Aşağıdaki ikinci yazı 1 yılı aşkın bir süre önce, Ocak 2016’da Sosyal Hukuk dergisinde yayımlandı. Bundan bir süre sonra da 28.06.2016 tarih ve 2016/1855 iddianame no ile Ankara Katliamı davasının 100 maktul 493 müşteki 36 sanıklı iddianamesi kabul edildi. Katliamdan yaralı kurtulup daha sonra olayın ağırlığı ile evinde kalp krizi geçiren bir maktul ise dosyaya eklenmedi.
Aylarca dosyadaki gizlilik kararını kaldırmayan, “bize izin verin suçluları bulacağız ,çok önemli delillere” diyen savcılık makamının hazırladığı iddianamesi ve ekleri elimize geçtiğinde üst üste yığılı bağlantıları kurulmamış delillerle sanıkların olduğu bir dosya ile karşı karşıya kaldık.
Bize karşı gizlilik kararı uygulanan dönemde teknik takip altındaki sanıkların katliamdan sonra Ankara ilinden nasıl rahatça Gaziantep iline geçtiklerini, 16 Ekim tarihine kadar katliamda kullandıkları araçlarla aynı evlerde nasıl rahat hareket ettiklerini, evleri hiçbir panik hali olmadan nasıl rahat boşalttıklarını, kaldıkları rezidansların kamera kayıtlarını dahi önemsemedikleri gördük.
Hala tüm taleplerimize rağmen operasyon görüntüleri, otopsi raporları gelmeyen dosyanın en önemli iki sanığının emniyet güçlerinin operasyonu sırasında ailelerinin olduğu evde kendilerini patlattıkları iddiası ile karşı karşıya kaldık.
Çapraz sorgu sonrasında talebimiz üzerine tutuklanan ve katliamla bağı olan üç sanığın aylarca Gaziantep’te serbestçe ve rahatça faaliyetlerine devam ettiği görülmüştür. Olayın hemen akabinde tüm ısrarlarımıza rağmen deliller toplanmamış, üst düzeydeki örgüt üyeleri kaçmış, kiminin de kendilerini operasyon sırasında patlattığı iddia edilmiştir.
Olayın hemen akabinde toplanması gereken deliller hala ısrarlı tevsii tahkikat taleplerimiz ile mahkeme tarafından toplanmaya çalışılmakta.
Katliamın oluşmasını engellemeyen ve göz yumanlar bir şekilde delillerin toplanmasına da engel olmuş ve engel olmaya devam etmektedir.
06-10 Şubat 2017 tarihinde görülen ikinci blok duruşmalarda aileler acılarını, öykülerini, şikayetlerini 16 ay sonra dile getirebildi.
Neredeyse tüm müştekiler şikayetlerini İŞİD’li katillere yol açanlara, katliamı önlemeyenlere, sanıkları yıllarca koruyanlara ve olay günü gaz sıkarak, silah kullanarak ölüm ve yaralanmaları arttıran kamu görevlilerine yöneltmiş ve hepsi ısrarla barış talebini yenilemiştir.
Katliamdan yaralı kurtulan, yakınlarını kaybeden avukat meslektaşlarımız cüppelerini çıkartıp müşteki olarak şikayetlerini dile getirmişlerdir. Olay yerinde olan hepimiz, yaralı ve eksik kaldık.
Sanıkların beyanlarını dinlediğimizde barış talebine, çatışma, savaş , tutuklama ile karşılık verenlerle aynı ideolojik zeminde olduklarının görülmesi hiçbirimizde şaşkınlık yaratmamıştır.
10 Ekim Davası Avukat Komisyonu olarak acılarını, ağıtlarını duruşma salonuna taşıyan ailelerin salondan avukatlarını alkışlayarak çıkması, “yargıya değil sizlere güveniyoruz” demelerinin ağırlığı altında dosyalara tüm faillere ulaşma niyeti ile yeniden gömüldük.
Duruşmalar sırasında elimize ulaşan ve bu katliamları aydınlatma önemi büyük olan Suruç Katliamı soruşturmasının iddianamesi elimize ulaşmıştır. Müşteki ifadeleri maktul otopsileri ve bombacı İŞİD’linin Suruç’taki bir gününün mobese kayıtları dışında hiçbir bilginin yer almadığı iddianame, İŞİD yargılamalarında yargının bize çizmeye çalıştığı ve asla kabul etmeyeceğimiz sınırı görmemize de sebep olmuştur
* * *
Söz Söylemek Susmak Kadar Zordur
10 Ekim… Güneşli bir Ankara sabahı…Öyle bir gün, öyle bir sabah… Dostlar, yoldaşlar ve sevdiklerimizle buluşacağımız için mutluyduk. Kimimiz gece yarısı otobüsüne binmiş, kimimiz birkaç gün önceden gelmiştik, soğuk Ankara’nın sıcak ve güneşli 10 Ekim’ine. Ankara hiç bu kadar büyük bir kalabalık, bu kadar görkemli, bu kadar heyecanlı bir kitle görmemiş olacaktı. Meydana sığmayacaktık, alana gelmeden yorulmuş olacaktık. Dostlarla sohbetlere dalmış olacaktık. Kürsüdeki sese bazen belki de hiç kulak vermeyecektik. Pankart cümbüşünü, “kimler var” merakıyla izleyecektik. “Ne çokmuşuz, ne güzelmişiz, ne çok renkmişiz” diyecektik. Omuzlarımızda yorgunluk, yüzümüzde tebessümle otobüslerimize, evlerimize dönecektik. “Evet VARIZ… Evet BİZİZ… Evet YAŞAMIZ… Evet BARIŞIZ… Evet UMUDUZ” diyecektik. Diyemedik.
Güz Mezarına Gömdük Ölülerimizi
“İnsan kanı çıkmaz” derlerdi, öğrendik evlerimize gittiğimizde, üzerimizdeki kanı yıkamaya çalıştığımızda. Bildik ki katledenlerin de ellerinden çıkmayacak bu kan.
Oğlunun kızının kanlı montu elinde çığlık çığlığa parçalanan cesedi arayan annenin çığlığı çığlığımızdır artık. Ellerimizle topladığımız elleriniz ellerimiz, kollarınız kollarımız, yürekleriniz yüreğimizdir artık.
Diyarbakır, Suruç’tan Ankara Katliamı’ na Giden Yol
Katliamcı, savaşçı politikalar karşısında yükselen barışın sesi tehditkâr olmaya başlamış olacak ki 2015 yılı katliamların yılı oldu ne yazık ki.
5 Haziranda Diyarbakır’ da HDP mitingine yapılan bombalı saldırıda 4 kişinin katledilmesi, miting için alanda bulunan yüzlerce insanın yaralanması , 22 Temmuz tarihinde barış talebine köprü olmak için Suruç’a giden 33 gencin katledilmesi, onlarcasının yaralanması ve devamında gelen Ankara Katliamı barışa ve kardeşliğe açılan savaşın acı verici merhaleleriydi.
“Batı” için yeni olan, Kürdistan için hayatın ta kendisiydi.
10 Ekim Ankara Katliamı 101 kişinin ölümü yüzlercesinin yaralanması sonucunu doğurdu. Ankara Katliamı dosyasına dair yaptığımız tespitlerin Suruç İçin Adalet Platformu’nun tespitleri ile ne kadar çok benzeştiğini gördüğümüzde, bu katliamların nasıl bir bütünün parçası olduğunu, erken bir planlamaya tekabül ettiğini anlamamak mümkün değil. Olay öncesi, olay sırasında ve olay sonrası güvenlik güçlerinin yaklaşımı, olaya müdahale şekli, savcılık soruşturma dosyalarının yürütülüşündeki hukuka aykırılıklardaki benzerlikler, katliamı gerçekleştirenlerin kimliklerinde, organizasyonel bütünlüklerinde, amaçsal bütünlükte gördüğümüz benzerlikler, katliamların asli ve feri faillerinin, ne bizden ne de birbirlerinden çok uzakta olmadığını göstermiştir.
Katliam mağdurlarının avukatları tarafından yapılan tespitleri içeren Suruç Katliam Raporu’nda ve Ankara Katliam Raporu’nda, savcının olay yerine iki saat gecikme ile geldiği, olay yerinde savcılık açıklamasının aksine yeterli sayıda savcının olmadığı, aynı gün yayın yasağı, gizlilik ve kısıtlılık kararı alındığı, dosyanın soruşturmasının Terörle Mücadele Şube Ekiplerince yürütüldüğü, ölenlerin ve yaralıların eşyaları hakkında bilgi verilmediği, olay yerine gelen güvenlik güçlerinin yaralılara müdahaleyi zorlaştırdığı, yaralıların üzerine gaz sıkıldığı, olay yerinde güvenlik güçleri tarafından havaya ateş açıldığı şeklindeki ortak tespitler farklı zaman ve mekanda gerçekleşen katliamlardaki benzerlikler hiç de münferit olmayan katliamlar dizisi ile karşı karşıya olduğumuzu göstermiştir. Diyarbakır, Suruç ve Ankara katliamında ,katliamı gerçekleştirenlerin ortaklığı, katliam soruşturmasının yürütülüşünde, kamuoyundan ve mağdurlardan gizlenmesinde izlenen yöntemlerdeki aynılık, bizler için, katillerin cehennemine giden taşlardı.
İlginçtir ki, Diyarbakır Katliamında, olay sonrası yaralılara ilk müdahalenin, mitingde bulunanlar tarafından yapılmış olması, olay yerinde müdahalede bulunacak güvenlik görevlisi olmaması ölü sayısının az olmasında önemli bir faktör olmuştur.
Ankara Katliamı’nın yaşandığı gün olay yerinde bulunan veya sonradan gelen avukatların olay yeri incelemesine alınmak istenmemesi, “olay yerinde savcı görevlendirdik” diyen Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı açıklamasına rağmen olay yerinde iki savcının görülmesi, 500 metrelik olay yerinin ölenlerin bulunduğu dar bir alanla sınırlı tutulması, daha sonra soruşturma dosyasına yaptığımız her başvuruya ilk sayfasına dahi bakmadan “kısıtlılık kararı nedeni ile reddine“ yazmakla görevlendirildiğini anlayacağımız savcının olay yerinde, “Bana niye soruyorsunuz? “şeklindeki korku dolu ve oradan tesadüfen geçen birisiymiş gibi tavrı, hastanelere beş dakika mesafede olan olay yerine ambulans girişini önlemek adına yolların resmi araçlarla kapatılmış olması, gerek itfaiye aracı gerek tomalardan sıkılan gazla yaralılara müdahalenin önlenmesi, travma halindeki toplulukta korku ve panik yaratacak şekilde olay yerinde havaya ateş açılması, Türkiye tarihinin en büyük katliamının olduğu gün Ankara Valilik binasında görüşülecek kimsenin bulunamaması, aynı gün içerisinde hızla yayın yasağı,kısıtlılık ve gizlilik kararlarının alınması, bu katliamların gerçek faillerini tespitte hiç de zorlanmayacağımızı ama faillerin korunduğu soruşturma dosyaları ile de adaleti gerçekleştirmenin olanaksız olduğunu göstermiştir.
Barış Mitingi Tertip Komitesi tarafından sabah 10.00’da gar önünde yürüyüşle başlayacak miting için yapılan izin başvuruları sırasında yapılan yazışmaların içerisine Emniyet yetkilileri tarafından daha önce hiç karşılaşılmayan bir şekilde yedirilen “Mitingin 12.00-16.00 arasında Sıhhiye Meydanı’nda” yapılacağı ibaresinin sıkıştırılması,bu durumu sorgulayan sendika yetkililerine “önemli değil, arkadaşlar öyle yazmış“ diyen güvenlik görevlilerinin olay saatinde nerede olduklarının tespiti de soruşturmada önem taşıyan başka bir nokta.
Dikkatlerden kaçan başka bir ayrıntı Ankara Katliamı’ ndan 4 gün önce HDP eski ve yeni il yöneticilerine dönük, facebook paylaşımları üzerinden (ki kimilerinde facebook paylaşımı dahi yoktu) yasadışı örgüt üyeliği ve propagandası iddiası ile soruşturma başlatılmış olmasıdır. Gözaltına alınanlar 9 Ekim gecesine kadar emniyette Terörle Mücadele Şubesinde tutulmuşlardır. Soruşturma dosyasında facebook çıktısı dışında hiçbir delilin toplanmamış olması, ayrıntılı hiçbir sorgulama olmadan tutukluğa sevk edilmesi bizi şaşırtmış ise de sevk edilen müvekkillerin mahkemece geç saatlerde de olsa serbest bırakılmış olması, ertesi günkü büyük barış mitinginin heyecanı ile üzerinde fazla düşünmediğimiz bir ayrıntı olarak kalmıştır. Ertesi gün 4 gün boyunca HDP Ankara İl soruşturmasını yürüten Terörle Mücadele Şubesi ekipleri ile katliam olay yerinde göz göze geldiğimizdeki bakışlarını gördüğümüzde, olay yerine koruma ordusu ile gelen İçişleri Bakanı’nın gövde gösterisine dönüştürdüğü ziyaretini gördüğümüzde anladık ki bu tablo başka tablo.
Failler, Mağdurlar, Maktuller, Soruşturmacılar ve Avukatlar Aynı Olay Yeri İncelemesinde… Bu Sadece Bu Ülkeye Dair Bir Kafkaesk Hal midir?
Gizlilik, kısıtlılık yasağının tüm katliam dosyalarında CMK madde 153 düzenlemesini aşar şekilde ve müşteki ve mağdurların müdahillik haklarını engelleyecek şekilde uygulanması, dosyaya ve neticede asli faillere erişimi tümden olanaksız kılacak şekilde uygulanması, yasal düzenlemelerin her üç katliam dosyasında da aynı şekilde hukuka aykırı yorumlanması ve uygulaması artık şaşırmadığımız bir uygulama haline dönüştü ne yazık ki.
Ankara Katliamı dosyasında yayın yasağı kararının tarafımıza tebliği talebi ile verdiğimiz dilekçeye dahi “kısıtlılık kararı olduğundan belge verilemeyeceği “ şeklinde yazılı şerh göstermektedirki mesele bir ceza soruşturmasının sınırlarını zorlamaktadır. Yayın yasağı ve kısıtlılık kararının mağdur avukatlarına tebliğini dahi tehlikeli gören savcılığın yaklaşımı, “Dosya bizde değil”, ”TEM’e gidin”, “eşyalar bizde değil Tem’e başvurun”, “İfade mi vereceksiniz? TEM’e gidin”, “Eşyalar mı? Sizin müvekkilin eşyaları kriminale ayrıldı”, “Hangi eşyalar, bilmiyoruz TEM’e gidin “, İfade tutanağı mı? Veremeyiz kısıtlılık kararı var”, “Olay yeri inceleme tutanağı mı? Avukatların orada olması yasal değildi ki zaten, kısıtlılık kararı var veremeyiz”. “Dosyayla ilgili bilgi mi? Valilik miyim ki açıklama yapayım”, “Biz, katledilenlerin avukatları olarak oradaydık”, “Hayır yoktunuz”; bu ifadeler bir ceza soruşturmasında savcının konumuna, dosyaya hakimiyetine/hakimiyetsizliğine dair daha fazla bir şeyler anlatmaktadır.
Delillerin toplanması, müvekkillerin emanet eşyalarının akıbetinin sorulması, müvekkillere ait otopsi raporlarının, olay tutanaklarının talebine dair ve içeriği ne olursa olsun tüm dilekçelerin üzerine havale anında savcılık tarafından yazılan “gizlilik ve kısıtlılık kararı olduğundan reddine” yazıları… Bu hukuk sistemi içinde avukatlığın nesneleştirilmesine yaptığımız şahitliklerin en trajiğidir belki de bu katliam mağdurlarının avukatlığını yapmak.
KOKTEYL SORUŞTURMA HAZIRLIKLARI
Cumhurbaşkanının “kokteyl terör örgütü “ açıklamasının devamında olayın faillerine dair yürütülmesi gereken soruşturmanın katliam mağdurlarının, katledilenlerin eşyalarının kriminale ayrılmasına odaklanması bizi savcılığın “kokteyl soruşturma hazırlıkları” ile karşı karşıya getirmiştir. Dosyadaki gizlilik kararı nedeni ile dosya içeriğine hiçbir şekilde ulaşamamakla beraber, katledilenlerin eşyalarını alma çabası sırasında karşılaştığımız tablo, düzenlenecek iddianamenin içeriği konusunda bizleri endişeye sevk etmiştir.
Ankara Katliamı dosyasını yürüten Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosu tarafından 27 kişi hakkında IŞİD terör örgütü üyeliği suçlamasıyla 27 Ekim 2015 tarihli hazırlanan iddianamede Diyarbakır, Ankara ve Suruç katliamlarına hiç yer verilmemiş olması, katliam soruşturma dosyalarında tüm delillerin toplanmadığını göstermektedir.
Ankara Katliamının sorumlularına dair iktidar kanadından gelen birbirinden farklı açıklamalar, nihayetinde olayın DEAŞ, PKK, MLKP, DHKP-C ve belki o an akla gelmediği için zikredilmeyen birçok örgütün ortak işi olduğu açıklamasına kadar varmış ve bu açıklamaya iktidar ve savcılığın birbirini teyit eden ardıl açıklamaları da eşlik etmiştir.
Bu tarz kokteyl terör örgütü açıklamaları, terör örgütüne üyelik veyahut terör örgütü propagandası iddiası ile yürütülen soruşturma fezlekelerinden tanıdık gelir bizlere. Açıklamalar, savaş ve güvenlik devletinin zihninin fezlekesi gibidir adeta. Gerçeğe ulaşmayı engellemenin en işlevli şeklidir gerçeğe giden yolu bilinmezlik ve belirsizlikle döşemek. İŞİD terör örgütünü doğrudan sorumlu tutmakta dahi zorlanan bu zihin hangi gerçeği ortaya çıkaracak?
Gerçeğin ortaya çıkması demek, belki de bu fezlekelerin gerçek hazırlayıcılarının şüpheli konumuna düşmesi demek olacaktır.
Katliam Sorumlularını Gizlemek İçin Gösterilen Çaba Aynı Zamanda Katliam Sorumlularını da Görünür Hale Getirmektedir
Katliamı gerçekleştiren örgütler öyle tehlikelidir ki(!) otopsi raporlarını almanız yasaktır, hazır bulunduğunuz ifade örneklerini almanız tehlikelidir.
Ankara Katliamı’ndan sonra Tunceli Emniyet Müdürlüğünün 17 Eylül’de IŞİD’in bir mitingi canlı bomba ile hedef alabileceği yönündeki bilgiyi yazılı olarak Emniyet Genel Müdürlüğüne ve 81 il emniyet müdürlüğüne bildirdiği, yine MİT’in Suriye’deki istihbarat çalışmalarına dayalı olarak 29 Eylül ve 7 Ekim 2015 tarihlerinde IŞİD bağlantılı canlı bomba veya bombalı eylem yapılacağı bilgisini güvenlik birimleriyle paylaştığı ortaya çıkan bilgiler arasındayken, Suruç’ta yaşanan olaylar sonrasında CHP tarafından 9 Ağustos 2015 tarihinde açıklanan, bir örneği Davutoğlu’na gönderilen IŞİD raporunda bombacıların isim veya rumuzları dahi listede yer alıyorken hala sorumlular hakkında savcılık tarafından hiçbir işlem yapılmamış olması ,ifadeye dahi çağrılmamış olmaları ,insanlığa karşı işlenen suç kategorisinde olan bu katliamların gerçek sorumlularının yürütülen mevcut soruşturma dosyaları ile açığa çıkartılmayacağı izlenimimizi güçlendirmektedir.
Biz avukatlara kalan ise sadece, (onurla gururla yaptığımız) ölü ve yaralılarımızı toplamak, tespit etmek, bir türlü bulamadığımız eşyalarının peşine düşmek değildir tabii ki. Asıl işimiz, asli ve feri faillerin ortaya çıkmasını sağlamayacak olan savcılık soruşturmasının karşısına, katledilenlerin savunmanlarının yürüttüğü bir soruşturma yürütmek olacaktır.
Yalan ne kadar ısrarla ve inatla söylenirse gerçeği bulmak o kadar zorlaşır. Gerçeğin peşindeki ısrar ve inat da bizi gerçek katillere götürecektir. Evet, belki şimdilik heybelerinden dökülen taşları izleyeceğiz ama o taşların bizi götüreceği yerin adalet ve gerçek olması umuduyla.
Yazının 2. bölümü Ocak 2016’da Sosyal Hukuk dergisinde yayımlanmıştır.
KAYNAK: HUKUK POLİTİK