Kamu kurumu niteliğinde  bir meslek kuruluşu olan barolar, yönetim ve disiplin organları eliyle, yargı kurumunun ayrılmaz  bir parçası olan avukatın ve avukatlık mesleğinin başta yargı katları olmak üzere ülke genelinde yerini ve saygınlığını koruyup kollamakla ve avukatın mesleğini icra ederken meslek etiğine, adabına ve genel ahlaka uygun davranmasını sağlamakla yükümlüdürler; barolar, aynı zamanda, mevcudiyetlerinin ve üstlendikleri misyonun  gereği olarak, hukukun egemen kılınması, demokrasinin tüm kurum ve kurullarıyla yerleşmesi,hak ve özgürlüklerin yaygınlaşması  uğraşı  içinde  mutlaka yer almak ve  bu mücadeleye katkı vermek durumundadırlar.

Orhan Adli Apaydın, 1976-1983 arasında İstanbul Barosu başkanlığı yaptı

Barolar, özellikle 1970’li yıllardan itibaren, İstanbul Barosu ile başlayan ve süreç içinde ülkenin diğer barolarını da içine alan bir dinamizm ve aktivite içine girmiş, varlık sebeplerini hatırlamış ve ülke sathında yarattıkları hareketlilik nedeniyle de kamuoyunun ilgi alanında önemli bir yer tutmaya başlamışlardır. Bu noktada, yönetime geldikten sonra, bu yöndeki gelişmelerin fitilini ateşleyerek yurt içinde ve dışında gösterdiği etkin faaliyetlerle bu alana hâkim olan atmosferin havasını değiştiren Çağdaş Avukatlar Grubu’nun hakkını teslim etmek gerekir. Bu gelişimin ve değişimin sonucu olarak da baroların dış dünyaya karşı yüzü olan baro başkanları, yazılı ve görsel medyada daha çok görünür, ülke genelinde daha çok tanınır ve bilinir hale gelmişler, toplum sahnesinde ön plana çıkmışlardır. Baroları temsil yetkisine sahip olarak dışa karşı sürekli ön planda görünen, görüntülenen ve muhatap alınan baro başkanlarına baro faaliyetlerini yönlendirmede ve seslendirmede çok iş düştüğü asla yadsınamaz.  Ne ki, gerek başkan sıfatının toplum indinde yarattığı liderlik algısı ve gerekse başkanın sürekli ve çok yönlü bir görünürlük içinde olmasının yarattığı tanınırlık ve bilinirlik hali, baro ile baro başkanını özdeş kılmış, süreç içinde baro başkanları toplumun geniş kesimlerince baronun kendisi olarak kabul görmeye başlamıştır. Bu kabul, tek adam hakimiyetine dayanan Osmanlı devlet/imparatorluk yapısından tevarüs, etkileri görece farklılıklarla günümüze kadar uzanan yerleşik liderlik kültünün bir yansımasıdır. Bu sosyolojik olgu, baro başkanlık mevkiini ve başkanını mevcut konumunun çok ötesinde bir yere, adeta tek adamlık bir tepe noktasına taşımıştır; bu yüzden de, diğer yönetim kurulu üyelerinin asla inkârı mümkün olmayan yararlı çalışmaları görünmez, fark edilmez  hale gelmiştir.

Teşkilatlanma yönünden diğer ülkelerin barolarıyla benzer bir yapıya sahip olan ülkemizde, kurumsal işleyiş bakımından baro  başkanı, sıfatından ve kurumu temsil yetkisinden kaynaklanan manevi ağırlığı ve saygınlığı dışında, diğer yönetim kurulu üyeleri üstünde, atfedildiği  ölçüde yönetsel bir üstünlüğe sahip değildir. O da, diğerleri gibi, yönetim kurulunun bir üyesi, kolektif üretime dayanan baro çalışmalarının vazgeçilmez, zorunlu  bir parçasıdır. Toplum yapısında yerleşik hale gelen lider kültünün doğasında yer alan ve öne çıkan liderlik, önderlik  olgusu,  baro başkanını da içine alarak olduğunun ötesinde bir mertebeye taşımıştır. Dağılan, dağıtılan, parçalanan  imparatorluk  toprakları üzerinde yeni bir devlet inşa etme uğraşı içinde olan siyasal iktidarlar, etnik ve etimolojik  bir yönelim çerçevesinde hareket etmişler, toplumu bir araya getirme ve kaynaştırma amacıyla, resmi ideolojinin temelini oluşturan devletçi ve milliyetçi ilkelere  dayanan bir eğitime öncelik vermişlerdir; bu yönde uzun erimli eğitim programlarına  tâbi tutulan genç kuşaklar, içinde liderlik, önderlik unsuru ve vurgusu  taşıyan bu ilkeleri bir yaşam felsefesi, bir beka meselesi olarak benimsemiş ve günümüze kadar taşımışlardır. İstanbul Barosu’nun son genel kurulundan önceki günlerde, daha öncekilerde olduğu gibi, görsel ve yazılı  medyada, “İstanbul  Barosu Genel Kurulu”  ve/veya “İstanbul  Barosu   seçimleri” şeklinde değil de  “İstanbul Barosu Başkanını Seçiyor” şeklinde yer alan manşetler, bu savımızı doğrulayan  somut bir örnektir.

Bu yöndeki sosyolojik ve sosyo politik süreçten meslek camiamızın da belirli ölçüde etkilenmiş olduğu  yadsınamaz bir gerçektir:

  • İstanbul Barosu binasının koridor duvarlarında  sadece eskide görev almış baro başkanlarının portre fotoğraflarının bizlere atfı nazar eylemesi, (bu arada,  Önce İlke yönetiminin statükoya ne kadar bağlı, değişime ne kadar kapalı olduğunu göstermesi bakımından, yerleşik uygulamaya doğru yönde  bir  farklılık  getiren merhum Başkan Yücel Sayman ve diğer yönetim kurulu üyelerinin birlikte çektirdikleri fotoğrafın, son baro yönetimi veya başkanı  tarafından Yücel Sayman ikna edilmek ve rızası alınmak suretiyle asılı olduğu duvardan indirilerek yerine başkan olarak  sadece Yücel Sayman’ın fotoğrafının konulmasını ve eski uygulamaya  dönülmesini zikretmek  gerekir)
  • Çok katlı ve çok odalı baro binasında sadece başkana bir çalışma odasının tahsis edilmesi,
  • Baro binasının restore edilmesinden önce, yönetim toplantılarının yapıldığı salondaki oturma düzeninde başkanın kolluklu koltukta, diğer yönetim kurulu üyelerinin  sandalyelerde oturtulması,

gibi daha bir çok konuda başkan ayrıcalığını gösteren haller, başkanlık sıfatına, başkanlık mevkiine  yönelik bir üstünlük anlayışının detaylarda bile nasıl kendini gösterdiğini ortaya koymaktadır. Baronun bir kurum olarak bizzat başkana mal edilmesi boşuna değildir.

Avukatlık Kanunu’na göre baro başkanı ayrı seçilir, baroyu temsil eder, toplantıları yönetir; bunlar kanun gereğidir ve benzer yapılardakilerle arasında pek bir fark yoktur. Bu gibi kanundan kaynaklanan durumlar, baro başkanına yönetim kurulu üyeleri üzerinde, sıfatının sağladığı manevi ağırlık ve saygınlık dışında  bir  üstünlük sağlamaz. Baronun yönetsel işleyişinde, daha önceki bir yazımda da ifade ettiğim gibi, baro başkanı ile diğer yönetim kurulu üyeleri birbirlerine göz hizasından bakarlar; baro başkanı bir ışık, yönetim kurulunun diğer üyeleri onun etrafında dönüp duran birer pervane değildirler. Gerektiğinde başkanı bertaraf edebilecek bir ağırlığa sahip olan diğer yönetim kurulu üyelerinin baro faaliyetlerindeki emek ve katkıları asla göz ardı edilemez. Baroların kolektif çalışmaya ve üretkenliğe dayanan faaliyetleri, ortak akıl üzerine oturan çağdaş  yönetim anlayışına özgü bir durumdur. Dünden bugüne süregelen ve toplumda yerleşik ve yaygın hale gelen liderlik algısı, özellikle baro faaliyetlerinin toplumdaki etkisinin hissedilir derecede artmasından sonra, baro başkanını da içine almış ve onu, olduğunun ötesinde bir mertebeye taşımıştır.

Bunları söylerken maksadım baro başkanlık makamını haşa küçümsemek, önemsizleştirmek değil, bu konudaki abartılı kabullere ve taşımalara karşı baro başkanlık mevkiinin ve baro  başkanının işgal ettiği makamın yerini doğru tayin etmektir. Avukatlık Yasasına göre, yönetsel işleyiş bakımından yönetim kurulunun bir üyesi olarak görev ifa eden baro başkanı, gerek kurumsal işleyişte baroyu idare etmek,  baro yönetim faaliyetlerini koordine etmek, hayata geçirmek ve gerekse baroyu dışa karşı temsil etmek gibi son derece önemli, kendisine manevi ağırlık ve  saygınlık  kazandıran görevler ifa etmektedir. Baro başkanının yönetim kurulu toplantılarını yönetiyor olması, bir ayrıcalıktan ziyade, toplantıların belirli bir uyum ve düzen içinde yapılmasına matuf bir zorunluluktur. Avukatlardan oluşan bir kurulda, bu iş, feraset isteyen, deneyim ve birikim gerektiren zor bir iştir. Baro yönetim kurulu, her bir elemanı   ayrı ses veren müzik aletlerinden oluşan bir orkestra gibidir; baro başkanı eserin icrasında en başat rolü oynayan, bir orkestranın kolektif bütünlüğü içinde, eserin doğru icrasını  sağlamakla yükümlü bir şef, bir maestro konumundadır. Bir bütünün onsuz olmaz parçaları gibi, orkestra olmadan bir maestro, bir maestro olmadan da bir orkestra düşünülemez. Başkan, bu zor görevi diğerleriyle birlikte ifa ederken, çok sesli bir müzik eserinin icrasında olduğu gibi, her bir müzik aletinden en doğru, en güzel,  en anlamlı katkıyı/armoniyi almak çabası içindedir; hiç  kolay iş değildir. Başkanlık makamını işgal eden şahsın, işini en doğru şekilde, bütün üyelerden en üstün verimi alacak şekilde yerine etmekteki kabiliyet ve mahareti, kendisine, o makamın sağladığı değerin çok ötesinde bir saygınlık ve değer kazandırır. Toplumun geneli tarafından  farklı  algılansa da baro başkanlığı, asıl bu yanıyla önemli ve elzemdir. Herkes kendisini bu makama layık görebilir; ancak liyakat denilen şey, icraatla, ortaya konan emekle, beceriyle, yaratılan eserin/işin vüs’ati ve cesameti ile ortaya çıkar. Bu yöndeki bir kabiliyet baroyu, güçlü bir muhalefetin öznesi haline getireceği gibi, sadece baronun ve başkanın kendisini değil, ayni zamanda yönetim kurulunun diğer bütün üyelerini de kapsayan kolektif bir kurumsallığını açar, avukatlık mesleğinin ve avukatın hem yargı katlarındaki ve hem de toplum indindeki itibarını ve  güvenini de ziyadesiyle artırır.