Marksizm ve hukuk ilişkisine dair çalışmalara ilgimiz malumunuz. Denk geldikçe sizlerle bu konuya dair erişime sunulmuş metinleri paylaşmaya çalışıyoruz. Birazdan okuyacağınız makale Doç. Dr. F. Ceren Akçabay’ın Tarih Vakfı’nın düzenlediği “Marksizm201” seminerleri kapsamında gerçekleştirdiği “Marksizm ve Hukuk” dersinin notlarından oluşuyor. Bizden önce bu yazı uni-versus.org sitesinde tek bölüm halinde erişime sunuldu. Yazının uzunluğunu dikkate alarak bu güzel çalışmayı iki bölüm halinde paylaşıyoruz. İkinci bölümüne Pazartesi günü sitemiz üzerinden erişebilirsiniz. O güne kadar bekleyemem, sabredemem diyenler için adresi bir kez daha hatırlatalım: uni-versus.org. (Universus Sosyal Araştırmalar Merkezi)

Marksizm gibi hukuk kuramının önemli bir veçhesini burada sizlerle tartışmak çok önemli benim için. Ben aynı zamanda feminist eleştirel yaklaşımının bir mensubu olarak tanımlıyorum aynı zamanda kendimi çünkü hukuk kuramı içerisinde farklı yaklaşımları inceliyoruz ve aslında hukuku anlama çabası olarak düşünebiliriz bunu. Dolayısıyla belli bir perspektifim var hukuka ilişkin. Eleştirel hukuk çalışmaları zaten Marksizmden kökenini almış bir yaklaşım. Dolayısıyla benim için yabancı bir tartışma değil bunlar. Kendi paradigmamı oluşturduğum tartışmalar.

Modern devlet üzerinde modern toplum içerisinde yaşarken modern hukukun kendisiyle yollarımızın kesişmemesi gibi bir durum söz konusu değil. Hiç o kadar şanslı değiliz. Hepimizin bir şekilde hukukla bir ilişkisi var. Hatta aile içerisinde bile hukuk kuralları bize öğretilmeye başlanır. Marksist hukuk yaklaşımı çerçevesinde düşündüğümüzde marksizmin endişeli bir ilişkisi var hukukla. O yüzden enteresan bir başlık “Marksizm ve Hukuk”. Bir anlamda birbirleriyle ilişkilidir. Bu seminerler dizisi içerisinde ekonomiyle, tarihle, toplumla ilgili birçok şey tartışılırken hiçbirinin çok yabancı olduğunu düşünmediniz çünkü Marksizm gerçekten de geniş kuramlardan bir tanesi ve hepsi hakkında söz söyleyen, yaklaşım geliştiren bir “felsefe”ye denk gelir. Ama hukukla olan ilişkisi pek böyle değil. Her ne kadar toplumun bir parçası olarak düşünürsek hukuku, son derece normal olsa da Marx’ın ve hukukun yan yanalığı, bir Marksist hukuk arayışı, bir Marksist hukuk teorisi beklentimiz için Marksizmin gelişimini, kendi kurucularının hayat hikâyelerini bildiğimizde bu iş biraz da karmaşıklaşır. Ve “şizoid bir ilişkidir” der buna Collins. Ben de buna kötü bir ikili diyorum aslında. Birçok teorisyen gibi Marx’ın kendisi de hukuk eğitimi almış biri. Ve dönemin Almanyası’nın önemli hukuk fakültelerinde eğitim almış daha sonra doktorasını felsefe alanında yapmış ve aslında hukuktan kaçmış biri Marx. Neden? Hem babasına yazdığı mektuplarda hem arkadaşlarıyla yazışmalarında görülebilir bu. Marx’ın hukuku zaman zaman gereksiz, zaman zaman doğrudan bir mistifikasyon aracı olarak gören bir yaklaşımı var. Marx’ın temel derdi aslında dünyayı anlamak. Böyle bir arayış içerisindedir. Özellikle yaptığı yazışmaların birkaçında dünyayı anlamak için hiç işe yarar bir alan olmadığını söyler hukukun. Sürekli yazmakta olduğu bir kitaptan bahsediyor. 300 sayfayı geçtiğini bildiğimiz bir kitap bu. Hukuka ilişkin kapsamlı bir çalışma hazırladığını anlatıyor örneğin babasına. Ama sonrasında bir çılgınlık anı veya gerçekten o çalışmanın anlamsızlığını fark ettiği anda birçok başka çalışmasıyla birlikte yok ettiği bir çalışma. Ama tabi bize kalan miras dünyayı anlamaya çalışırken Marksist yaklaşımlarla birlikte, hem hukuku çok iyi bilen hem de aslında yer yer hukuk açıklamalarını bilhassa güncel tartışmalar üzerinden geliştirdiği teorik yapıtlarında fazlasıyla örnekleri içerisinde kullanan ama doğrudan hukuka ilişkin herhangi bir şey söylemeyen, hatta buna gerek duymayan bir bakış. Dolayısıyla bunun içerisinde bir Marksist hukuk kuramı arayışı içerisindeyiz biz. Kolay olduğunu söyleyemem.

Marx’ın bir hukuk kuramı var mıydı?

Marx’ın genel çerçevesini belirlediği düşünce şeması içerisinde hukuka ilişkin bir açıklama getirmek gerek. Biz hukuka bakarak Marx’ın yaptığı gibi dünyayı açıklamaya çalışmıyoruz. Marksizm içinde hukukun yeri; üst yapı içerisindeki devlet, din, ahlak gibi birtakım toplumsal kurumsal yapıların yanı. Dolayısıyla asıl açıklama şeması olan altyapıyla ilişkisi biraz daha çetrefili. Dolayısıyla tabana koyduğumuz zaman her şeyi açıklayan, üretim araçlarını, üretim ilişkilerini, dolayısıyla altyapıdaki ilişkilere benzer bir durum söz konusu değil. Marx belki de ömrü vefa etseydi gireceği bu alana pek de girmedi. Dolayısıyla onun ardından bu tartışmaların devam ettiğini ve Marksist hukuk kuramının inşası için bu konuda uğraşıldığını söylemek mümkün. Bugün artık eleştirel hukuk çalışmaları içerisinde bu yaklaşımın devam ettiğini söylemek doğru oluyor sanırım. Marx’ın bir hukuk kuramı yoksa ve biz Marksizm içerisinde hukuka ilişkin bir açıklama geliştirmeye çalışıyorsak, bunu neden yapıyoruz?

Madem Marx hukuka ilişkin çok da fazla bir şey söylemedi –ki çok iyi bildiği bir alan, iyi bir hukukçu. Örneğin Almanya’da bir gazetede çalışırken kendisine açılan bir davada yaptığı bir savunma var. Doğrudan alt-yapı ilişkileri içerisinde o hukuk savunmasını kurgulayabilmiş durumda. Bunu buradan bugün yürürlükte olan yasalardaki düzenlemelere atıflarda bulunarak yapabiliyor, herhangi bir avukata ihtiyaç duymadan.

Ama bu birtakım örneklerin yahut kendi hayatı içerisindeki zaman zaman ihtiyaç duyduğu anda ortaya çıkardığı birtakım tespitlerin ötesine çok da geçen bir şey değil. Elbette ki bütün yapıtlarında yer yer Kapital’den tutun da Gotha Programı gibi hukuka ilişkin olarak çok daha iyi bilinen çalışmalarında epey bir şey söylüyor ama doğrudan hukuku bir analiz konusu haline getirmediği gibi bu konuda fazla söz üretmek niyetinde değil. Aslında hukuki ilişkileri, hukuki kurumları, hukuki kavramları belirleyen ekonomik ilişkilerin, ekonomi politiğin anlaması gereken konu olduğunu düşünüp yönünü o tarafa doğru çeviriyor. Dolayısıyla bir hukukçu olarak hukuk alanını terk ettiği söyleyebiliriz.

Marksizm ve hukuk için başka bir durum daha var: hukukun birazcık daha geride kalması ve çok gerekli bir tartışma olarak görülmemesi. Devletin sönümlenmesi konusu. Aslında Anti-Dühring’te Engels’in açıklıkla yazdığı ama aynı zamanda başka birçok eserde de bu manaya gelebilecek şeylerle karşılaşabileceğimiz gibi devletin ve hukukun sönümlenmesi konusuna değinmek gerekir. Hukuktan ne anladıkları çok önemlidir elbette ki. Hukukun sönümlenmesi derken hukukun ortadan kaldırılmasından bahsetmiyoruz. Kendiliğinden, yavaş yavaş, öyle bir ihtiyaç kalmaksızın sönümlenip gitmesi, yok oluvermesi. Aşama aşama gelişen bir sürecin nihayetinde devletle birlikte hukukun ortadan kalkacağı düşünülüyor. Dolayısıyla burada hukukun ne şekilde anlaşıldığı aslında kendi içerisinde saklı çünkü devletle çok iç içe bir şekilde anlaşılıyor. Hukukun Marksist tartışma içerisinde doğrudan devletin bir parçası hatta devletin bir aracı olarak ele alınmasının neticesinde oluyor bu. Ama hukukun sönümlenmesiyle ilgili tartışma o kadar basit değil. Çünkü artık Marx hatta Lenin döneminde olduğu gibi hukuk ve devleti tartışamıyoruz. Üzerinden biraz zaman geçmiş olabilir ama çok yakıcı bir gerçekliğin deneyimleriyle beraberiz. Bu reel sosyalist ülkeler içerisinde devrimler gerçekleşti, proletarya diktatörlükleri kuruldu ve bu çerçevede sosyalist hukuk sistemleri oluştu ve aslında kendiliğinden sönümleneceği düşünülen devlet aygıtının kendisi ve hukuk kurumunun kendisi pek de öyle sönümlenmedi veya ister istemez ortadan kalkmadı. Hatta bürokrasinin gelişimiyle birlikte bunun tam tersinin olduğunu söyleyebiliriz. Ama marksist teorinin hukuktan ne anladığını ve sosyalist hukukun ne olduğu tartışmasını biraz erteleyelim. Temeldeki kavramlara dönmek niyetindeyim çünkü ancak o zaman marksizm içerisinde bir hukuk kuramı var mı yok mu ya da olabilir mi tartışması içerisinde ilerlemek mümkün olur bizim açımızdan.

Marx’ın bize söylediği şeyin büyük bir kısmının aslında yöntemle ilgili olduğunu düşünüyorum. Marx ömrü yettiğince topluma, siyasete, ekonomiye ilişkin pek çok şey açıkladı. Büyük ve önemli yapıtlar verdi bize ama elbette ki bize verdiği şey bütün bir dünya açıklaması değil, olamazdı da. Böyle bir beklentiye girmek, Marx ve Engels’in yapıtlarına bu şekilde yaklaşmak anlamsız olur. Ama gerçekten de abartıya varan bu uğraşı içeresinde, her şeyin marksizmle açıklanabileceği yönündeki sabit fikirliliğe yol açacak şekilde bu alanın incelenmesine sebep olan şey bence çok elverişli bir yöntem sunuyor olmasıdır. Bu elverişli yöntem sadece kullanışlılık değil; elverişlilikten kastım, aynı zamanda maddi gerçeğin ortaya çıkarılması anlamında yani bilginin oluşumu açısından çok doğru bir epistomolojiye dayanıyor olmasıdır. Bu tabii ki diyalektik materyalizmin kendisidir. Hatta diyalektik materyalizme bir de tarihselcilik eklediğimizde ortaya çıkan şey. Tarihsel materyalizm de diyebiliriz buna. Bir kere Hegel’in yaptığı şeyi yani düşüncelerle maddi gerçekliği, dünyayı açıklamak yerine maddi olgulardan düşünceleri üreten bir yaklaşımdır bu. Yaklaşımın doğru bir şekilde ortaya konması, bunun stabil olmadığını ve bunun tarih içerisinde nasıl geliştiğini hem örneklerle hem de çok doğru bir dizgi içerisinde ortaya konması önemli. Bunun içerisinde tarihsel toplum gelişiminin dinamik bir gelişim olduğunu açıklayan çatışmacı toplum anlayışı da var. –ki bu çatışmanın kendisi bildiğiniz gibi sınıf çatışmasına dayanıyor ama aynı zamanda bu tarihsel gelişimin, bu sürekliliğin diyalektik bir gelişim olduğunu, devinimli gelişme süreci olduğunu bize açıklayan bir yöntemi var Marksist düşüncenin. Dolayısıyla biz hukuka bununla yaklaştığımızda Marx her ne kadar hukukçu olsa da ve hukuka ilişkin birtakım görüşler üretse de aslında metodu bize vermiş durumda. Dolayısıyla bu metodu yani diyalektik materyalizmi tarihselcilikle birlikte kullanarak hukuka ilişkin pek çok şey söylemek mümkündür. Bugün us devletin krizine, insan haklarının krizine, hukuk devletinin krizine ilişkin Marx’ın sözünü merak ediyorum. Hukuk aslında sürekli bir mistifikasyon aracı olan kavramlar ve kurumlarla iç içedir ve aslında pek de çare olamayabileceğinizi bildiğiniz halde hukukçu olarak insanlara yardımcı olmaya çalışırsınız. Ama önemli olan bu yaklaşımın şu an bizim için yararlı olup olmadığıdır. Dolayısıyla bu analizin kendisinin bize bu bakımdan da bir yol gösterebileceğini düşünüyorum. Örneğin şu an Türkiye’de elbette ki liberal dünya düzeninin bize vadettiği hukukla karşı karşıya değiliz. Ama biz marksizme ilişkin bir hukuk çalışmasının şu şekilde bir anlamı olduğunu biliyoruz: İnsanların hak ve özgürlüklere, bu yasal belgelere ilişkin vs. bir şekilde bir umudu var. Hukuk üzerine Marksist metotla ilerlemeye çalışmanın bizim için anlamlı olabileceğini düşünüyorum. Tabii ki marksizm ve hukuka ilişkin söylenebilecek, anlatılabilecek pek çok şey var, atıfta bulunulabilecek pek çok eser var. Dolayısıyla böyle bir sıralama yaptım. Bu sıralama içerisinde ilk olarak ele almak istediğim şey aslında tam da bu marksizmin bize verdiği bu yöntemler. Bir uyumu hedefleyen, uyum içerisinde uzlaşmayla, dayanışmayla toplumu açıklayan toplum teorileri vardır bir de çatışmacı teoriler vardır. En bilinenlerden bir tanesi zaten Marksist toplum teorisidir. Dolayısıyla biz bugün hukuku, sınıf çatışmasının verdiği devinimin toplumsal hareketin önemsendiği bir yaklaşım içerisinde ilerlediğimizi ve bu sınıf çatışmasının deviniminin diyalektik, materyalist ve tarihsel bir şekilde anlaşılabileceğini söyleyen düşüncenin izinden giderek birkaç yönüyle ele alacağız.

Aslında çok eskiden beri, yani modern toplumun şafağından beri hukuk hep kapitalizm için yani altyapıdaki ekonomik ilişkiler için önemli olagelmiş. Modern toplumla birlikte ortaya çıkan modern hukukun varlığından biliyoruz. Modern toplum modern aileyi, modern eğitimi ortaya çıkardı ve de modern hukuku ortaya çıkardı. Üstelik modern hukuku öyle bir açığa çıkardı ki diğer bütün toplumsal kurumların modernleşmesi yolunda da araç olarak kullanılabilecek güçte bir yapı olarak ortaya çıkardı. Marksizm içerisindeki çeşitli eserlerde zaten doğrudan şu şekilde anlatılır: feodalizmin anlatısı, söylemi ve meşruluk mekanizması dindi. Kapitalizmin meşruluk mekanizması ve dolayısıyla anlatısı ve söylemi hukuktur. Rasyonel bir hukuktur. İnsan aklıyla insanların kendi toplumlarını düzenleyebileceklerine yönelik bir bakış açısı. Ama bizim çok temelinde bu hukukun gelişimi itibariyle bildiğimiz bir şey var: Marx hukuktan kaçarken ve buradan ekonomiye döndüğünde aslında temeldeki belirleyene gitmişti, kendi yolunu buraya doğru çizmişti. Çünkü alt-yapı, üst-yapıyı belirliyordu. Bu aslında Hegel’den aldığı bir şey yani Hegel’in diyalektiği içerisinde olan bir şey. Ama Hegel üst-yapının gelişimiyle birlikte –bilhassa üst-yapı ve rasyonalizm bakımından ele aldığı şey devlettir burada altyapının, yani somut olanın ekonomik işliklerin içinde bulunduğu –Marx’ın tespitiyle- maddi varlığın kendisinin bu sayede geliştiğini düşünür. Marx bunu ters düz ederken yani idea’nın, düşüncenin maddeyi belirlemesi yerine maddenin düşünceyi belirlemesi şekline getirirken en önemli olan şeyin buradaki üretim ilişkileri, üretim tarzı ve dolayısıyla üretim araçları olduğu tespitinden yola çıkar. Buradaki üretim ilişkileri toplumun türünü belirliyordu ve toplumun türüyle birlikte üst-yapı kurumu da değişiyordu. Marksizme ilişkin temel eserlerin birçoğunda, özellikle Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın önsözünde çok özet bir şekilde anlatılır bu. Hukukun de bu üst-yapı kurumlarından bir tanesi olarak ekonomik ilişkilerin değişmesiyle birlikte yaşanan toplumsal değişimin de buna ayak uydurduğu, dolayısıyla alt-yapıyla birlikte değişen üst-yapı kurumlarından bir tanesi olduğu söylenir. Hukuku alt-yapıya bağlı bir üst-yapı kurumu olarak düşünürken tabii burada devlet, din, aile, ahlak, bilim, sanat da burada üst-yapı kurumu olarak ele alınır. Bunların her biri Hegel’in idea düşüncesinde toplanan şekilde aslında bilinç biçimleridir. Ama burada başka bir somuttan bahsediyoruz çünkü burası üretim ilişkilerinin alanı. Üretim tarzı ekseninde, üretim güçleri çerçevesinde ve doğrudan sınıf çatışmasıyla belirlenen bir alan o. Dün köleci toplum düzeniyken daha sonra feodal topluma ve daha sonrasındaysa kapitalist topluma dönüşümü sağlayan şey bu. Tekniğin, teknolojinin gelişimi, üretim tarzının gelişimi ve buna bağlı olarak yeni sınıfların ortaya çıkması ve o sınıfların kendi içerisindeki çatışmadan kaynaklı olarak toplumun belli bir şekil altında belirlenmesi. Ne zaman ki toplumsal değişim/dönüşüm yaşanıyor, (örneğin kapitalist toplum kuruluyor) bunun için gerekli olan ve onun doğrudan sonucu olan bilinç biçimleri ortaya çıkıyor. Modern devlet, modern hukuk, modern aile, modern bir din anlayışı gibi –bunların her biri bir bilinç biçimidir marksizme göre…DEVAMI, PAZARTESİ HP’DE

KAYNAK: uni-versus.org