hayatını bir yük haline getirir. 15

Calvino’nun burada ele aldığımız hikâyesindeki kralı bu ilkel toplumlardaki önder/ kral ile bir arada ele almamın sebebi bütün bir öyküye sirayet eden durağanlık ve hapsedilmişlik aynı zamanda kellesinden olma korkusunun dile getirilmesidir. Öykü içerisinde kralın her şeyin hâkimsin ne istersen oluyor, senin emirlerine harfiyen uyuluyor diye kendi kendine telkinlerinde de ironik bir dil olduğu hissiyatı vardır. Buna ek olarak kralın, kral olmaya gönüllü olmadığı da anlaşılmaktadır. Yani iradi bir durumun söz konusu olmadığı çok açıktır. Hikâyenin çerçevesi bize aslında yönetenin, hikâyemizin başkarakteri olan kral olmadığını, kralın durumunu zorlayıcı gücü olan ve olmayan arasındaki eşikten okunabileceğini fısıldamaktadır.

Ama belki her şeye hâkim olduğunu düşündüğün şu anki kadar her şeyi yitirmeye yakın olmamıştın asla. Sarayı her ayrıntısıyla düşünmek, onu zihninde tutma yükümlülüğü, sinir bozucu bir çabaya zorluyor seni. İktidarın dayandığı dediğim dediklik, zafere ulaştığı andaki kadar kırılgan olmamıştır asla.”16

Bu alıntıdan sarayı düşünmenin, zihninde tutmanın sinir bozucu çabası aslında toplumu düşünmek durmadan zihninde tutmak çabasının sinir bozuculuğu ile eş tutulabilir. İlkel toplumlarda yukarıda değindiğimiz üzere toplumun faydasını her şeyden çok düşünmeyen ve bunu sağlayamayan önder/kral bu görevden kovulmak bir yana yaşayabilirse mutlu olmalıdır. İktidarın dayandığı dediğim dediklik, bir tür paranoya haline de denk düşer; kapalıdır, iletişimsizdir bu sebeple kırılgandır esneklikten yoksundur. Hikâyedeki kralın durmaksızın seslerin peşinde olması, her sesin kendi ile ilgili olduğu ya da kendi durumu ile ilgili olduğu hissiyatı tam da bu duruma denk düşer.

Calvino’nun hikâyesindeki kral hapsedilmiş hissettiği için kaçmak, kurtulmak istemektedir. Hikâyede tank gibi modern zamanlara ait unsurlar kullanıyor olsa da kral/önderin durumu ilkel toplumlardaki kutsallaştırılarak toplumdan dışlanmış kral ile uyumlu bir anlatı vermektedir.

Kafesinden çıkmaya yönelik her girişimin başarısız olmaya yazgılıdır: Sana ait olmayan, belki de var olmayan bir dünyada kendini aramanın yararı yok.”17

Kralı kutsallaştıran toplumlarda kral olmak genelde korkutucudur. Mutlu bir olay olduğuna inanılan taç giyme törenleri zorla tahta oturtulmaya çalışılan kralın kaçmaya çalışması ve toplumun onu taç giymeye zorlaması sonucu dişli bir mücadeleye dönüşebilir. Bazı toplumlarda kral adayı bağlanarak kral olmayı kabul edene kadar bağlı bırakılır. Hatta bu sebeple bazı toplumlarda da kral adayı göstermek isteyen kalburüstü tabaka sevmedikleri kişileri aday olarak gösterir çünkü bu kaçma kovalamaca da kralın daha kral olmadan öldürülmesi az rastlanır bir durum değildir.18

Kutsallık ve kurbanlığın bu içiçe geçmiş hali bize siyasi iktidarın ne olduğuna dair fikir verdiği gibi aslında iradi bir yasanın da söz konusu olmadığını ve kısmi iradeler söz konusu olsa da iktidar ilişkileri, hukukiliği aramamız gereken yerin sosyallik ve toplumlar ve onların yaşayışları olduğunu gösterir. Bir zaman diliminde Yasa ve Yasayı söyleyenin birleşmesi, Yasa ve Yasa Uygulayıcının çakışmasının sıfır noktası kabulü bizi somut gerçekliklere dair yanıltabileceğinden tarihi ve antropolojik yaklaşımı elden bırakmamız gerekir. Ve elbette edebiyat ve sanatı sosyallik, toplumsallık dâhilinde ne hukukilikten ne de başkaca beşeri bir disiplinden dışlamamız mümkün değildir. Önemli olan bu içiçelik içerisinde yeni bir şeyler söylemeye çalışırken yiten giden, geçmişte kalanın anlamını gözden kaçırmamak/yok saymamak ondan güç alabilmektir. Modern toplumu ve dinamiklerini anlamlandırabilmek ve kendi somut gerçekliği içinde açıklayabilmek için bu yaklaşım çok daha aydınlatıcı ve geniş bir perspektif sunar.

1 Cemal Bali Akal, İktidarın Üç Yüzü, Dost Yayınları, Ankara, Haziran 2005, 3. Baskı, s. 150. (İktidarın Üç Yüzü)

2 P. Burcu Yalım, “Edebiyat ve Demokrasi”, Notos, Aralık 2016-Ocak 2017, 61. Sayı, s.36.

3 Cemal Bali Akal, Hukuk Nedir?, Mitos ya da Yasa, Dost Yayınları, Ankara 2017, s. 214. (Hukuk Nedir?)

4 İktidarın Üç Yüzü, s. 142.

5 İktidarın Üç Yüzü, s. 143.

6 İktidarın Üç Yüzü, s. 145.

7 İktidarın Üç Yüzü, s. 146.

8 İktidarın Üç Yüzü, s. 155-156.
9 Sigmund Freud, Uygarlığa Dair Hoşnutsuzluğumuz, Kafka Kitap, İstanbul, 2017, s. 93.
10 Italo Calvino, Jaguar-Güneşin Altında, “Jaguar-Güneşin Altında”,YKY, İstanbul2016, s.47. (Jaguar-Güneşin Altında)

11 Jaguar-Güneşin Altında, s.53.

12 İktidarın Üç Yüzü, s. 156.

13 İktidarın Üç Yüzü, s. 156.
14 İktidarın Üç Yüzü, s. 159.
15 Sigmund Freud, Totem ve Tabu, Kabalcı, Ankara 2015, s 71.

16 Jaguar-Güneşin Altında, s.60.

17 Jaguar-Güneşin Altında, s. 68.

18 İktidarın Üç Yüzü, s. 185.

KAYNAK: HUKUK POLİTİK