İsrail’in Gazze saldırısında ölenlerin sayısı 40.000’e yaklaşıyor. Yaralıların sayısı ise 100.000 civarında. Hastaneler, okullar, ibadethaneler dahi hedef alınıyor. Tarihin en büyük gazeteci katliamı yapılıyor. 99 gazeteci katledildi. 1949’da imzalanan Cenevre Sözleşmelerine göre savaş ve çatışma durumlarında gazeteciler de sivil kabul edilir ve korunmaları gerekir. İsrail’in Gazze saldırısında hem savaş suçu hem insanlığa karşı suç hem de soykırım iç içe. Ölenlerin ve yaralananların önemli bir kısmı kadın, çocuk ve yaşlılar. On binlerce insan Gazze’den göç ederek topraklarını terk ettiler. Gazze şeridinde 144.000-175.000 arası bina ya hasar görmüş ya da tamamen yıkılmış durumda. Bu da bu bölgedeki tüm binaların %50-61 denk geliyor. Daha önce ABD’nin Wall Street Jurnal (WSJ) gazetesi İsrail’in Gazze savaşının 12. haftasında bölgedeki evlerin %70’inin yıkıldığını duyurmuştu. Toplu yargısız infazlar yapılıyor. BM Nüfus Fonu da (UNFDA) Gazze’de 50.000 hamile kadının doğum hizmetinden yoksun olduğunu açıkladı.

Merkezi Hollanda’nın başkenti Lahey’de bulunan Uluslararası Adalet Divanı Güney Afrika’nın açtığı davada İsrail’in Gazze’ye yönelik öldürme, saldırı ve yıkım ile ilgili her türlü eylemlerden kaçınması ve soykırımı önlemek için tüm tedbirleri alması ve alacağı ihtiyati tedbirler konusunda mahkemeye rapor sunması gerektiğine hükmetti. Erdoğan bu karar üzerine “Divan’ın kararını değerli buluyorum. Bu kararın İsrail’in kadın çocuk yaşlı ayırt etmeden gerçekleştirdiği saldırıların artık bir son bulmasına vesile olmasını diliyoruz.’’ açıklamasında bulundu.

Erdoğan Rejimi ve İnsan Hakları Karnesi

Bu çağırıyı yapabilmek için insan hakları karnenizin temiz olması, uygulamalarınızın insan hakları pratiği ile uyumlu olması gerekir. Erdoğan rejimi için bunu söylemek ne yazık ki mümkün değildir.

Erdoğan UAD’nin kararı ile açıklamalarda bulunurken Kuzey Irak ve Suriye’de operasyonların devam ettiğini, bu operasyonlara ilişkin insan hakları ihlallerinin katlanarak büyüdüğünü unutmayalım. Ayrıca Erdoğan’ın bu açıklamasından önce yayınlanan raporu da atlamayalım: 2023 yılında AİHM’de hakkında en çok dava açılan ülke Türkiye oldu. Mahkemedeki toplam 68.450 davanın 23.397’si, yani %34,2’si, Türkiye aleyhine açılmış davalar.

Bakanlar Komitesi’nin Kavala ve Demirtaş’ın derhal serbest bırakılmasına ilişkin kararı da hala uygulanmış değildir.

Ayrıca unutmayalım Erdoğan rejimi sadece AİHM’de sanık sandalyesinde değildir. Lahey’de bugün İsrail’in yargılandığı Uluslararası Adalet Divanı ile komşu olan Uluslararası Ceza Mahkemesinde (UCM) de Türkiye’deki insan hakları ihlallerini organize edenler ve uygulayanlar aleyhinde de açılmış önemli bir dava mevcuttur.

İHD’nin 2021-2023 dönemini kapsayan raporunda işkence ile ilgili yılda ortalama 1460 şikayet alındığı belirtilmektedir. Adalet Bakanlığı verilerine göre 2015-2021 döneminde 2 milyon 217 bin kişi hakkında ‘terör örgütü üyeliği’ iddiasıyla soruşturma başlatıldığı görülmektedir. Bu soruşturmalar kapsamında 560.000 kişi yargılanmış, 270.000 kişi terör örgütü üyesi olmakla suçlanmış, 374.000 kişi hapse mahkum edilmiştir. Rejim muhalifi sayılan kişilerin mezarını ziyaret etmek ve cenazelere katılmak bile tutuklama nedeni olmaktadır.

Rejim muhalifi olarak algılanan kişiler devlet kurumlarında veya özel sektörde zorla işten çıkarılırken, yurt dışındaki Türk vatandaşlarının hatta yeni doğmuş çocukların pasaportları ellerinden alınmaktadır. Bunlar konsolosluk hizmetlerinden de mahrum edilmişlerdir. Resmi istatistiklere göre 2016’dan bu yana 129.410 kamu görevlisinin ihraç edilmiş, 19.962 öğretmenin öğretmenlik lisansı iptal edilmiştir. Keyfi soruşturmalar kapsamında toplam 234.419 pasaport iptal edilmiştir. Yüzbinlerce insan, sırf Erdoğan rejimince düşman olarak algılandıkları gerekçesiyle suçlanmakta ve hakları gasp edilmektedir. Seçme ve seçilme haklarına rağmen kayyım atamaları devam etmektedir, bu uygulamalar anti demokratik asimilasyoncu rejimlerin idare tarzıdır.

UCM ve Erdoğan Rejimi

Türkiye’nin Roma Statüsünü tanımamasına rağmen, Erdoğan rejimine bağlı devlet görevlilerinin Statü’ye taraf ülkelerde işlediği zorla kaybetme, hapsetme ve işkence gibi suçlar bakımından UCM’nin yargı yetkisinin oluştuğu gerçeğinden hareketle, Turkey Tribunal, Demokrasi ve Özgürlükleri için Avrupa Yargıçları (MEDEL) ve Belçika Avukatlık Bürosu (VSA) birlikte 9 Şubat 2023 itibariyle UCM Savcılığına başvurmuştur. Başvuruda Erdoğan rejimi, “200.000’den fazla mağduru işkence, zorla kaybetme, uluslararası hukukun temel kurallarına aykırı olarak hapsetme ve zulüm yapmakla ve bu suçları yalnızca Türkiye’de değil, UCM’ye taraf 45 devletin topraklarında işlemekle” suçlanmaktadır.

Davanın açılışını duyurmak üzere Lahey’de yapılan toplantıda  Belçika’nın eski başbakan yardımcılarından Prof. Johan Vande Lanotte şu ifadeleri kullanmıştır: Türkiye’nin, sırf Erdoğan rejiminin düşmanı olarak algılandıkları için yüz binlerce insana karşı İnsanlığa Karşı Suç işlediğine dair kanıtlar açıktır. Bu eylemlerden sorumlu olan kişiler, yaptıklarının uluslararası hukukun tüm temel kurallarına aykırı olduğunu biliyorlardı, ancak cezasız kalacaklarından emindiler. UCM bu cezasızlığı durdurmak için kurulmuştur ve burada da bunu yapmalıdır… Rusya tarafından Ukrayna’da işlenen suçlar, Ukrayna halkına ve uluslararası hukukun en temel ilkelerine karşı bir savaş teşkil etmektedir. Türk yetkililer tarafından rejim muhaliflerine karşı işlenen suçlar, muhalifleri işkenceye, hapse ve sosyal ölüme mahkum eden başka bir savaş türüdür. Ancak bu savaş aynı zamanda uluslararası hukukun en temel ilkelerine kasıtlı olarak ve gururla saldırmaktadır. Beş yılı aşkın bir sürenin ardından, Türkiye’de ve yurtdışında işlenen bu suçları cezalandırmanın, aynı suçların tekrar işlenmesini önlemenin ve uluslararası hukuk düzeninin temel unsurlarını korumanın tek yolunun UCM tarafından yürütülecek bir soruşturma ve UCM nezdinde açılacak bir dava olduğu açıktır. Dava Türkiye’deki vahim durumdan daha geniştir. Burada söz konusu olan uluslararası hukuk düzenidir. Başvuruyu teslim eden bizler, durumun ciddiyetinin Savcı tarafından fark edilmeyeceğini aklımıza bile getirmiyoruz” Yine aynı toplantıda Prof. Marc Baron Bossuyt’ta şunları söylemiştir: “Bu başvurunun sunulması Türkiye’ye karşı düşmanca bir hareket olarak algılanmamalıdır. Bu girişim, ağır insan hakları ihlalleri altında acı çeken herkesi – ve bu aslında çok sayıda kişi – destekleyen bir eylemdir.”

Üzerinden bir yıla yakın süre geçtiği halde UCM’nin Ankara rejimi aleyhindeki bu dava konusunda nasıl bir çalışma yürüttüğü ve karar vereceği açıklanmış değildir.

Sınır ötesi Operasyonlar

Toplumsal Barışı İnşa Timleri (CPT) Türkiye’nin 2023 yılı başlarından bugüne Federe Kürdistan bölgesinde gerçekleştirdiği saldırılarda 1 Ocak ile 17 Ekim tarihleri arasında 10 sivilin katledildiğini, 12 kişinin de yaralandığını açıkladı. 4 Ekim’de başlatılan saldırılarda içerisinde çocuk ve kadınların da olduğu 90 kişi yaşamını yitirirken yüzlerce kişi yaralandı, maddi hasar meydana geldi. Aralıksız olarak süren saldırılardan iki milyon kişi etkilendi. Mexmur Mülteci Kampı’nda bulunan bir caminin bombalanması sonucunda bir anne ve iki çocuk yaralandı. Kuzey ve Doğu Suriye’de 8 Ekim akşamı en az 17 ayrı nokta savaş uçakları ve Siha’larla bombalandı. 9 Ekim günü Efrin’in Babeta ilçesinde üç kişi işkence yapılarak kaçırılırken, Heseke Kantonu’nun Zirgan ilçesine yönelik bombardımanda tarlada çalışan 5 kadın yaralandığı raporlara yansıdı.

BM Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonu, BM Cenevre Ofisi’nde düzenlediği basın toplantısıyla 1 Ocak ile 30 Haziran 2023 dönemini kapsayan raporunda Siha’larla yapılan saldırılarda sivillerin öldüğünü, Türkiye tarafından silah temini sağlandığı belirtilen Suriye Milli Ordusu’nun savaş suçu işlediğini belirtti. Komisyonun raporunda Türkiye’nin Uluslararası İnsan Hakları Hukuku ve Uluslararası İnsancıl Hukuk kapsamındaki yükümlülüklerine bağlı kalması hatırlatıldı.

Rojava’ya yapılan sınır ötesi operasyonlarda bugüne kadar  2300 kişi hayatını kaybettiği ifade ediliyor. Yine raporlara yansıyan tespitlere göre Kuzey ve Doğu Suriye’nin Efrin kentinde demografik yapı değiştirildi, yaklaşık 500.000 Kürt yerinden edilerek yerlerine dışarından yerleşimci yerleştirildi. Kentte binlerce tarihi eser çalınıp Türkiye’ye kaçırıldığı yaklaşık 16.000 parça tarihi eserin Türkiye’ye getirildiğinin tahmin edildiği yine raporlarda belirtildi.

Efrin’den gidenlerin geri dönüşü de sürekli engelleniyor. Oysa savaş zamanında sivillerin korunmasına ilişkin 1949 Cenevre Sözleşmesi’nin 47 ile 54 arası maddeleri çok açık biçimde şu hükmü vurguluyor; ‘İşgal edilen topraklarda eskiden yerleşik nüfusun geriye dönüşünün engellenemeyeceği, tehcir yapılamayacağı, malların imha edilemeyeceği ve memurların, yargıçların statülerinin bile değiştirilemeyeceği’ belirtiliyor.

Yine haber ajanslarının yayınladığı haberlerde Kobane’de bulunan Miştenur Hastanesi, Qamişlo’da açılan tek oksijen fabrikası ve Qamişlo İstasyonunun vurulduğu; Zap, Avaşın ve Metina bölgelerinde kimyasal kullanıldığı belirtildi ve buna dair görüntüler yayınlandı.

Gerek Gazze’de yapılanlar gerekse Doğu ve Kuzey Suriye’de, Kuzey Irak’ta yapılanlar birbirine çok benziyor. Uluslararası Ceza Doktrinin de bu yapılanlara ne deniyor? Bunun için doktrinde soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçlara verilen anlama özet olarak bakmamız gerek.

Ulusalüstü Hukukta Soykırım Suçu

Soykırım (jenosit) kavramı ilk kez Polonyalı hukukçu Raphael Lemkin tarafından 1943 yılında Yahudi halkına yönelik Holokost uygulamasının daha önce yaşanmış katliam, pogrom ve benzeri kitlesel imha yok etme edimlerinden farklılığını sergilemek amacıyla oluşturulmuştur. Kavram, Yunanca ‘genos’ (ırk veya aşiret) sözcüğü ile Latince ‘cide’ (öldürmek) sözcüğünün birleşimidir. Uluslararası hukuk çerçevesinde soykırım kavramı ise 1948 tarihli ‘BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması İlişkin Sözleşme’ ile tanımlanmıştır.

Bugüne kadar 135 ülke tarafından onaylanan sözleşmenin 2. Maddesine göre: ‘Soykırım, ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu toptan ya da onun bir bölümünü yok etmek niyetiyle;

  1. Grup üyelerinin öldürülmesi,
  2. Grup üyelerinin fizik ya da akıl bütünlüğünün ağır biçimde zedelenmesi,
  3. Grubun fiziksel varlığının tümü ya da bir bölümü ile yok ettirilmesi sonucunu verecek yaşam koşulları içinde tutulması,
  4. Grup içinde doğumları engelleyecek önlemler alınması,
  5. Bir grup çocukların başka bir gruba zorla geçirilmesi eylemlerinden herhangi birine başvurulmasını kapsamı içine alır.

Bu suçları işleyenlerin yargılanması için 1998 Roma Sözleşmesi’ne dayanılarak Ruanda ve Bosna Soykırım sanıklarının yargılandığı iki uluslararası mahkeme vardır: ICTR ve ICY. Yahudi soykırımını yapanlar Nürnberg Askeri Mahkemesinde yargılanmış ancak soykırımdan değil, insanlığa karşı işlenmiş suçlardan ceza almışlardır.

ABD Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yetkisini tanımamaktadır.

Türkiye 1948 Tarihli Soykırım Sözleşmesini ilk imzalayan ülkeler arasında yer alırken ABD ancak 1986’da imzalamıştır. Yeni TCK’da ufak tefek değişikliklerle soykırım suçuna yer verilmiştir.

Yeni Türk Ceza Yasası’nın 76. Maddeyle soykırım ulusal hukukta bir suç olarak yerini şöyle almıştır; 1) Bir planın icrası suretiyle, milli, etnik, ırki veya dini bir grubun tamamen veya kısmen yok edilmesi maksadıyla, bu grupların üyelerine karşı aşağıdaki fiillerden birinin işlenmesi, soykırım suçunu oluşturur:

a) Kasten öldürme.

b) Kişilerin bedensel veya ruhsal bütünlüklerine ağır zarar verme.

c) Grubun, tamamen veya kısmen yok edilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması.

d) Grup içinde doğumlara engel olmaya yönelik tedbirlerin alınması.

e) Gruba ait çocukların bir başka gruba zorla nakledilmesi.

(2) Soykırım suçu failine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir. Ancak, soykırım kapsamında işlenen kasten öldürme ve kasten yaralama suçları açısından, belirlenen mağdur sayısınca gerçek içtima hükümleri uygulanır.

(3) Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur.

(4) Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez.

Soykırımda sistematik, planlı ve devlet politikası haline gelmiş eylemler, bir topluluğu etnik, ulusal, dini kimliğinden dolayı bütünüyle tasfiye etmeye yönelik uygulamalar söz konusudur. Bu tasfiye aynı zamanda hedef alınan topluluğun kültürünün, tarihsel izlerinin silinmesini de kapsar.

Lemkin, BM Soykırım Sözleşmesi’nin yazımında da görev almış, siyasal içerikli kitle kıyımlarının yani bir grubun siyasal görüşlerinden dolayı kitlesel olarak yok edilmesini de sözleşmenin kapsaması için çaba harcamış ama BM’deki büyük devletlere bunu kabul ettirememiştir. Kültürel soykırımının da bu sözleşme bağlamında yer almasını sağlayamamıştır. 1915 Ermeni Soykırım da Lemkin’i bu konuda çalışmaya iten etmenler arasındadır. Ermeni Soykırımında aktif rol oynayan Şükrü Kaya, A. Renda, Tevfik Rüştü Aras cumhuriyet döneminde maalesef aktif görevlerde bulunmuşlardır.

Tehcirde Ermeni tarafına göre 1,5 milyon, son Osmanlı hükümetine göre 800.000 Ermeni bu zorunlu göç sırasında yaşamını yitirmiştir. Tarihte Asur İmparatorluğu ilk soykırım örneğini sergilemiştir. Romanın Kartaca’yı haritadan silişi, Amerika’nın Amerika’nın yerli halklarının maruz kaldığı sistematik kıyımlar da, Alman sömürgeciliğinin Batı Afrika’daki kıyımları da tarihteki soykırım örneklerindendir.

Soykırımın türleri de vardır; Lengüistik (Dilsel) Soykırım, Dolaylı Soykırım, Kültürel Soykırım, Aynı soydan olan insanlar arasındaki kitlesel imha ise oto-jenosit olarak anılıyor.

Ulusalüstü Hukukta İnsanlığa Karşı Suç

II.Dünya Savaşından sonra, özellikle insan haklarının uluslararası platformda giderek artan bir destek görmesi ve bu hakların birçok yerde ağır ihlallere uğraması uluslararası hukukun, devletin yanı sıra bireylerle de ilgilenmeye başlamasına yol açmıştır.

Nürnberg Mahkemesi’nin aldığı kararlar uluslararası hukukun yalnızca devletlerarası ilişkilere uygulanacağına ilişkin egemen yaklaşımı değiştirmeye başlamıştır. Söz konusu mahkeme kararları bireylerin de uluslararası hukuk çerçevesinde işledikleri suçlardan dolayı sorumlu tutulup yargılanabileceğini açık bir şekilde ifade etmiştir. Aynı şekilde BM Güvenlik Konseyi’nin Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Kuruluşuna İlişkin 25.05.1993 tarih ve 827 sayılı kararında da bireylerin ağır insan hakları ihlallerinden dolayı yargılanacağını açık bir şekilde ifade etmektedir.

İnsan haklarının ağır ihlallerinden hareketle, sorumlu bireylere ilişkin uluslararası hukuk düzenlemelerinin ortaya çıkışı ancak uluslararası hukukun sadece devletlere değil aynı zamanda bireylere de uygulanmasıyla gerçekleşmektedir. Yani uluslararası toplumun gereksinimleri ile gelişen sosyo-ekonomik ve siyasi gelişmeler bireyi, uluslararası hukukun süjesi haline getirmiştir. Artık bireylerin toplumsal statüleri, onların ağır insan hakları ihlallerinden dolayı cezalandırılmalarına engel değildir. Ağır insan hakları ihlalleri yapan bireyler ister devlet başkanı ister askeri lider veya kamu tüzel kişisi ya da özel bir kişi olsun cezalandırılır.

Uluslararası genel hukuk ilkeleri, bazı eylemlerin mağdurunun ve mağdurlarının şahsında uluslararası topluma yönelik suçlar olduğu kabul etmektedirler. İnsanlığa karşı suçlardan doğan ‘Birey sorumluluk kavramı’, insan hakları kavramının uluslararası anlaşmalarda yer almasıyla tartışılmaya ve kabul edilmeye başlanılmıştır.

II.Dünya Savaşı sonrasında, savaş süresince Alman Devleti’nin Alman Musevilere ve diğer kendi vatandaşlarına yaptığı soykırım ve kötü muamele insan hakları ihlallerini gündeme getirmiştir. Bu gelişmeler üzerine ‘insanlığa karşı suçlar’ ayrı bir suç kategorisi olarak ele alınmaya başlanmıştır. Ulusal mevzuattaki insan hakları ihlalleri gerçekleştiren bireylerin soruşturulmasını ve yargılanmasını engelleyen hükümlerden dolayı, bu engellerin kaldırılması amacıyla 1968’de hazırlanan ve 1970 yılında yürürlüğe giren ‘İnsanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarına ilişkin yasal engellerin kaldırılması sözleşmesi’ imzalanmıştır. Aynı benzeri sözleşme 1974 Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Sözleşmesi olarak da kabul edilmiştir. Devletler bu sözleşmeler ile yargılanması ve cezalandırılması gereken kişilere karşı yasal engellerin azaltılması yönünde yükümlülük altına girmişlerdir. Bireyin uluslararası sorumluluğu savaş hukukunda belirtilen suçlar dışında uluslararası insan hakları hukukunda belirtilen suçlardan dolayı da söz konusu olmaktadır.

‘İnsanlığa karşı suçlar’ BM Uluslararası Hukuk Komisyonu’nu 1985 yılında tamamladığı çalışma raporunda kodifiye edilmiş ve böylece uluslararası hukukta yer almıştır. ‘Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (EUYMC)’, ‘Ruanda Uluslararası Ceza Mahkeme’ ve uluslararası ceza mahkemesince bireyler yargı önüne çıkartılmışlardır.

İspanyol Yargıç Baltazar Garzon’un 1998’de Pinochet hakkında işkence ve soykırım suçlarından yargılanmak üzere tutuklama kararı vermesinden sonra Fransa’da da Pinochet’ye karşı ‘insanlığa karşı suçlar’, ‘işkence ve kayıplara ilişkin’ 5 dava açıldı. Pinochet davası, bireylerin ağır insan hakları ihlallerinden dolayı sorumluluğunun geldiği aşamayı göstermesi bakımından çarpıcı bir örnektir. Keza bir başka örnek; 2007 yılında Arjantin’de Isabel Peron döneminde Arjantin Federal Mahkemesi 1500 cinayetten sorumlu olarak Isabel Peron hakkında yeni bir uluslararası tutuklama emri çıkartmıştır. Görevi ne olursa olsun insanlığa karşı suçun en ağır suçlardan biri olduğunu gösteren son bir tutuklama kararı da 2015 kasım ayı itibariyle İspanya Yüksek Mahkemesince İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve 7 İsrailli Bakan hakkında çıkarılan tutuklama kararıdır. Ağır insan hakkı ihlalleri artık tüm insanlığı ilgilendiren sorunlar boyutuna ulaşmıştır. Askeri çatışma durumunda dahi uluslararası hukuk hükümlerine göre devlet kaynaklı askeri operasyonlarda doğrudan sivil halka karşı yıkıcı ve geniş çaplı tahribat gücü olan silahların kullanılmaması gerekir.

Roma Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün 8/2 (b) maddesi dar anlamda ‘savaş suçu’ kapsamını genişleterek savaş suçu teşkil eden eylemleri şöyle sıralamaktadır;

a. Çatışamaya katılmayan sivillere açıkça saldırma,

b. askeri hedef oluşturmayan sivil mülklere açıkça saldırma,

c. insancıl yardım veya barışı korumakla görevli personele, tesislere, birim veya taşıtlarına açıkça saldırma,

d. askeri operasyonla hedeflenenleri aşan ölçüde sürekli aşırı ve ağır zararlara neden olacak şekilde sivil halka saldırma,

e. savunmasız veya askeri hedef oluşturmayan kentlere, köylere, binalara, yerleşim yerlerine saldırma,

f. kültür, bilim, tarih vb. varlıklara saldırma, vs.

Uluslararası olmayan silahlı çatışmalar sırasında savaş suçu olarak değerlendirilen eylemler ilk olarak Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün 4. Maddesinde yer aldı. Söz konusu maddeye göre 1949 Cenevre Sözleşmesi’nin ortak 3. Maddesi ve 1977 II. Protokolü’nün ilgili maddelerinin ağır ihlallerinden oluşan bu eylemler;

a. Yaşama, sağlığa, fizik ve ruhsal bütünlüğe saldırı niteliği taşıyan kasten öldürme, işkence veya insanlık dışı muameleler,

b. terörizm,

c. toplu cezalandırma,

d. rehin alma,

e. kişisel onura aykırı davranışlar,

f. ırza geçme, fuhuş,

g. yağmalama,

h. mahkeme kararı olmadan cezalandırma, infaz.

İnsanlığa karşı suçların ayırt edici özelliği geniş ve büyük ölçüde ihlalinin uluslararası barış ve güvenliği tehdit edici ve uluslararası suçları teşvik edici bir niteliğe sahip olmasıdır. (The Nuremberg Trail and Internatıonal Law, iag)

BM bünyesindeki uluslararası hukuk komisyonunun insan güvenlik ve barışına karşı suçlara ilişkin taslak raporunda insanlığa kaşı suçlar; devlet veya özel kişilerce ve bunların teşvikiyle sivillere karşı girişilen öldürme, imha, köleleştirme, sürgün veya acı çektirme suçlarıdır.

İnsanlığa karşı suçlara ilişkin uluslararası belgelerin başlıcaları, “1948 Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması İlişkin Sözleşme, 1973 Irk Ayrımının Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme, 1968 Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı Suçların Sınırlandırılmasına İlişkin Sözleşme ve benzeri 1974 Avrupa Sözleşmesi”

Nurnberg Mahkemesi’nde insanlığa karşı suçlar ‘Savaş süresince veya savaştan önce öldürme, imha, köleleştirme, sürgün ve sivil inşalara karşı diğer insanlık dışı muameleler veya mahkemenin yargı kapsamına giren suçlarla ilintili dini, siyasi veya ırkçı nedenlerden dolayı yargılama şeklinde tanımlanmıştır. EYUCM ve RUCM (Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi) Statüleri; öldürme, imha, köleleştirme, sürgün, hapis, işkence, tecavüz, siyasal, ırksal ve dini nedenlerden dolayı yargılama ve diğer insanlık dışı muameleleri kapsamına almıştır. ‘İnsanlığa karşı suçlar’ Roma statüsünde daha ayrıntılı ve kapsamlı ele alınmıştır. Irk ayrımı ve insan kaybını da Roma Statüsü kapsamına almıştır. Bunlara ek olarak RUCM Statüsü; bir eylemin insanlığa karşı suç olması için; ‘siyasal, ırksal, ulusal, etnik ve dini nedenlerden ötürü sistematik ve geniş çaplı olarak sivillere yönelik doğrudan eylemler olarak’ belirtmektedir. ( Madde 3) Benzer bir şekilde Roma Statüsünde eylemlerin sivillere karşı doğrudan yapılması ya da sistematik bir eylem niteliğinde olması gerektiği vurgulanmaktadır.( Madde 7)

Günümüzde Roma ve RUCM Statülerinde belirtildiği gibi uluslararası hukuk insanlığa karşı suçları oluşturan eylemlerin mutlak bir silahlı çatışma olması gereğini göz önünde bulundurmamaktadır.

Tüm statülerden çıkartılması gereken sonuç; bir eylemin insanlığa karşı suç oluşturması için; yaygın ve sistematik bir saldırı olması, sivillere yönelik olması, siyasal, ulusal, ırksal, etnik veya dini bir temele dayalı olması gerekiyor.

İnsanlığa karşı suçlar insanlık vicdanını rencide eden ve uluslararası toplumun müdahalesini haklı kılan suçlardır. Çünkü bunlar tekil ve bireylerin rastlantı eseri olan eylemleri değil tersine sivillere yönelik bilinçli saldırılardır.

Uluslararası hukukun savaş suçları ve insanlığa karşı suçlara ilişkin kurallarının dayanağı; Lahey VI. Sözleşmesi, Nürnberg Şartı, 1948 Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, 1949 Cenevre Sözleşmeleri, 1977 Cenevre Sözleşmelerine ek protokoller,1966 Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi, 1984 İşkence, Aşağılandırıcı davranış ve cezalandırılmalara ve diğer insanlık dışı muamelelere karşı sözleşme, 1989 Çocuk Hakları Sözleşmesi’dir.

EYUCM, Nurnberg şartında yer almayan; bilimsel, dini ve kültürel anıtlara saldırı ile sefalete neden olan zehirli gazların kullanılmasını yasaklayan hükümlerle suç kapsamını genişletmiştir.

Uluslararası hukuk insanlığa karşı suçları ister iç çatışma ister uluslararası nitelikteki çatışmalarda veya barış zamanında işlenen eylemler olsun yasaklamıştır.

Tüm uluslararası ceza mahkemeleri uluslararası hukukun tıpkı devletlere olduğu gibi bireylere görev ve sorumluluklar yüklediğini vurgulamışlardır. Bireylerin de uluslararası hukuk karşısında görevleri olduğunu defalarca belirtmişlerdir. Birey sorumluluğu Nunberg Şartı’nın 8. Maddesinde geçmektedir. Bu maddeye göre; ‘Sanığın işlediği suçların hükümetinin emri veya üst komutanın emri ile gerçekleştirdiğine ilişkin savunması onu sorumluluktan kurtarmayacaktır.’

Türk Ceza Kanunu Madde 77’de İnsanlığa karşı suçlar

Söz konusu madde şu hükümleri içermektedir.

‘Aşağıdaki fiillerin, siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi, insanlığa karşı suç oluşturur:

a) Kasten öldürme.

b) Kasten yaralama.

c) İşkence, eziyet veya köleleştirme.

d) Kişi hürriyetinden yoksun kılma.

e) Bilimsel deneylere tabi kılma.

f) Cinsel saldırıda bulunma, çocukların cinsel istismarı.

g) Zorla hamile bırakma.

h) Zorla fuhuşa sevk etme.

(2) Birinci fıkranın (a) bendindeki fiilin işlenmesi halinde, fail hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına; diğer bentlerde tanımlanan fiillerin işlenmesi halinde ise, sekiz yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Ancak, birinci fıkranın (a) ve (b) bentleri kapsamında işlenen kasten öldürme ve kasten yaralama suçları açısından, belirlenen mağdur sayısınca gerçek içtima hükümleri uygulanır.

(3) Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur.

(4) Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez.

Ezcümle şu gerçeği görmek gerekir. Erdoğan rejiminin İsrail’in Gazze’de yaptıklarıyla ilgili açıklamaları ve çağrıları insan haklarına yaklaşımı ve uygulamaları ile örtüşmemektedir. Bugün sınır ötesinde yapılan operasyonlarda dile getirilen hak ihlallerini gerek ulusal üstü hukukta düzenlenen gerekse ulusal hukukta düzenlenen bitişik suçlar diye ifade ettiğimiz her iki suç tipinin içeriğine göre değerlendirmek gerekir.