Çağdaş Avukatlar Grubu’nun Serüveni
İstanbul barosuna kaydolalı 34 yılı aşkın bir süre geçti. Girdiğim günden beri Çağdaş Avukatlar Grubu üyesiydim. Bu grup bilmeyenler için söylüyorum genellikle baro seçimleri öncesinde harekete geçen müşterek bir platform mahiyetindeydi. Liberal, sosyal demokrat, sol olmak üzere herkese yer vardı bu müşterek zeminde. Benim gibi siyasi bir ekibe dahil olmayan bağımsız solcular da varlığını sürdürebiliyordu… ÇAG 1976 yılında baro yönetimine 5 kişiyi sokarak ilk başarısın elde etti. Bir sonraki yıl ikinci beş kişiyi de yönetime sokup Orhan Adli Apaydın’ın baro başkanı seçilmesini sağladı. Her seçim süreci tartışmalı, çetin geçse de hep sıkıntılı olsa da bu platform daha sonra 1988 yılında Av. Turgut Kazan’ın baro başkanı olmasını sağladı ve yönetime geldi. 1996 yılında ise ÇAG, Av. Yücel Saymanın baro başkanı olmasını sağladı.(1) 2002 yılında baro yönetimi Önce İlke Grubuna geçti. O günden beri ÇAG baro yönetimi dışındadır.
Öncelikle belirttiğim iki baro başkanına daha önce yazılı olarak da yaptığım eleştiriyi hatırlatayım. En genel anlamda solcu olduğunu söyleyen bir insandan, bir baro başkanından beklenen, “şahsi egosunu” aşmayı başarması, adalet, eşitlik, kardeşlik, paylaşımcılık vb. insani değerler üzerinden müşterek bir yönetim sağlaması, bir gelenek kurmasıdır. Ancak maalesef bu iki başkanımız da kendi egolarını aşarak sol değerler, sol kültür üzerinde temellenen bir sol/muhalif baro geleneğini ÇAG üzerinde egemen kılmak için bir çaba sarf etmemiştir. Bugünlerdeki sorunların kökenlerini bulmak için o dönemlere bakmakta da yarar vardır.
Sonraki Bölünmeler
İnsanın olduğu her yerde farklı düşüncelerin olması doğaldır. Ancak bir platformun parçalanması bundan biraz daha farklıdır. Hemen belirteyim ki, ÇAG bazı siyasi ekiplerin birlikte hareket ettiği zemin olduğu gibi, birbirleriyle mücadele ettiği bir alan da olmuştur. Bu da doğaldır. Ancak bir siyasi ekip bir platformu yönlendirme gücünü kaybettiğinde oradan ayrılıyorsa bu başkabir soruna işaret etmektedir: Faydacılık. Evet siyasi ekipler, gruplar ÇAG platformunu kullanabildikleri ölçüde burada kalmış, bu gücü kaybettiklerinde ayrılmış ve farklı gruplar kurmuşlardır.
Ne hazindir ki, ÇAG platformundan ayrılan siyasi ekipler veya dar gruplar, mücadele arenasında hep yan yana düşmüşler, saldırı anında hep birbirlerini aramışlardır… Bu pratik durum bile algımızı derinleştirmemiş ÇAG platformu 1974-1977,1988 ve 1996 yılındaki gücüne hiçbir zaman ulaşamamıştır.
Önseçim Meselesi
ÇAG’da baro adaylarının önseçimle belirlenmesi hep önemli bir konu olmuştur. Ancak Apaydın’dan sonra ilk büyük başarının elde edildiği 1988 yılında aday listesi ön seçimle değil bir ekibin belirlemesi ile oluşmuştur. Ön seçim yapılan örneklerde ise sorunsuz, demokratik örnekler parmakla gösterilecek kadar azdır.
En önemli sorun, ittifakların siyasi-hukuki ilkelerden ziyade ÇAG içindeki dar grupların sayısal ittifakı şeklinde cereyan etmesidir. Hatta sayısal gücü artırmak için grup dışından avukatların ön seçime getirilip oy kullandırıldığı bile görülmüştür. ÇAG ve baro daha ziyade kullanılacak araçlar olarak görülmüştür. Bu nedenle ÇAG kendi içinde inandırıcılığını yitirmiş ve dört parçaya bölünmüştür. Çoğu arkadaşımız da başka gruplara savrulmuştur. Bir kısım arkadaşlarımız, ÇAG’dan ayrılanlar için, onları yeniden kazanmak yerine “Bırakın, gidenler gitsin,” bile demişlerdir. Üstelik sonra da kendileri terk etmişlerdir grubu. Bugünkü yalnızlığın eski zaman görüntüleridir söylediklerim.
Ön seçim, grup onayı gibi kavramların içi boşaltılmış, fetişleştirilmiş, mesele açıkça ifade edilmese bile bu fetişleri kullanmanın kimin için daha yararlı olacağı noktasına indirgenmiştir.
Baroda Müşterek Hedef ve Dil
Bir platform için müşterek ilkeleri tespit etmek gerçekten çok da kolay değildir. Genelde bu ilkelerden anlaşılan siyasi ilkelerdir. Oysa hukuk, toplum ve politika arasında bir ara halkadır. Hukuk kendi dilini evrensel ilkelerden de alarak kurar, kurmalıdır. Muhalif söylem de kendi hukuk dilini kurmak zorundadır.  Ayrıca söylenmelidir ki, hukuk da barolar gibi ikili işleve sahiptir. Bir yandan yönetenlerin yönetilenleri disiplin altına alma aracıdır ve statükocudur, diğer yandan yönetilenlerin ezilenlerin hak ve özgürlüklerini mevcut sistem içinde güvence altına alma gibi evrensel bir öneme ve güce sahiptir. Hukuk tarihi bu işlev etrafında yer alanların biriyle mücadele tarihidir. Hukuk elbette tamamen siyasi bir faaliyet alanıdır. Ancak bir farkla: Siyasetin dışında kendi dilini, evrensel değişim ve dönüşüm ilkelerini, değerlerini oluşturması kaydıyla…
Öncelikle muhalif kanatta yer alan meslektaşlarım, baroyu sadece topluma seslenecek bir araç olarak gördükleri için ciddi bir yanılgıya düştüler. Baro yönetimlerinin, baro yönetimine talip olan grupların öncelikli hedefinin avukat kitlesi olduğunu, olması gerektiğini söylememe bilmem gerek var mıdır? Bu avukat kitlesini ikna edemeyen, çoğunluğu müşterek bir “muhalif hukuk dili” etrafında birleştirmeyi amaçlamayanların daha çok daha geniş toplumsal faaliyet alanında müşterek bir dil yaratmak için şansı olabilir mi? Şansın ötesinde toplumu dönüştürme iddiasında olanların öncelikle baroyu dönüştürmek için meslektaşlarını ikna etmeleri gerekmez mi? Siyasi güçlerini siyasi sloganların ötesinde avukatların çoğunluğunun ortak paydası olabilecek bir dil/müşterek kavramlar kurmada sınamaları gerekmez mi? Samimi olarak söylemeliyim ki, toplumda hukuk güvenliği, temel hak ve özgürlükler, bağımsız, etkili ve adil yargılama için; savunmanın, hak arama özgürlüğünün sesi olamayan tüm baro seçimi zaferleri Pirus Zaferi’dir.
Baroların Niteliği
Unutmamak gerekiyor, barolar Anayasa’nın 135. ve Avukatlık Kanunu’nun 76.maddesi uyarınca “meslek örgütü”; Avukatlık Kanunu’nun 76.maddesine göre “hukuk kurumu”; Avukatlık Kanunu 1 ve 76.maddelere göre “savunmanın örgütü”; Anayasa’nın 135.maddesine göre “siyasal baskı grubu”dur. Bir diğer deyişle, tıpkı hukuk gibi meşruiyetini anayasadan alan bir ayağı devletin (politik toplum) içinde bir ayağı halkın (sivil toplum) içindedir. Bu iki ayak arasındaki bağlantı muhalif politik-hukuki dille kurulabilir. Saf siyasi retorikle değil…
Muhalif bir grup kendi siyasi gücünü sınamak istiyorsa, öncelikle baroların yukarıda belirttiğimiz niteliklerini önemsemeli bunların içini doldurmalıdır. Ancak böylece kitleselleşebilir, demokratik kitle örgütüne dönüşebilir.
Meslekçi Zihniyetin ve Küreselleşmenin Kıskacı Altında
Öte yandan; bazı baro başkan aday adaylarına bakıyorum da meslekçi zihniyetin (2) kıskacından kendini kurtarabilmiş çok az örnek görüyorum. Bir yanda avukatlara vaat ettiği maddi kolaylıkları, aidatlarımızla yaptıklarını anlatan ama ”avukatın hakları” çeperinin dışına çıkamayanlar. Çıktığında da “etnik-ırkçı” görüşlere saplananlar. Diğer yanda güya gençleri (genç fikri değil) temsil ettiğini söyleyip; savaş filmlerinden sahnelerle kendilerini haklı taraf yerine koyup kıdemli meslektaşlarına saldırıp onları yok etmeyi hedefleyenler var. Sanıyorum bu filmlerden yararlanmayı espri zannediyorlar…Oysa biz avukatların elinde kılıç olmadığı gibi imha amacımız da yoktur. Sadece kalemlerimiz ve dilimiz ve tabii ki sözünü ettiğim güncel siyasetin dışında evrensel hukuk değerleri ve kuralları vardır. Bu aslında avukatın da yargının da varlık nedeni, meşruiyet kaynağıdır. Biz yok etmeyi değil, ikna etmeyi, uzlaşmayı savunuruz.
Kanımca barodaki tüm muhalif grupların, muhalif avukatların asli hedefi kendi meslektaşlarının dar meslekçi zihniyetin dışına çıkmasını sağlamayı öncelikli hedef haline getirmeleri gerekiyor. Öncelikle hedef en genel anlamda sol siyasi tasavvurdan beslenecek yeni, özgürlükçü, adil, adaletli bir dünya hayalidir. Bu hayal bize, avukatlara tek bir görev veriyor. Hak ve özgürlükleri; tıpkı evrenin sürekli genişlemesi gibi, genişleyebildiği yere kadar genişletmektir; burjuva hukukunun iki yüzlüğü ancak bu şekilde ortaya çıkartılabilir. Belki de hak ve özgürlükler genişleyerek; yani her yeri kaplayarak ortadan kalkacaktır. Malum her yerde olan hiçbir yerdedir… (3) Devletin, hukukun sönmesi denilen şey de aslında “hak ve özgürlüklerin genişletilmesi”nden ibarettir. Özgürlükçü hukuk ancak bu temelde gelişebilir. Avukatların büyük çoğunluğu bu hedef etrafında bir araya gelebilirler. O zaman başkan adaylarını dinleyelim; kim bu hedef için daha uygundu, tespit edelim. ÇAG’ta karar alan 50 kişiye soruyorum; destekledikleri aday, “meslekçi zihniyeti” aşmış bir aday mıdır?
Neden Bağımsız Aday Fikret İlkiz
Fikret İlkiz benden daha eski bir ÇAG üyesidir. Bu dönem adaylığını geç açıkladığı eleştirisi de doğrudur. Ne var ki, kendini seçime üç hafta kala hazır bulmuş ama asıl önemlisi zorunlu bir sorumluluk duygusuyla karar vermiştir. Bir insanın zor bir zamanda, kendini son anda hazır hissetmesine, kötü niyetliler dışında kim ne diyebilir? En azından ben bu konuda Fikret İlkiz’in samimi olduğuna şahitlik etmiş biri olduğumu söyleyebilirim.
Bu süreç devam ederken Fikret İlkiz’in bağımsız aday olması kendi grubuna da bir hatırlatma, enerji getirecek bir ön açma mahiyetindedir. Bu aynı zamanda yanlışları tespit ve yol almak için yeni bir başlangıç çağrısıdır. Yine konunun anlaşılması açısından belirtmek gerekir ki, Fikret İlkiz’in adaylığı sadece kendi grubuna değil, iki grup dışındaki diğer tüm gruplara da bir çağrıdır. Bağımsız adaylığın gerekçesi budur. Bu çağrıya uyulur veya uyulmaz. Bu grupların kendi taktiridir. Ancak eleştirilerde atlanan husus Fikret İlkiz bir grup kurmamıştır. Bağımsız aday olmuştur. Bu nedenle adaylığından önce gruptan ayrılması gerekli değildir. Ayrıca ÇAG kendisi bir aday göstermemiştir ki, bir üyesinin bağımsız aday olmasından şikayet edebilsin.
Hiçbir grup, hiçbir otorite bir insanın bağımsız aday olma hakkını elinden alamaz, Bunun şekli şemali, izin müessesi yoktur. Gerisi lafı güzaftır. Bunu grubun iradesi üzerine ipotek koyma gibi garip bir kavramla açıklayanlara hatırlatmak gerekiyor ki, kimse ÇAG’a bağımsız adayı destekleyin diye baskı yapmamıştır.
Bu davranışı eleştirenlere bir önerim daha var; şu an ÇAG e-posta grup listesinde adı yazılı olan yaklaşık 750 avukatın isimlerini incelesinler, başka adaylar için çalışan, başka gruplarda aktif olarak faaliyet gösterenleri tespit etsinler… Sanırım İlkiz’e yönelttikleri eleştirileri hemen geri alacaklardır. Fikret İlkiz ve önerenler yaptıklarını açık olarak yapmışlardır ve hiçbir gizli hesapları yoktur. Fikret İlkiz grup kararlarından sonra adaylığını açıklasaydı o zaman söylenecekleri isterseniz burada anlatmayayım.
Yine belirtmeliyim ki; Fikret İlkiz’in bağımsız aday olarak açıklaması biçimi de örneği nadir gözüken biçimde zarafet içeren bir takdimdir. Bunun anlaşılamaması sanıyorum, uzun yıllar içinde çeşitli siyasi grupların “ön seçim” kavramıyla yarattıkları fetişten beslenen bir yanılgıdan kaynaklanmaktadır.
Ayrıca bu zarafetten sorun ve kötülük çıkaranlar öncelikle; ÇAG’ın 45 yıllık tarihi içinde yapılan ve listesi bu yazının sınırlarını aşacak etik dışı davranışlara sonra da kendilerine bakmalıdır. Hani İsa’nın söylediği gibi, İçinizde en günahsız olanınız kimse ilk taşı o atsın!”
Fikret İlkiz’in Bağımsız Adaylığı Yukarıdan Bakış mıdır?
Ön seçim modeli, grupların icazeti hedeften bağımsız bir amaç haline gelmişsenitelikli çözümler üretemiyorsa, ÇAG’ın adı iki-üç üyelik için bir gruba armağan ediliyorsa; bağımsız adaylık da bal gibi demokratik bir yöntemdir. Üstelik doğrudan Baro Genel Kurulu’na hitap eden en geniş anlamda demokratiklik içeren bir yöntemdir.
Ayrıca bağımsız adaylık herkesin göze alamayacağı kadar zor bir yöntemdir. Peki grupların onayını alarak çıkıp asgari bir oyu garanti altına almak varken Fikret İlkiz ve arkadaşları bu yöntemi düşünememişler midir? Bilmedikleri için mi? 3 haftalık bir süre vardır seçime. Üç grupla görüşme sürecinin bu sürede mümkün olup olmadığını bu tür süreçlere iştirak etmiş arkadaşlar samimi olarak ifade etsinler. Ama samimi olarak…
Öncelikle Fikret İlkiz ve arkadaşlarının böyle zor bir şeye kalkışmalarının temel nedeni 1976-1977, 1988’deki, 1996’daki geniş avukat kesimlerini kucaklayan başarının nedenini unutmuş olan hangi grupta olursa olsun tüm demokrat avukatlara yapılmış bir çağrıdır, bir hatırlatmadır. Hep birlikte savunmanın yeniden yapılanması, ses vermesi, ayağa kalkması için bir çağrıdır. Baronun, ÇAG’ın içindeki köklü geleneğinin yeniden ayağa kaldırılması çağrısıdır. Zamanın az kalması bunun ifade edilebilmesi için uygun fırsatları yaratamamış olabilir. Ama tek amacı budur. Ne Fikret İlkiz’in ne de onu takdim eden arkadaşlarının hiçbirisinin baronun “kimlik parlatıcılığına” ihtiyacı yoktur. Ayrıca böylesine zor bir dönemde ortaya çıkılmıştır. Bu söylediklerimiz amacın ne olduğunu göstermeye yeterli değil midir?
Bu nedenle adaylık bir yukardan bakış denemesi değil, gelenek ile geleceğin yeniden buluşturulması için farklı bir başlangıç çabasıdır. Farklı bir model olması anlaşılmasını zorlaştırmış olabilir, dışarıdan bakıldığında hata izlenimi oluşturmuş olabilir elbette. Ancak ifade edelim ki çabanın ortaya konulması, başarılmasından daha önemlidir. Adayların kimliğine bakmak bile onların neden taşın altına elini soktuğunu anlamaya yeterdir.
Fikret İlkiz’in Farklı Hedefleri
Belirttiğim gibi Fikret İlkiz ve arkadaşları bir grup kurmuyorlar. Ortada dolaşan genel geçer hukuk-avukat laflarının dışında bir şey ifade ediyorlar. Bir avukat duruşu sergiliyorlar. Burada yapılabilecek iki farklı şeyi söylemekle yetineceğim sadece. İlki son zamanların baro yönetim tarzında köklü dönüşüm. Başta Genç avukatlar olmak üzere işe ihtiyaç duyacak avukatların işe, vatandaşın adalete erişim hakkına kavuşacağı bir proje olarak adli yardım sisteminde köklü dönüşüm. Bunları anlatmayacağım. Dileyen broşürümüze ya da benim ayrıntılı yazıma bakabilir.(4) Belirttiğimiz dönüşüm hedeflerini gerçekleştirmek bize kısmet olmazsa, arkadan gelecek arkadaşlarımız gerçekleştirsin.
Politika ve Hukuk
Konuya saf politik terminoloji ile yaklaşan arkadaşlara ise, baroların, avukat gruplarının siyasi parti olmadıklarını hatırlatmakla yetinmek istiyorum. Baronun öncelikle 40.000 avukatın çoğunluğunu müşterek zeminde buluşturması gerekmiyor mu? Bunun için ayrıştırmaya yol açacak politik ifadeler yerine, baroların görevlerinde yazılı “İnsan Hakları”, “Hukukun Üstünlüğü” gibi kavramların içini “olması gereken ve zorunlu sol değerlerle, mirasla” doldurmak, bu kavramları “hak ve özgürlükleri genişletmek” için yeniden inşa etmek daha doğru olmaz mı? Bu kavramlarla 40.000 avukatın çoğunluğunu kucaklamak onlarla buluşmak önemsiz bir şey midir? Belki de bu yüzden bugün hukuksuzluklara karşı yürüyüş yapmak istediğimizde yanımızda kimse bulamıyoruzdur?
Ben tüm meslektaşlarıma sesleniyorum. Fikret İlkiz ve 18 arkadaşı samimidir. Söylediklerini yapabilecek güçleri vardır. Baroda Orhan Adli Apaydınlardan gelen mücadele geleneği ile geleceğin dinamizmini birleştirmeye taliptirler. Bunu başarmak için gerekli birikim, deneyim ve kararlılığa sahiptirler.Bu nedenle oylarınızı kullanırken vicdanınızın sesini dinleyerek Fikret İlkiz ve 18 arkadaşına ve delegasyon adaylarına kulak vermenizi diliyorum.
 
Dipnotlar:

  1. Bu dönemleri merak edenler için;Haluk İnanıcı, Çağdaş Avukatın Grubu; ÇAG: Kayan Zeminde (Haziran)Depremi Önceden Tahmin Etmek, 2003, Açık Sayfa Dergisi Sayı 44; Haluk İnanıcı, ÇAG 2002 Seçim Yenilgisi mi ? Bir Dönüm Noktası mı?Günışığı Dergisi Sayı 7 (Eylül), 2003
  2. Bu konuyu değerlendirdiğim yazılar: Haluk İnanıcı, Türkiyede Avukatlık İdeolojisi, Toplum ve Bilim Dergisi Sayı 87;Haluk İnanıcı, Meslekçi ve Küreselci Zihniyet Kıskacında: Avukat, “21. Yüzyılda Avukatlık ve Baro,” içinde, Legal Yayınevi, 2008
  3. Tebessüm eden arkadaşlarıma bu konuda bakabilecekleri bir kaynak: Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirilmesi,Marx, F.Engels, Sol Yayınları, 2.Baskı, s.144. Bu sayfada, Demokrasinin nasıl yok olacağı şöyle açıklanır: “Gerçekten tam demokrasi ki, bu alışkanlık halini alıyor ve dolayısıyla yok olmaya yüz tutuyor.
    Demokrasi yerine “hak ve özgürlükleri” koyarak düşünmeye davet ediyorum, arkadaşlarımı. Acaba hak ve özgürlükler de yayılıp tüm toplumu ele geçirince mi yok olacak? Eğer böyle ise sol muhalefetin, tüm hukuk stratejisini bunun üstüne inşa etmesi gerekmez mi?
  4. Ayrıntılı bilgi: Fikret İlkiz, 2018 Baro Seçim Broşürü; Haluk İnanıcı, Uluslararası Gelişmeler Işığında Adli Müzaheret, Hukuk ve Adalet Dergisi, 2006