İzlenimlere devam etmeden önce gelin Selçuk’u ve diğer avukat arkadaşlarımızı cezaevine kapatan adliye sürecini bir kez daha hatırlayalım.

12 Eylül 2017’de bürolarına yapılan polis baskını ile 16 avukat 20 Eylül’de tutuklandı. Kozağaçlı’da yurtdışından döndü ve 13 Kasım 2017’de tutuklandı, toplam 17 avukat. İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi dört gün süren uzun bir yargılamadan sonra, 14 Eylül’de tutuklu avukatlar Ahmet Mandacı, Aycan Çiçek, Ayşegül Çağatay, Aytaç Ünsal, Barkın Timtik, Behiç Aşçı, Didem Baydar Ünsal, Ebru Timtik, Engin Gökoğlu, Naciye Demir, Özgür Yılmaz, Selçuk Kozağaçlı, Süleyman Gökten, Şükriye Erden, Yağmur Ererken, Yaprak Türkmen, Zehra Özdemir’in tahliyesine hükmetti.Avukatlar tahliyeyi kutlamak için arkadaşları onuruna yemek tertipledi. Avukatlar arkadaşlarını karşılamaya hazırlanırken bu esnada da savcı tahliye kararına itiraz etmekle meşguldü. 12 saat bile geçmeden, mesai saatine takılmadan savcılık tahliye kararına itiraz etti. Gerekçe, “kuvvetli suç şüphesi ile tutuklamanın ‘verilmesi beklenen ceza’ ile ölçülü olması”. Tahliye kararı veren aynı mahkeme beş avukat hariç 12 avukat hakkında itirazı kabul ederek yeniden tutuklama kararı ve yakalama emri çıkardı. Avukatlar (Engin Gökoğlu, Aycan Çiçek, Aytaç Ünsal, Behiç Aşçı) tahliyeyi kutlamak için düzenlenen yemeğe giderken gözaltına alınarak tutuklandılar.

Selçuk daha sonra adliyeye gelip mahkemeye çıktı ve tutuklandı. Öncesinde yaptığı açıklama ile mahkeme kararına uymak için gelmediğini, hesabının olduğunu ve hesabını görmeye geldiğini söyledi:

İki karar, ikisinde de kendi isteği ile gelen bir avukat ve tutuklama gerekçesi “kaçma şüphesi”. Yandı yine baş denen tepenin içindeki makine. Ben bu bölümü, dolanmadan dilime başkaca bir şey, Cahit Külebi’nin “Hikaye”si ile bitireyim:

“…
Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi,
Sen de anlat doğduğun yerleri
Anlat biraz!”

Yağmur Altında Titreyerek Sohbet Ediyoruz

Selçuk 435 gündür, arada verilmiş üç gün süren tahliye kararını saymazsak, tek kişilik hücrede. Defalarca dilekçe vermiş tek kişilik hücreden çıkabilmek için ama hiçbirine cevap yok. Av. Öykü Köse hatırlattı, bir yıl dolduktan sonra cezaevinde ayda iki kere diğer mahpuslarla bir araya gelme ve sohbet etme hakkınız varmış. Selçuk bir yıl sonrasında bu hakkı birkaç kez kullanmış fakat cezaevine yeniden kapatıldıktan ve açlık grevine başladıktan sonra kullanmasına izin verilmiyormuş.

“Osman Kavala ile aynı koridordayım. Koridordaki diğerleri cemaat soruşturmasından yatanlar. Görüşmelere çıkarken kapıdan sesleniyorlar, onun dışında kimseyi göremiyorum. Bir yıl dolduktan sonra ayda iki kez üç saatliğine izin verilen sohbet uygulaması var. Kiminle sohbet edebileceğinize onlar karar veriyor, sizin seçme şansınız yok. Beni, suçladığım örgütten yargılan diğer kişilerle beraber çıkarıyorlar. Fakat hiçbir şekilde beraber yargılandığım Behiç gibi arkadaşlarım ile yan yana gelmeme izin vermiyorlar.

Sohbet uygulaması denince öyle aklınıza kapalı bir alanda bir araya gelip muhabbet etme gelmesin. Ne yalan söyleyeyim benim aklıma geldi.

“Yedi kişiyi çıkartıp, halı sahanın ortasına getirip üzerimize kapıyı kilitliyorlar. Yaz kış aynı uygulama. Yağmur kar fark etmiyor. Şikayet ettiğimizde, “isterseniz içeri alalım” diyorlar. İçeri almak demek sohbetin bitmesi ve bizi hücrelere geri götürmek demek. Kapalı bir yerde bir araya gelmemize izin yok. Biz de arkadaşları görmüşüz, içeri girer miyiz hiç, yağmur altında titreye titreye sohbet ediyoruz.”

Dar Alanda Fotokopi Yaşam

Tutuklanmak ve cezaevine kapatılmak. İddianameyi beklemek. Geçen yılların ardından mahkeme günü belli olduğunda sevinmek, duruşma zamanı için gün saymak. Duruşma başladı. Günlerce savunma yapmak, beyanlarda bulunmak ve sonrasında serbestsin. Sarılmalar, alkışlar. Cezaevine geri dönüş, bu kez kısa misafirlik için. Topla eşyalarını. Buzdolabı, televizyonun varsa ya birilerine bırak ya da arkandan atacaklar. Dışarıda eş, dost, ana, baba bekler, üzerine çeki düzen ver ve dışarıdasın. Ne güzelmiş gökyüzü, duvarsız boş araziler. “Savcı itiraz etti, duymadın mı?”. “Seni serbest bırakan mahkeme fikir değiştirmiş, tutuklanmana karar vermiş”.  Yeniden kelepçe ve yine yeniden giriş işlemleri. Aynı hücredesin tekrar.  Özgürlük Yolu filminin o efsane repliği geldi aklıma: “Düşüncelerimi anlatan kelimelerin gitgide anlamsızlaştığını fark ettim”

“52 numaralı aynı hücreme döndüm. Bomboştu hücrem. Bir günlük tahliye ile dışarı çıkmak fakirleştirdi beni, döndüğümde hiçbir eşyam kalmamıştı. Temizlik yaparak çıkmıştım. Benden önce bir yargıç kalmış, o da tertemiz yaparak çıkmıştı şimdi kaldığım hücreden. Çok sevinmiştim bu temizliği görünce. Ben de benden sonrası için temizlik yapmıştım ama yine ben geldim.” 

435 gündür tek başınıza bir hücredesiniz. Bunun ne demek olduğunu anlamak için uzun süre tek başına hücrede kalan deneyimli mahpus Ali Gülmez’e bırakayım sözü: Siyasi ideolojik birikiminiz deneyiminiz ne olursa olsun; hücre tipi yaşam ile size dayatılan yaşamın ne kadar bilincinde olursanız olun, ne kadar çözümlerseniz çözümleyin yaşamınız tek kişiliktir.Dar alanda fotokopi bir yaşamdır bu. Bu koşulların bilincinde olan mahpuslar kendine dayatılan izole yaşama bir direnç kurmaya çalışırlar.” Bu direnç genelde cezaevinin dayattığı rutine karşı kendi zamanını planlamak ve bol bol okumak ve mümkün olduğunca yazmaktır. Elbette bu direnç kurma biçimi kişiye göre değişebilmektedir. Selçuk, dışarıdaki disiplinini aynı şekilde cezaevinde de sürdürmeye çalıştığını; yatış, kalkış, spor ve çalışma saatlerinin olduğunu, televizyonu çok az izlemeye gayret ettiğini söylerken aynı cezaevinde kalan Eren Erdem saatleri düzenlemeye çalıştığını ama bunun kendisine iyi gelmediğini söylüyor: “İlk başlarda sabah erken aynı saatte kalkıp, spor yapıp belirli saatlerde okuyup çalışıyordum. Belirli bir süre sonra kendimi çok fazla zorladığımı fark ettim. Şimdi belirli bir rutin oluşturmadan günlük hareket ediyorum. Yatış, kalkış saatlerimin kitap okuma düzenim her gün farklılaşabiliyor. Bu bana daha iyi geldi”  Peki Selçuk’un cezaevinde günlük yaşamı nasıl?

“Sabah 6:00 kalkış. 8:00’desayım var ve avlu kapısı açılıyor. Bu saate kadar okuyup çalışıyor ve hafif spor yapıyorum. Önceden koşu da yapıyordum, açlık grevine başladıktan sonra bıraktım. Gerçi koşuda da alan çok dar olduğundan sıkıntı yaşadım, avlu çok dar. Öğleden önce avukat ziyaretim olmuyor, avukatlar genelde öğleden sonra geliyor. Bu arada yine okumaya devam ediyorum. Televizyonu gün içerisinde bir saatten fazla açık tutmuyorum, çok tehlikeli. Sizi bulunduğunuz yerin koşullarından koparıyor. Belli bir süre sonra sürekli televizyon karşısında zaman geçirmeye, hiç üst değiştirmemeye, yataktan çıkmamaya başlıyorsunuz.”

Avukat ziyaretlerinin özellikle tek kişilik hücrede kalan mahpuslara nasıl iyi geldiğini  daha önceki cezaevi ziyaretlerimde farklı kişilerden duymuştum. Fakat son dönemlerde, tecride son verilmesi talepleri Bakanlık tarafından “Yok öyle bir şey. Bakın ne kadar çok avukat ziyaret etmiş. Tecrit olan bir yerde bu kadar ziyaretçi olur mu?” gerekçesiyle ret ediliyor.Bakanlığa bir de sol kanattan bindirip soralım: Neydi tecrit? Tecrit ayırılıp tek başına bir hücrede tutulmaktı. Tecrit soyutlanmaktı. Tecrit yalıtılmaktı. Tecrit sohbet hakkını kullanamamaktı…

Av. Öykü Köse, Selçuk’un da avukat ziyaretçisinin çok olduğunu ve Bakanlığın bahsettiğim şekilde bunu kullandığını söylüyor. Selçuk araya girip:

“Evet, güçlü bir avukat görüşüm var. Bugüne kadar yanlış saymadıysam 917 avukat ile görüştüm. Tek kişilik hücrede avukat görüşü nefes aldırıyor, her seferinde seni hücreden çıkarıyorlar. Fakat bunun tecridi ortadan kaldırdığını söylemek akıldışı.” 

Biz Ne Yapacağız?

Duruşma tarihine sayılı günler kaldı. Peki ama Selçuk içeride duruşmaya hazırlanabiliyor mu? Dava dosyasını inceleyebiliyor mu?

“Dosyada bulunan evrakların birçoğu dijital. Bilgisayar dışında inceleyebilme şansım yok. Tahliye edilmeden önce haftada iki saat bilgisayar kullanabiliyor ve mahkemeden gelen cd’leri inceleme şansım oluyordu. Tahliyem ile beraber cd’leri elimden aldılar. Tekrar tutuklandıktan sonra mahkemeden cd’leri tekrar istedim, mahkeme çok geç gönderdi. Fakat bu kez de cezaevi idaresi talep etmeme rağmen bilgisayar kullanmama izin vermedi. Bu nedenle dava dosyasında bulunan dijital evrakları inceleyemiyorum.” 

Mektup, gazete ve dergi alımlarında sorun yaşıyor mu? Neler okuyor?

“Mektuplaşma sorun. Hiçbir şeyi kırk beş gün önceden vermiyorlar. Hiçbir politik dergiyi alamıyoruz. Sadece “Hukuk Defterleri” dergisi düzenli elime ulaşıyor, çok memnunum, arkadaşlara çok teşekkür ediyorum…Dört yüz kitabı geçtim. Günde bir kitap bitiriyorum. Hücremde on beş kitap bulundurabiliyorum. Üç kişilik koğuşlarda on kitaba izin veriyorlar. Bu da tek kişilik hücrenin avantajı (gülüyor). Buranın tek düzgün işleyen yeri kütüphanesi, gelen gidenle beraber zengin bir kütüphane olmuş. İngiliz edebiyatını burada okuma başladım, bir de Marksist literatürü yeniden tarama şansım oldu. Bir de her okuduğum kitapla beraber kaynakçalarını göz atıyorum ve yeni yeni liste çıkıyor. Bir hayli uzun bir listem oldu.” 

2014 yılında yaptığı “Kendi adımıza asaleten ezilenler yoksullar adına vekaleten” diye başlayan, “Sen bildiğin yolda yürü bırak ne derlerse desinler” ile devam eden ve Antigone’yi andığı o meşhur kopuş savunmasını okumuşsunuzdur. (FOTO) Okumayanlar için kitabın kapağını hemen yana iliştiriyorum. Benim o savunmada tutunduğum ve her daim hatırladığım Silivri’nin o en büyük duruşma salonunda Turgut Uyar’ın dizileri ile bitmesiydi:

“(…)
çiğdem cefaya katlanır alışmıştır kendi yeşiline
haklıdır bakımsızdır yağmurun durmadan günü değişir
hoş olsun bütün verdikleri aldıkları şu çiçeklerin
gül susar çiğdem uyanır tüfek başlar konu değişir
hep böyle süreceği sanılır bu gül hikayesinin
hep böyle sürer gerçi ama bir gün sonu değişir”

Peki şimdi nasıl bir savunma için hazırlanıyor?

Daha çok okumaya vaktim oldu. Çok ihmal ettiğim şeyleri tamamlamaya çalışıyorum. Kürsüde geleceğe ilişkin sistematik bir çağrı yapmalıyız. Bir gün sonu değiştiğinde hikayenin biz ne yapacağız? Alman pozitivizminin altından kalkamadığı soru bu? Bize bunları çektirenleri ne ile suçlayacağız? Biz de mi sahte mahkemeler kurup geçmişe yönelik yargılamalar yapacağız? Nasıl bir demokrasiye geçeceğiz, nasıl bir demokrasi inşa edeceğiz? Bu sorunun cevabını arayıp ve soracağız. Geleceğe yönelik bir çağrı olacak.”

DEVAM EDECEK

ÇARŞAMBA/SON BÖLÜM: Neden açlık grevine başladı? Eylemini neden çiçek açlık grevi olarak adlandırdı? Açlık grevi ne zamana kadar sürecek?