Legal Yayınevi, 2007,130 Sayfa

Hukuk Fakültesi birinci sınıf öğrencilerime hukuka ilişkin açılımları hukuk tanımından başlayarak verme alışkanlığı, bir kürsü geleneği olarak sürüp gitmektedir Böylece oluşturulacak ilk sağlam noktanın üzerinden hukukun temellendirilmesini yapabileceğimiz düşüncesi, bu geleneği pekiştirmiştir. Hukuku üç boyutlu olarak sunan tanımda düzen, pratik yarar ve adalet fonksiyonları hukukun tüm yönlerini içerecek genişlikte olarak, bir yönden normatif hukuksal sisteme, diğer yönden sosyolojiye ve elbette hukuk sosyolojisine, son olarak da hukuk felsefesine diğer yanı ile bağlanmaktadır.

Öyle veya böyle hukuk hakkında edinmiş olduğu bilgilerde bir katılık, zorlama, şekil ve ciddiyet arayan öğrenciyi, somut olaylar çerçevesinde adaletin nasıl bulunabileceği gibi son derece renkli ve değer karmaşasıyla dolu bir alana çektiğimizde, hukuka giriş derslerinin en can alıcı noktasına da ulaşmış oluruz. Hukuk, aslında bir adalet sorunudur. Adaletin geçmişten gelen, hem geleneksel hem de rasyonel yanıyla bir “eşitlik düşüncesi oluşu”, işimizi kolaylaştırmakta mıdır? En ilkel aritmetik sorusu olarak eşitliğin, eşit olan şeylerin eşit değeri yansıtacağı kabulü ne kadar büyük bir sorun yaratabilir ki? Örneğin iki kişi arasında bir elmanın bölüştürülmesi son derece kolaydır. Ancak ölmüş babaannesinden kalan tek sedef kutuyu kıran arkadaşına eşit bir karşılık olarak kişinin neyi talep edeceği, işimizi biraz daha güçleştirir. Nesne-insan ilişkisi bağlamında ortaya çıkan bu durum, insan ilişkilerinin biricikliği açısından hangi olgu ve sonuç esas alınarak eşitlenebilecektir? Sarhoş bir sürücünün çarptığı babasından yoksun kalan 7 yaşındaki bir çocuk için ne tür bir tazminat yoksunluklarını giderici sayılabilir?

Ya da tipik bir örnek vaka olarak imam nikahlı eşi tarafından terk edilmiş üç çocuk annesi 21 yaşındaki bir kasaba yaşayanına, çocukları donmasın diye komşusunun bahçesinden izinsiz aldığı bir kucak odun için ne ceza vereceğiz? Tüm bu sorunları, “siz hakim olsaydınız nasıl çözümlerdiniz” biçiminde dile getirdiğinizde, öğrencinin heyecanı hem de gerçekten adil bir sonucu elde etmek için gösterdiği çaba görülmeye değerdir. Hakimin, hukukun önceden şekillenmiş sistemi çerçevesinde karar vermesinin gerekliliği, daha önceden verilmiş kararların yol göstericiliği ya da içtihatlarla şekillenen daha detaylı uygulama örnekleriyle yasaların soyut ve genel oluşunun yarattığı belirsizlikten somut olaya ilişkin en uygun sonucu çıkarmanın güçlüğü, aynı zamanda bir meslek olarak hukukçuluğun ne zorlu bir yol olduğunu görme olanağı da yaratır.

Hukuk gerçekten de adalet üzerine bir iştir. Öğüt vermez, tavsiyede bulunmaz ya da başka bir şekilde çözümlenmesi için sorunu görmemezlikten gelemez. Çünkü bir düzen olmak sıfatıyla hukukun varlık sebebi, düzenin devam etmesini sağlayıcı argümanı kaçınılmaz bir biçimde ortaya koymaktadır. Daha geniş bir bağlamda siyasi sistemin adaletli bir sistem olarak ortaya konulup konulamayacağına ilişkin sorun da bir yandan siyaset biliminin, diğer yandan da devlet felsefesinin konusu olarak hem entelektüelleri, hem hukukçuları, özel olarak da kamu hukukçularını çok yakından ilgilendirmektedir.

ahlak-adalet-1454773198

Elinizde bulunan bu kıymetli çalışma modern adalet teorilerini hem biraz önceki hukukun gerçekleştirmesi gereken adil sonuç açısından, hem de sistemin adaletli olmasını nasıl temin edilebileceği açısından bütünsel bir cevaplar manzumesi ışığında değerlendirilebilecek yetkinliktedir. Konuyu daha modern ve dar bir açıdan önermiş olan sevgili Sercan’ı konunun ontolojik boyutuna çekerken, bir yandan adalet sorununa ilişkin derinlemesine bir düşünceyi tarihi argümanın irdelenmesi ile kurmaya zorladım, diğer yandan onun kalbindeki adalet sorununu da kanattım. O yarayı kanattım; çünkü adalet sorunu aynı zamanda bir “adalet severlik” sorunudur. Sübjektif adaletin, yani adalet severliğin bir kişilik özelliği olarak varlığı, değerler teorisinde önemli bir insan tipi olarak sunulur. Ancak “adalet isterim” derken adaletin aynı zamanda “iyi” değerler arasında asgari olanı gösterdiğini de gözden kaçırmamak gerekir. Asgari etik olarak adalet, gerçekten de kurucu bir değerdir. Üstünde durduğumuz zemini sunar. Tüm diğer değerler adaletten başlayarak yükselir. Bu değerlendirmenin modern adalet teorisinin ünlü isimlerinden Rawls’tan farklılaştığı açıktır. Çünkü adaleti en üst değer olarak sunarak fedakarlık, minnet duygusu, sevgi, kadir kıymet bilirlik, iyilikseverlikle yarıştıran modern açılımın bence şu noktası gözden kaçıyor: gerçekten de birisine hakkı olanı da vermeyeceksek ne vereceğiz? Hakkı olanı vermek insani bir sınırdır. Shakespeare “Venedik Taciri” hikâyesinde adaletin bu yanını son derece ironik bir biçimde bize sunar. Shylock, “adalet isterim” derken kendisine yapılmış haksızlıkların hesabını sormak ve sözleşmesinin dışında borç verdiği tüccarın kendisine karşı önceden ortaya koyduğu tüm davranışlarını ödetmek istemektedir. Shylock, “adalet isterim” derken aslında tüm topluma karşı duyduğu “hınç”ı yani “ressesment”ı ödetmek istemektedir. Sonuçta bir karara varılır: Shylock hınç dolayısıyla kendisine önerilen hiçbir olumlu çözümü kabul etmez. Yasaların katı biçimce adaletini talep eder ve onu da alır. Aldığı, tüm hayatının kaybıdır.

Adalet en az iki taraflı bir ilişki kurar; daha doğrusu iki şey arasındaki karşılaştırmanın bir sonucudur. Bu karşılaştırma eşitlikle yapılacaktır. Eşitlik ise biçimsel olanın ön plana çıkarılması ile başlayıp özgün nitelikleri de göz önüne alan, yaşayan hareketli bir şeydir. Adalet çeşitlenir; denkleştirici, dağıtıcı, sosyal adalet ve hakkaniyet, işte bu eşitliğin farklı farklı ortaya konulmuş biçimleridir. İnce bir sanat olarak hukuk, en başta sözünü ettiğimiz üç fonksiyonun tamamını da gerçekleştirici bir sonucu sağladığında hukuksal mükemmellik tuhaf bir biçimde gözleri bağlı, elinde kılıç tutan o zarif hanım tarafından gerçekleştirilmiş olur.

Değerli dostum Sercan Gürler’e bu nitelikli çalışması dolayısıyla tüm bu tartışmaları yeniden yapabilme olanağı sunduğu için içtenlikle teşekkür ederim. Yeni çalışmalarını aynı heyecan içinde beklediğimi ve umutlarımı temsil ettiğini de eklemek isterim.

Not

Bu kısa fakat yoğun çalışma, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Bölümü için hazırlanmış ve oybirliği ile kabul edilmiş “Alasdair Macıntrye’ın Adalet Teorisinin Analiz ve Eleştirisi” isimli yüksek lisans tezinin 1. Bölümü’nün gözden geçirilmiş ve küçük bir takım eklemeler yapılmış halidir.

HukukPolitik Notu: Yazı kitabın sunuş yazısıdır.