4 Temmuz 2017, Salı; Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın cezaevinde tutulma, kapatılma gerekçesini oluşturan kovuşturmanın ilk duruşma günü. Yüksekdağ, 4 Kasım 2016 tarihinde HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve 9 HDP milletvekili ile beraber gözaltına alındı. O günden bu güne, 8 aydır, Kandıra/Kocaeli F Tipi Cezaevi’nde tutuluyor. Bu süre zarfında avukatlarının tutukluluğa ilişkin yapmış olduğu tüm itirazlar reddedildi. Gerekçe bilindik: Suçun mahiyeti ve kaçma şüphesi.

Mahiyetli düşünce suçları

Peki mahiyet arz eden suçlamalar neymiş? İddianameden alıntılayalım: “DTK yöneticisi olmak”, “PKK’nin eylemlerini meşru gösterecek şekilde beyanda bulunmak”, 6-8 Ekim Kobane eylemlerine ilişkin HDP MYK’sında ve sonrasında açıklama yapmak”.

İddianamede 8 ayrı fezleke birleştirilmiş. Hem Yüksekdağ’ın cezevinde tuıtulmasına ilişkin karar verilecek olması hem de birleştirilen fezleke sayılarının fazlalığı bu davayı Yüksekdağ hakkındaki diğer davalardan daha önemli kılıyor. Kaçırmamanızı, fırsatınız var ise muhakkak izlemenizi tavsiye ederim. Mahkeme bilgisi ve tarihini bir kez daha hatırlatayım: Ankara 16 Ağır Ceza Mahkemesi, 4 Temmuz 2017, Salı. Duruşmanın başlama saati: 14:00.

Bu kısa girişten sonra şimdi hem bu davanın hem de Yüksekdağ hakkında başlatılmış diğer soruşturma ve kovuşturmaların ayrıntılarına gelelim. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede suçlamalara delil olarak gösterilen eylemlerin hemen hepsi Yüksekdağ’ın ifade ettiği görüşlerinden oluşuyor. Yüksekdağ’ın avukatı Gülseren Yoleri bu durumun diğer dosyalarda da aynı olduğunu söylüyor, “Tüm soruşturma ve kovuşturmalardaki suçlamaların hepsi Figen Yüksekdağ’ın ifade ettiği düşüncelerine ilişkin. Suça konu edilen eylemlerin hepsi siyasal süreç ve ülke sorunlarına dair yapılan açıklamaları içeriyor”.

Yasama sorumsuzluğu

Bir milletvekili, düşündüklerini yurttaşlarla paylaşamayacak, propaganda yapamayacak ve bunlardan dolayı suçlanacaksa vekillik görevini nasıl yerine getirecek? Siyasi parti kurmak, serbestçe propaganda yapmak ve bunları herhangi bir tehdit olmaksızın icra etmek anayasal bir hak. Bunu engellemek, ifade ettikleri düşünceler nedeniyle milletvekillerini suçlamak, o vekili seçmiş seçmenlerin yani Anayasanın kurucu unsuru olan milleti yok saymak değil midir?

Av.Yoleri de, yargılananın Yüksekdağ’la beraber seçmenler olduğunun altını çizerken Selahattin Demirtaş’ın avukatı Ercan Kanar Anayasa’nın 83. maddesinde düzenlenen yasama sorumsuzluğuna dikkat çekiyor. Av. Yoleri, ”Oy veren 6 milyon kişinin iradesi bu yargılamalar ve cezaevine kapatılmalarla yok sayılıyor”. Av. Kanar, “Yasama sorumsuzluğu yasama dokunulmazlığından çok farklıdır. Yasama sorumsuzluğu bir vekilin ifade ettiği düşüncelerden dolayı suçlanamaması demektir. Bu sorumsuzluk mutlak bir haktır. Kişinin vekilliği düşse veya sona erse bile bu hak korumasından yararlanır. Bu korumanın hedefi milletvekiline bireysel güvence sağlamak değildir. Bu hak demokratik topluma dayalı bir kamu düzeninin korunması için vardır. Bir vekili, ifade ettiği siyasal düşüncelerinden dolayı bırakın tutuklu yargılamayı hakkında soruşturma bile başlatamazsınız”.

Kanar’ın bu tespitlerini dinlerken “yasama sorumsuzluğu”nun meclis altında yapılan konuşmalarla sınırlı olup olmadığı tartışmasını hatırladım. Bu güvence ne zaman mahkemelerde avukatlar tarafından dile getirilse mahkeme heyeti, “Suça konu ifadelerin meclis çatısında yapılıp yapılmadığının araştırılmasına” şeklinde ara kararlar oluşturuyor. Av. Kanar, mahkemelerin bu tutumlarının hukuka aykırı olduğunu Venedik Komisyonu ilkelerine gönderme yaparak cevapladı: “Venedik Komisyonu ilkelerine göre yasama sorumsuzluğunun mekânla sınırlanması doğru değil. Elbette vekil meclis dışında da propaganda yapacak, düşüncelerini ifade edecek ve bu düşüncelerini seçmenleri ile paylaşacak. İfadeye sağlanan sorumsuzluk korumasını yalnızca meclis alanı ile sınırlamak korumanın gerekçesine aykırı. Komisyonun bu konudaki farklı birçok raporunu mahkemelere sunduk. Fakat mahkeme buna rağmen hala taleplerimizi değerlendirmiyor”.

Kanar’a bu konuda katılmamak mümkün değil. Anayasaya göre, oy verelim vermeyelim, milletvekillerinin her biri ayrım gözetmeksizin her birimizi, yani milleti temsil ediyor. Bunun için, özellikle ifade özgürlüğü alanında, herhangi birimizden daha fazla korumaya sahipler. Bu onlara tanınan kişisel bir ayrıcalık değil tam tersine milletin, yani egemenin haklarının korunması ve demokratik bir siyasal yaşamın devamının sağlanması görevlerini yapabilmeleri için sağlanan bir güvence.

İnfaza dönüştürülen “kapatılma”lar

Tüm bu Anayasal güvencelere rağmen neden hala milletvekilleri, ifade ettikleri düşünceler gerekçe gösterilerek yargılanıyor ve tedbir olması gereken tutuklamalar bir infaza dönüştürülüyor? Tutuklama yargılama için bir zorunluluk değil. Fakat mahkemeler bu tedbiri zorunlulukmuş gibi uyguluyor. Yüksekdağ, cezaevinde tutulma gerekçesini öğrenebilmek için bir yıla yakın süre beklemek zorunda kaldı. Diğer vekiller için de durum farklı değil. Peki, savcı ve hakimler bu uzun tutukluluk halleri ile hangi kamusal değeri koruyorlar? Milletvekillerinin tutuklu kalması mı anayasal düzeni korumaktır, yoksa bu kişilerin temsil ettikleri millet adına yasama faaliyetlerine serbestçe katılmaları ve propoganda yapmaları mı? Anayasa Mahkemesinin Balbay kararını hatırlayalım: Milletvekilinin uzun süre tutuklu kalması seçilme ve milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma hakkına yönelik ağır bir müdahaledir. Bu müdahalenin ölçülü ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu söylenemez.

Av. Yoleri’nin “tutuklama” kavramına itirazı var: “Figen Yüksekdağ’ın cezaevinde tutulmasınatutukluluk’ dememiz mümkün değil, bu bir tutsak almaktır. Evet, doğru, ortada bir mahkeme var. Fakat hukuk ve yasa yok. Cezalar veriliyor ama bunları hukuk ya da yasalara dayanarak, hukuki kavramlarla açıklamak mümkün değil. Anayasa 83. madde vekillerin ifade ettikleri düşüncelerinden dolayı yargılanamayacağını, haklarında soruşturma açılamayacağını belirtiyor. Biz ise bir yıla aşkın süredir cezaevlerine kapatılan vekilleri konuşuyoruz. Yasal bir dayanağı olmayan böyle bir eyleme nasıl ‘tutuklama’ gibi hukuki bir anlam atfedebiliriz?

Av. Yoleri’nin bu tespitlerini, vekillerin dokunulmazlığının kaldırılması ve Yüksekdağ’ın milletvekilliğinin düşürülmesinde izlenen usul ile beraber okuduğumuzda yasaların genel uygulamasından ziyade kişi ve gruba yönelik ayrı bir uygulamanın olduğunu görüyoruz. Bu öznelliklere yargı pratiğinde sıkça şahit oluyoruz. Öznelliklerin biçimi suçlanan kişiye göre değişiyor. Suçlanan kişi eğer iktidar gücüne sahip bir kişi ise kayırma, görmeme ve mevcut yasaları uygulamama şeklinde bir yargı pratiğiyle karşılıyoruz. Yok eğer suçlanan kişi iktidara muhalif bir kişi ise Av. Kanar’ın sıkça vurguladığı “düşmanla savaş hukuku” pratiği devreye giriyor. Kemal Şahin’e göre bu ayrımlar, Türkiye’de yargı ve yargıçların güç ve iktidara bağımlıklarından doğuyor. Bu bağımlılık Şahin’e göre politik bir tercih değil, tam tersine koşulsuz bir itaat.

Düşmanla savaş hukuku

Şahsı ve/veya topluluğu düşmanlaştırıp ona özel hukuk uygulamasının ilk adımı dokunulmazlıkların kaldırılmasında karşımıza çıktı. 20.05.2016 tarihinde Anayasa’daki dokunulmazlık maddesi HDP’ye özel olarak değiştirildi. Bu değişiklik iki şekilde sorunlu; birincisi, Anayasa’da düzenlenen usule uyulmadı. İkincisi, geçmişe yönelik kovuşturmalar da dahil edildi. HDP’ye özel bu düzenlemenin iptal talebi de Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından reddedildi. Gerekçe; “dokunulmazlıkların kaldırılmasında Anayasa’da düzenlenenden farklı, ‘özel’ bir süreç izlenmiş, Anayasa değişikliği yapılmıştır. Bu ‘özel’ süreç ve değişiklik esasen denetlenemez”. Böylelikle AYM denetimi de işlevsiz hale getirilmiş oldu. Dokunulmazlıklar Anayasa’da belirtilen usulle kaldırılsaydı hem milletvekilleri Mecliste konuşabilecek, kendilerini savunabilecek hem de kararın iptali için AYM’ye başvurabilecekti.

İkinci örnek Yüksekdağ’ın milletvekilliğinin düşürülmesinde izlenen yöntem. Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesi Yüksekdağ’ın bir cenazeye katılması ve burada yaptığı konuşmayı gerekçe göstererek “terör örgütü propagandası” yapmaktan ceza verdi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı bu cezaya dayanarak Yüksekdağ’ın siyasi parti üyeliğini düşürdü. Siyasi Partiler Kanunu’nda terör eylemlerinden mahkûm olanların siyasi parti üyesi olamayacakları hükmü yer alıyor. Terörle Mücadele Kanunu’ndaki terörün tanımında ise “cebir ve şiddet kullanma” unsuru var. Yine aynı kanunda “terör suçları” da tek tek sıralanıyor ve bunların arasında Yüksekdağ’ın mahkûm olduğu “propaganda” suçu yer almıyor. Buna rağmen yasalara aykırı bir şekilde Yüksekdağ’ın vekilliği düşürüldü ve siyasi parti üyeliği silindi.

Diğer bir sorun, Yargıtay Başsavcılığının resen üyeliği düşürüp düşüremeyeceği. Siyasi Partiler Kanunu’nda Başsavcılığın böyle bir yetkisi yok. Kanuna göre partilerin Siyasi Partiler Kanunu’na aykırı işlem yapmaları halinde Yargıtay Başsavcılığının konuyu AYM’ye götürme yetkisi var. Önceki uygulamalara bakıldığında; Başsavcılık önce partiden üyelik yeterliliğini kaybeden kişinin üyelikten çıkarılmasını ister, parti bu talebi yerine getirmezse ‘ihtar’ talebiyle AYM’ye başvurur. Hatırlayın, 3 Kasım 2002 seçimlerinden önce Sabih Kanadoğlu Recep Tayip Erdoğan’ın parti üyeliğinden çıkarılması talebi ile AYM’ye başvurmuştu. AYM ise Erdoğan’ın kurucu üyelikten çıkarılması için AKP’ye ihtar vermiş ancak üyelik ve ona bağlı olarak genel başkanlık görevinin devamına hükmetmişti. Erdoğan, partisinin Kurucular Kurulu üyeliğinden istifa etmiş buna rağmen Kanadoğlu, AKP’nin ihtar kararına uymadığı gerekçesiyle kapatılması istemiyle AYM’de dava açmıştı. Ancak bu davayı uzun yıllar görüşmeyen AYM, ihtar yaptırımına uymayan partinin kapatılacağına ilişkin kanun hükmünü Anayasa’ya aykırı bularak iptal edince, dava da 2009’da düştü.

Üçüncü örnek için de Yüksekdağ’ın yargılandığı davalara bakalım. Şu ana kadar yargılandığı davalardan dördü sonuçlandı, hepsinde de Yüksekdağ’a ceza verildi. Unutmadan tekrar hatırlatalım, ceza aldığı davaların hepsinde suçlama konusu Yüksekdağ’ın açıkladığı düşünceleri. Örgüt propagandası suçlaması ile İstanbul 22. Ağır Ceza Mahkemesinden 1 yıl, Cumhurbaşkanı’na hakaretten Mersin 7. Asliye Ceza Mahkemesinden 11 ay, örgüt propagandasından Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesinden 1 yıl 6 ay, hükümeti aşağılamaktan Adana 11.Asliye Ceza Mahkemesinden 1 yıl hapis cezası aldı. Burada tekrar Av. Kanar’ın altını çizdiği yasama sorumsuzluğunu hatırlayalım. Av. Yoleri de bu konuya dikkat çekiyor: “Anayasa’da yasama sorumsuzluğu düzenlenmiş. Milletvekilleri hakkında ifade ettikleri düşünceleri, siyasal faaliyetleri hakkında soruşturma bile açılamaz. Bu açık düzenlemeye rağmen yasaya, hukuka aykırı bir şekilde müvekkilim hakkında cezalar veriliyor”.

Yargılama pratiğine ilişkin bir diğer örnek SEGBİS uygulaması.1 Tutuklu milletvekilleri mahkeme önüne getirilmeden cezaevinde bir kamera önüne oturtularak ifade vermeye zorlanıyor. Yüksekdağ ve Demirtaş cezaevinde tutuldukları günden bu güne kadar yüz yüze, hakim huzurunda ifade veremedi. Sanık lehine istisna bir hal olarak düzenlenen SEGBİS uygulaması, HDP Eş Başkanları için şimdiden genel bir uygulamaya dönüştürüldü. Avukatlar bu konudaki itirazlarından da sonuç alamadıklarını söylüyorlar. Sözü burada Av. Kanar’a bırakalım: “Tutuklanan vekiller yüzlerce km ötedeki zindanlara tıkıldılar. Bunun nedeni yapay olan bu yargılamaların halk denetiminden kaçırılması ve müvekkillerimizi SEGBİS ile savunma yapmaya zorlamak”.

Son bir örnek de Yüksekdağ’ın yargılandığı davalarda izlenen usule ilişkin. Av. Yoleri’nin açıklamalarından en temel sanık haklarının bile Yüksekdağ yargılamalarında uygulanmadığını öğreniyoruz. Bunların karar verilen tüm dosyalarda uygulandığını belirten Av. Yoleri, “Adana’daki yargılamada müvekkilim duruşmaya katılmak istedi, buna ilişkin dilekçe verdik, delillerin toplanmasına ilişkin taleplerimiz var. Mahkeme tüm bu taleplerimizi değerlendirmeden, görüşmeden, savcıya mütalaasını okutup, “ara veriyorum, kararımı açıklayacağım” dedi. Savunma yapmamıza bile izin vermeden kararını açıkladı. En temel sanık hakkı olan savunma hakkımız bile yok sayılıyor” .

Şimdi bu kadar açık uygulamalar var iken Yüksekdağ için izlenen usulü nasıl yasa ve hukuk ile açıklayacağız? Bu yalnızca Yüksekdağ’a uygulanan bir yasa/hukuk istisnası mı? Öyleyse de hemen başka bir konuya geçmeyelim, bir süre daha bu tarafta kalıp sözü Carl Schmitt’e bırakalım: Kuralı araştırmak isteyen öncelikle gerçek bir istisna aramalıdır. “Kuralı”, egemenliğin yapısını araştırmak isteyenler Yüksekdağ/HDP milletvekillerine uygulanan yargı pratiğini sakın ıskalamayın, araştırmanıza katkısı olur. Şapkadan “hukuk devleti” çıkarılmasından sıkıldığınızda da eşe dosta bu yargılamaları anlatırsınız.

Toplamda istenen cezalar 160 yılı aştı

Yüksekdağ hakkında şimdiden İstanbul, Van, Mersin, Erciş, Urfa, İzmir, Kayseri, Ağrı, Adana ve Ankara’da başlatılmış kovuşturmalar var. Yenileri de yolda. Diyarbakır, Batman, Ankara ve Van’da yeni açılmış soruşturmalar var, muhtemelen bunlar da yeni kovuşturmalara dönüşecek. Yüksekdağ, ayrı ayrı mahkemelerde ifade ettiği siyasal düşünceleri nedeniyle TCK’nın 11 ayrı maddesini ihlal etmekle suçlanıyor. Yarın (4 Temmuz, Salı) duruşması yapılacak olan dosyada savcı, hakkında 83 yıllık hapis cezası istiyor. Diğer dosyalarda istenen cezaları da hesaplarsak şimdiden hakkında istenen toplam ceza yüz altmış yılı geçti. Van 2. Ağır Ceza Mahkemesinde açılan kovuşturmada hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendi.

Av. Kanar bu süreci, Hitler Almanyası ile kıyaslayarak değerlendiriyor: ”Cumhuriyet tarihinin en karanlık sürecini yaşıyoruz. Bu dönemi Hitler Almanyasına benzetmek abartı olmaz. Hitler’in de ilk işi 80 milletvekilinin dokunulmazlığını kaldırmak ve kararnamelerle birlikte ülkeyi yönetmek olmuştu”. Av. Yoleri de, siyasal alandaki bir tasarrufun yargısal alana taşınması ile oluşan savunma zorluğuna dikkat çekiyor: ” Bu bir siyasi tasarruf. Hukuk içinde kalarak savunma yapmak çok zor”. Siyasi tasarrufun nedenleri için sözü Yüksekdağ’a bırakalım:“Dikta rejiminin önündeki en etkili engel HDP olarak görüldüğünden önce bizleri devre dışı bırakma taktiği uygulandı. Sadece cezaevleriyle değil, her türlü baskı biçimi ve hapsetme yöntemi ile amaçladıkları HDP’yi siyaset dışına itmek”.2

Hukuk nedir?

Tüm bu okuduklarınız sonrası soruyu yeniden sormanın zamanı: Hukuk nedir? Bu sorunun cevabı için kurumsal kitaplardaki hukuka ilişkin mistik cümleleri şimdilik bir kenara koyup sözü Yargıç Holmes’a bırakalım: “Benim hukuktan anladığım, mahkemelerin fiilen ne yapacaklarına ilişkin tahminlerdir, daha başka cafcaflı laflar değil”. Yine Holmes’in izinden yürüyüyerek bir adım daha atalım: “Hukukun gerçekliği ancak ‘kötü adam’ ondan ne anlıyorsa odur”.

Hazır mistik laflardan uzaklaşıp “hukuk nedir?” sorusunun cevabını arıyoruz, o zaman hiçbir sınıf tarafından istemeyen bir akıma, punka başvuralım. Bu akımın en bilinen temsilcisi The Clash grubunun Know Your Rights (Haklarınızı Bilin) şarkısında söz sırası Joe Strummer’da: “Birincisi: Öldürülmeme hakkına sahipsiniz. Cinayet suçtur. (Tabii bir polis ya da aristokrat tarafından işlenmediyse). İkincisi: Gıda alacak paraya hakkınız vardır. (Tabii biraz soruşturulmayı, aşağılanmayı ya da şanslıysanız rehabilitasyon görmeyi çok dert etmiyorsanız). Ve üçüncüsü: İfade özgürlüğünüz vardır. (Kullanmayı gerçekten deneyecek kadar aptal değilseniz tabii).”3 Holmes’un hatırlatmasını da ekleyerek bu alıntı faslını kapatalım:”Mahkemeler adalet değil hukuk dağıtır”.

Gerçekten, hukuk neydi?

DİPNOTLAR:

* Yazı içerisinde yer alan Av. Gülseren Yoleri ve Av. Ercan Kanar’ın sözleri 16 Haziran 2017 tarihinde Taksim Hill Hotel’de yaptıkları basın toplantısından derlenmiştir.

1. Bu konuya ilişkin ayrıntılı bir değerlendirme için Ercan Kanar’ın sitemizde yayınlanan “Adil Yargılanma Hakkı’nın İhlali SEGBİS” yazısına bkz.: http://www.hukukpolitik.com.tr/2017/01/16/adil-yargilanma-hakkinin-ihlali-segbis/
2. Figen Yüksekdağ’ın DİA Haber’den Hayri Demir’in sorularını yanıtladığı mektubundan alıntılanmıştır. Tam metin için bkz.: Hayri Demir, (24 Haziran 2017), “Asıl Mesele Maltepe Öncesi ve Maltepe Ötesi”, Özgülürkçü Demokrasi
3. The Clash grubu solisti Joe Strummer ve hukuk ilişkisi hakkında detaylı bir inceleme için sitemizde yayınlanan Gökçe Çataloluk’un yazısına bkz.: Gökçe Çataloluk, “Hukuku Sizden Öğrenecek Değiliz” (http://www.hukukpolitik.com.tr/2016/12/28/hukuku-sizden-ogrenecek-degiliz-joe-strummer/)
KAYNAK: HUKUK POLİTİK