Yüksek Öğrenimde Hukuk Ve Edebiyat: “Edebi Deneyimi Olmayan Hukukçu, Güvenliğe Tehlike Oluşturur.”
Devlet teorisi, hukuk tarihi ve felsefesi: Temel dersler arasındaki klasikler. Buna karşın “Hukuk ve Edebiyat”, müfredatta yer almaz. Yine de öğrencilerin bu alandan yararlanabilmeleri mümkün. Manuel Leidinger yazdı.
Yazar Max Halbe, hukuk öğrenimi gördüğü sırada ezberlemek zorunda olduğu “mantıki-hukuki tanımlamaları”, “hukuki çetin ceviz” olarak nitelendirmişti. Jakob Grimm, “kendisini özel hukuk ve kamu hukukuna adamak yerine boğazına kadar suya batmış olmayı” tercih edeceğini söylemiş ve üç yılın sonunda hukuk öğrenimini bırakmıştı. Ekspresyonist şair Georg Heym ise resmi dosyaları öfkeyle tuvaletin içine attıktan sonra stajyerlik pozisyonunu kaybetmişti.
Halbe, Grimm ve Heym, edebi çalışmalarının yanında hukuk öğrenimi yüzünden acı çeken meşhur Alman yazarları arasından üç örneği teşkil etmekte. “Hukukçu şairler” olarak adlandırılan bu kişiler, hukuku çoğunlukla salt bir ekmek kapısı olarak gördüler. Onların hukuk ile aralarındaki olumsuz ilişkiye bakıldığında, ciddi hukuk bilimi ile edebiyat gibi sanatsal bir alanın bir gün bir araya geleceğine inanmak mümkün değildir.
Bununla birlikte, yetmişli yıllarda ABD’de “Law and Literature (Hukuk ve Edebiyat) Hareketi” ile ortaya çıkan tam olarak buydu. Söz konusu hareket, “Law and Economics (Hukuk ve Ekonomi)” akımına tepki olarak gelişmişti. Bu akımın takipçileri, hukuk kurallarının etkisini ekonomi teorilerinin uygulanması suretiyle değerlendiriyorlardı, böylece hukuk, verimliliğine göre analiz edilmiş oluyordu. Buna karşılık Law and Literature hareketi, araştırmasının merkezine daha ziyade edebi eserlerin içeriğini ve hukukun dilini almaktadır.
Hareketi iki araştırma dalına ayırmak mümkündür: Law as Literature (“Edebiyat Olarak Hukuk”) ve Law in Literature (“Edebiyatta Hukuk”).
Law as Literature sayesinde adalet bir adım daha mı yakın?
Law as Literature, hukuk metinlerini edebiyat teorisi çerçevesinde analiz etmeyi amaçlar. Bunun için meşhur dilbilimsel teoriler ve linguistik metotlar kanun metinlerine veya hukukun diğer yazılı kaynaklarına uygulanır.
Jaques Derrida’nın Yapıbozumculuk öğretisi de bunlardan biridir. Öğretinin hukuk kuramındaki takipçileri, normun evrensel geçerliliğinin temelini araştırmaya çalışırlar. Metnin yapıbozumuna uğratılmasıyla, genellemeden somut olayın gerçekten gerektirdiği şeye ulaşmak ve böylece adalet idealine yaklaşılmak istenir. Her ne kadar Yapıbozumculuk ilk bakışta sadece hukuk metinleri okumasının yeni ve teknik bir şekli olarak gözükse de, esasında bu şekilde aynı zamanda etik bir amaç da gütmektedir.
Law as Literature branşında aynı zamanda, konuşmanın bir fiil olarak ele alındığı söz-eylem kuramı da uygulama alanı bulmaktadır. Avusturyalı hukukçu Bernd-Christian Funk’un bir yazısında vurguladığı gibi, “hukuki iletişim daima davranış kontrolünü sağlama hedefine yönelmiştir. Hukuki dil anlaşılmayı ve verdiği mesajlara riayet edilmesini ister.” Mesela mahkeme önündeki iletişimin çoğunlukla hukuki deneyimi olmayan muhatapları üzerindeki etkisinin incelenmesi, bu açıdan ilginç olabilir.
Hukuk politikası tartışmaları için yeni öneriler
Buna karşılık Law in Literature, hukuki sorunların edebi metinlerde, romanlarda, anlatılarda, şiirlerde ve tiyatro eserlerinde nasıl ele alındığını inceler. Mesela Schiller’in Wilhelm Tell’indeki tiran vali Hermann Gessler’in öldürülmesi hukuken meşru kılınabilir mi? Heinrich von Kleist’ın aynı isimli eserinde Michael Kolhaas açısından ihkak-ı hakkı meşru kılacak bir hukuka uygunluk sebebi var mıdır? Schlink’in Okuyucu’sunda SS gözcüsü Hanna Schmitz’e karşı yürütülen davada olduğu gibi, nasyonal sosyalist suçlardan (birlikte) sorumluluk hakkındaki bir ceza davasında hangi zorluklar ve ikilemler ortaya çıkmaktadır?
Law in Literature, bir yandan kendisiyle aynı soruları ele alan hukuk felsefesine katkı sağlarken, diğer yandan hukuk tarihi ile olan ilişkileri tespit eder. Geçtiğimiz yüzyılın Alman edebiyatı klasikleri kimi zaman bundan önceki hukuk sistemleri ve hukuk anlayışları konusunda kullanışlı bir tarihi kaynak olabilmektedir. Aslında günümüzde yürürlükte olan milli hukuk sistemi açısından edebi eserlerle iştigal etmek bir anlam ifade etmemekte, bütün bunlar somut olaydaki hukuki problemlerin çözümünde artık yardımcı olmamaktadır. Dolayısıyla Law and Literature bunun yerine, hukuk etiği ve hukuk politikasına ilişkin tartışmaları teşvik etme yolunu izlemektedir.
Ya hukuk öğrencileri bundan ne kazanıyor?
Amerika Birleşik Devletlerinde Law and Literature, üniversitelerde yaygın olarak okutulan bir ders. Yale, Harvard ve Stanford gibi elit fakülteler de bu dersi okutmakta. Buna karşılık Alman hukuk fakültelerinde Hukuk ve Edebiyat ile uğraşan ve bu konuyla ilgili seminerler sunan profesörler oldukça nadir.
“Hukuk ve Edebiyat” isimli monografiyi kaleme alan ve çoktandır aynı isimli semineri düzenleyen hukuk profesörü Bodo Pieroth, istisnalardan biri. Münster Üniversitesi Kamu Hukuku ve Politika emekli profesörü olan yazar kitabında, edebiyatı hukukun “altın madeni” olarak tanımlayan Amerikalı anayasa hukukçusu Richard Weisberg’den alıntı yapıyor.
Ama bu “altın” edebiyatın neresinde yer alıyor ve hukuk öğrencisinin ne işine yaramakta? “Birçok edebi eserde hukukun temel soruları ele alınmakta. İşte edebiyatın hukuk öğrenimindeki değeri de genel kültür sahibi olmakta ve bu temel sorunlarda derinleşmekte yatıyor.”, şeklinde açıklıyor Pieroth.
Uzmanlık alanı olma yolundaki ilk adımlar
2016 yılı yaz döneminde Bremen Üniversitesinde Profesör Andreas Fischer-Lescano’nun Kamu Hukuku, Avrupa Hukuku ve Uluslararası Hukuk Enstitüsü tarafından düzenlenen “Edebiyat ve Hukuk” temalı seminerin içeriğini de işte bu temel sorular oluşturdu. Katılımcılar yedi oturum boyunca yalnızca “Edebiyatta Hukuk” ve “Edebiyat Olarak Hukuk” olarak adlandırılan araştırma dallarıyla değil, ayrıca devletin edebiyat alanındaki düzenlemeleri ile bununla bağlantılı olarak edebiyatın fikri haklar hukuku ve ceza hukuku boyutlarıyla da meşgul oldular.
Söz konusu seminer “Hukukun Temelleri” uzmanlık alanı çerçevesinde düzenlendi. Fischer-Lescano, bu organizasyonu düzenlemedeki motivasyonunu şu sözlerle dile getirdi: “Hukuk ve Edebiyat temasının merkezi bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum, çünkü bu tema, edebiyat aracılığıyla bize şu soruyu yansıtıyor: Adaletin temelleri, sınırları ve sınırlamaları nelerdir?”
“Hukuk ve Edebiyat”ın seçmeli ders olarak öğretim planında yer alması mümkün görünmüyor. Diğer temel derslerle olan rekabet bunun için oldukça büyük. Bununla beraber, edebiyatsever olsun ya da olmasın, meşhur edebi eserlerle iştigal etmek her hukuk öğrencisi için artı değer kazandıracaktır.
Her şeyden önce kişi, edebiyatta tematize edilen yaşam tarzlarının ve deneyimlerinin çeşitliliğinden ilerideki mesleki faaliyeti için çok şey öğrenebilir. İsviçreli hukuk profesörü Peter Schneider, kendisinden yaptığımız şu alıntıyla bu çıkarımı en uç noktasına kadar taşıyor: “Edebi deneyimi olmayan, okumamış bir hukukçu, güvenliğe tehlike oluşturur, çünkü insani deneyimin temel kaynağı onun için kapalı durumdadır.”
KAYNAK: lto.de
İUSTİTİA.THEMİS on 7 OCAK 2017
https://hukuktar.org/2017/01/07/yuksek-ogrenimde-hukuk-ve-edebiyat-edebiyat-deneyimi-olmayan-hukukcu-guvenlige-tehlike-olusturur/