Çevrenin silah olarak kullanılmasının yasaklanması
Çatışmalar ve savaşlar, çevrenin en fazla zarar gördüğü süreçler. 1990-91 tarihleri arasında yaşanan “Körfez Savaşı”nı, Irak’ın Kuveyt petrol kuyularını ateşe verip büyük miktarda petrolü denize döküşünü ve sonuçlarını hatırlayın. Aradan 20 yıldan fazla süre geçti fakat savaşın yol açtığı ekolojik zarar hala ortadan kaldırılamadı.
(Bkz. http://www.dw.com/tr/saddam%C4%B1n-zehirli-miras%C4%B1/a-5857911)
Çevre silahlı çatışmalarda bazen doğrudan düşmanca amaçlarla bir savaş aracı olarak kullanılırken bazen de kullanılan silahlar nedeniyle dolaylı olarak zarar görüyor.
Doğrudan kullanılma tekniğinin en bilindik ve tanıdık örneği ormanların yakılması. Savunma ve gerekçe de tanıdık: Düşmanın gizlenmesinin engellenmesi ve terörle mücadele. Peki ama bu gerekçe ve savunma ormanların yakılmasını kabul edilebilir bir zemine oturtur mu? Elbette hayır.
18 Mayıs 1977 tarihli Askeri Amaçlarla ya da Daha Başka Düşmanca Amaçlarla Çevrenin Değiştirilmesi Tekniklerinin Kullanılmasına İlişkin Sözleşme (ENMOD) devletlere, düşmanca amaçla çevrelere zarar vermeme, bunun için orman yakma gibi teknikleri kullanmama yükümlülüğü getiriyor. Bu anlaşma 20 Devletin onaylamasıyla 5 Ekim 1978 tarihinde yürürlüğe girdi. Türkiye de bu anlaşmayı yorum bildirimi ile imzaladı fakat hala onaylamadı (Pazarcı, 1992:103; Ankara SBF Dergisi, C.47, S.1)
Yine 10 Haziran 1977 tarihli 1949 Cenevre Sözleşmelerine ek Cenevre I. Protokolü “Doğal çevrede yaygın, uzun süreli ve ağır zararlara neden olan ya da neden olması beklenen savaş yöntemlerinin ya da araçlarının kullanılmasını” yasaklıyor. Bu protokol aynı zamanda ceza sorumluluğunu da düzenleyen tek uluslararası belge. Protokolün 85/3 maddesi, insanlara ve çevreye zarar vereceğini bilerek saldırı yapılmasını savaş suçu olduğunu belirtirken, bu suçu işleyenlere karşı taraf devletlerine de işbirliği yaparak ceza sorumluklarının ileri sürülmesi yükümlülüğü getiriyor.
Son olarak, 30 Ekim 1980 tarihli Aşırı Ölçüde Zarar Verici ya da Ayrım Gözetmeyen Etkisi Olan Bazı Konvansiyonel Silahların Kullanımının Yasaklanmasına ya da Sınırlandırılmasına İlişkin Sözleşme’ye bakalım. Bu sözleşme de, ormanların ya da bitki örtüsünün ve diğer türlerinin yakıcı silahlarla saldırıya hedef yapılmasını yasaklıyor.
Tüm bu sözleşmelerde geçen “askeri gereklilik” kavramı üzerinde asgari bir mutabakata varılmış durumda. “Askeri gereklilik” kavramını gerekçe olarak kullanabilmek için; savaşın kazanılması için zorunlu, gerekli ve başkaca bir yöntem kalmadığı ispatlamanız gerekiyor. Bunu yapamadığınız sürece çevreye zarar verecek tüm eylem ve silahlar bir suçun konusunu oluşturur. Özetle; çevreyi yok etme, zarar uğratma kendi başına doğrudan veya dolaylı bir savaş amacı ve aracı olarak “askeri gereklilik” başlığı altında meşrulaştırılamaz.
Yapılırsa ne olur? İşte burada kocaman bir boşluk var. Çevre zararını tespit edebilme ve devletlerin bu zarar ile sorumluluk bağını kurabilmek pek mümkün olmuyor. Politik paslaşmalar da devreye girdiğinde bu zorluk bir derece daha yükseliyor. Bugüne kadar devletlerin uluslararası sorumluluğu bulunduğunun açıkça kabul edildiği tek uluslararası belge “Körfez Savaşı” sırasında lrak’ın çevreye verilen zararlardan doğrudan sorumlu olduğunu bildiren 3 Nisan 1991 tarihli ve 687 sayılı Güvenlik Konseyi kararı. (Pazarcı, 1992:104)
Mücadele yöntemi: Orman yangınları
90’lı yıllar silahlı çatışmaların sebep gösterildiği orman yangınlarının ülkemizde en sık yaşandığı dönem. Human Rights Watch’un hazırladığı, “Göç Ettirilmiş ve Yüzüstü Bırakılmış: Türkiye’nin Başarısız Köye Dönüş Programı” ve AB İlerleme Raporları’nda bu orman yangınlarına ve bunların bir savaş stratejisi olarak kullanılmasına sıkça değinildi. Yine İnsan Hakları Derneği, “Ocak 1990 – Mart 2009 Döneminde Köy Korucuları Tarafından Gerçekleştirilen İnsan Hakları İhlalleri” raporunda köy korucularının 17 ormanlık alanı yaktığı iddiasında bulundu.
Orman Bakanı Veysel Eroğlu, 2008’de soru önergesine verdiği cevapta, “1990’dan 2008 yılına kadar ülkenin doğu ve güneydoğusunda 390 orman yangınının çıktığını ve bu yangınlarda 9.100 hektarlık ormanlık alan zarar gördüğünü” açıkladı. (Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin 7/5004 Esas Numaralı Yazılı Soru Önergesi Hakkında Çevre ve Orman Bakanlığı’nın Cevabı, 11.11.2008, http://www2.tbmm.gov.tr/d23/7/7-5004c.pdf)
Bakan Veysel Eroğlu 2010 yılındaki başka bir soru önergesine de, “Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde son yirmi yıl içerisinde çıkan orman yangınları sonucunda 5.649 hektarlık alan zarar görmüştür. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki ormanların hâkim ağaç türü meşe olup, bu ağaçlar biyolojileri gereği yangın sonrası yaşama yeteneğini kaybetmeyerek yeniden sürgün vermektedir. Bu nedenle yangından zarar gören meşe alanlarına ağaç dikilmemektedir” şeklinde cevap vermiştir. (Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın 7/15924 Esas Numaralı Yazılı Soru Önergesi Hakkında Çevre ve Orman Bakanlığı’nın Cevabı, 28.10.2010, http://www2.tbmm.gov.tr/d23/7/7-15924c.pdf )
Bakanın cevabından da anlaşılacağı üzere 2010 yılana kadar bölgede meydana gelen orman yangınlarının sonrasında hiçbir alanda yeniden ağaç dikimi yapılmadı.
Silahlı çatışmaların durduğu 2010 yılına kadar ülkenin doğu ve güneydoğusundan orman yangın haberi neredeyse hiç gelmedi. Çatışmaların kısmen başlamasıyla yeniden orman yangınları haberleri duyulmaya başlandı. Delil Fırat, bir ay içerisinde silahlı kuvvetler tarafından 33 ormanlık alanın yakıldığı iddiasında bulundu. (Delil Fırat, TSK bir ayda 33 alanda ormanları ateşe verdi, 2010, http://www.sendika1.org/2010/12/tsk-birayda-33-alanda-ormanlari-atese-verdi-delil-firat/)
2015 yılında bölgede çatışmaların yoğunlaşması ile birlikte orman yangını haberleri de artmaya başladı. Sırasıyla Lice, Kulp, Silvan, Hazro, Dersim’den orman yangınları görüntüleri sınırlı alandaki medyaya yansıdı. Bu yangınlarda çok sayıda ağaç yok olurken, geçim ve yaşam kaynağı olan bir çok ürün ve hayvanda zarar gördü. (Ayrıntılı bilgi için HDP’nin hazırlamış olduğu “Savaş Stratejisi’nin Bir Uzantısı Olarak Orman Yangınları” raporuna bkz.: https://yesilgazete.org/wp-content/uploads/2015/08/Temmuz-%E2%80%93-A%C4%9Futos-2015%E2%80%99te-K%C3%BCrdistan%E2%80%99daki-Orman-Yang%C4%B1nlar%C4%B1na-%C4%B0li%C5%9Fkin-G%C3%B6zlemler-ve-Teknik-%C4%B0nceleme-Raporu-%E2%80%93-Sava%C5%9F-Stratejisi%E2%80%99nin-Bir-Uzant%C4%B1s%C4%B1-Olarak-Orman-Yang%C4%B1nlar%C4%B1.pdf)
Konuya ilişkin yangına sebebiyet verdiği ve söndürmek için müdahale etmediği iddia edilen kamu görevlileri hakkında defalarca suç duyurularında bulunuldu. Fakat bu güne kadar bildiğimiz kadarıyla hiçbir kamu görevlisi hakkında bu şikayetler üzerinden bir kovuşturma başlatılmadı.
Dersim dört dağ içinde dört dağ yangın içinde
Silahlı çatışmaların sebebiyet verdiği iddia edilen orman yangınları geçtiğimiz hafta yeniden gündeme geldi. Derneklerin yaptıkları açıklamalara göre rüzgarın da etkisiyle hektarlarca büyüklükteki orman alanları küle döndü. Aynı açıklamada Dersim’in Pülümür, Hozat, Nazimiye, Ovacık ve Elazığ’ın Kararkoçan ilçelerinde devam eden yangınlarda hektarlarca büyüklükteki orman alanlarının yok olma tehlikesinin olduğu vurgulandı.(http://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2017/08/12/alevi-kurumlarindan-dersim-yangini-protestosu/)
İşin ilginç yönü, ilde meydana gelen yangınlar Orman Bakanlığı veri tabanına girmedi. Bakanlık güncel tüm orman yangınlarını ve bu yangınlara ilişkin son durumu sitesinde yayınlıyor. (http://www.ogm.gov.tr/Lists/GuncelOrmanYanginlari/AllItems.aspx) Sayfayı incelediğinizde de göreceksiniz ki, yakın zamanda basına yansıyan Dersim ilindeki orman yangınları Bakanlık web sayfasında yok.
Dersim ilindeki orman yangınları Bakanlık web sitesinde yer almazken Tunceli Valiliği ise 11.08.2017 tarihli basın açıklaması ile orman yangınlarının var olduğunu kabul etti. (http://www.tunceli.gov.tr/basin-aciklamasi11082017) Basın açıklamasında, “orman yangınlarının ‘terör örgütüne yönelik operasyonlar’ kapsamında meydana geldiği ve bir kısmının söndürüldüğü bir kısmınında operasyon bittiğinde söndürüleceği” ifade edildi. Valilik daha sonra 15.09.2017 tarihli basın açıklamasıyla da “orman yangınları kontrol altında alındı” duyurusunu yaparken Bakanlık web sayfasında hala Dersim orman yangınlarıyla ile kayıt yoktu.
Orman Yangınlarının Önlenmesi ve Söndürülmesinde Görevlilerin Görecekleri İşler Hakkında Yönetmelik uyarıca her orman yangını sonrasında idarenin resmi bir belge düzenleme yükümlülüğü var. Ormanlık alanlarda risk tespiti yapılması ve bu risklere karşı mücadele için teknik ve personel altyapısının sağlanması ise bu zorunluluk. Peki idarenin bu yükümlülükleri ve zorunlulukları yerine getirdiğine dair bir bilgilendirme mevcut mu? Hayır.
Tunceli Barosu idarenin yükümlülüklerini yerine getirmediği görüşünde. Yangına sebep olan ve söndürülmesinde sorumluklarını yerine getirmeyenler hakkında Baro suç duyurusunda bulundu. (https://bianet.org/bianet/cevre/189053-dersim-de-devam-eden-yanginlar-icin-suc-duyurusu) Yapılan suç duyurusunda, “Yangınların ağır silahların kullanılması sonucunda bilerek çıkarıldığı ve güvenlik gerekçe gösterilerek yangınlara müdahale edilmediği” tespitleri yapıldı.
“Etkisiz hale getirildi”
Tunceli Valiliği orman yangınlarına ilişkin web sitesinde, 11.08.2017 tarihli “Basın Açıklaması”, 14.08.2017 ve 15.08.2017 tarihli “Orman Yangınları Kontrol Altına Alındı” eş başlıklarıyla üç açıklama yayınladı. Orman yangınlarının çıkış sebebi ve alınan önlemlerin yeterliliğine ilişkin ayrıntı bilgi beklerken her üç metinde de aynı cümle ile karşılaştık: “İlimizde terörist unsurların bulunmasına ve etkisiz hale getirilmesine yönelik çalışmalar azim ve kararlılıkla sürdürülmektedir.”
“Terörist unsur” ve “terör” kavramı başka bir yazının ve araştırmanın konusu. Fakat başka bir yazıya bırakılmayacak bir gerçek var. O da, ormanlarımızın etkisiz hale getirilmesine yönelik çalışmaların takdire şayan bir şekilde azim ve kararlılıkla sürdürüldüğü.